Malatya'nın türküleri içinde acıları anlatan sayısız örnekler mevcuttur..
Nezir KIZILKAYA Yazdı
nezirs@mynet.com
Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen’i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni…
Ben türkülerden aldım haberi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Geleneksel müzikler, kendilerini tarihsel süreç içerisinde meydana getiren, üreten, onları yorumlayan bir kültürel grubun, topluluk ya da toplumun genelinin kendine özgü maddi/manevi değer yargıları ve belli felsefi derinliğe sahip dünya görüşleri paralelinde şekillenmişlerdir. Ait olduğu toplumun kültürel özelliklerini en iyi biçimde yansıtan müzik türü, şüphesiz bu türdeki müzikler yani halk müzikleridir.
Söz konusu geleneksel kültürün bütününe dair pek çok bilgiyi barındıran ve bunu dinleyenlere yansıtan halk türküleri, her türden kültürel bilgi yüklü bulunan ezgisel, ritmik ve sözel yapıları, söyleniş yer, zaman ve tarzları, eşlik çalgıları ve biçimleri gibi pek çok özel veri sayesinde, özgün değerlerimizi en duru ve anlamlı biçimde temsil ederler. Halkın içinde doğmuş ve gelişmiş olan bu müzik türü, toplumun kendini en iyi biçimde ifade edebildiği dili, aynası ve kimliği durumundadır. Bu müzik türünü önemli kılan en büyük özelliklerinden birisi de kaynağını yaşanmış olayların oluşturmasıdır. Türküler, Anadolu insanı ile yoğrulup bütünleşen, özgürlüğün, barışın, hoşgörünün ve sevginin en önemli temel taşlarından birisidir. Bu topraklarda nefes alan, bu topraklarla yoğrulmuş insanların canlı tarihidir.
Türkü sözlerinde sosyal yaşam içerisinde yer alan hemen her konuyu bulmak mümkündür. Bunlar kendilerine has bir dil ve üslupla çeşitli bilgi ve mesajlar içerirler. Türkülerin konuları arasında ayrılık, sıla, gurbet, çaresizlik ve ölüm gibi temalar sıkça işlenmektedir. Seferberlik ve savaş gibi büyük halk olaylarını anlatmada ve aktarmada da yine türkülerin kendine has bir üslubu ve dili vardır. Yemen savaşı ve sonucundaki trajedinin, günümüzde bu kadar biliniyor olmasında “Yemen Türküsü” nün yeri, türkülerin bu anlamda üstlendikleri işlevlere verilecek en çarpıcı örneklerden birisidir.
Türkülerin birçoğu bir konu ya da olay üzerine yakılmışlardır ve bir hikâyeleri vardır. Özellikle de “Yemen Türküsü” örneğinde olduğu gibi acının ve can kayıplarının yaşandığı olayları anlatan ağıtlar oldukça önemli yer tutmaktadırlar. Ağıtlar her ne kadar ölen kişiye yakılsa da, onları seven insanların acılarını, endişelerini, yetim kalan çocuklarını, geride kalanların alt üst olan hayatlarını dile getirirler. Bu türküler o dönemin olaylarına tanıklık eden ozanların bizlere emanet ettiği eşsiz kültür hazineleridir.
Malatya kültürünün temel taşlarından biri olan türküler içinde de acıları, sevinçleri anlatan sayısız örnekler mevcuttur. Malatya insanı tüm Anadolu’da olduğu gibi, duygu ve düşüncelerini, yaşamını etkileyen olayları, ölümü, düğünü, gurbeti, hasreti bağlı olduğu kültür çerçevesinde müzik ile ifade etmiştir.
Burada konu edeceğimiz iki türkü de yaşanan acı olayların sonucunda bu dünyadan göçüp giden insanlarımıza dair hüzünlü öykülerdir. Yaşanan felaketler türkülerin satır aralarında yaşatılmış, yitip giden canlara duyulan özlem ve hasret bu mısralarda dile gelmiştir. “Adatepe” ve “Fırat Kenarında Yüzen Kayıklar” türküleridir bunlar. Her iki türkü de en küçük bir şüpheye yer vermeyecek şekilde iki acı olayın öyküsünü günümüze taşıyarak, “Bizim türkülerimizin bizi anlatmasından daha doğal ne olabilir ki?” sözünü bir kez daha doğrulamaktadır.
POLAT'TAKİ FELAKET..
1 Mayıs 1950 Pazartesi günü öğlenden sonra başlayan sağanak yağmur ve dolu yağışı sırtını Adatepe’ye yaslamış Doğanşehir’in şirin beldesi Polat için tam bir felaket olmuştur. 3 Mayıs 1950 günü yayınlanan Yeni Malatya gazetesinde yer alan habere göre; Şiddetli yağışın etkisiyle öğlenden sonra saat 16.00’da Polat, eşine 90 yıldır rastlanmayan bir selin yıkımıyla yerle bir olmuştur. 25 ev tamamen yıkılmış, 100 ev de oturulamayacak duruma gelmiştir. 300 küçükbaş, 120 büyükbaş hayvan telef olmuş, en kötüsü sele kapılarak hayatını kaybedenlerin sayısı 14’ü bulmuştur.
Eşi vatani görevini yapmakta olan Polatlı genç gelin Safiye de iki yavrusu ile sele kapılarak hayatını kaybedenler arasındadır ve bu kayıpların acısı geride kalanların yaktıkları ağıtların mısralarında günümüze kadar “Adatepe” türküsü ile gelmiştir. (Safiye ismi türküde Asiye olarak değiştirilmiştir.)
(Türküyü Burhan Çaçan'dan dinlemek için aşağıdaki çubuğun sol başına tıklayınız)
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2017/02/Adatepe-Burhan-Çacan.mp3"][/audio]
ADATEPE
Adatepe Adatepe
Yağmur yağar sere serpe
Asiye'yi sele verdik
Daha yavruları körpe
Asiye'yi sele verdik
Yavruları kaldı körpe
Bu vali de ağır vali
Kumandanı çağır vali
Gelinleri su götürmüş
Askerleri gönder vali
Gelinleri su götürmüş
Askerleri gönder vali
ÜNİVERSİTELİ ABDULKADİR'E AĞIT..
Bu olaydan yaklaşık 7 yıl sonra 9 Haziran 1957 Pazar günü, Malatya’nın farklı bir köşesi, günümüzde Karakaya Baraj Gölü sularının altında kalan eski Korucuk (Hasan Basri) ziyaret yeri başka bir trajediye sahne olmuştur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenim gören Abdulkadir Işık yaz tatilini geçirmek için geldiği Malatya’da, piknik yapmak amacıyla gittikleri Fırat’ın kıyısında bulunan ziyaret yerinde serinlemek için girdiği sudan bir daha çıkamamış, Fırat, cansız bedenini 5 gün sonra vermiştir. 11 Haziran 1957 Salı günü yayınlanan Malatya Postası gazetesi “Üniversiteli bir genç Fırat’ta boğuldu” başlıklı haberinde olayı şu şekilde aktarmaktadır.
“Şehrimiz Çavuşoğlu mahallesinde oturan 22 yaşlarında ve İstanbul yüksek tahsil talebelerinden olup tatilini evinde geçirmeye gelen Abdulkadir Işık adlı genç Pazar gününü geçirmek için gitmiş oldukları Sinan Köyü civarında Fırat Nehri’nde yıkanmak için suya girmiş ve bir daha çıkamamıştır. Çocuğu gören köylüler saatlerce aramışlarsa da cesedi bulamamışlardır. Hadise muhitte derin bir teessür yaratmıştır.”
20 Haziran 1957 Perşembe günü yayınlanan Gayret gazetesi ise “Fırat’ta boğulan gencin cesedi bulundu” başlığı ile yayınladığı haberde, Korucuk’a (Hasan Basri) kurban kesmek için giden ve yıkanmak için girdiği suda boğulan Hukuk Fakültesi öğrencisi Abdulkadir Işık’ın cenazesinin olaydan 5 gün sonra bulunduğunu bildiriyor, zamana tanıklık eden halk ozanlarının kalemlerinden sonradan plaklara da okunacak olan şu satırlar dökülüyordu.
(Türküyü Hakan Ünal'dan dinlemek için aşağıdaki çubuğun sol başına tıklayınız)
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2017/02/Fırat-kenarında-Hakan-Ünal.mp3"][/audio]
FIRAT KENARINDA YÜZEN KAYIKLAR
Fırat kenarında yüzen kayıklar anam kayıklar ölem kayıklar oy
Anam ağlar bacım beni sayıklar anam sayıklar ölem sayıklar oy
Başına toplanmış bağrı yanıklar anam yanıklar ölem yanıklar oy
N'ettim size verin benim yârimi anam yârimi vay
Fırat kenarında esbap yumuşlar anam yumuşlar ölem yumuşlar oy
Yuyup yuyup gül dalına koymuşlar anam koymuşlar ölem koymuşlar oy
Sevmediğim yâri sevdi demişler anam demişler ölem demişler oy
Sevemde kurtulam elin dilinden anam dilinden ölem dilinden vay
Elbisem duvarda asılı kaldı anam vay kaldı ölem vay kaldı oy
Kitabım bavulda basılı kaldı anam vay kaldı ölem vay kaldı oy
Yârim benim ile küsülü kaldı anam vay kaldı ölem vay kaldı oy
N'ettim size verin benim yârimi anam yârimi vay
İki usta işi türkü ile acının getirdiği mısralar sert dalgalar gibi çarpıyor gönül limanımıza. Bu türkülerin satırlarına sinmiş hüznün ve acının farkına varıyoruz öğrenince öykülerini. Ağır bir hicranla sarılmış satırlar gelip yüreğimize oturuyor. Ebediyete uzanan bir yol gibi mısraları bu türkülerin. Bizi bam telimizden yakalıyor sessizce. Hüzün ve keder damarlarımıza usulünce dokunuyor ve her dinleyişte ölümün elemine kapılıyor sinelerimiz. Ve Adatepe’nin, Fırat’ın acılarını sonsuza kadar yaşatacak zaman yolculuğuna devam ediyor bu türküler.