Malatyalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Esin Emin Üstün, büyük aşk yaşadığı ancak çok erken kaybettiği eşi Prof. Dr. Emin Faik Üstün’ün gönderdiği 51 mektupla şiir, karpostal ve fotoğrafı bir kitapta toplayarak ölümsüzleştirdi
Emin Faik Üstün’ün ölümünün ardından tam 38 yıl geçti. Ama eşi Prof. Dr. Esin Emin Üstün için onu anıları ve de aşkı hâlâ taze ve sımsıcak. 1958’de başlayan ve neredeyse 40 yıldır anılarla devam eden bir aşk bu.
Esin Emin, önce aşkı üç yıl sonra hayat arkadaşı olacak adamı 1958’de Ankara’daki radyoloji stajı sırasında tanıdı. 22 yaşında, dördüncü sınıf tıp öğrencisiydi, Emin Faik ise 36 yaşında bir radyoloji doçentiydi.
O bir aylık stajda Emin Faik Üstün, bilgisi ve ataklığıyla diğer öğrenciler arasından sivrilen genç kızı unutmadı. Bir süre duygularını açık etmeden ilgilendi onunla. Tatil için memleketi Malatya’ya giden doktor adayı genç kadına, adını zarfın üzerine yazmadan ‘Mutluluk’ başlıklı yazının basıldığı Varlık dergisini gönderdi.
Derken bir gün genç kızın evine bir hanım geldi. Emin Faik Üstün’ün ablasıydı ama genç kız bu misafirin kim olduğunu çok sonra öğrenecekti. Bir tanıdıkları, ‘meçhul bir talip’ adına evliliğe nasıl baktığını sordu. Genç kızın yanıtı kesindi, kim olursa olsun ‘koca bir hayır!’ Öncelik eğitiminde ve mesleğindeydi.
MEKTUPLA GELEN ‘EBEDİ AŞK’ TEKLİFİ
31 Ocak 1960’da o ‘meçhul kişi’den ilk mektubunu aldı. Hoca, genç kıza ilgisinden söz ediyor ve bir görüşme talep ediyordu. Genç kadın bir süre ağırdan aldı, mektuplara yanıt vermedi. Ancak nezaket ve duygu yüklü sözcüklere uzun süre direnemedi, karşılık vermeye başladı. Hocanın aşkı büyüktü. 11 Şubat 1961 tarihli mektubunda, “Allahım ebediyen yaşayacak bir sevgi olsun bizim sevgimiz… Örnek bir sevgi…” demişti.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin radyoloji anabilim dalının kurucusu Emin Faik Üstün sonunda Ankara’ya gelerek aşık olduğu bu kadına evlenme teklifinde bulundu. Esin Emin bu kez hiç tereddütsüz, “Evet” dedi. Ama artık profesör olan hocanın bir ricası vardı: “24 saat birlikte olabilmek için radyoloji ihtisası yapmanı istiyorum.” Genç kız, çocuk hastalıkları uzmanlığını planlıyordu. Ama aşkını kırmadı, bu isteği kabul etti.
Genç kadının hocasına adıyla hitap etmesi zaman aldı. Ta ki o yıl temmuzda nişan yüzüklerini takıncaya kadar, ona “Sayın Hocam” demeyi bırakamadı. ‘Siz’den ‘sen’e geçmesi daha da zor olmuştu.
Esin Üstün’ün okulu bitirmesi için önünde bir yılı daha vardı. O Ankara’da, nişanlısı İzmir’de kavuşmayı beklerken mektup üstüne mektup aldı. Hoca, uzaktan aşkının ailesi, uykusu, yediği-içtiği, kilosu, dersleriyle kısacası her şeyiyle ilgiliydi. Genç kızın mektupları gecikince meraklanıyor, telgraf çekiyordu.
İki sevgili hasretlerini, sevgilerini sözcükler, şiirler, güfteler, karşılıklı gönderilen resimlerle birbirlerine bıkmadan anlattılar.
Nihayet 14 Temmuz 1961’de evlendiler. Artık tüm zamanı birlikte geçiyordu. Peşinden şimdi ikisi de doktor olan oğulları dünyaya geldi. 1966’da da rektörlük kararıyla Paris’e araştırma ve eğitim için gönderildiler. Eğitimin yanı sıra Paris sokaklarında ikinci balayı yaşadılar.
VE O MELUN HASTALIK
Bu mutluluklarını Emin Faik Hoca’ya 1969’da konan lenf kanseri tanısı gölgeledi. Emin Faik Hoca tedavi için Paris’teki hocalarına gitti. Kemoterapiye başlamadan önce izin isteyerek üç yıl önce eşiyle birlikte gezdiği yerleri dolaştı. Bir ay sonra Paris’ten döndüğünde, kemoterapinin etkisiyle iyice bitap düşmüştü. Karısının üzülmemesi için hastalığının tam tanısını, seyrini hiç söylemedi ona. “Senin yıkılmanı istemiyorum” diyordu her sorduğunda. Yaklaşık dört yıl hastalığı yenmek için mücade etti. Ama 1973’e kadar direnebildi. Hatta Esin Emin, eşinin hastalığını öldükten sonra öğrendi.
Henüz 12 yıllık evliydiler. Büyük bir şok geçirdi. Toparlanması için altı ay rapor verdiler. Sadece oğulları değil, kendi de yetim kalmıştı adeta. 38 yıldır her bayram eşinin Balıkesir’deki mezarını ziyaret ediyor: “Eşimin ölümüne hâlâ isyan ediyorum. Nedendir bilinmez yaşam kimilerine adil davranmıyor. Yüreğinde doyamadığı sedasını taşıyanlar, daha yapacağı güzel şeyleri ve büyüteceği çiçekleri olanlar, ölümde çok erken sıralarda yer alıyor.”
İSMİNİ İSMİNE KATTI
Kocasının kurduğu kürsüde büyük mücadelelerle önce Türkiye’nin ilk kadın radyoloji doçenti, sonra da profesörü oldu. Toplam 16 yıl anabilim dalı başkanlığı yaptı. Yine Türkiye’de ilk kez…
İki aşığın isimlerindeki benzerliği fark etmişsinizidir. Tesadüf değil. Esin Üstün doçent olduğunda mahkemeye başvurarak eşinin adı ‘Emin’i de ismine ekletti. Böylece imzaladığı her raporda, belgede, kaybettiği eşini her an yanında hissetmek istiyordu. Yeni bir aşk, evlilik hiç düşünmedi; aşkı bir ömre yetecek kadar büyüktü. Evliliklerinin 50’nci yılında merhum eşine ‘Sonsuza Kadar… Silinmeyen İzler’ kitabını yazdı. “Dürüstlüğü, uçsuz bucaksız sevgisi, derinliği beni çok etkiliyordu. Kitabı yazarken böyle bir sevginin de olabildiğini göstermek, paylaşmak istedim. Gençler böyle bir sevgi yaşamıyor. Mektuplar, sevgimiz bir yerde belge olarak kalsın” diyen. Prof. Dr. Üstün, şimdi 12 yıllık evliliğini anlatacağı biyografik bir roman yazmaya hazırlanıyor.
Aşk ölümle ölçülmez
PROF. DR. ESİN EMİN ÜSTÜN (76)
Kitabımda hüzün ve acı yok. Bir sevgi ve bu sevginin silinmeyen izleri var. Aşk, yeryüzünde yaşanabilecek en güzel, en yüce duygu. Emek ister, zamanla büyür, gelişir. Tıpkı bir ağacın köklerinin toprağa, dallarının yıldızların sonsuzluğuna tutunarak büyümesi gibi. Doğal bir ölümle ölmez aşk! Anılardan bile uzun yaşayan sevgiler, yaşamımızda derin izler bırakıyor. Bir zamanlar gerçek aşk ve gerçek sevgi vardı. Bencillik ve çıkar ilişkileri söz konusu olmadığından duygular her şeyin önüne geçerdi. Bugünse duyguların bir bir yittiği dönem söz konusu. Ne acı!
MEKTUPLARDAN…
* Esin’im;
Bugün eve girerken, o güzel, o canım ‘Sabah Rüzgarı’nın Ankara’da bir zarfa dolup, (zarfı kuş edip, kanatlayıp, İzmir’e uçurup) kapımın aralığından içeri süzülüvermiş olduğunu görünce, sevinçten şaşkına döndüm... Ya zarfı açınca... Dünyalar benim oldu. Sana gönderdiğim mektuplarıma gıpta ediyorum bazen. Postaya verince her an sana yaklaşıyorlar ve sonra elinde oluyorlar.... Öyle yakın...
* Senin bir yandan sınavlara çalışırken, bir yandan da nice hazırlıklarla meşgul oluşunun epey yorucu olduğunu düşünüyor ve buna üzülüyorum. Gıda ve uyku hususlarında ihmalcilik var mı? Hani tartını bildirmemişsin Esin’im... İşi gücü bir yana bırakıp geliveririm bu haberler gecikirse...
* Seninle bir bütün olduğumuzu öyle candan duyurdun ki bana. Biraz daha, biraz daha minnet, şükran ve sevgili anılarla dolu içim... (Esin’im, canım, hayatım, sevgilim, Esinciğim)
HABER: Mesude ERŞAN -Fotoğraflar: Levent ARSLAN (Hürriyet PAZAR)