Star Gazetesi yazarı hemşehrimiz Cumali Ünaldı, gazetedeki köşesinde "Akıntıya Karşı Yüzmek.." başlığıyla şunları yazdı:
....
"Akıntıya karşı yüzmek
Benim gibi, çocukluğunuzu ve ilk gençliğinizi, hızla akan büyük bir derenin; Dermenin yanıbaşında, Barguzuda geçirseydiniz, yüzme konusunda çok deneyimler edinmiş olurdunuz.
Bütün bunlar, hayatımın nirengi noktaları olsa da, birçoğunuz ilk kez duyuyorsunuz.
Benim amacım da, bu yaşadıklarımdan bir sonuç çıkarmak.
Bir çizgi düşünün. Yukarısı çöl ve altı cennet. İşte, saniyede yaklaşık 1.5 metreküp su akıtan deremiz böyleydi. Bunu da en güzel Moltke anlatıyor. 1837de genç bir yüzbaşı olarak geldiği Malatyanın kitabını yazan Mareşal Moltke.
Bizler, henüz çocukken, küçük arklarda yüzmeye başlardık, daha sonra şişirilmiş kanallara geçer, burada ilerletir, en sonunda Dermeye girerdik. Dermeye girmek, suya karşı kazanılan ilk zaferdi. Kendimizi ispatlamış olurduk; boyumuzu aşan, akıntılı bir suda yüzüyorduk ne de olsa.
Asıl yüzme Dermede öğrenilirdi. Önce değişik stiller denenir, sonra suyun altında, nefessiz yüzmeye çalışılır, en sonra da akıntıya karşı yüzülürdü.
Bu, suya karşı kazanılan son zaferdi.
Barguzuda akıntılı olan Derme, bir üstümüzde, Kilayikte daha az akıntılı, daha üstte, Çırmıhtı ve Kündübekte en akıntılıydı.
Malatyaya yaklaştıkça, Kernekte durulur biraz...
Ben Barguzuluyum, usta tiyatrocu Kenan Işık Kilayikli, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak da Çırmıhtılı.
Akıntıya karşı yüzmek, bizler için çocuk oyuncağıydı, hem de henüz küçük yaşlarda. Belki de onun için, hayatın mücadeleci yanını daha çok seviyoruz, hayatla oynaşmamız bundan...
Kolay olanı seçmek de olası...
Akıntıyı arkanıza alır, emeksiz, zahmetsiz yüzersiniz.
O zaman elde ettiğiniz şey, size ait olmaz.
İşin tadı tuzu kaçar.
Ayrıca iyi yüzme de öğrenemezsiniz.
Biz Dermenin çocukları, Dermeye hiç ihanet etmedik.
Dostluklarımızda bile zor olanı seçtik, kolaya kaçmadık.
İyi yüzmeye çabaladık hep, yüzdük de...
Pera Palasta geçen hafta Malatyalılar, Malatyayı konuşuyoruz. Etrafıma bakıyorum, her biri birer marka olmuş, akıntıya karşı yüzme ustaları: Hüseyin Süzer, Ekrem Dernek, Vahap Küçük, Yunus Akdaş, Şahin Özer, Sabri Özel, İbrahim Şahin, Ahmet Çalık, İbrahim Nalbant, Ahmet Aktaş, Nurettin Yaşar, Ramazan Yıldız, Ali Taşkıran, Vedat Toy, Mustafa Başdemir, Naci Altunbüken, Nüvit Karagözlü, Şaban Taçyıldız, M. Zeki Akıncı, İlhan Şahintürk, Sadettin Çekmegil, A.Turan Koçer...
Eskiler, yeniler...
Saymakla bitmeyecek yüzlerce Malatyalı marka...
Meydan yiğit görsün kıvamında...
Göneniyoruz...
Zora talip olmak
Bize hayatı öğretenler, zora talip olmayı öğütledi. Kolay olduğu için, işimize geldiği gibi davranmamak; ilkeli olmak belletildi.
Genellikle gençlikte benimsenen bu felsefe, seneler geçtikçe, hayatın gerçeklerine aykırılık gerekçesiyle bazen göz ardı edildi, daha kolay yöntemlerle değiştirildi.
Bazıları zora talip oldu ve akıntıya karşı yüzmeyi sürdürdü.
Sonuca ulaşan da onlar oldu, hem de tadına vararak.
Daha da önemlisi, kendine özgü olanı yakaladılar.
Şimdi, Bu Pazar günü, bunları bir yana bırak mı diyorsunuz?
Hayhay, bırakalım.
Peki, ne konuşacağız şu güzelim bahar başlangıcında?
Sırayla şuraya buraya düşüyor cemreler; suya, toprağa, havaya... Dünya ısınıyor. Sanki hiç yaşamadığımız bir baharı, bir daha yaşayacağız, yeniden ve ilk kez yaşar gibi.
Çiçeklere şaşıracağız, alışıncaya kadar, hayatında ilk kez çiçek gören bir eskimo, ya da çöl adamı gibi merakla inceleyeceğiz rengini, kokusunu, biçimini...
Sonra bir çift kelebek uçacak, bizim gibi şaşkın, bizim kadar delifişek, bizcileyin sakar...
Sanki biraz da bu kendini bırakış, bizim çok düzenli sandığımız hayatın, rastgele toprağı kabartması gibi, kendi ilmini kendi içerisinde taşıyacak...
Biz de seyredeceğiz.
Öyle mi?"