Türk Ocağı Malatya Şubesi'nin haftalık sohbet programlarının sonuncusunda Tarihçi Hasan Şen, "Misak-ı Milli" konusunda konuştu.
Şube başkanı Nadir Günata'nın açış konuşmasının ardından sözalan Hasan Şen, sohbet konusu ile ilgili şunları anlattı:
“Sözlük manası itibariyle; milli yemin-milli and anlamına gelen bu kavram, ana hatlarıyla Erzurum ve Sivas kongreleri kararları doğrultusunda hazırlanmış ve İstanbul’da son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde 28 Ocak 1920 tarihinde, kabul edilmiş olan sekiz maddelik karar metnini ifade etmek için kullanılmaktadır. Söz konusu karar metniyle; Türkiye Devleti’nin milli sınırları belirlenmiş olduğu için, bu ifade Milli Sınırlarımız anlamında da kullanılmaktadır.
Konumuzla ilgili değerlendirmelere geçmeden önce şunu belirtmekte fevkalade yarar görmekteyim; devletlerin ve büyük milletlerin üç sınırı vardır. Bunlar;
• Siyasi sınırlar,
• Milli sınırlar
• Güvenlik sınırları.
Misak-ı Milli kararlarının 6 maddesi; İstanbul’da açılacak olan meclise katılmadan önce Ankara’da toplanan Mebuslara Mustafa Kemal Paşa tarafından bizzat dikte ettirilmiştir.
Türk Milli Mücadelesinin ana programını ve hedefini de ifade eden Misak-ı Milli kararlarını değerlendirmeden önce o güne nasıl gelindiğini ve öncesi dönemde nelerin yaşandığını belirtmek gerekmektedir. Bu hem Misak-ı Milli kararlarını iyi anlayabilmek, hem de günümüzdeki değerlendirmeleri tespit için kaçınılmazdır.
Bilindiği üzere; Osmanlı Devleti’miz 29 Ekim 1914 tarihi itibariyle girdiği I. Dünya Harbi’nden, 30 Ekim 1918 tarihli uğursuz Mondros Mütarekesiyle ve yenik olarak çıkmıştı. Toplam 25 maddeden oluşan Mondros Mütarekesinin hükümleri arasında Türk Milletinin ve Türk Devleti’nin menfaatine yönelik bir tek cümle dahi yoktu. Bu haliyle söz konusu metin, Osmanlı Devletini yıkıyor, Türk Milletini de yok etmeyi hedefliyordu.
Çünkü söz konusu belgeyi imzalayan kalemlerin mürekkebi dahi kurumadan hükümleri uygulanmaya konulmuş, Türk vatanına yönelik haksız işgaller peş peşe gerçekleşmeye başlamıştır.
Mondros Mütarekesine ve uygulanmasına milletimizin değişik kesimlerinden tepkiler gelmiş, bu tepkilerin en dikkat çekeni Ordu ve Kolordu Komutanlarımız ile onların yönlendirdiği Türk Milletinin tepkisi olmuştur. Mütareke hükümlerinin uygulanmasından sorumlu tutulan komutanlarımızdan bazıları, uygulamaya karşı gösterdikleri tepkiler sebebiyle görevlerinden aldırılıp İstanbul’a çağrılmışlardı. Bu komutanlar arasında bulunan Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 tarihinde geldiği İstanbul’da, önce siyasi yollarla mütarekenin önlenmesi çalışmaları yapmış ancak bunda başarılı olamayınca alternatif yollar araştırmak üzere, kendisi gibi İstanbul’a çağrılmış komutanlarla ( Yakup Şevki Paşa, Ali Fuat Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve bazı alt rütbeli subaylar) bir araya gelerek, Anadolu’ya gitme kararı almışlar ve uygulamışlardır.
Malum olduğu gibi 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa 22 Haziran 1919 tarihinde, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf bey ve Refet Bey’le ( Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa’nın da görüşlerini alarak ) Amasya Genelgesi’ni yayınlamıştır.
Türk Milli Mücadelesi ve İstiklal Harbimizin ilk adım belgesi olarak bildiğimiz Amasya Genelgesi; vatanın ve milletin maruz kaldığı tehlikeye dikkat çekerek bu tehlikeyi önlemesi gerekenlerin fiili esir durumunda olduklarını, dolayısıyla söz konusu tehlikeyi doğrudan doğruya milletin azim ve kararlılığının önleyeceğine vurgu yapıyordu. Bu itibarla milletin kararının belirlenebilmesi için memleketin güvenilir yerlerinden biri olan Sivas’ta bir Milli Kongrenin toplanacağını ifade eden genelgede, millet adına seçilecek delegelerde olması gereken özelliklerde belirtiliyor, ayrıca bu genelge ve hükümlerinin milli bir sır olarak saklanması da isteniyordu.
Amasya Genelgesini yayınlayan Mustafa Kemal Paşa yanında Hüseyin Rauf Bey ve Kurmay Heyeti mensupları olduğu halde Sivas üzerinden Erzurum’a gelmiştir. (03 Temmuz 1919) Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi’nce 23 Temmuz – 07 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerçekleşen Erzurum Kongresine katılıp başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, yanında kongre kararıyla seçilen 9 kişilik temsil heyetiyle ve kongrede alına n kararlar çantasında olarak 03 Eylül 1919 tarihinde geldiği Sivas’ta, 04 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi’ne de başkan seçilerek gerçekleştirir.
Ancak Amasya Genelgesi’nin deşifre olması üzerine, işgal devletlerinin baskısıyla İstanbul Hükümeti tarafından sürekli, göreviniz bitmiştir geri dönünüz çağrı ve baskılarına maruz kalan Mustafa Kemal Paşa, 11 Eylül 1919 günü akşamı doğrudan Sarayla iletişim kurarak memleketin ve milletin durumunu padişaha arz etmek, kendi üzerindeki hükümet baskılarının önlenmesini bizzat Padişah’tan dilemek istemiştir. Fakat O’nun bu teşebbüsü Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından engellenmiştir.
Hükümet tarafından Padişah’la millet arasına aşılması çok zor olan bir duvar örüldüğünü gören Mustafa Kemal Paşa, konuyu Heyet-i Temsiliye’de görüşmüş ve bir yaptırım kararı alınarak uygulanmıştır. Uygulanan bu kararla Anadolu ile İstanbul’un irtibatı kesilir. Çok tehlikesi de olan bu yaptırım başarılı olmuş ve Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştır.
Ali Rıza Paşa tarafından kurulan yeni hükümet, Anadolu’da gelişen bu millet hareketini dikkate almıştır. Yeni hükümetle Heyet-i Temsiliye arasında gerçekleşen bazı ön yazışmalar sonucu, 20 – 22 Ekim 1919 tarihlerinde Amasya görüşmesi gerçekleşmiştir. Amasya görüşmeleri sırasında taraflar arasında bazı açık ve gizli protokoller imzalanmıştır.
Bu protokollerden en dikkat çekeni, işgal devletlerinin baskısı üzerine, Padişah tarafından 23 Aralık 1918 tarihinde lağvedilen Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılması konusu olmuştur. Amasya Görüşmeleri’ne katılan heyetin başkanı, Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın da gayretleriyle hükümetçe alınan karar üzerine memleket seçim sürecine girmiştir.
Yapılacak seçimler sonunda meclisin nerede toplanması gerekir konusu gündeme gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa, fiili işgal altında bulunuyor olması sebebiyle Mebusan Meclisi’nin İstanbul’da değil, Anadolu’da bir yerde toplanmasını istemiştir. Temsil Heyeti’nde bu konu görüşülmüş ancak bir karar alınamamıştır. Bunun üzerine bir nevi Danışma Kurulu olarak da değerlendirebileceğimiz Komutanlar Toplantısı gerçekleştirilmiştir. 16 – 28 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas’ta gerçekleştirilen ve Kâzım Karabekir ile Ali Fuat Paşalarında katıldığı Komutanlar toplantısında alınan kararlar doğrultusunda Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da açılarak çalışmalarına başlamıştır. Bu meclise hiç gayri müslim mebus katılmadığı için tam bir Milli Meclis hüviyetini taşımaktadır.
Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’daki Kuvayı Milliye hareketiyle uyumlu çalışmasını sağlamak için de gerek komutanlar toplantısında gerekse Heyet-i Temsiliye’de bazı kararlar alınmıştı. Bu kararlar doğrultusunda, Anadolu’dan seçilen mebuslar, Balıkesir, Ankara ve İnebolu da oluşturulan merkezlerde toplanarak, mecliste nasıl bir çalışma yapılması gerektiği konusu anlatılmıştır.
Bu cümleden olarak; Ankara’da toplanan mebuslara, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından altı maddeden oluşan ve Erzurum – Sivas kongreleri kararlarının esasını ifade eden not dikte ettirilmiş ve bunun mecliste oluşturulacak olan Müdafaa-i Hukuk Grubu marifetiyle kabul edilmesi istenmiştir. Ancak İstanbul Meclisi’nde kurulan gurup, Felah-ı Vatan adını alacaktır ve söz konusu karar da bu gurubun gayretleri sonucu 28 Ocak 1920 tarihinde oybirliği ile kabul edilecektir.
Bu kararlar:
1. Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesini imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihinde, İtilaf Devletleri’nin işgali altında kalan ve Arap çoğunluğun yaşadığı toprakların durumu, halkın serbestçe verecekleri oy’a göre belirlenmesi gerekir. Bunun dışında, mütareke hududu içinde Türk ve İslam halkın oturduğu kısımların tümü, hiçbir şekilde parçalanamaz bir bütündür. ( Bu hüküm: Irak kuzeyindeki Musul-Süleymaniye -Erbil-Kerkük bölgeleri Türkleri ile, Suriye kuzeyindeki Raka-Halep-Antakya ve İskenderun-Hatay kesimlerindeki Türklerin Anayurt’tan koparılamayacağı belirtiliyor. Kıbrıs Adası, Devletler Hukuku bakımından Türkiye’ye ait olduğundan, 1914 yılı sonunda İngiltere’nin tek taraflı ilhakı hükümsüz sayılır. )
2. Halkı, ilk serbest kaldıkları sırada ( Haziran 1918 ) verdikleri oylarıyla Anayurda katılma kararını belirten Elviye-i Selase ( Üç Sancak ) Kars-Ardahan-Batum için gerekirse yeniden serbestçe oylama yapılmasını kabul ederiz.
3.Batı Trakya’nın kaderi de oralarda oturanların serbestçe verecekleri oylara göre belirtilmelidir.
4. İslam Halifeliği’nin, Osmanlı Saltanatı’nın ve Hükümeti’nin merkezi İstanbul şehri ile, Marmara Denizi’nin ( Boğazlarla birlikte ) güvenliği korunmalıdır.
5. Azınlıkların ( Türkiye’deki: Rum-Ermeni ve Yahudi ) hakları korunacak, komşu ülkelerdeki Müslümanların da bu haklardan istifadeleri sağlanacaktır.
6. Milli ve iktisadi gelişmemize imkân vermek ve daha çağdaş bir düzgün idare ile işleri yürütmek için, her devlet gibi bizim de gelişmemizi sağlamak üzere tam bir serbestliğe ulaşmamız, yaşama ve varlığımızın temelidir. Bu yüzden siyasi, adli, mali v.s. Gibi gelişmemize engel olan bağların karşısındayız.
17 Şubat 1920 tarihinde Türk ve Dünya kamuoyuna ilan edilecek olan bu kararlar, başta İ’tilaf devletleri olmak üzere Türkiye dışında bazı ülkelerde tepkilerle karşılanacaktır. İlk büyük tepki İngiltere’den gelecek ve İngilizler 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u resmen işgal ederek, Misak-ı Milli kararlarını alıp ilan eden Mebuslar Meclisi’ni basarak çalışamaz hale getireceklerdir. Mızıka Karakolu baskınıyla Misak-ı Milli kararlarının alınmasında etkili olan Felah-ı Vatan gurubunun önde gelen mebuslarını tutuklayıp, Malta adasına sürgün ederek orada alıkoyacaklardır.
İstanbul’un işgalini son anda Sirkeci postanesi telgraf memurlarından Manastırlı Hamdi efendi Ankara’daki Heyet-i Temsiliye’ye bildirecektir.
Heyet-i Temsiliye bu durumu şiddetle protesto ettikten sonra derhal durumu değerlendirmiş olup, 19 mart 1920 tarihinde yayınladığı bildiriyle; seçimlerin aceleyle yenilenerek, seçilecek olan Mebusların bu kez Ankara’ya gönderilmesini isteyecektir. Ayrıca bildiride; İstanbul’daki meclisten Ankara’ya gelebilecek olanların da seçilmişlik haklarını kullanarak, yeni Meclise katılabilecekleri de ifade edilecektir.
23 Nisan 1920 Cuma günü T.B.M.M. ; tarihe Son Osmanlı Mebuslar Meclisi adıyla geçecek olan Milli meclisin devamı şeklinde, Ankara’da açılarak çalışmalarına başlayacaktır.
T.B.M.M.’ açıldığı gün 6 maddelik karar metnin oybirliği ile kabul edecektir.29 Nisan 1920 tarihinde bütün Dünyaya bir bildiri yayınlayarak, 23 Nisan 1920 tarihi itibariyle Türk Milletinin tek temsilcisinin T.B.M.M. olduğunu ve T.B.M.M. dışında her hangi bir kişi ya da kurumun Türk Milleti adına karar verme ve temsil hakkının bulunmadığı ilan edilecektir.
T.B.M.M. nde 03 Mayıs 1920 tarihinde başlayan oylama sonucu, 10 Mayıs 1920 tarihinde on kişilik ilk Milli Hükümetimiz belirlenerek İcra Vekilleri Heyeti adıyla göreve başlayacaktır.
08 Haziran 1920 tarihinde çıkarılan bir kanunla; Türk İstiklal Harbi’nin üç cephede, düzenli ordu birlikleriyle ve T.B.M.M. nin yönetiminde sürdürülmesi kararlaştırılır.
Doğu’da Şark, ( Taşnakçı Ermeni terör çetelerine karşı ), Güneydoğu’da Güney ( İşgalci Fransız birliklerine karşı ), Batı Anadolu’da da Batı Garp, ( İşgalci Yunan birliklerine karşı ) cepheleri oluşturularak, komutanları da atanır.
Heyet-i Temsiliye’nin ve Anadolu’nun bu sert tepkisi ve buna bağlı gelişmeler karşısında İngiltere; San-Remo Konferansı’nı toplayarak, Osmanlı Devleti’yle ilgili I. Dünya Harbi sonuçlarını belirleyen kararları aldırır. Konferansa Tevfik Paşa başkanlığında bir Osmanlı heyeti de katılır, ancak durum belli olunca görüşmelerden çekilir. Zira 18 Ocak 1919 tarihinde çalışmalarına başlamış olan Paris Konferansı; Osmanlı Devleti ile ilgili olarak, topraklarının paylaşımı dışında her hangi bir karar almamıştı. San- Remo kararları, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşmasının maddeleri olacaktır.
Türk İstiklal Harbi üç cephede verilen şanlı mücadeleler sonrasında 09 Eylül 1922 tarihinde zaferle sonuçlanmıştır. 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesi ile kesin barışı sağlama süreci başlamıştır. Bu süreçte; 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Konferansı görüşmeleri 04 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğrar.
23 Nisan 1923 tarihinde başlayan II. Dönem Lozan görüşmelerinde üç komisyon oluşturulur ve Misak-ı Milli, birinci komisyonda, yani Toprak Komisyonu’nda görüşülür.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nda maalesef ki Misak-ı Milli’yi tam olarak kabul ettiremedik.
Lozan’da çözülemeyen meseleler:
1.Misak-ı Milli
2.Yunanistan’la nüfus mübadelesi
3. Fransa ile Osmanlı borçları ( Duyun-ı Umumiye )
4. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimi meselesi.
T.B.M.M. 23 Ağustos 1923 tarihinde Lozan Antlaşmasını kabul ve tasdik etmiştir.
29 Ekim 1923 tarihinde; Cumhuriyetin ilanıyla, Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır. Cumhuriyet döneminde Misak-ı Milli konusundaki ilk gelişme; İngiltere ile Musul vilayeti konusunda yaşanmıştır. Bu gelişme 19 Mayıs 1924 te Haliç konferansı ile başlamış ve görüşmeler yoluyla devam ettirilmiştir. İngiltere görüşmeleri uzattıkça uzatma eğilimine girince, ordu birliklerimiz, 1924 yazında Irak hududuna konuşlandırılmıştır. Bu İngiltere’ye verilen bir mesajdı ve anlamı; bizi fazla oyalama kararımız kesindir. Gerekirse askeri müdahale ile Musul’u alacağız. Fakat İngiliz Hükümeti de kararlı idi. Onlar da bu Dünyanın en zengin ve kaliteli petrol bölgesini Türk’lere bırakmak istemiyordu. Ama Türkiye ile savaşı da göze alamıyordu. Beşinci kol faaliyetlerine ağırlık vererek, Şeyh Sait isyanını çıkarttırdı ve bu yolla Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini çaresiz bıraktı. Neticede 05 Haziran 1926 tarihinde imzalanan Ankara anlaşmasıyla Misak-ı Millimize dahil olan Musul, İngiliz işgalinde bulunan Irak’a bırakıldı.
Cumhuriyet döneminde Misak-ı Milli konusundaki ikinci gelişme; 1936 – 1939 yılları arasında, Fransa ile yaşanan Antakya Vilayeti görüşmeleri olacaktır. 1936 yılında başlayan görüşmeleri Fransa Hükümeti, İngilizlerin 1920’lerdeki politikasına benzer bir politika takip ederek çözme eğilimine girdi. Asım Gündüz Paşa komutasındaki 29. Tümen birliklerimizin Sancak sınırına konuşlandırılması üzerine, benzer beşinci kol faaliyetleriyle Tunceli kalkışması yaşandı. Fakat Fransız oyunu tutmadı, zira Türkiye 1920’lerin Türkiyesi değildi. Hem ordusunu güçlendirmiş, hem de diplomaside fevkalade gelişmeleri başarmıştı. Hem kalkışmayı bastırdı hem de diplomasi yoluyla, Antakya merkezli Hatay Vilayetini milli sınırlarımız içine aldı.
Atatürk Misak-ı Milli davasından asla vaz geçmemiştir. O’nun bu konudaki kararlılığını açık ve net bir şekilde görmekteyiz. Nitekim Amerikalı General Mc. Arthur'un, "Hatıralarında", "Büyük devlet adamlarından biri" olarak tanıdığını ifade ettiği Atatürk'le 1933'te Ankara'da yaptığı bir mülâkat buna örnektir. Mülâkatta şöyle denilmektedir:
"Atatürk, Ankara'daki karşılaşmamızda bana, "Almanya'ya dikkat edin, eğer diğer devletler akıllı davranmazlarsa bu haliyle Almanya ikiye bölünecek ve bundan en fazla Rusya kazançlı çıkacak." dedi.
"Sizin Türkiye'nin geleceği hakkında tasavvurlarınız nedir?" diye sorduğumda ise: "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük, ve Adalar'ı geri alacağım. Selânik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım." cevabını verdi.
Buradan da, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Misâk-ı Millî'den vazgeçmediğini, hedefe ulaşmak için ise uygun bir ortamın meydana gelmesini beklediğini görüyoruz. Bu arada Atatürk'ün bir maceraperest olmadığını vurgulamak gereklidir. O, büyük devletlerle komşularımızın iktisadî, malî, askerî güçleriyle takip edecekleri politikaları ve Türkiye'nin durumunu göz önünde bulundurarak dış politikamızı tespit etmiş ve uygulamıştır. Bu yüzden Misâk-ı Millî'yi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyulan şartların oluşmasını beklemiştir. Bunun örneğini ise Boğazlar ve Hatay meselelerinde görmemiz mümkündür.
Misak-ı Milli’den taviz verilmiş midir?
Batum vilayetinin 16 Mart 1921 Moskova görüşmelerinde, Sovyet Rusya'ya verilmesini taviz olarak değerlendirenler vardır. Ancak dikkat edilmesi gereken husus; Batum’un Sovyet Hükümeti’nin isteği üzerine, Sürmeli Çukuru olarak da adlandırılan bu günkü Iğdır ili ve Tuzluca ilçelerinin bulunduğu bölge ile değiştirilmiş olmasıdır.
Ne yazık ki, kendisinin de ifade ettiği gibi, Atatürk’ün ömrü vefa etmemiştir.
Eşsiz Kahraman Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz"
Bülten- Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com