Saadet Partisi (SP) İl Başkanı Mehmet Asiltürk, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin, Malatya’da düzenlenen 28 Şubat ve Erbakan konulu panelde söylediği “FETÖ’yle rahmetli Erbakan’ın mücadelesini bilenler, bence aynı safta yer almamalı’ şeklindeki sözleri ile isim vermeden Saadet Partisi’ne yönelik eleştirilerine tepki gösterdi. “Erbakan Hocayı anlatmak için Erbakan Hocayla yaşamak gerekir” diyen Asiltürk, “Erbakan Hoca ile bir saat dahi görüşmeyenlerin, bir saat dahi geçirmeyenlerin, Erbakan’ın davasını yürüten partilerde görev almayanların, Erbakan’ı anlatıyorum demesi kadar tuhaf bir durum olamaz. ” dedi.
Erbakan’ın yalnızca Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi’nin kuruluş beyannamesine başkanlık sistemini koyduğunu ancak milletvekili sayısı, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı gibi içeriğe ilişkin konularda 16 Nisan’da referanduma sunulacak olan Anayasa değişiklik paketinden çok farklı olduğunu vurgulayan Asiltürk “Ben 1987 yılından bu yana aktif olarak Milli Görüş partilerinde mücadele eden ve Erbakan Hoca’nın sayısız toplantılarına katılan biri olarak söylüyorum ki, bugünkü başkanlık sisteminin içeri Erbakan Hocama sorulmuş olsaydı ‘Bu bir Siyonizm Projesi’ derdi” diye konuştu.
Erbakan Vakfı Malatya Şubesi tarafından önceki gün düzenlenen “Erbakan’ı Anma ve 28 Şubat” konulu panele katılan Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, ‘FETÖ’yü anladık’ diyenler veya FETÖ’yle rahmetli Erbakan’ın mücadelesini bilenler, bence aynı safta yer almamalı. Onlarda iştahla hayır diyorlar. Bu ülkeyi bölmek için gencecik insanlarımızı şehit edenler Kandil’in mesajı ile hayır diyorlar. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine hayır diyorlar. Terör örgütleri bugün hayır diyor’ sözleriyle isim vermeden Saadet Partisi’ni eleştirmişti.
Bakan Tüfenkci’nin bu açıklamalarına Saadet Partisi’nden sert sözlerle tepki geldi. SP İl Başkanı Mehmet Asiltürk, 28 Şubat konulu konferansta, darbenin kim tarafından nasıl ve ne amaçla yapıldığının sorgulanması gerekirken 16 Nisan’da yapılacak olan referandumla ilgili olarak propaganda yapıldığını ileri sürerek “1987’den bugüne kadar aktif olarak Milli Görüş partileri içerisinde görev yapmış biri olarak bana ‘Erbakan’ı anlat’ deselerdi ben bundan hicap duyardım.
28 Şubat’ta üniversitemizin organize ettiği 28 Şubat ve Erbakan konulu bir konferans vardı. 1955’ten bu yana Erbakan’ın yanında olmuş, Milli Görüş’ün temsilcisi, SP Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Oğuzhan Asiltürk ve Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş beyin konuşacağı bir panele gelmeyenlerin, sırf bakan konuşacak diye protokolü doldurması samimi değil. Ayrıca o panelde Erbakan Hoca’ya ve onun 48 yıldır bu millete hizmet eden partisine yapılan ithamlar bizi derinden üzdü” ifadelerini kullandı.
“Erbakan’ın istediği Başkanlık sistemi ile getirilmek istenen sistemin içeriği aynı değil”
Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi’nin kuruluş beyannamelerine başkanlık sistemini koyduğunu ancak 16 Nisan’da referanduma sunulacak olan Başkanlık sisteminden içerik olarak büyük farklılıklar içerdiğini kaydeden Asiltürk şunları söyledi:
“Evet, Erbakan Hocam Milli Nizam Partisi’ni kurarken o gün ülkenin ve meclisin durumundan dolayı Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi’nin kuruluş beyannamelide başkanlık sistemini koymuştur. Erbakan Hoca, parti beyannamelerine başkanlık sistemini koymuştur ama o zaman 450 olan milletvekilliğinin 300’e inmesini, milli meselelerde ve ülkeyi ilgilendiren çok önemli konularda kanun ve yasaların referandumla, millet oyu ile çıkmasını teklif etmiştir. En önemlisi de ceza davalarında jüri usulünün getirilerek adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını teklif etmiştir.
Zaten biz de en başından beri başkanlık sistemine karşı olmadığımızı belirtiyoruz. Ama biz, başkanlık sisteminin içerdiği bu maddelerle, bu haliyle karşıyız. Biz, parti olarak bu içeriğe karşı olduğumuzu ve önerdiğimiz değişiklik tekliflerini Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere parti yetkililerine ilettik ve Türkiye kamuoyu ile paylaştık. Bu haliyle evet demeyeceğimizi ifade ettik. Eğer ki bizi dikkate alıp bu konuda düzenlemeler yapsalardı bizim evet demede bir sorunumuz olmayacaktı. Ama bu düzenleme önerilerini göz ardı edenlerin bugün Erbakan Hocam üzerinden Saadet Partisi’ni suçlamaları kabul edilemez.”
“Son üç partinin beyannamesinde Başkanlık sistemi yoktu”
Erbakan’ın Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi’nin beyannamelerine başkanlık sistemini koymadığını da hatırlatan Asiltürk, o süreçlerde Başkanlık sisteminin zaman zaman ülke gündemine getirilmesine karşılık Erbakan’ın tavrını şöyle aktardı:
“Turgut Özal’ın başkanlık sistemini gündeme getirdiği dönemde Sayın Erbakan, ‘Türkiye’nin şu anda yapması gereken acil işler varken başkanlık sisteminin ne fayda sağlayacak? diye sormuştur. Yine 1996 yılında Başkanlık sistemi Türkiye’nin gündemine geldiğinde Erbakan Hocam ‘Hem istikrardan bahsedeceksiniz hem de işimizi gücümüzü bırakıp Türkiye’nin bütün rejimini değiştirmemizi isteyeceksiniz. Kendinize gelin. Gelin Türkiye’nin meselelerini çözelim. Başkanlıkmış şuymuş buymuş bunların hepsi şekil’ demiştir.
Şimdi bugüne kadar 5 partisi kurulmuş, son üç parti olan Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi’nin beyannamesinde başkanlık sistemi yer almamıştır. Ama sanki Erbakan Hoca, bütün ömrü boyunca başkanlık sistemi istemiş gibi lanse ediliyor. Böyle lanse ederek, Milli Görüşü itham altında tutan açıklamalar yapmak gerçekten inançlı insanlara yakışmaz. Adalet mülkün temelidir. İnançlı insanların yapması gereken ilk şey, adaleti sağlamaktır. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun, haklı her zaman haklıdır. Biz bunu Osmanlı’da da görüyoruz, biz bunu Peygamberimiz Hz. Muhammed’de de görüyoruz. Kim haklıysa, hak onundur. Bir Hristiyan vatandaşın kolunun kesilmesiyle ilgili verdiği hükümden sonra mahkemede Kadı’nın haksız bulup ‘Senin de kolun kesilecek’ dediği, Fatih Sultan Mehmet’te de görüyoruz.* Bugün adaletin geldiği nokta ise, yöneticilerin ağzına bakmak. Önümüzdeki sistemle daha da bu konuda uçurumu büyütecek bir adalet sistemi geleceğini düşünüyoruz. Bu konuda hükümeti uyarmıştık. Yargı’nın bağımsız olarak yasama ve yürütme dışında güvence altına alınması, Cumhurbaşkanı olan kişinin siyasi parti üyesi olmaması gerektiğini belirtmiştik. Hangi siyasi partiden olursa olsun, kişinin bir partiye genel başkan olup o partinin oyunu artırması için yapacağı çalışmada tarafsızlığını koruması söz konusu değildir. Bizim özellikle önceliklerimiz bunlardı ama bizim bu önceliklerimizi kulak arkası edenler, bizi terör örgütleri ile aynı kefeye koymak gibi bir garabete düşmüşlerdir. Bu bizi derinden üzmüştür.”
“SP hiçbir zaman gayri meşru örgütlerle işbirliği içinde olmamıştır”
SP’nin gayri meşru hiçbir yapı ile ne sosyal, ne ticari ne de siyasal manada işbirliği içinde olmadığını ifade eden Asiltürk, “Bizi bunlarla itham edenler, dönüp geçmişlerine baktıklarında neyi göreceklerini iyi biliyorlar. Biz hiç kimseye Dolmabahçe’de gizli mutabakat yapılırken ‘Siz HDP ile aynı saftasınız’ demedik. Çözüm sürecinde Oslo’da, Kandil’de, Habur kapısında masaya oturulurken, İmralı ile görüşülürken biz kimseye ‘Siz PKK ile aynı saftasınız’ demedik. Türkçe Olimpiyatlarında paralel yapıya methiyeler düzülürken, ‘Siz FETÖ ile aynı saftasınız’ demedik. Yanlış yapıyorsunuz dedik. Biz bugüne kadar haktan, hukuktan ve milletten başka kimsenin yanında saf tutmadık” dedi.
“Erbakan Hocamızın partisini itham etmek hiçbir siyasi partinin yöneticisine yakışmaz”
Erbakan Hoca ile bir saat geçirmeyenlerin Erbakan’ı anlatmasının tuhaf olduğunu kaydeden Asiltürk, açıklamasını şöyle tamamladı:
“Bugün bile bizleri ‘Hala Saadet Partisi’ni açıyor musunuz, bu kadarla mı Saadet Partisi’ndesiniz’ diye itham ederek, bizi kınamalarına aldırmadan, dava bildiğimiz liderimizin yolundan gidiyorsak, yolumuzun doğru, davamızın hak olduğundandır. Bugün bu davaya hiç girmemiş olanlar veya ucundan köşesinden tutup daha sonra bu davayı bırakanların Erbakan Hocamı ağzına alıp Erbakan Hocamı anlatıyoruz diye bu programları kabul etmelerini anlamak mümkün değil. Gazeteleri okuduğumda Bakan kardeşim adına üzüldüm.Makamlar, koltuklar gelip geçicidir. Hoş değildir. Biz Saadet Partisi olarak, bugüne kadar Suriye politikasında, Irak politikasında, Ergenekon politikasında da ne söylediysek haklı çıktık. Uyardık, yanlış yapıyorsunuz dedik. Erbakan Hoca, Ergenekon davası sırasında yaşıyordu. Erbakan Hoca bunun bir Amerikan oyunu olduğunu söyledi. Erbakan Hocamı Ergenekon’un siyasi ayağı olmakla itham ettiler. Sağlığında Ergenekoncu olmakla suçlayanlar, sağlığında gençlerin eğitimi için kurduğu Vakfı kapatan insanların, bugün salon salon dolaşarak kendi istikballeri için, referandumda evet çıkarmak için Erbakan’ı sanki kendi yanlarındaymış gibi gösterme çabaları gerçekten akıllara durgunluk veriyor. 30 yıldır Erbakan Hoca’mın yanında yer almış, davasında mücadele etmiş, yüzlerce toplantısına katılmış biri olarak söylüyorum ki eğer bugün bu anayasa değişikliğini hocama sorsalardı ‘‘Bu bir Siyonizm projesidir’ derdi. Erbakan Hocamızın davasının partisini itham altında tutmak bu ülkenin bakanlarına, başka bir siyasi partinin yöneticilerine yakışmaz. Gerçekten üzüldük.”
Güler HAZAR, Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com
________
* Bu arada Asiltürk’ün adaletin simgesi olarak örnek verdiği Fatih Sultan Mehmet’in yargılanarak kolunun kesilmesine karar verilen tarihi mahkeme olayı Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatnamesi’ kaynak gösterilen anlatımlarda şöyle geçiyor:
"İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara (bazı kaynaklarda bu mimarın ismi Khristodoulos olarak geçer) teslim eder.
Fatih Sultan Mehmet, fetihten on yıl sonra da Mimar Atik Sinan’a, kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapması için emreder.
Atik Sinan her ne kadar bu işe “Emrin başım üstüne” diyerek başlasa da malzemeler arasında bulunan yüksek mermer sütunları kendi hesabına göre ölçüp biçip “üç arşın” kestirdikten sonra yaptığı cami Fatih’in istediği ölçüde heybetli olmaz.
Fatih Sultan Mehmet, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun...” emrine neden uyulmadığını sorar. Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler.
Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı (emrine rağmen) özellikle kayırdığını düşündüğü için hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin kesilmesi” emrini verir...
Mimar Atik Sinan bunu özellikle yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur.
Fakat çevresindekilerin de cesaretlendirmesiyle, mimar haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder...
Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir...
Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır...
Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir...
Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; "Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim" der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: "Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim" der.
Mimarın yaptığı bu cami gerçekten de 1766 depreminde yıkılmış, yerine Fatih Külliyesi yapılmıştır."