Melih YILMAZ
asuyektayilmaz@ hotmail.com
Bizce yarınlarda daha iyi anlaşılacak onlarca değerimizden biri olan Diyarbakırlı Âşık İhsani’nin Ozan Dolu Anadolu adlı kitabında “Belkıs Bacı” hakkında şu satırlar vardır:
“Malatya nasıl ki, elmalar, kayısılar, şeftaliler şehriyse ona bağlı Pötürge ilçesi de müzisyenler, şairler, güzel sesliler şehridir.
Pötürge’ye bağlı bir de Keferdiz bucağı var ki, ne ararsan bulunur içinde ‘derde devâ’dan gayrı. Bu ünlü bucakta bir Fatma var… Bir de Abdulvahap. Fatma, çevrenin en zarif, en tatlı, en güzel kızıdır. Abdulvahap ise, aynı yerin en yakışıklı, yakışıklı olduğu kadar da yiğit ve sözüne, namusuna mert bir delikanlısıdır…
İkisi de sırılsıklam âşıktır… Fatma, Abdulvahap’a, Abdulvahap da Fatma’ya… Ama kavuşup evlenmelerine, yıkılası bir sürü engel var… Engeller arasında, yok olası yoksulluk başı çektiği gibi Abdulvahap’ın üvey annesi de ayrı bir engeldir…
Kerem’le Aslı gibi, Tahir’le Zühre gibi, Ferhat’la Şirin gibi yanar yanar tutuşur bu iki genç âşık… Ama sonunda Âşık Garip’le Şahsenem gibi kavuşur, murad alırlar…
İşte bu iki ateşli âşıkın 1950’lerde nur topu gibi bir kızları olur… Adını Belkıs koyarlar. Belkıs da onlar gibi âşık olur… Taa yedi yaşlarında başlar Belkıs’ın aşkı.
Ama Belkıs’ın aşkı, anası ve babası gibi gönül üzerine olmaz… Saz üzerine, söz üzerine, ses üzerine olur…
Bazan aynanın karşısına geçer tarağını mikrofon eder, bazen da tavayı kucağına alır saz eder… Çalar, söyler, yazar…
İşte size, Belkıs Akkale bacımızın kınalı kekliği, sevişen kumruyu, sevilen kanaryayı, gülün bülbülünü kıskandıran sesiyle bana okuduğu bir türküsü:
Memlekette bir yar sevdim,
Yüzünü görmedim daha
Siyah ipek saçlarını
Tarayıp örmedim daha
Şöyle derinden derine
Koydum onu can yerine
O çıplak ellerine
Elimi sürmedim daha
Bağlandım ben o şirine
Eşi olmayan birine
Ayağının diplerine
Menevşe sermedim daha
Onunla yan yana durup
Feleğin başına vurup
Bir kenarda yuva kurup
Murada ermedim daha.”
(Ozan Dolu Anadolu, Âşık İhsani, MAY Yayınları, İstanbul, 1974, 2. Baskı, s.94-95)
Malatya aynı zamanda bir türkü yatağıdır. Madenleri, kayısıyı boş verin diyeceğim ama “parasız” da olmuyor tabii. Ama ülkemizde bir tek Malatya toprağında türkü festivali yapılır: Arguvan Türkü Festivali. Türkü yoksulluk ürünüdür. Zengin adam türkü çığırmaz. “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”dür türkülerin kaynağı. Türkü, Türkî’dir, yani Türk’e ait. Farslar takmıştır belki bu adı, çünkü “î” (uzun i) Farsça bir ektir. Sınıf sorunsalından bakıldığında da türkü fakir fukara işidir, kırsal alan ürünüdür. Şehirlinin türküsü olmaz. Fabrikaların yaygınlaşmaya başladığı yıllarda köyünden kömetinden kopup “işçi” olarak şehre gelip gecekonduları dolduran çilekeş, acılı insanlarımız ne köylü olabilmişlerdir ne de şehirli. İşte o zamanlar da “arabesk” furyası patlamıştır. Arabesk de melez bir türdür; yani ne şehirlidir ne köylü. Laf lafı açtığı için bunları yazdık affola; yoksa Belkıs Bacı’mızla bu son yazdıklarımın hiçbir ilgisi yoktur.
Belkıs Bacı, kaynaklar öyle yazarlar ki yedi yaşından itibaren türkü söyler. Hatta önemli türkücülerden Sadi Yaver Ataman ve Adnan Ataman’dan dersler de almıştır. 1974 yılında sahneye çıkan Belkıs Bacı’mız TRT Ankara Radyosu’nda Mustafa Geceyatmaz’ın dikkatini çeker. Bir süre TRT’nin “dışarıdan” türkücüsü olur. Ve 1982 yılında “Dadey” adlı türküsü ile yüreklerdeki yerini bir daha çıkmamacasına alır. Daha öncesinde TRT sanatçısıdır.
“Dadey” (siz isterseniz bir diğer sayfadan youtube’u açarak türküyü dinlemeye başlayın) bir köy kızının gurbet ele gitmesinin acısını anlatır: “Almadı konu komşu yâd aldı beni.”
1990 yılında Kültür Bakanlığı’nda Devlet Sanatçısı olarak çalışmaya başlarsa da 2006 yılında devletteki görevinden ayrılır. Bunu 29 Eylül 2013 tarihli Zaman gazetesine verdiği söyleşide şöyle anlatır:
“Kültür Bakanlığı’ndan ayrılış sürecimiz beni ve İzzet Altınmeşe’yi çok yordu. O dönem çok kırıldık biz. Çünkü hak etmediğimiz bir şeyle karşılaştık. Biz 16 sene hizmet ettik. Hiçbir konserde rapor almadan büyük bir aşk ve şevkle çalıştık. Atilla Koç zamanında büyü bir anda bozuldu. Onun bilgisi dâhilinde olmamıştır belki, çünkü o konuya vâkıf değildir. Etrafındakiler bir şey söyleyince o gerçek sandı. Onun en büyük hatası, araştırmadan karar vermesi. (…)Bize “Sizin kadronuz Ankara’da, İstanbul’da ne iş yapıyorsunuz? Buraya gelip her gün imza atacaksınız” dediler. Biz memur değiliz ki. Bizim sözleşmemizde böyle bir şey yoktu zaten. Ben görevimi aksatıyorsam ne gerekiyorsa yaparsın. Biz buna ‘hayır’ dedik ve gitmedik. Seviyemizi ve duruşumuzu bozmadan hakkımızı aramaya çalıştık. Baktık ki olmuyor, bizi anlayamıyorlar, biz de ayrıldık.”
“Odana serdim hali, boyu ireyhan dali, gören maşallah desin, kimi var böyle yâri” Belkıs Akkale’nin dile getirdiği en güzel türkülerden biridir. Peki ya “Güvercinim süt beyaz, yine geldi bahar yaz, kurban olam Allah’ım, seveni sevene yaz” türküsünü dinlememiş olabilir misiniz? Bu yazıyı okuma zahmetine katlanan değerli okuyucularımızdan yaşı kemâle ermiş olanların dinlememesi mümkün değildir. Ama uzun zamandır dinlemeyenler diğer sayfadan bulup dinlerken biz Belkıs Bacı’mızın yaklaşık on filmde de yer aldığını belirtelim. Belirleyebildiğimiz kadarıyla hepsi de kırsal alan insanlarının dramlarını anlatan bu filmlerde Belkıs Bacı’mız hep ama hep sevgi dolu yüreğiyle köy kadınlarının acılarını, sevinçlerini, mutluluklarını yaşar. Yaşar, diyorum çünkü rol yapmasına gerek yoktur ki; o insanların arasından çıkıp gelmiştir.
Belkıs Bacı dediğimizde “İzzet abi” akla gelir. Bakın yukarıda söz ettiğim Zaman gazetesindeki söyleşide ne diyor İzzet Altınmeşe için:
“Biz, bacı kardeşiz otuz yıldır. Onun çocukları bana hala derler. İzzet abi, eşimin çocukluk arkadaşı. Adana’da beraber büyümüşler. Çok derin bir dostluğumuz var. İzzet abi benden büyük olduğu için hiçbir zaman ben ona saygıda kusur etmedim.”
Belkıs Bacı’mız Sami Yılmaztürk ile evlidir. Sami Yılmaztürk ağabeyimizle mutlu bir evlilikleri vardır: “Ben Sünni’yim, eşim de Alevi. 37 yıldır Alevi bir ailenin geliniyim. Onların edep erkânına ve dünya görüşüne hayranım. Biz Sami ile Belkıs olarak çok önemli bir şey yapıyoruz. İnsanlar bize baksın. Alevi bir erkekle Sünni bir kadın nasıl mutlu olmuşlar? Bize baksınlar, biz Alevi-Sünni birlikteliği için güzel bir örneğiz. Başka bir söze gerek yok bence.”
Türküyü gençlerin sevmemesini sponsorların türküye yatırım yapmamasına bağlar Belkıs Bacı. Birçok banka ve holding türkü dışında ne kadar sanat alanı varsa onları destekler ama türküye karalar bağlamak düşer. Zaten türkünün kaderinde de bu vardır. Ama yine de direnirler: İzzet abisi, elbette ki Malatya’nın türkü alanındaki iftiharlarından Selahattin Alpay ağabeyimiz, Karadenizin yanık sesi Süreyya Davulcuoğlu ablamız, “Bir ceket isterem kolu dar ola” türküsünü –nedense- çok sevdiğim ve Âşık İhsani’nin hemşerisi olan Diyarbakırlı Bedri Ayseli ve Kars diyarının Çıldır’ından Nuray Hafiftaş ile TRT Müzik’te Anadolu’nun sesi olurlar.
Belkıs Bacı’mız elbette Anadolu insanının sesidir, nefesidir. Ama bizim için diğer bir yönü, onun bizim topraklarımızdan, Malatya’dan çıkmış olmasıdır. Elbette evrensel düşünüyoruz; elbette bu bizim Malatya toprağına uğramamış nice nice değerler var; elbette kof, içi boş bir “memleketçilik” yapmıyoruz. Ama nedense, işte böylesi güzel insanlardan bazıları “hemşerimiz” olunca ayrı bir sevinç duyuyoruz.
Ne yani çok mu?
İyi ki varsın Belkıs Bacı.
İyi ki türkü söylemişsin, iyi ki yüreğimizde iyi bir yer etmişsin, iyi ki gurur duyduğumuz hemşerilerimizden birisin.
İyi ki Türkü Bacı’mızsınız bizim.