Malatya’da oluşturulan ‘Barış ve Demokrasi İnisiyatifi’ tarafından düzenlenen ‘Barış ve Demokrasi Konferansı’nda konuşan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Temsilcisi ve Türkiye Ermeni Okulları’nın Malatyalı yöneticisi Garo Paylan, "Malatyalı bir Ermeni olarak ilk defa hemşehrilerim ile buluşmaktan ve kendi memleketimde konuşmaktan büyük heyecan ve mutluluk duyuyorum. Ben Çavuşoğlu Mahalleliyim. Nam-ı diğer Ermeni Mahallesi ya da gâvur mahallesi diye geçen yer" dedi.
Garo Paylan, “Milliyetçi ve ulusalcı cephenin bugüne kadar demokrasi talep edenlere hayrı olmadı. Bize de ümmetçilikten ve milliyetçi cepheden hayır yok. Ne yapacağız? Demokrasi cephesini kurmak için mücadele edeceğiz. Bunu yapmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
Son Nokta Gazetesi’nden İbrahim Göçmen’in moderatörlüğü’nde düzenlenen “Barış ve Demokrasi Konferansı” önceki gün Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Konferansa konuşmacı olarak Halkların demokratik Kongresi Temsilcisi ve Türkiye Ermeni Okulları’nın Malatyalı yöneticisi Garo Paylan ve Avukat Ali Hamamcı katıldı.
Konferans moderatörü İbrahim Göçmen, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük temelli sorunlarının çözümünün gerçek anlamda sivil anayasadan geçtiğine vurgu yaparak, “Gezi Parkı direnişi Türkiye’de özgürlük ve demokrasi olmadığını bir kez daha tescil etti. Özgürlük ve doğanın korunması talepleri AKP hükümeti tarafından şiddetle bastırıldı. Tek başına Gezi Parkı eylemleri bile Türkiye’nin özgürlükçü, sivil bir anayasaya olan ihtiyacını bir kez daha göstermiştir” dedi.
Konferansın barış umudunu güçlendirecek çalışmalara katkı sunmak amacıyla düzenlendiğini belirten Göçmen, “İstedik ki Malatya’yı demokrasinin barış katarı yapalım” şeklinde konuştu.
Daha sonra konferansa geçildi. İlk olarak konuşan Avukat Ali Hamamcı, barış ve demokrasinin birbirini tamamlayan kavramlar olduğuna dikkat çekerek “Çözüm sürecini en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız. Bunun için de demokrasi kültürünü içselleştirmek zorundayız. Fakat ülkeyi yöneten siyasal iktidarın Taksim Direnişi karşısında ortaya koyduğu şiddeti görünce çözüm sürecinin başarıyla sonuçlanacağına olan inancım ciddi anlamda sarsmıştır” diye konuştu.
Birçok insan hakları davasında mağdurların avukatlığını yapan Avukat Ali Hamamcı, “Demokrasi, çoğunluk yönetimidir ama aynı zamanda azınlığın da taleplerinin dikkate alındığı ve hayata geçirildiği rejimdir. Azınlığın hakları yok sayılırsa çözüm süreci de akamete uğrama tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Bugün çözüm sürecinde sağlanan şey, sadece çatışmazlık ortamıdır. PKK’nın talepleri henüz karşılanmadı bana göre. Akil Adamlar hükümetin halkla ilişkilerini yürütüyor sadece. Böyle giderse, çözüm önerileri halkta karşılık bulmayacak ve süreç maalesef başarısızlıkla sonuçlanacaktır” dedi.
Malatya’da yargılanan KCK’lılar arasında 300 yıl mahkumiyet verilen kişiler olduğunu dile getiren Avukat Ali Hamamcı, “Hem çözüm süreci diyeceksiniz, hem de KCK’dan yargılanan insana 300 yıllık mahkumiyet vereceksiniz. Bu mahkumiyetlerle mi çözüm sürecini sonuçlandıracaksınız?” diye sordu.
Barış ve Demokrasi Konferansı’nın son konuşmacısı Halkların Demokratik Kongresi Temsilcisi ve Türkiye Ermeni Okulları’nın Malatyalı yöneticisi Garo Paylan ise, halkların özgürlüğü temelinde konuşarak, Türkiye’deki tüm farklı kimlik ve aidiyetlerin kendilerini özgürce ifade edebilmelerini sağlayacak bir Demokrasi Cephesi’nin kurulması zorunluluğuna dikkat çekti.
Malatyalı bir Ermeni olarak, ilk defa Malatya’da konuşmanın mutluluğunu yaşadığını vurgulayan Garo Paylan’ın konuşması ve dile getirdiği bazı iddialardan satırbaşları şöyle:
"BEN GAVUR MAHALLESİ’NDENİM
Öncelikle bilmeyenler için söyleyeyim, burası benim memleketim. Ben Çavuşoğlu Mahalleliyim. Nam-ı diğer Ermeni Mahallesi ya da gâvur mahallesi diye geçen yer. Şimdi de çoğunlukla Alevi vatandaşların oturduğu mahalle imiş.
İnanın bugüne kadar onlarca kez televizyona çıktım, yüzerce panel ve konferansta konuştum, ama hiçbirinde bugün burada duyduğum heyecanı duyduğumu hatırlamıyorum. Çünkü memleketim Malatya’da ilk kez konuşuyorum. Çünkü şunu hissettim: Üç kuşak önce, dedemin babası Malatya’nın önde gelenlerinden biriymiş. O da 1900’lü yılların başında Malatya’da politikaya atılmış, böyle toplantılar düzenliyor ve konuşuyormuş. İşte o da eşitlik konuşuyormuş, barış konuşuyormuş. O toplantılarda da barıştan, demokrasiden ve halkların eşitçe yaşamasından söz ediliyormuş.
Sonra bu memlekette birileri demiş ki ‘Biz ancak Müslümanlık kimliğinde eşit olabiliriz. Herkes Türk olursa, tek olursa eşit olabiliriz’ demiş. Yani teklikte eşitlemeyi öngörmüş ve benden üç kuşak önce olan kuşağa her şehirde olduğu gibi Malatya’dan da söküp atmış. Geriye ise ‘kılıç artığı’ denilen babaannem, dedem ve anne tarafından anneannem, dedem, yetim çocuklar, birbirini bulanlar tekrar Malatya’da varlıklarını sürdürmeye çalışmışlar. Ordan da işte 3 kuşak sonra bir Garo Paylan olmuş, İstanbul’da, diasporada. Memleketinde tutunamayanlar olarak. Çünkü 60’lar 70’lere kadar o babaanne ve dedeler, benim babaannem ve dedem de kendi memleketlerinde tutunmaya çalışmışlar ama, onları da tutamamış buraların ahalisi. Çünkü soykırım bir tsunami gibi gelip geçmemiş. Yok sayma, inkar etme, küfür sayma. Ki, önce Malatya’nın ahalisinin her üç kişiden biri olan Ermeniler bugün yok hükmündeler. Ne diyeyim, hepsi birer kayıp hikayesi.
KATLİAMLAR TARİHİNDEN GEÇİYORUZ
Katliamlar tarihinden geçiyoruz. Ama o katliamları hep sıradanlaştırdılar bize. O sıradanlık nereden geliyor diye düşündüğümüzde, çok büyük bir kötülüğe ‘olur’ verdik, sevgili hemşehrilerim. Bir kurgu düşündüler, ‘Biz Türklükte ortaklaşacağız. Ama bu gâvurlar buna uymazlar’. Memleketin % 40’ı o gâvur denilenlerden oluşuyordu. Hatta bir bakanımız da bunu itiraf etmişti. ‘Ya bu Ermeniler, Rumlar kalsaydı ulusal bilincimiz diye bir şey kalmazdı’ demişti. Bakan doğru diyor, kalmazdı. Ama ‘Yaptılar da iyi mi oldu?’ diye sorarsanız 100 yıllık tarihimiz gösteriyor ki, iyi olmadı,
Biraz bantı geriye sarmamız lazım. Bakın bir buçuk yıl önce 34 tane çocuğumuzu bombaladılar Roboski’de. Şu anda bakıyorsunuz 34 tane çocuğumuzun hikayesi üzerine dalga geçiyorlar. Askeri mahkemelere havale ediyorlar, efendim işte onların arasında terörist falan varmış diyerekten 34 çocuğu katlettiler. Şu anda başka bir ülkede olsa bırakın başbakanı cumhurbaşkanını ordusundan kimse kalmaz. Ve onu bile sıradanlaştırdılar. O sıradanlık nerden geldi derseniz? Bizim o ilk büyük kötülüğe olur verdiğimiz, o bir ilk halkın ermeni halkının yok edilmesine verdiğimiz onayla başladı. Ermeni halkıyla başladı, Süryani halkıyla devam etti ve Rumları da mübadele ile gönderdiler. Hedefledikleri, yani I. Dünya savaşı sonrası Balkanlardan Kafkaslardan gelen nüfus ile birlikte burada kalan Türk ve Kürt Müslüman tebaya ‘Varlığınızı Türk varlığına armağan edin’ dediler ve her sabah çocuklarımıza bu andı içiriyorlar. Büyük çoğunlukla bu düzen başarılı oldu ve büyük çoğunluk varlığını Türk varlığına armağan etti, etmeyenler de katledildi.
KEMALİZM SOSUNA BULANMIŞ TÜRK SOLU HALKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ KONUSUNDA SINIFTA KALDI
Bandı başa sardığımızda az önce izlediğimiz sinevizyonda 1915’e ait bir görüntü daha vardı. Asılmış insanlar vardı. Onlar 15-16 Haziran 1915 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılmış insanlardı. Onlar Ermeni sosyalistlerdi. Devrimcilerdi. Çok şaşırdım çünkü biz bir hafta önce İstanbul Beyazıt Meydanı’nda onların anmasını yaptık. 98 yıl sonra ilk kez. O insanların idealleri vardı. Diyorlardı ki biz eşit ve özgür değiliz. Eşitliği ve sınıf mücadelesini savunuyorlardı. Tabi bunun yanı sıra kimlik mücadelesi de beraberindeydi. Ve O insanlar 1915 yılında katledildiler. Ama Türkiye sosyalistleri kendi tarihlerini 1920 TKP ile özdeşleştirirler ve Kemalizm sosuna bulaşmış o Türkiye solundan da maalesef yalnızca ulusalcı bir tavır çıkabildi. Bu konuda sınıfta kaldı Türk Solu. Geçmişiyle ilgilenmeyen, halklarının derdiyle ilgilenmeyen, kimlik mücadelesini bir kenara bırakan önce devrim diyen bir anlayışla karşı karşıya kaldık. Bununla da zaten bir yere varılamadı. Varılamazdı çünkü halklarının mücadelesini bir kenara bırakalım denildiğinde o halklar tek tek dövülmeye devam etti. Sırrı Süreyya Önder’in anlattığı fıkradaki gibi önce Ermeni’yi dövdü, sonra sırayla bütün halkları dövmeye devam etti, ardından ideolojilerimizi ideallerimizi dövmeye devam etti.
28 ŞUBAT’DA KEMALİSTLERDEN DAYAK YİYENLER ŞİMDİ KEMALİSTLERE DAYAK ATIYOR
Şu anda iktidar olan Müslüman kimlikteki kesim de ötekileştirildi bir dönem, aşağılandı. Bunlar da 28 Şubatta çok acılar çektiler, eziyetler çektiler. Fakat şimdi o kimliğin temsil ettiği iktidarda bakıyoruz ki bu kez kendi ötekileri dövmeye başladı. Kemalistleri, ulusalcıları dövmeye başladı. O anlamda bu düzende dayak yemeyen kalmadı. Bu yüzden diyorum ki, siz, veya biz veya hepimiz, Ermeni’yi dövdürmeyecektik. O Ermeni’yi dövdürdüğünüz anda; o büyük kötülüğe olur verdiğiniz anda bunlar yaşandı. Malatya olarak böyle bir kötülüğe ‘olur’ verdik.
BİZİM MALIMIZIN GASPEDENLERE HAYRI OLMADI…DEDEMİN BİR TOMAR TAPUSU ÜZERİNDE 45 KİŞİ BİRBİRİNİ ÖLDÜRDÜ
Bakın başka bir kötülükten bahsedeyim. Benim dedemin babasının hali vakti yerindeymiş. Malı mülkü varmış. Bir tomar tapusu varmış. Şimdi o tapuların üzerine 45 kişi birbirini öldürdü. Benim babaannem derdi ki ‘ağlayanın malı gülene yar olmaz’. Bizim çok ahımız var onların iki yakası bir araya gelmez. Ve 45 kişi birbirini öldürdü. Çünkü bizim umurumuzda değildi mal mülk. Biz insanımızı kaybetmiştik malı mülkü ne yapalım. Bizim zanaatımız ayakkabıcılık. 7 kuşaktan beri ayakkabıcıyız. Ermenilerin zaten zanaatkar olma özelliği var. Bakıyorsunuz ki 1915 öncesinin Malatya’sında ki Malatya’nın da bir güzelliği varmış. Şehirli dokusu varmış. Bir estetik bir şehir kültürü bir şehir dokusu. Yalnızca Ermenilerden oluşmuyor. Malını mülkünü kaybetmiş yetimler olarak bir araya gelmişler, babaannemle dedem. Hasbelkader çalışmış ve dükkanı yeniden almış ve demiş ki babamın evini geri alacağım ve çalışmış çalışmış evini de almış. Demişler ki seni askere alacağız, gitmiş 4 yıl gelmemiş. Gayri müslimler daha uzun askerlik yapıyor çünkü. Bu sırada da varlık vergisi koyuyorlar 5 kat fiyatla ve vergiyle geri aldığı kendi evini bu defa Varlık Vergisi olarak elinden alıyorlar. Soykırım devam etmiş, tsunami gibi sona ermemiş, gelip geçmemiş. Yani daha sonra buranın ahalisi bu kötülüğe ‘olur’ vermiş.
DEMOKRATİK CEPHEYİ KURMAK ZORUNDAYIZ
Türkiye’nin pek çok yerinde kiliseler okullar kapatılmış veya yok edilmiş. Malatya’da Taşhoran Kilisesi ve Venk Kilisesi restore ediliyor. İlçelerin çoğunda kiliseler vardı onlar kalmamış.
Yıllardır milliyetçi ve ulusalcı cephenin demokrasi talep edenlere hayrı olmadı. Bize de ümmetçilikten ve milliyetçi cepheden hayır yok. Ne yapacağız? Demokrasi cephesini kurmak için mücadele edeceğiz. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Halkların Demokratik Kongresini bunun için yapıyoruz. HDK ancak romantik bir süreçte silahların sustuğu bir süreçte devreye girer. Bundan sonra silahların sustuğu bir süreçte demokrasi cephesinin mücadelesini güçlendirmemiz gerekiyor. Yalnızca biz Müslüman kardeşiz anlayışından da ulusalcı Kemalizm anlayıştan da kopup çoğulcu paradigmaya öne koymamız lazım. Ben şu anda memleketimde konuşabiliyorsam, 100 yıl sonra konuşabiliyorsam bu Kürt halkının verdiği onur mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Ödenen bedeller giden canlar sürülen bir halktan bahsediyoruz. Ama artık bu onur mücadelesinin demokratik bir paradigmaya dönüşmesi gerekiyor. Bizim kazanımımız bu olmalıdır. Bütün kimlikler için eşitlik ve özgürlük talep etmemiz gerekiyor. Mücadelemiz bu olmalı."
Konferans soru-cevap bölümü ile sonaerdi.