- Eski Rektör Çelik'in kitabından: “Maksat menfaat olunca ahlakın teferruat olduğunu yaşayarak öğrenmiş oldum”.. 2.dönem rektörlük için Ramazan Özdemir’e verdiği söz, Ahmet Kızılay’ın rektör adayı olarak çıkması, Malatya’daki radikal bir grubun üniversite ve yönetimine ilgisi, siyasette söz sahibi olmaları, bu gruba ilişkin görüşleri, kendi önerdiği Cafer Özkul’un rektör adaylığı ve hayal kırıklığı..
İnönü Üniversitesi’nde 2008- 2016 yılları arasında iki dönem rektörlük görevinde bulunan Prof.Dr. Cemil Çelik, yaşamını ve anılarını yazdığı “Yâdımda Kalanlar- Bir Bilim Adamının Hatıraları” adlı kitabında, ikinci dönem rektörlük seçimleri ile görevi bıraktığı dönemi, yaşadıklarını ve tespitlerini de anlattı.
Eski Rektör Prof.Dr. Cemil Çelik’in, Bogaziçi Yayınları’ndan çıkan 367 sayfalık kitabında, rektör adaylığı fikrinin doğuşunu, rektör adaylığı, ilk dönem seçim süreci ve seçildikten sonraki ilk dönemine ilişkin yazdıklarına, daha önce “Milletvekili Arkadaşım Beni Cesaretlendirdi” başlıklı haberimizde yer vermiştik.
Çelik, kitabında ikinci dönem rektörlük seçim süreci, sonrası ile rektörlük görevinin sona erişine kadar olan sürede yaşadıklarını, tespitlerini anlatırken, ikinci dönemde “bir takım menfaatçıların karşısına aday olarak çıkardıklarını” öne sürdüğü mevcut rektör Prof.Dr. Ahmet Kızılay ile Malatya’da üniversitede etkili olmaya çalışan bir grubun çabalarına, üniversitenin geldiği noktaya dair ilginç açıklamalar ve değerlendirmeler yaptı.
Üniversitenin akademik kadrosunun niteliğine ilişkin olarak, “Çalışmaya duyarlı olanların sayısı sınırlıydı.Proje yapan ve bu kültürden nasiplenen öğretim üyelerinin sayısı toplamın belki %10’u kadardı.” iddiasında bulunan eski rektör, Malatya’da radikal İslamcı hareket açısından aktif bir geçmiş bulunduğunu, bu kesimlerin AKP ile birlikte devlete baktıkları çizgiden vazgeçip siyaset yaptıklarını, bu çizgiye yakın olan parti yöneticileri ve milletvekillerinin bulunduğunu kitabında yazdı.
REKTÖRLÜKTE İKİNCİ DÖNEM, RAMAZAN ÖZDEMİR KONUSU, AHMET KIZILAY İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER VE DİĞER KONULAR:
“RAMAZAN ÖZDEMİR OYUNLARINA GELMEDİ
2008’de İnönü Üniversitesine rektör olmaya karar verdiğimde, bu görevi bir dönem yapacağımı söylemiştim. Ancak durum öyle olmadı. Öğretim üyesi arkadaşlarımızın ısrarcı tutumları ve kararları, üniversitede bir dönem daha huzur ve barış ortamının devamı için bana ihtiyaçlarının olduğu yönündeydi. Daha önce benim lehime adaylıktan feragat eden Prof.Dr. Ramazan Özdemir, üç yıl Tıp Fakültesi Dekanlığımızı yaptı. Göreve başladığımda ikinci dönem Ramazan Bey’in rektör olmasını düşünüyordum. Ancak Ramazan Bey’i dekanlık sürecinde gözlemlemiş, yöneticiliğini görmüş ve bu üniversiteyi ileriye taşıma potansiyelinin yeterli olmadığı kanaati bende ve diğer arkadaşlarımda hasıl olmuştu. Kendisine dekanlık görevinden sonra, gel bir yıl da rektör yardımcısı olarak görev yap, tecrüben olur dediğimde de, “Ben bu iş için vakit ayıramam” demişti. Sahiden de kendisi iyi bir kardiyoloji uzmanı hocamızdı. İnsanlığına ise kimsenin bir şey diyeceği yoktu. Durum böyle olmasına rağmen, bir kısım uyanıklar benim bir dönem rektörlük yapacağımla ilgili dar bir arkadaş grubu ile paylaştığım sözlerimi temcit pilavı gibi hep dillendirdiler. Aslında bunları söyleyenlerin amacı Ramazan Hoca’nın rektör olmasından ziyade, onu rektör yapabilirlerse üniversiteyi kendi istedikleri gibi yönetmekti. Ramazan Bey, bu oyunlarına gelmeyince de bu uyanıklar, bir başka öğretim üyesini amaçları için aday olarak ileri sürdüler.
Dört yıl boyunca tüm üniversitenin rektörü olmaya, herkesi mümkün olduğunda kucaklamaya gayret etmiştim. Başta öğretim üyeleri olmak üzere, şehrin işadamları, sivil toplum yöneticileri üniversitede yapılanları görmüştü. Bunun üzerine tekrar rektör adayı olmaya karar vermiştim. Öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun desteğini alacağımı da biliyordum. Arkadaşlara şayet dört yıl hizmetimden sonra yapılacak seçimde öğretim üyeleri beni birinci çıkarmazlar ise adaylıktan çekileceğimi deklere etmiştim.
RADİKAL KESİMİN FAYDADAN ÇOK ZARARLARI DOKUNMUŞTU..
Bu sefer adaylık süreci, önceki dönem kadar sıkıntılı ve yorucu geçmedi. Çünkü üniversiteyi artık çok daha iyi tanıyordum. Malatya; diğer şehirlerden farklı özellikleri olan, radikal İslamcı hareketler açısından da aktif bir geçmişi vardı. Bunlardan bir kısmı değişim geçirerek Ak Partinin kuruluş sürecine dahil olup görev almışlardı. Daha önce devlete baktıkları çizgiden vazgeçerek, devleti ve Ak Partiyi savunur olmuşlardı. Bu çizgiye yakın parti il yöneticileri ve milletvekilleri de vardı. Malatya’ya geldikten sonra fark etmiştim ki, İnönü Üniversitesinin geçmişte yaşadığı sıkıntıların tamamını benden önceki rektörlerin üzerine yıkmak da tam doğru sayılmazdı. Bu kesim de bilerek ya da bilmeyerek üniversiteye faydadan çok zararları dokunmuştu. İnönü Üniversitesinin yaşadığı travmayı muhafazakarlığı önde olan Konya ve Kayseri gibi şehirlerin üniversiteleri neden yaşamamıştı da, sıkıntı Malatya’da yaşanmıştı? Bunun üzerinde düşünmek gerekiyordu. Üniversitenin ne olduğunu bilecek algıda insan sayısı fazla değildi. Onun için de, şayet bu kesimlere mensup olanlarla normalin üstünde diyaloga geçersem üniversiteye zarar vereceklerini bildiğim için mesafeli olmaya özen gösterdim. Şunu hissediyordum: Bu Cemil Hoca, fena birisi değil, ancak bu dönemde İslami yönü ve söylemi daha öne çıkan bir arkadaşımızın artık rektör olması gerekir, diyen öğretim üyeleri vardı. Bu anlayışı destekleyen şehir ayağını da unutmamak gerekiyordu. Açıkçası bu kesimden olanlar beni geçiş dönemi adamı görüyor, benim dindarlığımı onlar bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Aslında mesele dindar ya da muhafazakar olmak değil, bunların din algısı ve anlayışına sahip olmamamdı. İkinci kez rektör adayı olarak fakülteleri geziyordum. Yukarıda söylediğim ekibe yakın bir öğretim üyesi bana “Rektörlük sürenizde üniversiteye İslami bir kimlik kazandıramadınız” demişti. Ben de o öğretim üyesine “Üniversitelerin kimliği olmaz, öğretim üyelerinin kimliği olur. Ancak öğretim üyeleri kimliklerinden dolayı değil, bilimsel başarıları nedeniyle üniversitelerde bulunurlar” diye cevap vermiş, “Akıllı olun, şayet sizin dediğiniz gibi üniversiteler yapılanacaksa daha önce bu üniversiteye kimlik kazandırmaya çalışan dönemin rektörüne karşı olmanız gerekirdi. Dünyada ciddi işler yapan üniversitelerin ideolojik kimliği olmaz, ancak bu üniversitelerde her tür dünya görüşüne mensup bilim insanları birlikte çalışırlar” demiştik. Örnek olarak da Pakistanlı Prof.Dr. Muhammed Abdussalam’ı göstermiştim. Muhammed Abdussalam, 1974’te bir Rus bilim adamı ile birlikte Nobel Ödülünü almıştı. Muhammed Abdüssalam, kendisinin Müslüman olduğu halde, çalışma arkadaşının Rus kökenli bir ateist olduğunu, ancak bu durumun aynı konuda birlikte çalışmalarına mani olmadığını, bir gün bile kendisinin inanmış bir Müslüman, diğer arkadaşının ise ateist olmasının her ikisinin de aklına gelmediğini söylemişti. Hocanın bu ifadelerini, Prof.Dr. Pervez Hoodbhoy’un “İslam ve Bilim” adlı kitabına yazdığı takdimde okumuştum.
Şüphesiz ben de dindar ve milli refleksleri olan birisiydim. Ancak hiçbir zaman bir görüşün, grubun ya da partinin militanı değildim. Sadece bir düşünce adamıydım. Üniversiteyi yönetirken de yerel aktörlerin hiçbir zaman üniversitenin iç işlerine karışmalarına müsaade etmemiştim. Akademik ahlâk anlayışım da bunu gerektiriyordu.
KARŞIMA REKTÖR ADAYI OLARAK ÇIKARDILAR
Rektörlük seçiminden altı ay önce Tıp Fakültesine dekan olarak önerdiğim ve YÖK tarafından atanan bir arkadaşımızı (Ahmet Kızılay), bu kesime mensup olanlar ile bir takım menfaatçiler karşıma rektörlük seçiminde aday olarak çıkardılar. Bu koşullarda rektör adayı olmayı kendi anlayışınca uygun gören, dekanlık imkanlarını da seçim döneminde kullanan bu adaya, seçim sürecinde hiçbir şey söylemedim. Hatta seçim sürecinde, nemalanma üzerine uzmanlaşmış, gazeteci müsveddesi birisi, bu aday hakkında belden aşağı vurma girişiminde bulununca da, öğretim üyelerinin sadece akademik yönlerinin öne çıkartılması gerektiği yönünde açıklamada bulunarak kendisini korumuştum.
Karşıma rektör adayı çıkartanların Malatya’da ve Ankara’da kullandıkları önemli bir argüman benim başörtüsü yasağında ısrarcı olduğumu ileri sürmeleriydi. Bu sığ ve doğru olmayan yaklaşım artık modaydı ve pirim yapıyordu. Birisini karalamak istiyorsanız benzer yaftaları hemen yapıştırabilecek bir süreç başlamıştı. Tıpkı daha önceki dönemde birisi karalanmak istendiğinde Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı denildiği gibi. Oysa ben, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bey, üniversitemizi 2009 yılında ziyaret ettiğinde “Hocam başörtüsü meselesini ne yaptınız?” diye sorduğunda, üniversitemizin durumunu kendisine anlatma fırsatım olmuştu. Yöneticiliğine yaptığın üniversitede geriye doğru on iki yıl bu konularda bir gerilim yaşanmıştı. Ben de bu meselenin en ateşli olduğu bir dönemde görevi devralmıştım. Konuyu suhuletle halletmek niyetindeydim. Göreve başladığımda kampüs içerisinde kimsenin başörtüsüne karışmayacaksınız diye talimat vermiştik. Belirli bir süre geçtiğinde yemekhane ve kütüphanede de kimsenin kıyafetine karışmayın dedim. İlahiyat Fakültesine öğrenci kabul ettiğimizde kız öğrencilerin peruklu hallerini görünce buna üzülmüş, ilahiyat öğrencilerinin dışarıda ve derste başörtüsü takanlarına karışılmamasını söylemiştim. Bu işi kimseyi gerginliğe ve kutuplaşmaya sürüklemeden çözmek istiyordum. Başbakan’a da bu sorunun çözümünde takip ettiğim yöntemi, Peygamberimiz döneminde içki yasağının nasıl tedrici olarak kaldırıldığını hatırlatarak izah etmiştin. Anlaşılan bu çevreler Başbakan’a da konuşmuşlardı. Sahiden de biz başörtüsü yasağını hem çalışanlarımız hem de öğrencilerimiz için en erken kaldıran üniversitelerden birisi olmuştuk. Bu konudaki samimiyetimi birlikte görev yaptığımız arkadaşlarım ve diğer duyarlı öğretim üyeleri zaten biliyorlardı. Ancak gördüğüm manzara şuydu. Önceki dönem istismar edilen kutsalları vardı. Yeni dönemin de istismar edilmeye başlanan kutsalları oluşmaya başlamıştı. Yani birleşik kaplar gibiydik. Farklı siyasi kanaatlere sahip olsak da olayları algılamada sağ, sol, dindar olma ya da olmama pek fark etmiyordu. Meseleleri algılayış biçimimiz pek de farklılık göstermiyordu.
Seçim öncesinde rektörlük dönemimde üniversitede yapılanları hazırladığımız “2008’den 2012’ye İnönü Üniversitesi” başlıklı kitapçığı bastırmış ve bir ön yazı ile tüm öğretim üyelerimizi ziyaret ederek kendilerine taktim ediyordum. Hazırladığım seçim bildirgesinin girişinde; dört yıl önce İnönü Üniversitesi Rektörü olarak, öğretim üyelerinin desteğini alarak göreve başladığımı, üniversitesin bu süreçte birçok sorununu çözüme kavuşturduğumuzu söyleyerek bu göreve talip olurken vermiş olduğum sözlerin tamamını yerine getirdiğimi vurgulamıştım. Sizlerle birlikte dört yılda neleri başardığımızı ve hesap verebilirliğin gereği olarak dört yılda neler başardığımızı hatırlatmak istiyorum demiş, ayrıca bunun demokrat üniversite olmanın bir gereği olduğuna inandığımı da ifade etmiştim. Arkasından da yeni dönemde üniversite için önerdiğim projeleri sıralayarak onların bir kez daha desteğine talip olmuştum.
İKİNCİ OLAN ADAY ORTAYA DÜŞÜRÜLDÜ
Seçim son derece olgunluk içerisinde yapıldı. Ben 335, Ahmet Kızılay 186 ve Süleyman Çaylı ise 90 oy almıştı. Seçime katılan öğretim üyelerinin yarısından fazlası (%55) rektör olmam yönünde oy kullanmıştı. Seçim sonuçlarını YÖK’e gönderdik. Sonrasında YÖK’te rektör adaylarıyla yapılan görüşmeye çağrıldık. Bana oy veren öğretim üyelerimizden her türlü dünya görüşünden olanlar vardı. Bu benim için anlamlıydı. Öğretim üyeleri konuya siyaseten bakmamışlardı. Hepsine müteşekkirim. Ben üzerime düşeni yapmıştım. Ankara’da yeniden atanmam hususunda kimseyle görüşme ihtiyacı hissetmedim. Bu ülkenin ve bu üniversitenin rektör olarak bana ihtiyacı varsa atasınlar diye düşünmüştüm.
İkinci olan aday ortaya düşürülüp bazı milletvekilleri ve diğer destekçileri devreye girip Ankara’da başta YÖK Başkanı ve üyeleri olmak üzere ziyarette bulunup, hakkımda tezviratta (Yalan dolan şeyler. TDK) bulunmuşlar, çalmadıkları kapı kalmamıştı. Bunları daha sonra öğrenmiştim. Bütün bunlara rağmen YÖK’ten de birinci sırada Cumhurbaşkanlığına önerilmiş ve nihayetinde ikinci dönem için de İnönü Üniversitesine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından rektör olarak atanmış oldum. Tekrar rektör olarak dört yıl daha görev yapmam uygun görülmüştü. Yaşanan bu süreç ve hakkımda yapılan iftira ve tezviratlar beni ciddi şekilde üzmüştü. Ben bunları hak edecek yanlış bir şey de yapmamıştım. Üniversitenin gelişmesi için gecemi gündüzüme katarak çalışmanın dışında. Maksat menfaat olunca ahlakın teferruat olduğunu yaşayarak öğrenmiş oldum. Rektörlüğe atanmam bu sefer Ağustos ayını beklemeden Temmuz ayı içerisinde olmuştu. Ancak yeni dönem yine 7 Ağustos 2012 tarihinde başlayacaktı…
7 Ağustos 2012, ikinci dönem rektörlüğümün başlangıcıydı. Birlikte çalıştığım rektör yardımcıları ile bir araya geldik. Yasal olarak onların görev süresi bitmişti. İkinci dönem birisi dışında diğer ikisine yeni dönemde görev vermedim. Onların yerine yeni iki arkadaşımızı atadık. Bu arada rektör adayı olan Tıp Fakültesi Dekanı Ahmet Kızılay da istifasını sundu. Ben de doğru olanı yaptığını söylemekle yetindim. Bunun dışında birinci dönem birlikte çalıştığımız, ancak seçimde bana açıktan tavır alan üç arkadaş da idari görevlerini bıraktı. Onların da yerlerine yeni arkadaşları atadık. Yeni dönem de sakin ve sıkıntıya neden olmadan başlamış oldu. Biz de aynı hızda görevimizi yürütmeye devam ettik....
...REKTÖRLÜĞÜMÜN SON GÜNLERİ VE CAFER HOCA
Doğduğum ve çocukluğumun geçtiği şehrimin üniversite üst yöneticiliği görevimin bitimine aylar kalmıştı. Sekiz yılda belki de en hızlı büyüyen ve devletten istediğimiz desteği alan bir üniversite olmuştuk. Fiziki yapılanma hemen hemen tamamlanmış, akademik birimler, fakülte ve yüksek okulların sayısı artmıştı. Üniversitede benden önceki dönemde var olan ideolojik kavga ve husumet ortadan kalkmıştı. Peki benden sonra ne olacaktı? Üniversitedeki bu anlayışın bir kesintiye uğramadan sürdürülmesi lazımdı. Üniversitenin altyapısı tamamlanmış olduğuna göre bundan sonra iş; akademik çalışmalara hız vermek, bilim ve teknoloji üretiminde üniversiteyi her gün bir basamak daha yukarıya taşımak olması gerekiyordu. İşte gerçek üniversite olmak bundan sonraki akademisyenlerin performansına bağlı olarak gerçekleşecekti.
Öğretim üyeleri beni rektörlüğüm döneminde herhalde biraz rehavete kapılmışlardı. Çalışmaya duyarlı olanların sayısı sınırlıydı. Proje yapan ve bu kültürden nasiplenen öğretim üyelerinin sayısı toplamın belki %10’u kadardı. Ortam müsait olduğunda yeniden ideolojik kamplaşmaya pirim verirler miydi? Bu kuşkuyu taşıyordum. Bu duruma yol açmadan üniversitenin bilimsel olarak daha ileri taşınması hususunda aklıma öğretim üyelerine benden sonra rektörlük yapacak bir alternatif isim gelmişti. Dokuz yıl Rouen Üniversitesi/Fransa’da rektör olan ve 44 yıldır akademisyen olarak bu ülkede çalışan Ord.Prof.Dr. Cafer Özkul’a bu konuyu açtım. Gerek akademik ve gerekse bilim ve teknoloji yönetimi konusunda tecrübeliydi. Cumhuriyet tarihi boyunca, bugüne kadar bir Avrupa ülkesinde rektörlük yapan başka bir bilim insanımız da mevcut değildi. Teklifimi kabul etti. Oradaki rektörlük görevinin bitmesine birkaç ay kala görevinden ayrıldı ve İnönü Üniversitesinde Biyofizik Ana Bilim Dalına öğretim üyesi oldu. Kendisini YÖK Başkanı Prof.Dr. Yekta Saraç Hoca’ya da taktim ettim. Rektör olmasının iyi olacağını söyledi. Daha önce bir toplantı münasebetiyle de tanışıklıkları vardı. Cafer Hoca, öğretim üyelerini, rektör adayları belirleme seçimine iki ay kala ziyarete başladı. Beni üniversite rektörü olarak bir adayı desteklemem uygun olmayacağından, ben sadece öğretim üyelerine alternatif rektör adayı olarak Cafer Hoca’nın çıkmasına yardımcı olmuştum.
DESTEKLEYENLER SONRA VAZGEÇTİLER
Neticede öğretim üyelerimiz Cafer Bey’e yeterli desteği vermediler. Üniversiteye uygun rektör adayı olacağı konusunda daha önce kanaatlerini aldıklarım da bu görüşlerinden daha sonra vazgeçtiler. Anladığım şuydu; kişisel algı ve siyasi kaygılar, akademik ve bilimsel endişelerin önünde yer alıyordu. Henüz ne öğretim üyeleri ne de bu işe karar verecek üst merciler ideolojik anlayıştan sıyrılıp ehliyet ve liyakatin öne çıkartıldığı bir üniversite yöneticisi atanmasını düşünecek durumda değillerdi. Kâmil bir üniversite ve toplum olmamız için daha nice yılların geçmesi gerekiyordu.
VE 15 TEMMUZ DARBESİ..
1970’li yıllardan itibaren ülkemizde teşkilatlanan bir cemaat hareketi, 15 Temmuz 2016’da nasıl bir terör örgütüne dönüşüp bir ihtilale teşebbüs etti? Ülke olarak bu durum karşısında hepimiz şoke olmuştuk. Bu nasıl bir işti? Çok şükür, bu belayı milletimizin cesareti ve samimiyeti, Cumhurbaşkanının kararlı duruşu sayesinde defettik. İhtilal girişiminin sabahı saat 6’da belki de Senatosunu toplayarak bu hain kalkışmayı kınayan ilk üniversite biz olduk diyebilirim. Sonra da üniversite yönetimi olarak üzerimize düşenleri yerine getirdik.
Ancak bir hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. Devlet erkini elinde tutanlar, bir cemaat hareketinin belli bir büyüklüğe kavuştuğunda mutlaka iktidarı isteyecekleri gerçeğini, günlük kazançlar uğruna görmezlikten geldiler. Bu büyük bir yönetim zaafıydı. Oysa tarih bu konudaki kalkışmalara nice kez şahitlik etmişti. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Safiyyuddin saygın bir mutasavvıf iken, torunu Şah İsmail döneminde bu ocağa bağlı müritlerin sayısı yüzbinleri bulmuş, Osmanlının karşısında büyük bir güç olmuş ve Safevi Devleti ortaya çıkmıştı. Safeviler ve Şah İsmail’in adamları Osmanlı toprakları içerisinde sinsice yapılandılar. Torosların en batısına kadar Türkmen obalarına nüfus etmişlerdi. Osmanlı bu tehlikeyi Yavuz Sultan Selim ile bertaraf etmişti. Hiçbir devletin kendisine alternatif olma potansiyeli olan bir teşkilat ve cemaatin belirli bir sınırın dışına taşmasına izin vermemesi gerekiyordu. Bu bir devlet refleksiydi. Ancak üzülerek belirtmemiz gerekirse devlet umuru fazla görmeyen, tecrübe eksikliği olan kadroların yönettiği ülkemiz, maalesef böyle bir hain teşebbüse maruz kalmış oldu. Bunun ceremesi ağır oldu ve ülkemizin gelişmesi zaafa uğratıldı. Umarım bundan dersler çıkartırız.”
2016 TEMMUZ’DAKİ REKTÖRLÜK SEÇİMİ VE ATAMA
Prof.Dr. Cemil Çelik’in 4’er yıldan 2 dönemlik görevini tamamlaması ve yasa gereği yeniden aday olamadığı Ağustos 2016- Ağustos 2020 dönemi için; 12 Temmuz 2016 günü İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kızılay, İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan İçen, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cengiz Ara, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Kemal Duruhan, Fransa Rouen Üniversitesi’nde 2 dönem rektörlük yapan ve geçtiğimiz aylarda kadrosu İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne alınan Prof.Dr. Cafer Özkul'un aday olarak katılımlarıyla, üniversite sıralamasını belirlemek üzere seçim yapılmıştı.
Üniversitedeki oylama sonucu; Prof.Dr. Ahmet Kızılay 359, Prof.Dr. Aysun Bay Karabulut 181, Prof.Dr. Cafer Özkul 90, Prof.Dr. Cengiz Ara 35, Prof.Dr. İlhan İçen 35, Prof.Dr. H.Bayram Kaçmazoğlu 19, Prof.Dr. Kemal Duruhan 6 oy alırken, 5 oy geçersiz sayılmıştı.
YÖK, Malatya’daki oylama sonucu ilk 6 sırayı alan adaylar içerisinden ilk 3’teki isimleri, aynı sıralamayla rektör adayları olarak Cumhurbaşkanına sunmuş, bunlardan Prof.Dr. Ahmet Kızılay 28 Temmuz 2016 günü rektörlüğe atanmıştı.
Savaş BARIŞ, Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com