Suat KOZLUKLU
Lafazanlık da olsa yazalım. Kimselerin umurunda değilken, eften püften meseleleri MalatyaHaber’in ‘işgüzarlığı’ ! sayesinde öğrenmiş bulunmaktayım… Neymiş efendim, yok imara aykırı yapılar, yok reklâm panoları, yok yaya yolunu kapatmalar, yok vali beyimizin makam aracı vs.vs.
Sanki memlekette yazılıp çizilecek şey kalmadı !
Meraklıyımdır, meslek hastalığı diyelim biz buna…
Mesela, çevre bilincini oluşturmak için okullarda, ailelerde, yerel yönetimlerde, devlet katında gerçekten ne gibi çalışmalar yapılıyor diye merak ederim hep. Sokaklarımızda, büyük caddelerimizde, parklarımızda, alanlarımızda, nehirlerimizde, denizlerimizde kirlenmelerin büyük boyutlara ulaştığını gördükçe, izledikçe bugünün anlamını kavrayamadığımızın acısını, hüznünü de duyumsuyorum…
Cahit Sıtkı Tarancı 'Memleket İsterim' şiirinde duyduğu özlemi dile getirirken, dünyanın, ülkemizin bu kadar bozulacağını düşünmüş müydü acaba?
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Oysa sayın belediye başkanımız Ahmet Çakır iyi niyetli bir insan… Hakkını teslim edelim, zaman zaman güzel işlere de imza atmıyor değil… Ama gelin görün ki bazı yanlışları sanırım gözden kaçırıyor… Bize de ‘aman dikkat sayın başkan’ diye uyarmak düşüyor…
Memleket ahvali üzerine hasbihal ederken en çok neye gülüyorum biliyor musunuz sevgili MalatyaHaber dostları MalatyaHaber, 'memleket meselelerine' kafa yorup da ‘arı kovanına’ çomak soktukça bazı kendini bilmezler başlıyor sallamaya… Bu komik insanlar, yani moda deyimle ‘klavye delikanlıları’ coştukça coşuyor… Memleketimin 'çakma' Cem Yılmazları!..
Gelin size pembe rüyalar ülkesinden bir masal anlatayım… Bir varmış, bir de yokmuş, ‘vah benim memleketime’ diyenler ile ‘her şey güllük gülistanlık size ne oluyor’ diyenler kavgaya tutuşmuş… Öyle ki, ‘vah benim memleketime’ diyenler sürekli olarak ‘muhalefet’ ediyor memleketteki ‘doğru’ yapılan işleri görmüyormuş…
Masal bu ya…
Öyle ki, ‘muhalefet edenler’ güzel memleketimdeki, ‘imara uygun’ yapıları görmüyor, ‘imara aykırı’ yapılan bir yapıyı manşetlere çıkartıyorlarmış. Bununla da yetinmeyip memleketin idaresinden sorumlu olanların ayaklarını yerden kesen ‘mütevazı’ taşıma araçlarına bile dil uzatma cüretinde bulunuluyormuş…
Üstelik, Avrupa'nın girdiği kriz atmosferi, ekonomisi güvenli limanlarda seyreden memleketimi etkilemediği gibi “savurganlık” en büyük ‘iftira’ kabul edilmekteymiş… Sayın sayabildiğiniz kadar...
Durun canım, celâllenmeyin hemen!
Müsterih olun! Bu anlattıklarımın tamamı 'kurgu'! Dedim ya başta, masal bu masal… Malatyamda yaşanmaz böyle şeyler…
Paradokslar halinde devam eden hayatınızda canınızı sıktıysam size bir hikâye daha anlatayım da keyfiniz yerine gelsin…
“Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir. Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar. Juan, "Yalnızca kum" diye yanıt verince polis, "Aç bakalım çantaları" der. Juan çantaları açar, polis didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada! Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka birşey yoktur! Polis, çantalarını Juan'a geri verir ve sınırdan geçmesine izin verir.
Ertesi gün Juan motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan'ı gene durdurur, didik didik arar, birşey bulamaz ve Juan'ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder! Bir gün emekli polis Meksika'da bir barda otururken Juan'ın içeri girdiğini görür ve derhal yakasına yapışır; "Senin yıllardır bir şeyler kaçırdığından eminim. Çıldıracağım. Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağından emin olabilirsin”. Juan gülümseyerek yanıtlar:
- “Motosiklet...”
Gerçekleri görememek ‘kader’ değildir, sadece ‘acizliktir’. Görmek isteyen her zaman görür, görmek istemeyenler için her şey ‘karanlıktır’…
Sağlıcakla kalın, sevgilerimle…