SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Bir Zamanların Malatya'sından.. Hozelek ve Menekşe Toplayan Çocuklar

Bir Zamanların Malatya'sından.. Hozelek ve Menekşe Toplayan Çocuklar
A- A+ PAYLAŞ

Araştırmacı, gezgin, eğitimci yazar Fikri Demirtaş, “bir zamanlar” salyangoz toplayarak geçimini sağlayan çocukları kaleme aldı. 

Malatya ve çevresinde hozelek adıyla anılan salyangozların bahçelerden toplanarak satılmasına ilişkin Bir Zamanlar Malatya’da: Salyangoz (Hozelek)ve Menekşe Toplayan Çocuklar başlıklı yazısında “hozelek sektörüne” ilişkin ilginç bilgiler veriyor. 

Demirtaş’ın yazısı şöyle:

***

Malatya’nın Yeşilyurt (Çırmıktı) ilçesinin güneybatısında, Kündübeg’in üstlerinde ve Beydağı’nın eteklerine yakın kaynaklardan doğan Derme Suyu, yalnızca şehre can vermekle kalmaz; kültürün, emeğin ve doğanın sesini de beraberinde taşırdı.

Yaklaşık elli yıl önce, Yeşil Malatya’nın Aspuzu bağ köyleri —Gündüzbey, Çırmıktı, Kileyik, Barguzu, Tecde, Çilesiz, Orduzu ve Çarmuzu— henüz beton duvarların ve yükselen yapılarının gölgesine teslim olmamıştı. Bugünün daracık sokaklara sıkışmış, gökyüzüne değil griye uzanan beton kafeslerinden çok farklı bir yaşam vardı o günlerde. Evler; dalları mevsim kokan bahçelerin içine saklanmış, mahalleler ise çocuk sesleri ve doğanın dinginliğiyle yoğrulmuştu. Ufka kadar uzanan bağlar arasında, insan hem kendini hem hayatı tamamlayan o masalsı atmosferin bir parçası olarak yaşardı.

Her yanı bollukla dallarından sarkan kayısılar, çiçek açmış kiraz ağaçları, yeşile bürünmüş kavak sıraları, üzüm bağlarının gölgesiyle örtülü patikalar sarmıştı. Bahçeler yalnızca bir geçim kaynağı değil; çocukların oyun alanı, yetişkinlerin alın teriyle yoğrulan dünyası, kuşların türküsü, çiçeklerin süsüydü.

Derme Suyunun oluşturduğu arklar çevreyi dolaşır, kimi yerde şırıltılarıyla sessizliği böler; kimi yerde söğüt dallarının arasından kıvrılıp, gölgelerine su içmeye gelen kuşlara eşlik ederdi. Bahar geldiğinde her bahçe bir tabloya dönüşürdü: Toprak siyah, yağmur kokulu ve bereketli, havada menekşelerin ince, ferahlatıcı kokusu, dut dallarında sabah çiği hâlâ pırlanta gibi dururken…

Barguzu'da Hozelek ( Salyangoz) , Menekşe Çiçeği Toplama

Bu bağ köylerinden Bostanbaşı’nda (Barguzu) Derme Suyu köy meydanında gürül gürül akar; cami, kahve ve koca arık bu yaşamın kalbi olurmuş. Kahvede demlenen çayın buharı sohbetlere karışır, tavla pullarının sesi iskambil kahkahalarıyla yarışırmış. Arığın kenarında yükselen kavaklar ve salkım söğütler, serin suyun yankısıyla birleşip zarif bir tabiat köşesi oluştururmuş. Barguzu’da zaman başka türlü akarmış; yavaş, ağır ama huzurlu…

Cami avlusunda gökyüzüne meydan okuyan asırlık çınarın köklerinin dibinden akarak yol alan derme suyu, dallarının üzerinde yeşil bir kubbe oluşturan yapraklarla bütünleşir; rüzgâr estiğinde yaprak aralarından süzülen ışık caminin pencerelerine düşerek manevi bir hava yaratırmış.            

Barguzu'nun bağları bereketin başka bir adıymış: Üzüm, kayısı, kızılcık, kiraz, dut, elma, erik, armut, sebzeler fasulye, salatalık, domates… Köylüler topladıklarını şehre götürür, şehir halkı bu bereketi sevinçle karşılarmış. Barguzu, doğanın insanla ahenk içinde yaşadığı yıllara tanıklık etmiş bir yerdi.

Malatya’nın Aspuzu bağ köylerinin her birinde, doğanın sessizlik içindeki dünyasıyla iç içe yaşayan bir başka topluluk daha vardı. Bu topluluğun en önemli üyelerinden biri, adıyla değil, yaşam tarzıyla tanınan hozeleklerdi. Bahar mevsiminde sabah güneşinin ilk ışıklarıyla birlikte, Bağların serin gölgelerinden çıkan hozelekler, günlerini ağaçların dallarında, toprak altında veya çürümüş yapraklar arasında geçirirdi. Spiral kabuklarıyla çevrili vücutlarıyla tanınan bu canlılar, kabuklarının sağ tarafındaki boşluktan dışarıya bakarak dünyayı izlerlerdi.                                          

Hozeleklerin, yumuşak ve yapışkan bir yapıya sahip olmalarına rağmen, kaslı ventral (karın bölümünde olan) ayakları sayesinde hareket edebildiklerini görürdünüz. Mukus adı verilen sümüksü salgıları, onların gümüş renkli parlak izler bırakmasını sağlardı. Bu küçük yaratıkların, uzun antenleriyle çevrelerini keşfettiğini görmek mümkündü. Tehlike hissettiklerinde ise kabuklarına çekilir, kendilerini güvene alırlardı. Yiyeceklerini sıyırarak tüketen hozelekler, çürümüş organik maddelerin yanı sıra mantarlar, likenler, yeşil yapraklı bitkiler, domates, salatalık yerlerdi. İnsanlar, kuşlar, kaplumbağalar ve diğer küçük hayvanlar da onları av olarak seçerlerdi. Doğanın döngüsü, bu şekilde devam ederdi.

Karlar eriyip ilkbahar geldiğinde, mart ile mayıs ayları arası Barguzu'nun sessiz sokakları, köylülerin gülüşleriyle doluydu. Baharın müjdecisi, adeta hozeleklerin çağrısına kulak vermiş gibiydi.  Gözleri ışıldayan çocuklar, gençler sabahın erken saatlerinde köy camiinin önünde buluşurlar, küçük gruplar halinde, bir araya gelip hozelek toplamaya çıkardılar. Mart ayının başından mayıs'a kadar süren hozelek toplayıcılığı, köylü çocukların yüzünü güldürüyordu. Onlar için, her bir hozelek toplama gezisi, yeni bir maceranın başlangıcıydı. Ve Barguzu'nun masalsı doğasında, bu minik yaratıklarla dolu bir dünyayı keşfetmek, hozelek toplamaya çıkanlar için en büyük mutluluk kaynğıydı.                                              

Barguzu'nun sakin sokaklarında, müezzinin hoparlörden okuduğu ezanın yankılarıyla birlikte hozelek, menekşe toplayıcıları evlerinden çıkıp çınarın altına camiye doğru ilerliyorlardı. Ellerinde sopalar, sepetler, çuvallar ve margarin yağı tenekeleriyle bekliyorlardı, 

Havaların yağışlı olması, hozeleklerin daha fazla ortaya çıkmasını sağladığı için çocukların yüzlerinde gülümseme oluşturuyordu. Hozelek toplama için özellikle çiğin düştüğü sabah saatleri ve yağmurlu günler tercih ediliyordu. Hozelekler, doğanın mucizesiydi. Islak topraklarda, sulu çayırlarda ve nemli ağaç diplerinde gizlenirlerdi. Bu nedenle, yağmurlu sabahlar ve çiğin düştüğü saatler, onların ortaya çıkma zamanıydı. Hozeleklerin yanı sıra sürüngen kertenkeleye benzeyen sarı benekli semenderler (yağmur böcekleri) de çıkardı. 

Hozelek, menekşe toplayanlar, yağmurlu günleri sabırsızlıkla bekler; sabahın erken saatlerinde uyanırlardı. 

Salyangoz toplama, Barguzu'nun gizemli ustalarının işiydi. Dürbün Müslüm, Projektör Eko, Fener İco, Deli Garip ve Radar Muharrem... 

Bu ustalar, hozeleklerin en iyi nerede bulunabileceğini bilir ve her toplamaya çıkışta görevlerini titizlikle yerine getirirlerdi. Dede Pınarı, Milloğun Dere, Tulloğun Bendi, Gamışlı Bağ, Çalı Pınarı, Daşlı Gever, Kileyik’in bahçeleri... Bu yerler, hozelek toplayıcılarının hedefiydi. Ve bu gün, onların ayak izleri Beyler Deresi'ne kadar uzanacaktı.                                          

Barguzu’nun sakin ve huzur dolu atmosferinde, Dede pınarı  (yandaki fotoğrafta) bölgesinde hozelek çok olurmuş. Dede pınarına doğru yol alındığında, göze çarpan yıkık kerpiç bir evin duvarlarında derme çatma bir ziyaret görünür. Bu ev Türkmen alevi Dede Muhammed'e aitmiş. Burada yaşayanlar, sık sık Dede Muhammed'in ve Dede Pınar'ının hikâyesini anlatırlar.

Dede Pınar'ına gelen ziyaretçiler niyazlarını ederler, adaklar sunarlar, beraberinde lokmalar getirerek dış budak ağacı ve karadut ağacının altında toplanırlar. Dileklerini tutmak için dış budak ağacının dallarına renk renk bezler bağlarlar. Şifa bulmak için pınarın suyundan içerler, dereden akan suyun melodisini dinleyerek ruhen huzura ererlermiş. Aynı ritüel günümüzde de devam etmektedir. Günün yorgunluğunu ve endişelerini bir kenara bırakıp, doğanın içindeki bu kutsal köşede, insanlar bir araya gelir ve birbirlerine destek olurlardı. Dede Pınar'ının etrafında dolaşan hikâyeler ve dualar, o bölgenin ruhunu ve kültürünü yansıtırdı.

Çocukların bu salyangoz toplamaları adeta bir ritüeldi.  Toprak hafif nemli, hava serin ve taze kokularla dolu olurdu. İlk hedefleri, bahçelerin gizemli çalıları arasında saklanan hozeleklerdi. Her biri, kendi gizli saklanma yerlerinden çıkıp bahçe çitlerini aşardı. Kıvrak hareketlerle ilerlerken, gözlerindeki heyecan bir başka parlıyordu. Her bir hozelek, bir hikâye anlatıyordu aslında. Toprağın altında, sessiz sedasız yaşayan bu minik yaratıkların maceraları, köylülerin gözünde büyülü bir dünya yaratıyordu. Onlar için, hozelek toplamak sadece bir aktivite değil, aynı zamanda doğayla kurdukları özel bir bağın ifadesiydi.

Barguzu’nun bağlarında, bahçelerinde ve çayırlarında dolaşan çocuklar, gençler, salyangozların izini sürerken doğanın seslerini dinlerdi. Değinlerin (sincap) ağaçlara tırmanışı, kuşların cıvıltısı, kelebeklerin kanat çırpışı, rüzgârın uğultusu, yaprakların hışırtısı ve yağmur damlalarının melodisi onların adımlarına eşlik ederdi. Her bir hozelek, doğanın kendi dilinde anlattığı hikâyenin bir parçasıydı.

Bağ köylerinde, kış uykusundan uyanan ağaçlar baharın gelişini müjdeliyordu. İlk kızılcık ağacının altın sarısı çiçekleri açmıştı bile. Bahçeler; kırmızı, sarı, ak, mor, gök mavisi çiçeklerle süslenmişti.

Bahçenin kenarlarında mor menekşeler göz kamaştırıyordu. Bahar yeni uyanmış, toprak taze bir nefes almış gibiydi. Çiğ taneleri hâlâ yaprakların üzerinde titriyordu; güneş vurdukça her biri küçük bir kristal gibi parlıyor, menekşelere sihirli bir görünüş katıyordu.

Çocuklar sabahın erken saatlerinde bahçeye gelmişlerdi. Gözlerinde hem heyecan hem tatlı bir telaş vardı. Menekşelere eğilirken dikkatliydiler; sanki bir çiçeği değil, kırılgan bir sırrı tutuyorlardı ellerinde. Çakıyı kullanırken elleri titrer, yüzlerinde ise ciddi bir ifade olurdu. Çünkü biliyorlardı: Onları incitirlerse kokusu kaçar, albenisi bozulurdu.

Her kopardıkları menekşe, avuçlarına yayılan hafif, temiz bir kokuyla karşılık veriyordu. Çocuklar çiçekleri bir araya getirip düzgün demetler yapıyor, saplarını ince otlarla bağlayarak satılmaya hazır hâle getiriyorlardı.

Bir süre sonra toprak üzerinde mor, parlak demetler sıralandı. Çocuklar gururla diz çöküp onları seyrediyordu; sanki küçük bir bahar pazarı kurulmuştu orada. Son demet de hazır olduğunda hepsi ayağa kalktı. Elleri çiçek kokuyor, gözlerinde umut parlıyordu. Avuçlarındaki mor demetlerle yürürken rüzgâr, menekşe kokusunu peşlerine katıp savuruyor; çocukların sessiz hayallerini gökyüzüne karıştırıyordu.

Çalı kuşları, serçeler, saksağanlar ve bülbüller ağaçların dallarında şarkılar söylüyorlardı. Kuş sesleriyle çiçeklerin güzelliğini izlemek, herkes için bir zevkti; adeta doğanın büyüsüne kapılmışlardı.

Ve Barguzu'nun hozelek toplayıcıları, bu gizemli atmosferde, ustalarının bilgeliğiyle ve doğanın güzelliğiyle bir araya gelerek, gün boyunca sessizce çalışmaya devam ederlerdi. Her bir hozelek bulduklarında sevinçle çığlık atar, elleriyle toplarlardı. Toprakları, çamuru umursamazlardı, çünkü bu onların rızkıydı. Çuvallar, tenekeler hızla dolar, gece ay ışığında geri dönerlerdi.

Köyde, sokak lambaları yeni yanmaya başlamıştı. Hozelek, menekşe toplamasından dönenler, yorgun ama mutlu, evlerine dönerken bu ışıkların altından geçerlerdi. Ertesi günde tekrar hozelek toplamaya devam ederlerdi, umutla ve heyecanla. Bahçe sahipleri hozelek toplayanlardan hoşlanmazdı, çünkü onlar çalıları karıştırır, dağıtırlardı. Öğretmenler çocukları uyarırdı, ekosistemi bozduklarını söylerdi, ama dinleyen olmazdı. Hozelekçiler, evlerine gidince topladıkları hozelekleri güzelce yıkayıp tenekelere koyar, beslenmeleri için de onları taze yeşilliklerle beslerlerdi. Onlar için bu, bir iş değil, bir sorumluluktu. Çünkü satıp para kazanacaklardı.

Sabah güneşinin ilk ışıkları Barguzu köyünü aydınlatırken, köy halkı hareketlenmeye başlardı. Caminin önünde, asırlık çınar ağacının altında telis çuvalları ve şeker torbalarına doldurdukları hozeleklerle bir grup insan, at arabacı Necati’nin ya da Gıjik Ali'nin Ford minibüsünü bekliyorlardı.  Birden, uzaktan gelen bir gürültü duyuldu. Bu; köyün sessiz sokaklarında yankılanan at arabasının sesiydi. Araba, tekerleklerinin tozunu savurarak ilerlerken, köylüler heyecanla beklemeye başladılar. At arabası yaklaştıkça, insanlar arasında heyecan ve telaş arttı. Bazıları ellerindeki salyangoz çuvallarını, sepetler içindeki menekşeleri bir araya topladı, diğerleri ise at arabasının yanına doğru koştu. Araba durduğunda, köylüler at arabasının etrafını sardılar. Neşeyle koşarak arabaya yaklaştılar, ellerindeki sırtlarındaki hozelek torbalarını, menekşe sepetlerini at arabasına koyarak arabaya bindiler.

At arabacı atı kamçılayarak arabayı hareket ettirdi. Yeşilyurt - Malatya yolunun kenarları, meyve ağaçlarının gölgeliği altında gizlenmiş gibiydi, sanki bir ormanın içinden geçiyordunuz. Yolun iki tarafında dut ağaçları, kayısı, elma, kiraz, erik ve meyve bahçeleri uzanıyordu. Tecde göl durağı elektrik santralına kadar, at arabası sessizce ilerliyordu, geçtikleri yerde "Ziraat Vekâleti’nin Bahçe Kültürleri İstasyonu'nun "tabelası göz kırpıyordu. Burada, köylülere ve bağ bahçe sahiplerine meyve fidanları satılıyordu. Kuyu önü mezarlığını geçip, Ancarlı’dan,  Paşa Köşkü’nden şehre giriş yapıldığında, at arabası artık yavaşlamıştı, hayvanların soluk alıp verişleri duyuluyordu. Kan ter içinde kalmış, yorgun bir haldeydiler. Teze Camii'nin yakınında durdular ve yolculukları sona erdi. 

Hozelekçi Veli'nin dükkânı, köy halkının umudu ve kazancının merkeziydi. Herkes, ellerindeki hozelekleri satmak için sabırsızlanıyordu. Malatya Şire Pazarının arka tarafında Kasap Pazarında Hozelekçi Veli'nin dükkânı vardı. Dükkânın önü, bağ köylerinden gelen hozelek satan her yaş grubundan insanlarla dolup taşıyordu. Veli dayı, fötr şapkasıyla başını örterek, kara şalvarını giymiş, ayağında yumurta topuklu ayakkabılarıyla dükkânının önünde dikilmişti. Pos bıyıklı, iri siyah gözleriyle etrafa dikkatlice göz gezdiriyor, geleni gideni titizlikle izliyordu.

Telis çuvallarıyla getirilen hozelekler, dükkânın önünde bulunan kantarda tartıldıktan sonra teslim ediliyordu. Dükkânın önündeki kamyonun kasasındaki tel kafeslere satın alınan hozelekler konuyordu. Arada bir, hozeleklerin canlı kalması için tenekelerle üzerlerine su serpiştiriliyordu. 

Ancak en ilginç olanı, hozeleklerin Avrupa'ya ihraç edilmek üzere işlenerek veya işlenmeden toplanan salyangozlarla birlikte gönderildiği bilgisiydi. Uzakdoğu’da afrodizyak, kanser hastalığının çaresi ve gençlik iksiri olarak anılıyor. Uzakdoğu mutfağının en sevilen gıdalarından biri. Kabuğu kozmetik başta olmak üzere birçok sektöre hammadde oluyor. Salyangozların Fransızlarca sevilen bir yiyecek olduğu ayrıca vurgulanıyordu.

Gün boyunca Hozelekçi Veli'nin dükkânı, hareketlilik ve renk cümbüşüyle dolup taşıyordu. Köylerden gelenler, şehirdeki yaşamın telaşına karışıp, hozeleklerini ayrı, menekşelerini gezerek satıp mutlu bir şekilde evlerine dönerken, Veli dayı kendi dükkânının önünde, işlerin güzel ve bereketli olduğu bir gün daha geçiriyordu.

Yeşilyurt Bostanbaşı’ndan İsmail Akgül’ün Hatıraları

Yeşilyurt’un eski Bostanbaşı köyünde, 75 yaşındaki İsmail Akgül’ü ziyaret ettiğimde sonbaharın ağır sessizliği bahçeye çökmüştü. Yapraklarını çoktan dökmüş kiraz, armut, elma ve hurma ağaçları kuru dallarıyla gri gökyüzüne asılı gibiydiler. Bir köşede solmuş güller, mevsimin vedasını sessizce kabul etmiş duruyordu.

6 Şubat depreminde yıkılan bağ evinin yerine yerleştirilmiş bir konteynerin önünde eski ahşap divana oturmuştu İsmail Bey. Gözlüklüydü; gözleri çakır, yüzünde yılların biriktirdiği çizgiler vardı. Saçları başının iki yanına kümelenmiş, ortası zamanın izleriyle açılıp gittikçe genişlemiş kel bir alan bırakmıştı. Beli bükülmüş, yürüdüğünde ayaklarını sürüyordu. Konuşmaya başladığında sesi titrek ve ağırdı; adeta her kelimeyi geçmişin içinden çekip çıkarıyordu.

“Eski Şire Pazarı’nda dükkânım vardı,” dedi. “Salyangoz alımı hep iki sezonda olurdu. İlki pastırma sıcaklarıyla birlikte kasım, aralık ayında… İkincisi ise baharın başında, mart ortasında sıcaklar yükselirken… Çiçekler açmadan önce, sulak yerlerde, çalı diplerinde, yaprakların altında saklanırdı salyangozlar. Çocuklar, köylüler toplardı. Yeşilyurt bağ köylerinden getirildiği gibi Adıyaman’dan da gelen olurdu.”

Toplanan salyangozlar çuvallara doldurulur, kamyonlara yüklenirdi. İsmail Akgül o günleri hatırlarken uzaklara bakıyordu:

“Kamyonlarla önce Adana’ya götürürdüm. Orada su ürünleri ve canlı hayvan ticareti yapan Yusuf Bey vardı, ona teslim ederdim. Oradan Bursa’daki fabrika için tırlara yüklenirdi.

Bursa’daki fabrikanın sahnelerini anlatırken sesi bir an duraksadı:

“Kasalara doldurulan salyangozlara sıcak su dökülürdü. Kabuklarından çıkmaları için… O anda çıkan sesleri unutamam. Öyle bir gürültü, öyle bir uğultu… Hâlâ kulağımı sızlatır. İnsan ister istemez içi burkuluyor.”

Fabrikada işlenen salyangozlar daha sonra paketlenir, konserve yapılırdı. Son durak ise Avrupa sofralarıydı.

“Bizim köyün çalı dibinde topladığımız hozeleği, Avrupalılar en pahalı tabaklarda yerdi,” dedi buruk bir gülümsemeyle.

Konteynerin önünde otururken rüzgârın uğultusu, solan bahçenin kokusu ve İsmail Akgül’ün kırık ses tonu; geçmiş ile bugün arasında ince bir çizgi kuruyordu.

O gün sadece salyangoz ticaretini değil, bir devrin çalışma kültürünü, geçim mücadelesini, emeğin değerini dinlemiş oldum.

Gençler, çocuklar salyangozları satıp paralarını ceplerine koyduktan sonra, sevinçle çarşıya dağılırlardı. Bazıları sinemaya gitmeyi tercih ederdi. Sinema perdesindeki renkli dünyada birkaç saat geçirerek günlük sıkıntılarından uzaklaşırlardı. Dükkânlardan gofret, şeker sucuğu, kaynana şekeri, leblebi alır, kimileri ise lokantalara yönelirdi. Burada sevdikleri yemekleri tadarak hoşça vakit geçirir, stres atarlardı. Bir kısmı ise yeni bir ayakkabı veya elbise almanın keyfini çıkarırdı. Çarşıdaki dükkânlarda dolaşıp kendilerine bir ödül almanın mutluluğunu yaşarlardı. Kimileri ise bisiklet ya da motosiklet kiralayarak şehrin sokaklarında gezinir, hızın ve özgürlüğün tadını çıkartırlardı. Gün boyunca harcadıkları paralarla ev bütçelerine katkı sağlayanlar da vardı. Bir kısmı çocuklarının okul harçlıklarını karşılamak için kullanırken, bir kısmı da ev ihtiyaçlarını karşılamak için harcardı. Hepsi de köylerine neşe içinde dönerdi, geçirdikleri güzel günün keyfini yaşayarak.

Şimdi hozelek toplayarak cep harçlıklarını çıkarıp alış veriş yapanlar sinemaya gidenlerin o günleri yılları geride kalmıştı. Hozelek toplayıcıları, elma kokulu toprak damların, sıcak saç sobalarının özlemini çekerken, içindeki çocukluk anılarına sığınıyorlardır. Barguzu'nun o eski sokaklarında dolaşırlarken, gözleri yeniden o eski günlerin mutluluğunu arıyordur. Ama artık o günler geride kalmıştı, sadece anılarında yaşayan bir zaman dilimiydi.

Bugün…

Şimdi o at arabaları yok, menekşe kokulu torbalar yok, çocuk çığlıkları yok. Onların yerinde beton evler, otoyollar ve sessizlik var. Ama o günler, o çocuklar ve o bahar sabahları hâlâ yaşayanlar için bir yerlerde duruyor:

Hatırada,

Kalpte,

Ve toprağın sakladığı eski bahar seslerinde…

***

Yazının ve fotoğrafların tamamı için şu linki ziyaret edebilirsiniz:

https://fikridemirtas44.blogspot.com/2024/02/barguzuda-hozelek-avclar.html?m=1

Fikri DEMİRTAŞ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız