Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Cumhur İttifakı'nı ülkemizin son yıllardaki en önemli kazanımlarından biri olarak görüyor ve geleceğe taşımak istiyoruz. Bu ittifakın ruhuna zarar verecek hiçbir işin içinde olmadık, olmayız. Milletimizin bize emaneti olan cumhur ittifakını günlük siyasi tartışmaların üzerinde tutmak istedik. Gördük ki MHP kendisi için çok farklı bir tercih yaptı. Saygı duyarız. Söyleyeceğimiz tek şey; yerel seçimlerde mademki biz yolumuza diyorlar bizde herkes kendi yoluna deriz” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti TBMM Grup Toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, partisinin grup toplantısında yaptığı ittifak açıklamalarına ilişkin bir değerlendirmede bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yeni yönetim sisteminin inşası gibi temel konularda ittifak içinde olmak, iki ayrı siyasi partinin her konuda aynı çizgiyi takip etmesini gerektirmiyor. AK parti ve MHP her biri kendi politikaları olan iki ayrı partidir. Anlaştığımız hususlarda birlikte hareket ederken, farklı düşündüğümüz konularda da her birimiz kendi yolumuzu takip ederiz. MHP ile son dönemde; af, erken emeklilik, Danıştay’ın kararı gibi kimi hususlarda farklı düşündüğümüz görülüyor. Bu farklılıklarla ilgili değerlendirmelerimizi mümkün olduğunca yapıcı bir dille ifade ettik. Politikalarımızı sonuna kadar savunuruz ama kimseye kişisel olarak saygısızlık etmeyi aklımızın köşesinden geçirmeyiz. Bizim siyaset tarzımızda böyle bir üslubun yeri yoktur. Af meselesi ilk gündeme geldiğinde hemen arkadaşlarımıza talimatı verdim: Bu işi tüm boyutlarıyla masaya yatırın. Karşımıza çıkarılan manzara bize teklif edilen tarzda bir düzenlemenin milletimizin vicdanını rahatsız edecek neticelere yol açacağını gösterdi. Bunun içinde teklife sıcak bakmadığımızı çeşitli örneklerle anlatmaya çalıştık. Burada temel ilke; bir devlet kendisine karşı işlenen suçları af yetkisine sahip olabilir ama halkına milletine kişilere karşı işlenen suçları af yetkisine devlet sahip değildir. Eğer adalet mülkün esası ise o zaman biz bu mülkü ayakta tutmak için adil davranmaya mecburuz. Kalkıp da uyuşturucu baronlarıyla, uyuşturucu baronlarına torbacılık yapanları bir araya getirmek veya ayrı ayrı değerlendirmek bunu anlamakta mümkün değil. Biz devlet olarak uyuşturucu baronlarıyla da, torbacılarla da, onu içenlerle de mücadele ettik. Hiçbir dönemde uyuşturucularla veya uyuşturucu müptelaları ile mücadelede bizim iktidarımız döneminde olduğu kadar yoğun mücadele verilmemiştir. Şu anda 50 binin üzerinde cezaevlerinde sadece uyuşturucu mahkumu var. Allah aşkına bunlara kader mahkumu diyebilir miyiz? ‘İşte aldatılmış’ Ne demek aldatılmış. Bu 6, 7, 8 yaşında çocuk mu? Hepsi de bu işi gayet iyi bilen, hem içen hem satan hem de bu işin aracılığını yapan tipler. Bunlara mı kader mahkumu diyeceğiz. Katillere mi kader mahkumu diyeceğiz. Hırsızlık yapanlara mı kader mahkumu diyeceğiz. Say saya bildiğin kadar. Ama biz devlete karşı işlenen suçlarda devlet olarak burada yapılabilecek olan ne varsa yapmaya gayret ederiz. Biz devlet olarak bir katili affettiğimiz zaman maktulün ailesine acaba bunu nasıl anlatacağız” diye konuştu.
Emeklilikte yaşa takılanlar ile ilgili çıkan tartışmalar hakkında da konuşan Erdoğan, “Karşımıza ülkemizin kaldıramayacağı benzer bir yükün fotoğrafı çıktı. Bu konulardaki kararı meclisimiz ve milletvekillerimiz verecektir. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı olarak böylesine önemli konulardaki hissiyatımızı, milletimizle paylaşmamızdan daha tabi bir şey olamaz. Bunun ötesinde bizim kimseyi ne kurum ne de isim olarak hedef almamız söz konusu değildir. Sosyal medyadaki kimi açıklamaların yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığını düşünüyorum ve üzülüyorum” ifadelerini kullandı.
"Bize göre milletimizin en büyük, en etkili andı İstiklal Marşı’dır"
Danıştay'ın 'Andımız' kararından sonra çıkan tartışmalara yönelikte değerlendirme yapan Erdoğan, konuya ilişkin şunları söyledi:
"Geride bıraktığımızı sandığım bir konuydu. 2013 yılında bu meseleyi çözmüştük. Danıştay’ın ilgili dairesi birikimine ve yetkinliğine inandığımız hukukçularımızın ifade ettiği gibi yetki aşımı yaparak bu konudaki düzenlemeyi iptal etmiştir. Türkiye’yi geldiği yer itibariyle kesinlikle hak etmediği bir tartışmanın içine sürükleyen bu karar bir takım eski hastalıkların bünyemizde yaşadığını gösteriyor. 2. Dünya Savaşı iklimi öncesinde tek parti CHP’si döneminde başlatılan bir uygulamayı bugünün demokratik, özgürlükçü, aydınlık Türkiye’sinde hala sürdürmeye çalışmak yanlıştır. Andın ilk halini Türk Ocaklarını kapatmasıyla üniversiteleri perişan etmesiyle bilinen tıp doktoru Reşit Galip yazmıştır. İnsanları kafataslarına göre sınıflayan çalışmaları destekleyen bu kişi aynı zamanda Türkçe ezan zulmünün de mimarıdır. Bunun yazdığı andı şu anda hala tartışıyoruz. Daha sonra bu ant metni değiştirile değiştirile kullanılmıştır. Bize göre milletimizin en büyük, en etkili andı İstiklal Marşı’dır. İstiklal Marşı dışında bir ant tanımıyoruz ve tanımayacağız. Türküm ben. Ama şunu söyleyim: Ben Türkçü değilim. O başka bir şey o başka bir şey. Irkçılık bizim dinimizde yasaklanmıştır. Her etnik unsur kendi etnik unsuru ile iftihar edebilir. Türk’te eder, Kürt’te eder, Laz’ı da eder, Çerkez’i de, Roman’ı da eder ama cılık cılık etmez. Sizin Türkçülük yapma hakkınız var ama öbür tarafta benim Kürt vatandaşımın siz böyle yaptığınız zaman Kürtçülük yapma hakkı doğar. Bırakalım Türk Türklüğü ile Kürt Kürtlüğü ile övünsün, Laz Lazlığıyla, Roman Ramonlığıyla, Çerkez Çerkezliğiyle övünsün ama asla bunu kalkıp da ırkçılık yapma boyutuna taşımayalım. Bunu yaptığınız anda ayrımcılık yapmış olursunuz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 81 milyon vatandaşımızın tamamının ortak devleti olduğuna göre sembolik unsurlarımızın da hepimizi kucaklaması gerekir. Bizim rabiamız tam da bu anlayışın ifadesidir.”
Bekir Bozdağ duygulandı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Bekir Bozdağ’ın açıklamalarına yönelik yaptığı değerlendirmelere ilişkin, "Bizim ortaya koyduğumuz bu fotoğrafta tek tipçi rejim özentisi bir metnin çocuklarımıza her sabah okutulmasının yeri var mıdır? Konuyu hukuki boyutuyla değerlendiren Anayasa Komisyonu Başkanımızın kökeni ve meşrebi üzerinden gerçekten incitici ve ayrımcı tarza indirgenmesinin kime ne faydası vardır. Bir taraftan ben kökeniyle uğraşmam diyeceksin, ben ayrımcı değilim diyeceksin ama Anayasa Komisyonu Başkanımız benim şu anda milletvekilim ve yıllarca bu ülkede Bakanlık yapmış olan arkadaşımıza bu şekilde bir taraftan hakaret bir taraftan da tehdit savuracaksın. Bakanımıza yönelik bu tehdidi ve hakareti bir genel başkana yakıştıramadım. Bu çok çok üzücüydü. Buna yol arkadaşımı feda edemem. Bunu bir defa bilmeleri lazım. Benim bu yol arkadaşımın yakından uzaktan ırkçılıkla bir alakası yok. Kökeni Kürt olabilir ama kendisi bu ülkede bu millete hizmet etmenin aşkını yaşamış olan bir arkadaşımızdır. Niye hedef saptırıyoruz, niye böyle bir damgalama yapıyoruz. Bu bakanımızın şehrine ve ülkesine ne büyük hizmetler yaptığının en yakın şahidi bizleriz. Hiçbir arkadaşımızın işini yaptığı için hakarete uğramasına, tehdit edilmesine göz yumamayız. Esasen bizim ne Türkle, ne Türklükle, ne de söz konusu metindeki ifadelerle bir sıkıntımız yok" açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözleri üzerine Bekir Bozdağ duygulandı.
"Cumhur İttifakı'nı ülkemizin son yıllardaki en önemli kazanımlarından biri olarak görüyor ve geleceğe taşımak istiyoruz” diyerek sözlerini sürdüren Erdoğan, "Bu ittifakın ruhuna zarar verecek hiçbir işin içinde olmadık, olmayız. Milletimizin bize emaneti olan Cumhur İttifakı'nı günlük siyasi tartışmaların üzerinde tutmak istedik. Gördük ki MHP kendisi için çok farklı bir tercih yaptı. Saygı duyarız. Söyleyeceğimiz tek şey; yerel seçimlerde madem ki biz yolumuza diyorlar bizde herkes kendi yoluna deriz" açıklamasını yaptı.
"Kaşıkçı’nın bu ziyaretinin cinayeti planlayıp icra eden ekibe haber verildiği anlaşılıyor”
Öldürüldüğü kesinleşen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili açıklamalarda bulunan ve yaşanan olaya ilişkin detaylı bilgi veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Cemal Kaşıkçı ilk olarak 28 Eylül Cuma günü saat 11.50’de evlilik işlemleri için Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğuna gidiyor. Kaşıkçı’nın bu ziyaretinin cinayeti planlayıp icra eden ekibe haber verildiği anlaşılıyor. Yani bir planlama, yol haritası burada çalışmaya başlıyor. Konsolosluk görevlilerinden bazılarının acele ile ülkelerine gitmeleri, hazırlık çalışmalarının orada yapıldığına işaret ediyor. 1 Ekim tarihinde saat 16.30’da, operasyondan bir gün önce, 3 kişilik bir ekip tarifeli sefer ile İstanbul’a inip önce otele, sonra Başkonsolosluğa gidiyor. Bu arada Başkonsolosluktan bir başka ekip de Belgrat ormanı ve Yalova’da keşif çalışmaları yapıyor. 2 Ekim saat 01.45’te 3 kişilik ikinci ekip yine tarifeli sefer ile İstanbul’a gelip otele yerleşiyor. Aralarında generallerin de bulunduğu 9 kişilik üçüncü ekip ise özel bir uçak ile havalimanına inip başka otele hareket ediyor. Toplam 15 kişiden oluşan bu ekip sabah 09.50 ile 11.00 saatleri arasında başkonsoloslukta buluşuyor. Önce başkonsolosluğun kamera sistemindeki hard disk sökülüyor. Bu arada Cemal kaşıkçı 11.50’de telefonla aranıp o günkü randevusu teyit ediliyor. Aynı gün erken saatlerde Londra’dan İstanbul’a dönen Kaşıkçı, saat 13.08’de konsolosluk binasına yaya olarak giriyor. Nişanlısı kendisi ile beraber. Bu saatten sonra bir daha kendisinden haber alınamıyor. Akşam saat 17.50’de ülkemiz resmi makamlarına nişanlısı tarafından Kaşıkçı’nın konsolosluk binasında zorla alıkonduğu veya başına bir şey geldiği konusunda başvuru yapılıyor. Bunun üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğümüzün ilgili birimleri hemen tahkikat başlatıyor. Bölgeyi gören güvenlik kameralarının incelenmesi sonrasında Kaşıkçı’nın başkonsolosluk binasından çıkmadığı kesinlik kazanıyor. Viyana Sözleşmesi gereği diplomatik dokunulmazlığa sahip oldukları için, bu da tartışma konusu oldu artık, artık bu Viyana sözleşmesi de büyük bir ihtimalle masaya yatırılacak, başkonsolosluk binası ve görevlileri hakkında ilk etapta fiili bir işlem yapılamadı. Emniyet ve istihbarat birimlerimiz hadiseyi derinlemesine araştırırken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımız da görevlendirdiği savcılar eli ile soruşturma açıyor. Araştırma ve soruşturma derinleştikçe çok ilginç bilgilere ulaşıldı. Öncelikle cinayetin olduğu günün arifesinden başlayarak çeşitli uçaklarla 15 Suudi güvenlikçi, istihbaratçı ve adli tıpçının ülkemize geldikleri görülüyor. Bu kişilerden 6’sının 2 Ekim akşamı saat 18.20’de, 7’sinin de saat 22.50’de özel uçaklarla ülkemizden ayrıldıkları tespit ediliyor. Kıyafeti, gözlüğü ve sakalı ile Cemal Kaşıkçı’ya benzetilmeye çalışılan bir diğer kişi ve yanındaki şahsın da gece yarısından sonra tarifeli uçak ile Riyad’a hareket ettikleri belirleniyor. Olay günü konsoloslukta çalışan personel denetleme olduğu gerekçesi ile bir odada toplanıyor, ikamette görevli personele de yine aynı sebeple izin veriliyor. Suudi Arabistan yönetimi ise 4 Ekim’de yaptığı açıklama ile Kaşıkçı’nın öldürüldüğü ile ilgili iddiaları önce tümüyle reddediyor. Hatta Başkonsolos 6 Ekim’de Reuters muhabirini içeriye davet ederek dolapları, elektrik panolarının kapaklarını açıp kapatmak suretiyle lakayt bir havada kendisini savunmaya çalışıyor. Gerek emniyet ve istihbarat birimlerimiz, gerek savcılığımız soruşturmalarını derinleştirerek sürekli yeni bilgiler ortaya çıkarmaya gayret ediyor. Dışişleri bakanlığımız da kendi muhatapları ile meseleyi sürekli görüştü, bilgi paylaşımında bulundu. Suudi Arabistan ülkemize 11 Ekim’de gelen özel temsilcilerden oluşan bir heyet çeşitli temaslar gerçekleştirdi. Konunun dünya ve ülkemiz medyası tarafından sürekli gündemde tutulması karşısında Suudi yetkililer konsolosluk binasının aranmasına izin vereceklerini açıkladı. Önce bazı şeyleri sormak ve cevabını aramaz zorundayız. Zira bu olay İstanbul’da cereyan ediyor, sorumluluk makamındayız, bunu sorgulamak hakkımızdır. Meselenin üzerindeki sis bulutunu ortadan kalkmaya başladıkça diğer ülkeler harekete geçtiler. Biz de her fırsatta bu cinayet karşısında sessiz kalmayacağımızı, her türlü adımı atacağımızı ifade ettik, kimseyi haksız yere zan altında bırakmamak için araştırmaların sonucunu bekledik. Suudi Arabistan Kralı ile 14 Ekim’de yaptığımız ilk telefon görüşmesinde kendisine meseleyi elimizdeki bulgular ışığında anlattım. Bu görüşmede olayı araştırmak üzere kendisinin daha gönderdiği bir heyet ile yaptığım görüşmeyi ve bu görüşmede bir ortak çalışma grubu oluşturma konusundaki kararlılığımızı da ifade ederek bu ortak çalışma grubu ile çalışmaların başlaması konusunda mutabık kaldık. Kral’ın talimatı üzerine başkonsolosluk binasına giren savcılık makamı ve emniyet müdürlüğümüze bağlı ekipler burada çeşitli incelemeler yaptı. Daha önce Başkonsolos böyle bir şeye müsaade etmediği gibi gelen ilk heyete. Ben bu Başkonsolosun yetersizliği ile alakalı, kifayetsizliği ile alakalı bazı şeyler söyledim, aynı şeyi Sayın Kral Hazretlerine de söyledim. Bunun neticesinden Başkonsolos görevinden alındı. 18 Ekim’de bir kez daha başkonsolosluk binasında inceleme yapıldı. 19 Ekim tarihinde, yeni cinayetten 17 gün sonra Suudi Arabistan yönetimi Cemal Kaşıkçı’nın başkonsolosluk binasında öldüğünü resmen kabul etti. Yönetim adına yapılan açıklamalarda Kaşıkçı’nın başkonsoloslukta çıkan bir arbede sırasında öldüğü söylendi. Aynı gün geç saatlerde Kral Selman ile bir telefon görüşmesi daha gerçekleştirdik. Cinayetin kabulünün ardından olaya karıştığı belirtilen 18 kişinin tutuklandığını bana ifade etti. Ülkemize verilen listedeki kişilerin emniyet ve istihbarat birimlerimizce olaya karıştıkları tespit edilen kişilerle aynı olduklarını görüyoruz. Yani bu gelen 15 kişi, artı 3 kişi. Bu gelişmeler cinayetin resmen kabul edilmesi bakamından elbette önemlidir. 21 Ekim’de de Sayın Trump ile kapsamlı bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek olayın aydınlatılması konusunda mutabık kaldık. Türkiye olarak biz bu tüm süreci devlet ciddiyetine, uluslararası hukuka ve ülkemiz mevzuatına uygun şekilde yürüttük. Buna rağmen ülkemizi karalamak, töhmet altında bırakmak için çeşitli medya mecralarında yoğun bir kampanya yürütüldü. .iz bu kampanyaların kimler tarafından ne amaçlı yürütüldüğünü biliyoruz. Ülkemizin itibarına yönelik bu suikast girişimleri bizi gerçekleri arama çabamızdan alıkoyamadı. Her şeyden önce bu cinayet Suudi Arabistan toprağı sayılan konsolosluk binasında işlenmiş olabilir, unutulmamalıdır ki, burası Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içindedir. Viyana Sözleşmesi de diğer uluslararası hukuk kuralları da böyle vahşi bir cinayetin soruşturulmasının diplomatik dokunulmazlık zırhının altına gizlenmesine izin vermez. Biz sınırlarımız içinde işlenen bu cinayeti elbette tüm boyutları ila araştıracak ve gereğini yerine getireceğiz. Cemal Kışıkçı’nın Suudi Arabistan vatandaşı sıfatı yanında dünya çapında tanınan bir gazeteci olması bu konuda bize uluslararası bir sorumluluk ta yüklüyor. Türkiye kendi egemenlik hakları yanında uluslararası toplum adına insanlığın ortak vicdanının temsilcisi olarak bu meselenin takipçisidir. Şuana kadar ortaya çıkan bilgiler ve deliller Cemal Kaşıkçı’nın vahşi bir cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Böyle bir vahşetin örtbas edilmesi tüm insanlığın vicdanını yaralayacaktır” diye konuştu.
"Planlı bir operasyonun ürünü olduğu yönünde elimizde güçlü emareler bulunuyor”
Suudi Arabistan yönetiminin cinayeti kabul ederek önemli bir attığını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bundan sonra kendilerinden meselenin en altından en üstüne kadar tüm sorumlularını açık yüreklilikle ortaya çıkarmalarını ve hukuk önünde gereken cezaya çarptırılmalarını bekliyoruz. Cinayetin anlık bir hadiseden kaynaklanmadı, planlı bir operasyonun ürünü olduğu yönünde elimizde güçlü emareler bulunuyor. Mevcut bilgiler ışığında şu sorular herkesin kafasını kurcalamaya devam ediyor, olaylı ilişkili vasıflara sahip bu 15 kişi cinayet günü niçin İstanbul’da toplandı, biz bu soruya cevap arıyoruz. Bu kişiler kimden emir alarak oraya gelmişlerdir, başkonsolosluk binası neden hemen değil de günler sonra incelemeye açılmıştır, cinayet açıkça ortadayken onca tutarsız açıklama niçin yapılmıştır, öldürüldüğü resmen kabul edilen bir kişinin cesede neden ortada yok, cesedin yerli işbirlikçiye verildiği ifadesi şayet doğruysa, çünkü bu açıklamayı yetkili bir ağız yapıyor, şimdi soruyorum, bu yerli işbirlikçi kimdir? Sıradan birisi bu yerli işbirlikçiden bahsetmiyor, Suudi Arabistan'ın yetkili bir ağzı söylüyor, bu yerli işbirlikçiyi açıklamaya mecbursun. Kimse bu sorular cevaplanmadan meselenin üzerinin kapanacağını aklından bile geçirmesin. Bu çağrım Suudi Arabistan Kralı başta olmak üzere üst yönetiminedir, olayın cereyan ettiği yer İstanbul’dur. Dolayısıyla 18 tutuklunun yargılanmasının İstanbul’da yapılması teklifimizdir. Taktir kendilerinindir, ama bu benim teklifimdir, talebimdir” şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması hem İngilizce hem de Arapça'ya çevrildi. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti'nin sitesinde de İngilizce ve Arapça olarak canlı yayınlandı.
Ankara, iha