Ecz. Feridun OĞUZ
1976 yılının 16 Kasımında bir Bedford kamyonun şoför mahallinde ayrıldım ana-ata toprağımdan.
Yanımda arkadaşlarımın yolluk olarak getirdiği 1 paket kaçak Kent ve 1 paket Pall-Mall sigara, bir kutu kuru pasta ve ardımda 16 yaşındaki ergen yüreğimin yarısı
Havada çoğunun içini ısıtan ama benim yüreğimi kavuran yazdan kalma bir güneş, aklımda bir gün mutlaka geri döneceğim fikriyle tırmanmaya başladı eski kamyon Beylerderesinin dik yokuşundan.
Çok değişmemişti ne duygularım ne de fikirlerim uçağın tekerleri Erhaç havaalanının ıslak pistine değdiğinde birkaç gün önce.
Kısmet olursa birkaç yıl içinde yerleşirim düşüncesi yine vardı aklımın bir köşesinde ve sinemde, ergen yüreğimin yarısının toprak olduğunu öğrenmenin acısı.
Nereden bilebilirdim 76 yazı başlarında Malatya Sümerbankta teknik eleman olarak çalışan babamın iktidardaki 2.M.C.hükümetinin MSP li sanayi bakanı tarafından sırf ayda bir iki kez içtiği 2 duble rakı yüzünden sürgüne gönderilmesinin bu gün iyice yayılan bir ormanının ilk tohumları olduğunu.
Nasıl aklıma gelirdi şimdi yerinde yeller esen Sümerbank lojmanlarında yan komşumun akranım olan çocuğuna sen alevi misin? diye sormak ya da karşı komşu Lüsyyen hanım teyzeye paskalyalarda bana getirdiği yemeye kıyamadığım yumurtaları niçin boyadığını sormak.
Hiç düşünebilir miydim Sıtmapınarında, Dörtyol da, Şire bazarında, Akpınar da biribirlerini gördüklerinde canı gönülden sarmaş dolaş olup saygı ve sevgiyle selamlaşmanın yerini inatçı keçilerin köprüde karşılaştıklarında yaptıkları gibi sanki tokuşturma şeklinde bir selamlaşmaya terk edeceğini.
Daha 8-9 yaşlarımdayken hiç olmazsa ayda 1 kez bir piyes seyrettiğim Halkevinin, Renkli,Can,Melek,İstanbul sinemaları ve birkaç yazlık sinemanın ya işlevlerinin ya da kendilerinin yerinde yeller eseceğini nasıl öngörebilirdim.
70 li yılların başında su tutmaya başlayan Keban havzasında kalan topraksızlaştırılmış ve yanlış yönlendirilmiş köylüye ödenen istimlak bedelleriyle şehrin muhtelif yerlerinde pıtrak gibi çoğalan Keban Bakkaliyesi ve Keban Kıraathanelerinin bu günkü yanlış şehirleşme ve göç olgusunun habercisi olduğu düşünülebilirdi belki.
Ama ben 10'lu yaşlardaydım düşünemezdim.
16 yaşındayken zorunlu olarak ayrılmak durumunda kaldığım gökkuşağının tüm renklerini barındıran ana-ata toprağımı 1987 ye kadar birkaç kez ziyaret edip özlem giderme fırsatım oldu.Ancak her ziyaretimde bir öncekine göre gökkuşağı renklerinden birisi eksilmiş gibi hissettim ve her defasında içim biraz daha burkuldu.
Ve 21 yıl sonra Turan Emeksiz Lisesi 77 mezunları buluşması için bambaşka duygularla, yepyeni heyecanlarla geldim birkaç gün önce vatanıma.
Fakat heyhat, birileri Turan Emeksizi hıyanet-i vataniyeden mahkum etmiş,o şerefli adı okuluma çok görmüşlerdi. Değişmişti okulumun adı.
Yeni bir okul yapmayı beceremeyenler okul adı değiştirip vazifelerini yapmışlar ve kendilerinde insan içine çıkacak yüzü bulmuşlardı nasılsa.
İki gün adım adım dolaştım Kernekte, Kanal boyunda, Emeksiz, Dörtyol, Sıtmapınarında aklımda yer etmiş renklerden hiç olmazsa birine tesadüf etmek umuduyla.
Ne mümkün!
Renk tayfını hızla döndürdüğünüzde tüm renklerin birleşerek oluşturduğu, renklerin en temizi bembeyaz olan yurdumun taşı toprağı gri, göğü daha bir koyu olmuş bildiğim renklerden eser kalmamıştı.
Uçağın tekerlekleri ayrılırken Erhaçın pistinden kapalıydı gözlerim. 48 yıllık düşümün 48 saatte nasıl bulanıklaştığı geçiyordu gözlerimin önünden.Bedford kamyonun şoför mahallinde yüreğimi kabartan,duygularımdan eser yoktu sanki.
Yine kabarmıştı yüreğim ama bu kez son defa uçağın penceresinden doğduğum toprakları görmek için aşağı baktığımda gördüğüm zifir karanlıktı bunun sebebi.
Gece miydi bu karanlığın müsebbibi yoksa ana-ata toprağımı da sarıp sarmalayan kara bulutlar mıydı onu kestiremedim?