İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından organize edilen Medya-Siyaset ilişkisi konulu konferansa konuşmacı olarak katılan AKP Amasya Milletvekili Prof. Dr. Naci Bostancı. medyanın görevini soylu biçimde yapması halinde iktidarların karanlık doğasına pencere açacağını belirterek ‘Bir güç ilişkisi, bir iktidar, üçüncü bir gözün denetiminden yoksun ise soysuzlaşmaya başlar. Medya, iktidar ve güç ilişkilerinin arka planını üçüncü bir göz olarak kitlelere aktardığı takdirde soylu görevini yapmış olacaktır’ dedi.
İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen ve AKP Amasya Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkan Vekili Prof. Dr. Naci Bostancı’nın konuşmacı olarak katıldığı ‘Medya-Siyaset İlişkisi’ başlıklı konferans dün üniversite yerleşkesindeki Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Konferansı, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İsmail Özer, Prof. Dr. Asım Künkül, Genel Sekreter Yardımcısı Cevdet Atalan, fakülte dekanları, öğretim üyeleri AKP Malatya İl Başkan Yardımcısı Murat Turgut, üniversite öğrencileri ve kalabalık bir kitle takip etti.
Dekan Prof. Dr. Karatepe: Siyaset-Medya İlişkisi Alanında En Yetkin Akademisyeni Malatya ile Buluşturmaktan Mutluyuz
Konferansın açılış konuşmasını yapan İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selma Karatepe, fakülte olarak öğrenci yetiştirmek, bilimsel araştırma yapmak ve eğitim faaliyeti yürütmenin yanı sıra Malatya’nın sosyo-kültürel ve siyasal birikimine katkı sunmak bağlamında bir dizi konferans ve panel düzenlediklerini ifade ederek, ‘Medya-Siyaset İlişkisi’ konferansının da bu kapsamda gerçekleştirildiğini kaydetti.
Hem siyaset bilimci hem de iletişim bilimci kimliği olan aynı zamanda da aktif siyaset içinde yer alan Prof. Dr. Naci Bostancı’nın Medya-Siyaset ilişkisi konusundaki en yetkin isimlerden biri olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Selma Karatepe, medya-siyaset ilişkisini akademik anlamda irdeleyen çok sayıda çalışmaya imza atan Prof. Dr. Naci Bostancı’yı Malatya ve İnönü üniversitesi ile buluşturmaktan dolayı mutlu olduklarını söyledi.
Dekan Karatepe, yoğun gündemi arasında konferans için zaman ayıran Prof. Naci Bostancı’ya, davetlerini kabul ederek Malatya’ya geldiği için teşekkürlerini belirtti.
Prof. Dr. Selma Karatepe’nin açış konuşmasından sonra konferansa geçildi.
Konuşmasına siyasetin tanımı ve doğası üzerine bir giriş yaparak başlayan Prof. Dr. Naci Bostancı’nın konuşmasından satırbaşları şöyle:
Diğer sosyal bilimlerle ilgilenmeden medya ile, iletişim ile ilgilenmek eksiklik olur. Tek bir akademik disiplinin dili ile hayatı anlamak mümkün değildir. İnsanı ve hayatı anlamak için farklı disiplinlerin farklı dillerine dayalı bir düşünsel repertuarımız olması lazım.
Ancak o zaman yeryüzünde siyasetten gündelik hayata, geleneksel dünyadan moderniteye insana ait toplam serüvene dair bir anlatı üretilebilir ve bir kanaat teşekkül ettirilebilir.
Siyaset dediğimiz aslında hayatın her alanında her şekilde karşımıza çıkan bir süreçtir. Fizikte hava neyse, günlük hayatta siyaset de odur.
Feministlere Katılıyorum: Özel İlişki de Politiktir
Siyaset denilince insanların aklına sadece siyasi partiler, iktidara ait işler, bu tür süreçler geliyor. Ama öyle değil. Siyaset en geniş anlamıyla mekanların düzenlenmesinden tutun toplumsal hayatta her türlü insani etkinlikte ve hatta kişiler arası mahrem ilişkilerde bile mutlak anlamda karşımıza çıkan bir gerçekliktir. Zaten öylesine bir perspektif olmaksızın alışılageldik manadaki siyasete dair de bir kanaat oluşturamayız.
İki kişi arasındaki özel ilişki bile politiktir derken aslında zımni olarak feministlere atıfta bulunmuş oluyorum. –Ki feministler son zamanlarda çeşitli sosyal bilim disiplinlerine önemli katkılar sağlıyorlar- Onların çok bilindik, çok yaygın tezlerinden biri de özel olanın politik olduğudur. Hiçbir ilişkinin politik olmaktan kendini bağımsız kılamayacağını, bu nedenle iki kişi ya da üç kişi arasında yaşanan ilişkilerin bile politik olduğunu ileri sürüyorlar. Çünkü hiçbir özel ilişki genel ilişkiden soyut değildir, kültürden soyut değildir. Her ilişki ilişkideki insanların geldiği kültürel dünyanın yansımasıdır. O yüzden aslında özel ilişki de yoktur. Özel ilişki dediğimiz, genel ilişkinin mahremiyet altındaki türevidir sadece.
Peygamber de Siyaset Adamıydı
Uzun yıllar siyaset bilimi okuttum. Sonunda aktif siyasete girdim. Yüce Allah’ın ironisi galiba…Bunun hikayesini başka bir zaman anlatırım…
Siyaset bilimi okuturken öğrencilerimin siyasete ilişkin tasavvurlarının hep olumsuz olduğuna tanıklık ettim. Siyasete ilişkin ne kadar olumsuz hatırlama varsa onları dillendiriyorlar. Ama bu gençlere örnek olarak aldığınız birkaç isim söyleyin dediğimde ise, ‘Atatürk’ diyorlar, ‘Peygamber’ diyorlar, ‘Fatih Sultan Mehmet, Napolyon, General Washington’ diyorlar… Ben de ‘Keratalar, siyaseti yerin dibine batırıyorsunuz, ‘aşağılık, alçak bir iş, insanları kandırma sanatı’ diyorsunuz ama örnek aldığınız kişilerin hepsi siyasetçi. Peygamber de bir siyaset adamı. Atatürk zaten siyasetçi. Sultanlar ne işle uğraşıyordu, siyaset yapıyordu. Hatta siyasetle sadece kendileri uğraşıyordu, başkalarının siyaset yapmasına izin vermiyorlardı. Aranızda ben Orhan Pamuk olmak istiyorum, Picasso olmak istiyorum diyen var mı, yok’ diyorum bu gençlere.
Hem siyaseti her türlü aşağılamaya layık göreceksin, hem de kendine örnek aldığın insanların hepsi siyasetçi olacak. Burada bir çelişki yok mu? Var elbette. Siyaset deyince soyut anlamda olumsuzluklar akla geliyor, somut anlamda ise parlak örnekler ve şahsiyetler akla geliyor.
Bir partinin Siyaset Akademisi derslerine de giriyorum. Ben o partinin adını (AKP) söylemeyeceğim, siz bilirsiniz. Oraya gelenlere de ‘Sizce siyaset nedir?’ diye soruyorum. Onlar tümüyle olumlu tanımlar yapıyorlar: ‘Siyaset hizmettir’, ‘Siyaset millete, devlete faydalı işler üretmektir’ diyorlar.
Bu durum, herkesin siyasete kendi durduğu yerden, kendi pozisyonuna göre anlam atfediyor.
Ama şu gerçek: Siyaset deyince birbirine zıt iki repertuar var. Birincisi siyaseti aşağılayan, ikincisi siyaseti yücelten repertuar. Haksız mıyız? Değiliz.
Siyasetin Bir Ucunda Cennet Bir Ucunda Cehennem Var
Aristo siyaseti sanatların en soylusu olarak nitelemişti. Evet, biliyoruz ki siyaset sanatların en soylusudur. Ve hakikaten siyaset, başka hiçbir sanatın soyluluk bakımından yapamayacağı kadar insanların, toplumların, ülkelerin kaderini pozitif anlamda değiştirebilir. Ama aynı zamanda yine siyaset sanatların en soysuzudur. Başka hiçbir sanatın, başka bir mesleğin yapamayacağı kadar bu dünyayı bütün insanlar için bir cehenneme çevirebilir. Başka hiçbir meslek siyaset kadar yıkıcı ya da yapıcı olamaz. Öyle olunca siyasetin bir ucunda cennet, diğer ucunda ise cehennem var.
Nietzsche insanı tanımlarken ‘İnsan iki sonsuzluğun arasında gerili iptir’ diyor. Gergin, tedirgin. Siyaset de galiba cennet ile cehennem arasında gerili ip üzerinde yürümek gibi bir iş. Kesin kategoriler yok, ‘Şurdayım’ demek yok, sürekli durduğun yeri, beyanlarını, sözlerini ve eylemlerini güncellemeni ve devamlı ‘Ben ne yapıyorum?’ sorusunu sorup, kendini sorgulamanı gerektiren bir iş. Eğer bunu yapmazsak, siyasetle uğraşan insanlar kendilerini sürekli sorgulamazsa, yaptıklarını soylu olarak zannetseler de soysuzluğa kayabilirler. Yahut da bambaşka mecralarda bambaşka işlerle ilgileniyor olarak bulabilirler kendilerini. Bu yönüyle siyaset her türlü yanılsamaya müsait bir iştir.
Osmanlı’da Hanedan Ailesi Dışında Siyaset Yapmak İsteyen Siyaset Meydanı’nda Asılırdı
İdeolojilerin dışında bir dünya yok. O yüzden yapılabilecek olanın en iyisi eleştirel bakabilmektir.
İktidarın, şiddetin ve cinselliğin karanlık doğası vardır.
Siyasetsiz bir dünya mümkün mü? Keşke olsa. Çünkü siyasetsiz bir dünya ancak bütün insanların, yeryüzündeki herkesin hem maddi hem de moral şartlar bakımından eşit olması halinde mümkündür. Eğer herkes eşitse, maddi ve moral olarak eşitse orada siyasete ihtiyaç yoktur. Çünkü siyasetin hayat kaynağı eşitsizliklerdir. Siyaset marifetiyle bu eşitsizlikler yeniden üretilir.
Osmanlı İmparatorluğu’na bakıyoruz, siyaset yapmak sadece Osmanoğulları’nın hakkıdır orada. Her kim ki Osmanoğulları’na ait olan bu hakkı ile ilgili olarak iddiada bulunup ‘Ben de siyaset yapacağım’ derse Siyaset Meydanı’nda asılırdı. Çünkü siyaset yapmak Osmanoğulları’nın hakkıydı sadece. Avusturya Habsburg Hanedanlığı’nda da durum farklı değildi.
Kitle İletişim Araçları Siyasetin En Önemli Unsuru
Modern zamanlarda kitleler ortaya çıktı. Seçme ve seçilme mekanizması devreye girdi. İşte kitlelerle birlikte, tam da böyle bir zamanda, kitlelerin de ruhuna uygun bir şekilde, siyasetin de en önemli unsurlarından biri olarak kitle iletişim araçları ortaya çıktı. Teknoloji ile toplumsal dönüşme arasında sıkı bir bağ ve paralellik vardır. Toplumsal gelişme kendisine uygun teknolojikleri çağırır.
Üniversitede hoca iken öğrenciler cep telefonlarını masanın üzerine korlardı. Bir gözleri bende, bir gözleri telefonda. Zannedersiniz ki, her an bir telefon gelecek ve o telefon o öğrencinin son şansı, kaçırılmaması gereken son şansıdır. Böyle bir görüşme (haşa) Tanrı ile olabilir ancak.
Hz. Musa Tur Dağı’na çıkmıştı, Tanrı ile konuşmak için. Modern insanın Tur Dağı’na çıkmasına gerek yok. Cebine cep telefonunu koyan herkes kendini Musa gibi görüyor ve cep telefonları birer dijital vahiy aracı gibi değerlendiriliyor. O yüzden masaların üzerinde ve gözler hep onda. Sanki vahiy gelecek. Bir kere çaldığında hemen koşup açmak gereken, kaçırılmaması gereken son çağrı gibi..Cep telefonlarının insana armağanı budur.
Modern teknoloji insanın uzantısıdır. Bakarsanız bütün icatlar insanın beş duyusunun uzantısıdır. Ama modern zamanlarda artık insan teknolojinin uzantısı konumuna gelmiştir.
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte gelişen bir başka alan kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçlarının hikayesi 300 yıllık bir hikayedir. Önce gazeteler, sonra radyolar, daha sonra televizyonlar ve bugün dijital medya. Hepsi kitle için. Kitleyi etkilemek, kitleyi dönüştürmek ve kitleyi esinlemek. Kimi zaman da kitleyi baştan çıkarmak. Ama aynı zamanda kitleye enformasyon akışı sağlamak, muhakemesine yardımcı olmak ve kamusal tartışmaların bir parçası yapmak.
Gazeteler deyince, tıpkı siyasette olduğu gibi… Dedik ya, soylu ya da soysuz. Medya için de aynı pozisyonlar geçerlidir.
Medya İktidarın Karanlık Doğasına Işık Tutmak Zorunda
Fransız İhtilali’nden bir yıl önce. Times Gazetesi yayın hayatına başlar. Çünkü kitlelerin ayak sesleri duyuluyordu. İyi bir yatırım olabilirdi. İyi bir öngörü, iyi bir yatırım oldu zaten. Times Gazetesi iktidarın karanlık ilişkiler dünyasına bir pencere oldu. İngiltere ile Kanada arasındaki kliente ilişkiler üzerine 1839’da ilk defa peşpeşe yazılar yayınladılar. Devlet sırrı konularında. Meğerse devlet sırrı değilmiş. Karanlık ilişkilermiş. Zadegan takımının çıkarlarına dayanan ilişkilermiş İngiltere-Kanada ilişkileri. Times Gazetesi bunu deşifre etti.
Herhangi bir güç ilişkisi, bir iktidar, bir otorite 3. bir gözün denetiminden yoksunsa soysuzlaşmaya başlıyor. 3. bir gözden, dışarıdan bir gözden yoksunsa soysuzlaşmaya açıktır o güç. Hele o güç kendine epik bir söylem, kutsal bir anlatım oluşturup kutsalla kendini tahkim ediyorsa, o kutsalın örtüsü altında her türlü çirkinliği yapabilir. Demek ki medyanın bir 3. göz olarak bu işlere odaklanması çok mühim. Medya bu görevini yapmak zorunda, yapacak. Medyanın tarihi bir misyonu var. Madem ki siyaset kitlelerin işi olmaya başladı, kitleler iktidar ilişkilerinin o karanlık, mahrem, bazen kutsallık atfedilen örtüsü altındaki alana ilişkin bilgi sahibi olmalıdır. Bunu da medya yapacak. Medyanın soylu görevi budur.
Rektör Prof. Dr. Çelik'den Prof. Dr. Bostancı'ya Plaket
Konferansın sonunda İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, AKP Amasya Milletvekili Prof. Dr. Naci Bostancı'ya üniversitedeki konferansı anısına plaket verdi.
Haber-Fotoğraf: Niyazi DOĞAN – Güler HAZAR