SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Derme'nin İzinde: Malatya'nın Hayat Suyuna Yolculuk

Derme'nin İzinde: Malatya'nın Hayat Suyuna Yolculuk
A- A+ PAYLAŞ

Eğitimci, gezgin, araştırmacı yazar Fikri Demirtaş, Malatya merkez ve çevresinin en önemli su kaynağı Derme’yi kaleme aldı. Derme’den “Malatya’nın hayat suyu” diye bahseden Demirtaş’ın yazısı şöyle:

***

Bir kentin hafızasında, suyun ve insanın direncine tanıklık…

Gökyüzü gri bir hüzünle örtülmüştü o sabah. 30 Temmuz 2025…Yol arkadaşım, İstanbul’dan gelen Malatyalı fotoğrafçı  Tahsin Aydoğmuş’la birlikte, 6 Şubat 2023 depreminin zamanı durdurduğu topraklara doğru yola çıkıyorduk.

Rotamız: Malatya’nın kadim yerleşimi Çırmıktı, yani bugünkü adıyla Yeşilyurt.

Malatya, depremden sonra hem yaralarını sarıyor hem de suyuyla yeniden var olmaya çalışıyordu.

Her damla, hem hayatın hem de umudun yeniden filizlenişiydi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Derme Çayı boyunca uzanan patikaya adım attık. Elimizde kamera, yüreğimizde merak; suyun sesine, toprağın kokusuna, insanların direncine tanıklık etmek için yoldaydık.

Yeşilyurt’ta vardığımızda, depremin en derin yüzüyle karşılaştık. Felaketin üzerinden üç yıl geçmişti ama izleri hâlâ tazeydi. Kimi evler tamamen çökmüş, kimileri yarım onarımlarla ayakta kalmaya çalışıyordu. Derme’nin serin akışı, sanki geçmişin ve bugünün hikâyesini bir arada taşıyordu.

Bir yanında yeşilin direnmeye çalışan tonları, diğer yanında betonla çevrilmiş yorgun kıyılar… Yürüdükçe anlıyorsun: Bu kentte su sadece içmek için değil, yaşamak için akıyor.

Derme’nin soğuk suları, yüzyıllardır Malatya’nın damarlarında dolaşan sessiz bir direniş gibi…

Arabamız sessizliğe gömülmüş sokaklardan geçerken kalbimizde ağır bir sızı büyüyordu.

Bir zamanlar insanların sesleriyle yankılanan, çarşının, mahallelerin, sokakların, kahkahaların, ezan seslerinin birbirine karıştığı bu ilçe, şimdi bir hayalet gibi.

Her köşe başı yarım kalmış bir hikâyenin izini taşıyor; her duvar geçmişin yankısını fısıldıyor.

Çarşı içinde, gri gökyüzüne yaslanmış bir siluet belirdi: Mustafa Ağa Camii Kebir. 1753 tarihli bu kadim Osmanlı yapısı, Çırmıktı’nın hafızasında bir mihenk taşıydı. Depremde minaresinin bir kısmı yıkılmış, kubbesi çatlamış, duvarları ağır hasar almıştı. Yine de hâlâ ayaktaydı. Sanki yıkıntılar arasında bir nöbetçi gibi duruyor, geçmişin bütün dualarını hâlâ göğe taşıyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başlattığı onarım çalışmaları sürüyordu.

Caminin gölgesinden ayrılıp Derme Çayı’nın yolunu tuttuk. Suyun sesi önce uzaktan duyuldu, sonra yaklaştı. O tanıdık şırıltı, çocukluğumuzdan gelen bir ezgi gibiydi.

" Der Mesih: Melide'nin bu en nadide suyu şehrin güneybatı kısmında, dört saatlik  mesafede, Kündübeg'in üst tarafında ve Kayıp Uşağı adlı dağın eteğinde yakınındaki kaynaklardan doğar. Su henüz bir kayalara varmadan  eklenen pek çok kaynakla beraber o kadar güçlenir ki, geçit vermez hale gelir.

Der Mesih'in bir kısmı Kapuluk denen yerde bir çeşme ile ayrılır.(...)

Diğer bir kısmı ise Kündübeg ve Çırmıktı üzerinden kuzeydeki Keleyik'e kadar, oradan  da Barğuzi [Bostanbaşı], Tecde ve Adafi civarlarında  Karnak'a kadar doğuya akar.  Her bir adımda kendisinden ayrılan çeşmelerle [ kanal]  altı saatlik mesafedeki sayısız bahçe ve bağı solayıp değirmenleri çevirdikten ve evlere su temin  ettikten sonra tekrar kuzeye dönerek  eski Melide'nin (Eski Malatya) alt tarafındaki  Pınarbaşı deresini de içine katarak Kırkgöz'e  ile Fırat arasında Melas'a [Tohma] katılır.

Der Mesih, Melidine'deki tüm suların anasıdır ve o olmadan Melide'nin de [Malatya] var olamayacağını söyleyebiliriz." (Kaynak: Malatya Ermenileri   Coğrafya, Tarih, Etnografya / Arşag Alboyacıyan sayfa: 17)

Derme Suyu, Malatya’nın yalnızca bir akarsuyu değil, yüzyıllardır süregelen can damarıdır. Tarihi belli olmayan bir zamanda, yeryüzüne çıktığından beri bu topraklarda yaşayan toplumlara hayat verir; insanların susuzluğunu giderir, bahçelere bereket taşır. Derme Çayı, yüzlerce yıl boyunca özgürce ve coşkuyla yatağında akmış; yolculuğunu, önce Tohma’ya karışarak, oradan da görkemli Fırat’a ulaşarak tamamlamıştır.   

Ancak 1985 yılından itibaren, Derme'nin ve Çat barajının suları ,Tohma ,  Fırat artık modern bir yapıyla kucaklaşarak Karakaya Barajı Gölü'nün engin sularına katılmaktadır.

Ama artık Derme çayının o doğal döngü çoktan kırılarak,1995’ten bu yana, MASKİ’nin Pınarbaşı Kaptaj Sistemiyle suyun neredeyse tamamı şebekeye alınmış durumda. Derme, artık eskisi gibi değil…Ama hâlâ bir şey taşıyor: Direnişin sesi. Akışının arasında, kayalara çarpıp yankılanan o ses sanki şöyle diyor:  “Ben hâlâ buradayım. Her şey yıkılsa da, su yine yolunu bulur.”

Derme Çayı’nın kenarındaki dar patikada yürürken, bir yanımızda doğanın direnişini, diğer yanımızda insanın hoyrat mücadelesini gördük. Bir zamanlar kuş sesleriyle dolan o kıyılarda, şimdi kurumuş ve kesilmiş ağaçların gövdeleri sessizce yatıyor; aralarına karışmış plastik şişeler, cam kırıkları, poşetler ve depremden kalma moloz yığınlarıyla çayın kenarı yorgun bir enkaza dönmüş.

Suların şırıltısı bile sanki utançla susmuş gibiydi.

Derme Çayı’nın kıyısında, bir zamanlar evlerin yükseldiği o bahçelere şimdi konteynerler yerleşmiş. Depremin üzerinden üç yıl geçmiş ama yıkıntıların gölgesi hâlâ orada, insanların yüreğinde… Bazı yıkık duvarların önünde hâlâ yeşil kalabilmiş dut ağaçları, sarmaşık gibi duvarlara tırmanan üzüm asmaları var; doğa, insanla birlikte direniyor sanki.

Bir yaşlı kadının konteynerin önünde  küçük bir sebze yatağında toprağı eşelediğini görüyoruz; umut ekiyor, sessizce. Yaşlı kadının sesi yankılandı uzaktan:  “Biz hâlâ bekliyoruz oğlum… Rezerv alan dediler, yerinde dönüşüm dediler. Üç yıl geçti, hâlâ bir çivi çakılmadı…” O an, bu sesin aslında bir bekleyişin sesi olduğunu fark ettim. Zaman, burada hâlâ 6 Şubat sabahına takılı kalmıştı.

Bir başka konteynerin önünde bir anne, çocuklarına yemek yediriyor. Yaşlılar, konteynerlerin gölgesinde, ellerinde tespih, çay bardaklarıyla sohbet ediyorlar. Biraz ötede çocukların kahkahaları yankılanıyor—oyun oynarken bile bir parça hüzün var seslerinde. Herkes aynı sorunun cevabını bekliyor “Evlerimiz ne zaman yapılacak?” Gözlerinde umutla karışık bir sabır, bize dönüp soruyorlar…

Söğüt   kavak ağaçları, tüm o karmaşanın içinde bile asaletini koruyordu. Kökleri sanki yerin altından suya dua ediyor, dalları gökyüzüne uzanarak hâlâ yeşermeye yemin ediyordu. Benim objektifime yansıyan bir kare, belki de tüm yolculuğun özeti oldu: Depremin ortasında göğe uzanan bir söğüt dalı.

Tahsin Aydoğmuş’un objektifi, Derme’nin sessiz sularından sonra bu kez de yıkıntılar arasındaki sessizliğe dönüyordu. Bir zamanlar çocuk sesleriyle dolan, soba dumanlarının yükseldiği evler şimdi yalnızca rüzgârla konuşuyordu. Tahsin abi, kimi zaman çökmüş bir duvarın ardından, kimi zaman kırık bir pencerenin içinden ışığın yönünü arıyor; ışıkla birlikte, o evlerde bir zamanlar yaşanmış hayatların izlerini yakalamaya çalışıyordu.

Her kare, hem bir hatıranın yankısıydı hem de sessiz bir tanıklığın fotoğrafı.

Derme’nin izini sürerek  Gündüzbey'in kalbine, köylülerin dilinde "Körpü" olarak anılan o tanıdık meydana vardığımızda, depremin bıraktığı derin izlerin üzerine yeni bir hayatın inşa edildiğine şahit olduk. Bir zamanlar taş ve ahşap evlerin, dükkanların sıralandığı yerlerde şimdi konteynerlerden yapılmış çay ocakları, dürümcüler ve berberler vardı. Kanalın her iki yakasını saran söğüt, kavak, çam ve çınar ağaçlarının serin gölgesine sığınmış bu derme çatma yapılar, hayatın enkazın üzerinde inatla yeniden filizlendiğinin canlı birer kanıtı gibi duruyordu. Sıcak yaz gününde, bu konteynerlerin önündeki masalarda tanıdık manzaralar vardı.                           

Kimi tavla sesleriyle yankılanan meydanda, atılan zarların heyecanına ortak oluyordu. Kimisi okey taşlarının şıkırtısı eşliğinde dostlarıyla koyu bir sohbete dalmıştı. Bir köşede, deprem öncesi güzelim günleri yad edenler, Malatya’nın ince tırnaklı açık ekmeğiyle, taze yerli peynirin ve olgun üzümlerinin lezzetine varanlar, sadece o tadı değil, bu toprakların cömertliğini de hissederdi.

Her lokmada, güneşin bereketiyle yoğrulmuş bir davet gizliydi sanki. Ayrıca kasaptan alınan etlerin fırınlarda etli ekmek, tava veya lahmacun olarak dönüşmesi, Gündüzbey'in köklü lezzet kültürünün yıkıma rağmen ayakta kaldığını gösteriyordu. O eski güzel yıllar geri gelmese de, bu insanlar umut dolu bir direnişle anılarını yaşatıyor, geleceğe sımsıkı sarılıyordu.

Temmuzun kavurucu sıcağında, Derme kanalının şırıltısı ve söğütlerin serin gölgesine sığınmak, aradığımız huzurun ta kendisiydi. İstanbul'dan gelen kadim dostum, fotoğrafçı Tahsin Aydoğmuş'la bir çay ocağının önünde, sıcak çayın buğusuna karışan sohbetimize daldık. Gözlerim, birden bire dere boyunca uzanan salkım söğütlere takıldı. Salkım söğüt dalları, tıpkı Derme Deresi'nde saçlarını tel tel yıkayan genç kızlar edasıyla, suyun üzerinde dans ediyorlardı. Aynı zamanda söğüt ağacı Beydağ'ından esen meltem rüzgarına eşlik ederken, yaşamın izlerini bünyesinde taşıyordu.

İklim Değişikliğinin Gölgesinde: Çat Barajı ve Malatya Ovasının Susuzluk Sınavı

Donun Gölgesinde: Baharın Unuttuğu Yıl

12 Nisan 2025’te, ülkemizin otuz bir ilinde yaşanan beklenmedik bir iklim krizi, baharın kalbine don vurdu. Bir sabah ansızın bastıran soğuk, tarlalardan bahçelere kadar her yere sessiz bir ölüm gibi çöktü. Tomurcuklar açamadan karardı, çiçekler daha nefes almadan buz tuttu. Buğday, arpa tarlaları soğuktan yandı. Her bahçe , her tarla bir hikâye, bir emekti; ama o yıl, hiçbir dal meyve vermedi hiç bir tarladan hasat kaldırılamadı. Çiftçi bahçe sahipleri ekonomik olacakta manevi olacakta perişan oldu.     

Yeşilyurt’ta sabahın sessizliğini yalnız kuş seslerinin eksikliğiyle değil, boş ağaçların çıplaklığıyla da hissettik. Çiftçinin eli toprağa değdi ama umut filizlenmedi. Doğa bile yorgundu artık; mevsimlerin dili karışmış, takvim bile şaşırmıştı. Ve o gün anlaşıldı ki, iklimin öfkesi yalnız havayı değil, insanın yüreğini de dondurabiliyor.

Kuruyan Topraklar, Kaybolan Sesler

Felaketin ardından Malatya Ovası, bir başka sessiz tehlikeyle yüzleşti: susuzluk.

Çat Barajı, 2025 verilerine göre yalnızca %3 doluluk seviyesine düştü. Bir zamanlar ovaya bereket taşıyan o mavi yüzey, şimdi çatlamış bir toprak aynasına dönmüştü. Zirai donun ardından toparlanmaya çalışan meyve bahçeleri, bu kez kuraklık ve yetersiz sulama tehdidiyle boğuşuyordu. Toprak yorulmuş, su arkları sessizleşmişti.

Üstelik sulama krizi her geçen gün derinleşiyordu. Devlet Su İşleri (DSİ) ile sulama birlikleri arasındaki koordinasyon eksikliği nedeniyle, üretici bu yaz neredeyse tamamen susuz kaldı. Normalde beş–altı kez yapılan sulama, bu yıl yalnızca bir veya iki kez yapılabildi. Binlerce kayısı ağacı kurudu, tarımsal üretim büyük darbe aldı. Bir çiftçi şöyle anlatıyor: “Bu sene Çat Barajı’ndan sadece iki kez su alabildik. Kayısı ağaçları gözümüzün önünde kurudu. Su olmazsa toprak da, emek de susar.”

Artık mesele yalnızca susuzluk değil; bu, bir kentin varoluş sınavı. Çünkü Malatya’da su çekilirse, kayısı susar — kayısı susarsa, Malatya’nın kalbi de susar.

Bir Çözüm Arayışı: Suyun ve Umudun Yeniden Dirilişi

Bu tablo, yalnızca doğanın değil, insan eliyle şekillenen sistemin de tükendiğini gösteriyor. Artan sıcaklıklar, düzensiz yağışlar, yanlış su kullanımı ve iklim krizi, Malatya’yı Türkiye’nin en kırılgan tarımsal bölgelerinden biri haline getirdi. Çözüm, günü kurtaran önlemlerde değil; bütüncül bir iklim uyum politikasında yatıyor.

Yağmur suyu hasadı, modern sulama teknikleri, suyun adil paylaşımı, baraj yönetiminde verimlilik ve çiftçilere yönelik iklim dayanıklılığı eğitimleri, Malatya’nın geleceği için hayati öneme sahip. Çat Barajı yeniden dolabilir eğer biz suyun kıymetini yeniden öğrenirsek. Doğa hâlâ direnmeyi biliyor; insan da isterse, bu direnişe yeniden umut katabilir.

Yeşil Malatya'dan Beton Denizi'ne 

Hititlerin "Bal Ülkesi" dedikleri, 1650'lerde Evliya Çelebi'nin, 1830'larda Alman Subay Helmut von Moltke'nin anılarında "Cennet'ten bir köşe" diye adlandırdıkları, zamanında meyve ağacı ormanı Aspuzu'nun bağ köyleri ve Malatya, şimdi beton bir çöle dönmüş durumda.

Horata ve Derme’nin suları, bir zamanlar ulu çınarların ve söğütlerin altından akarken, bugün beton kanallar arasında hapsolmuş durumda. O pınarların sesi sustu; çocukların suya atlayıp kahkahalar attığı günlerden geriye sadece anılar kaldı. Şehrin her yanına yayılan beton duvarlar, yalnızca doğayı değil, kültürel belleği de örttü. Su değirmenleri sustu, sazlıkların sesi kayboldu, derelerin türküsü kesildi.

Oysa bir zamanlar Aspuzu’nun bağ köyleri, göz alabildiğine yeşildi. Kayısı, armut, şeftali, kızılcık, dut, erik, üzüm, elma… Her meyve ağacı, bir hanenin geçimiydi; her su kanalı, bir hayat hattıydı.

Bugün o yeşil denizden geriye gri bir sessizlik kaldı. Malatya’nın yeni bulvarları — Fahri Kayahan, Bostanbaşı, Kanalboyu — estetik bir düzenleme gibi sunulsa da, aslında doğanın nefesini kesen yapay yapılar. Derme artık özgür akmıyor; beton duvarlar arasında yankılanan bir dekor gibi.

Su özgürlüğünü kaybettikçe, hayatın ritmi de değişti. Ne su kuşları var, ne sazlıkların sesi. Söğütler bile azaldı. Ama her şeye rağmen, bir umut filizi hâlâ toprakta gizli. Dünyada pek çok ülke artık bu hatayı fark etti. Amerika’da son 20 yılda yüzlerce baraj yıkıldı, nehirler rehabilite edildi.

Çünkü insanlar öğrendi: “Su, özgür aktığında yaşamı çoğaltır.”

Suyun Ahlakı: Geleceğe Bir Çağrı

Su, yalnız bugünün değil, gelecek kuşakların da hakkı. O yüzden onu korumak, çevreci bir hassasiyet değil; bir medeniyet görevidir. Malatya gibi kadim bir şehirde, suyun belleğini korumak, sadece ekoloji değil, kültürün devamlılığı anlamına gelir. Derelerin doğal akışını sürdürmek, taş ocakları ve HES projelerinin yerine yaşamı savunmak gerekir.

 Son Söz: Umut, Suyun İzinde

Çırmıktı’dan Gündüzbey’e, depremden umuda uzanan bu yolculuk bize şunu hatırlattı:

Hayat, her zaman suyun izinden yürür. Bir söğüt dalı, enkazın ortasında yeşerebiliyorsa, insan da umudu yeniden kurabilir. Derme’nin suları gibi, zaman zaman yönü değişse de hayat hep yolunu bulur.

 “Bir dere yalnızca su değildir. O, hayatın kendisidir. Ve biz, suyu koruduğumuz ölçüde kendi geleceğimizi de koruruz.”

https://fikridemirtas44.blogspot.com/2025/11/malatyada-depremden-sonra-akan-su.html

Fikri DEMİRTAŞ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız