Suat TAŞPINAR - Moskova
Gürün'de otobüs yarım saat çay ve ihtiyaç molası verirdi... Muavinin anlaşılmaması için özel gayret ettiği boğuk anonsu uyandırırdı çoğu yolcuyu derin uykusundan...Sigara dumanına boğulmuş emektar Mercedes otobüsden uyuşmuş ayaklarla iner, buz gibi havaya nefesimi duman duman salardım... (Sahi bir zamanlar yolcu otobüslerinde sigara içilirdi, oğluma söyleyecek olsam kötü bir espri sanır!)
Yol boyu restoranlarının solgun ışıklarında uykulu gözlerle ya "haşlamaya" kaşık sallardım, ya ince belli bardağı avucumda sıkıp ısınırdım. Ya da annemin ne kadar dirensem de sırt çantama tıkıştırdığı köfte ekmeği dişlerdim.
O zaman daha Zülfü Livaneli'nin o şiirini, şarkısını bilmezdim:
"bozkırda bir kasabadan geçerken
tozlu yolda iki sıralı kahveler
öyle sakin kıpırtısız
otobüsü süzerler
doğdukları yerde ölenler"
İstanbul ve mektep önümde, memleket arkamda kalırdı. Tatlı bir yorgunlukla vedalaşmış olurdum Malatya'yla... Eğer güzergah tam tersiyse, memlekete, annemin tuzu hep biraz kaçsa da parmaklarımla beraber yediğim etli yaprak sarmasına birkaç saat mesafedeysem sabırsız, sevince meyyal fırtınalar kopardı içimde...
Yorgun, bezgin suratlar, sararan lambanın ışığında TRT'yi seyre dalardı boş gözlerle... Belki Ali Şenozan yönetiminde Yurttan Sesler Korosu, nihavend makamında bir şarkı çalardı... İstanbul'da bırakılmış sevgiliye, "Şarkılar seni söyler" diye seslenirdi benim yerime... Bazen bir türküye denk gelirdik, "Batan gün kana benziyor" diye damardan girerdi... Sigara bulutunun içinde hayaller, umutlar, aşklar birbirine karışırdı...
Lokantanın penceresinden, intihar timi sivrisineklerin cenazesini, otobüsün ön camından, farlardan köpüklü suyla söküp kaldıran yaşlı adamı seyrederdim. Muavinden ya da kaptandan bir bahşiş koparmak için var gücüyle fırça sallardı...
Lokantanın önüne attıkları sandalyelerde, kaçak tütünden sarma sigaralarını tüttüren, belli ki tek eğlenceleri gelip geçen otobüsleri, yolcuları seyretmek olan bıyıkları tütün sarısı adamları seyre dalardım... Ne yerlerdi, ne içerlerdi? Ne hayal ederlerdi? En uzak nereye gitmişlerdi?
O zaman da o şiir yoktu kulağımda ama, sanki gaipten gelir gibiydi:
"sıcak öğle sonları, kan uykularda
serinliği dipsiz kuyuların
soğutulmuş testilerde sızıntı
güneş birden devrilir gider
ve geceleri titrer fenerler
hiç şikayet etmezler
doğdukları yerde ölenler"
Yemek ve ihtiyaç molası hep çok çabuk biterdi. Ucu ucuna yıkılan sigaralarla tabla dolardı. Otobüse dönerdik. Muavin "Gelmeyen var mı?" diye bağırırdı. Herkes sağına soluna bakardı. Genelde tuvalete giden, ya da çayını bitirmeyen, belki televizyona dalıp giden birileri hep son anda soluk soluğa atlardı otobüse. Kaptan, "lahavle" çekerdi...
Sonra gün ağarırdı. "Malatya'dan gelip İstanbul yönüne giden Zafer (ya da Beydağı) turizmin değerli yolcuları" uyku ile uyanıklık arasında yol alırdı... İki yanımızdan köyler, evler, ağaçlar, ekine dönmüş tarlalar, koyun sürüleri, henüz cep telefonu olmadığı için arabalara bakıp vakit öldüren çobanlar akıp giderdi... Bazen de çeşme yolundaki genç kızlar...
"dağ başında bir köyde
kar altında dal gibi bir kız
munzur dağı gibi köye yazgılı
çeşme başındaki gülüşmeler"
Biz hesapta kabuğumuzu kırmıştık... Zincirlerimizden kurtulmuştuk... Taşradan koca İstanbul'a atmıştık kapağı. Bilemezdik ki yıllar geçince, insan gerçekten "büyüyünce", kaçıp uzaklaştığını sandığı yerler, şeyler, aslında dönüp kucaklaşmak istediği şeyler olurmuş... Giden terk etmezmiş aslında, terk edilirmiş... Bakıp bakıp size özenenlerin hayatları, kimileyin bakıp özendiğiniz hayatlar olurmuş... Yıllar geçince öğrenilirmiş ki meğerse, insan nereye giderse gitsin, ayrı bir gök olsa da, aynı yüreği bulurmuş...
"dünya onlar için dönmez
bilmezler yol yorgunluğunu
sesleri yankı bulur
hep aynı kayadan, aynı saat diliminden
düşlerinde çin ü maçin'e giderler
doğdukları yerde ölenler"
Velhasılı kelam, Zafer ya da Beydağı turizmin Malatya'dan gelip İstanbul'a giden yolcuları!.. Ya da Türk Hava Yollarının TK bilmem kaç sayılı seferiyle İstanbul'dan Moskova'ya gidecek uçağın saygıdeğer yolcuları!.. Diyeceğim odur ki; hayatta tek yolculuk insanın kendi içine yaptığı yolculuktur... İster doğduğun yerde öl, ister doyduğun yerde... Malatya hep "içinde"dir.