Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Medine korumasını yaparken Fahrettin Paşa, ey bize bühtanda bulunan zavallı, senin ceddin neredeydi” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen 42. Muhtarlar Toplantısı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in Fahrettin Paşa ile ilgili edepsiz paylaşımına tepki göstererek, “Tarihimizin mümtaz şahsiyetine ve onun Medine’de gösterdiği şanlı direnişe dil uzatanların bugün kimlerle, nerede, ne işler çevirdiğini gayet iyi biliyoruz. Yeri gelecek bunları da açıklayacağız” diye konuştu.
“Muhtarlarımızı üzenler beni de üzerler, ben de onları üzerim”
Muhtarlık kurumunun önemini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Daha düne kadar ‘muhtar bile olamaz’ manşetleri ile siyasi hayatımızın sona erdiğini ima edenler ve bununla beraber muhtarlık kurumunu aşağılayanlar bu buluşmalarımızın ardından da şunu gördüler ki, muhtarlar öyle aşağılanacak kişiler değil. Muhtarlarımızı üzenler beni de üzerler, ben de onarı üzerim. Muhtarlarımızdan da bu temsil düzeyine, üstlendikleri sorumluluklara uygun bir duruş ve gayret bekliyorum. Milletimizin gönlünde taht kuramayan kimsenin arkasını şu veya bu güve yaslayarak efelik yaptığı dönemlerin kapısını açılmamak üzere kapattık. Arkasında milletin olmadığı devlet adamı ayakta kalamaz. Milletinin desteğini almış devlet adamının önünde duracak hiçbir beşeri kuvvet yoktur” diye konuştu.
“Fahrettin Paşa’yı hedef almaları boşuna değildir”
Kudüs’ün tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de hem Müslümanların kendi aralarındaki hem dünyadaki vicdanlar için adeta bir ölçü vazifesi gördüğünü söyleyen Erdoğan, “Dün Kudüs’ü işgal etmek için İstanbul’dan Anadolu’ya 600 bin kişi ile geçen Haçlı ordularını Toroslara kadar 60 bin kişiye indiren bir millet, biz de bu vicdan terazisinde şuanda tartılıyoruz. Ecdadımız bin yıl boyunca Kudüs’ü ve İslam coğrafyasını korumuştu. Birinci Dünya Savaşı bu büyük imtihanla bir kez daha yüzleşmemizin, Kurtuluş Savaşımız ise diriliş ruhu ile önümüzde yeni bir dönem açışımızın adıdır. Millet olarak Birinci dünya Savaşını daha ziyade kayıplarımızla, en fazla Çanakkale’deki büyük zaferimizle biliriz. Halbuki, Birinci Dünya Savaşı’nın üzerinde hala yeteri kadar çalışılmamış pek çok destanı vardır. Bunlardan birisi mağrur İngiliz kuvvetlerinin Kut’ül Amare’de bölgedeki en büyük hezimetlerinden birisine uğratılmış olmasıdır. Üzerinde önemle durulması gereken bir başka hadise, sırf düşman topları ile tahrip edilmesi ile Kudüs’ten dönülmüş olmasıdır. Bir diğer önemli husus Osmanlı’nın aynı anda pek çok cephede savaştığı dönemde Kafkas İslam Ordusu ile Azerbaycanlı kardeşlerimizin yardımına koşmamızdır. Bugünlerde birilerinin büyük bühtanı ile hatırladığımız bir başka destanımız da bizim Medine müdafaasıdır. Bölgemizde ve dünyada Müslümanların çok ciddi baskı. Zulüm ve saldırı altında olduğu bir dönemde zalimlerin safında yer almayı maharet sananların Medine müdafaası ve onun büyük kahramanı Fahrettin Paşa’yı hedef almaları boşuna değildir. Çünkü Medine müdafaası İslam’ın ve onun büyük Peygamberi Efendimiz Muhammed Mustafa’nın sembollerinin, adının şartlar ne olursa olsun nasıl korunması gerektiğini gösteren ibretlik bir hadisedir” şeklinde konuştu.
“Tarihimizin mümtaz şahsiyetine ve onun Medine’de gösterdiği şanlı direnişe dil uzatanların bugün kimlerle, nerede, ne işler çevirdiğini gayet iyi biliyoruz”
Medine müdafaası ve Fahrettin Paşa’ya ilişkin bilgi veren Erdoğan, “1916 yılında Medine’ye tayin edilen Fahrettin Paşa, 1919’a kadar bu mübarek beldenin korunmasını üstlenmiştir. Medine korumasını yaparken Fahrettin Paşa, ey bize bühtanda bulunan zavallı, senin ceddin neredeydi? Ta İstanbul’dan kalkıp Medine müdafaası için oraya gelen Fahrettin Paşa niçin geldi, o mukaddes toprakları, oraya işgal etmek için gelenlere karşı korumak üzere geldi. Senin ecdadın neredeydi? Fahrettin Paşa’nın 2 yıl 7 ay müdafaa ettiği Medine’de yaptığı işler, gösterdiği kararlı duruş ve son ana kadar sergilediği direniş gerçekten taktire şayandır. Utanmadan, sıkılmadan Erdoğan’ın ecdadının mukaddes emanetleri oradan çalarak İstanbul’a getirdiğini söyleyecek kadar hezeyan içinde olan bu zavallılar, bunun adı çalmak değil, tam aksine oraları istilaya gelen, işgale gelenlerden onları korumaktır şehit olmak adına. Meşhur İngiliz ajanı Lawrence’ın bin bir vaatler Osmanlı’nın aleyhine döndürdüğü bazı Arap aşiretleri ile kuşattığı Medine’de bulunduğu süre içinde Fahrettin Paşa sadece savunma yapmamış, şehri adaletle de yönetmiştir. Paşa, Hicaz bölgesindeki İngiliz kuşatmasının daralması üzerine Peygamber Efendimize ait mukaddes emanetleri ordusunun önemli bölümünü oluşturan 2 bin kişilik koruma gücü ile İstanbul’a göndermiştir. Böylece mukaddes emanetlerin işgalci güçlerin eline geçmesini ve muhtemelen Avrupa şehirlerindeki görkemli müzelerde sergi malzemesi haline dönüştürülmesini engellemiş oldu. Şimdi bu emanetler İstanbul Topkapı Müzesi’nde. Türkiye olarak İstanbul’un manevi örtüsü gördüğümüz kutsal emanetleri Topkapı Sarayı’ndaki özel bölümlerde titizlikle koruyoruz. Batıdaki o malum yerleri mi gitseydi? Akıbeti belli olmayan yerlere mi gitseydi? Bunların kafası, zihniyeti batıcı da onun için bu saldırıyı başlattılar. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un tehdit altına gireceği göz önünde bulundurularak bu emanetler bir ara gizlice Anadolu’ya götürülüp muhafaza edilmiştir. Kutsal emanetleri İstanbul’a göndererek rahat bir nefes alan Fahrettin Paşa, tüm gücünü ve enerjisini Medine’nin korunmasına vakfetmiştir. Medine’nin çevresi tamamen düşmanla ve onlarla birlikte hareket eden isyancılarla çevrildiği için şehre ne gıda, ne silah, ne de başka bir yardım ulaşmıştır. Bu şartlarda Fahrettin Paşa Medine’yi 2 yıl 7 ay boyunca savunmuştur. Düşmanın baskısıyla İstanbul hükümetinden defalarca tekrar edilen teslim olması telkinlerine itibar etmeyen Paşa, askerlerini ve şehir halkını toplayıp onlara ‘Ey insanlar, malumunuz olsun ki kahraman askerlerim, bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, hilafetin gözbebeği olan Medine’yi son fişeğine, son kanına ve son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmettir. Allah-ü Teala bizimle beraberdir. Şefaatçimiz onun Resulü Peygamber Efendimizdir.’ İşte bu duygularla şehri müdafaa eden Paşa, bulduğu her fırsatta Peygamber Efendimizin kabrine gidiyor. Bu ziyaretlerinde Paşa, ‘Ya Resulallah, senin için savaşanlarla sana karşı çıkanları görüyorsun, Allah’ın yardımını bize ulaştır’ diye dua ediyor. Maalesef orada yakın topraklarda bulunanlar bize utanmadan sıkılmadan bühtanda bulunuyorlar bize. Önce haddini bil. Sen bu milleti tanımamışsın. Sen Erdoğan’ı tanımamışsın, Erdoğan’ın ceddini ise hiç tanımamışsın. Ama biz sizin şuanda ne tür garabetler içinde olduğunuzu, ne tür yanlışlar içinde olduğunuzu gayet iyi biliyoruz. Bizim ecdadımız şartların zorlaştığı, ilacın, yiyeceğin, içecek suyun kalmadığı bir dönemde Medine’yi büyük bir çekirge sürüsü basmıştı. Fahrettin Paşa askerlerine ne diyor biliyor musunuz, ‘çekirgenin serçeden ne farkı var, temizdir, tazedir, şifalıdır’ diyerek aylarca onları şehri istila eden çekirgelerle besledi, imana bak. ‘İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür, imansız olan paslı yürek sinede yüktür.’ İşte imanlı olanlar, işte imansız olanlar, aradaki fark bu. Bu arada hem İstanbul hükümeti hem de çevresindekiler tarafından sürekli teslim olması yönünde zorlanan Paşa, sonunda kılıcını Peygamber Efendimizin kabrine bırakarak teslime mecbur kalıyor. Medine’nin tesliminin ardından korkulan oluyor, şehir günlerce yağmalanıyor. Fahrettin Paşa’nın karışıklıklardan dolayı şehri terk eden binlerce Medine sakininin kilit altına aldırıp titizlikle koruğu evlerinin kapıları kırılıp içlerinde ne varsa talan ediliyor. Tarihimizin mümtaz şahsiyetine ve onun Medine’de gösterdiği şanlı direnişe dil uzatanların bugün kimlerle, nerede, ne işler çevirdiğini gayet iyi biliyoruz. Yeri gelecek bunları da açıklayacağız. Fahrettin Paşa Medine’nin tek taşına dahi el uzatmamış, şehir halkının tüm mallarını güvence altına almış, adaletten asla ayrılmamış bir komutandır. Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği kutsal emanetlerin tek birisi dahi zarar görmemiş, ticari meta haline dönüştürülmemiştir. Peygamber Efendimizin hürmetine bu kutsal emanetler bugün de titizlikle korunmaya devam ediliyor. Buna karşılık işgalcilerin ve onlarla birlikte hareket edenlerin eline geçen eserlerin nerelerde ne durumda olduğunu en iyi bilenler bu suçlamaları yöneltenlerdir. Önce onlara sormak lazım. Sen böyle bir açıklama mı yaptın, acaba o batıya giden emanetler şuanda ne durumda, onlara gidip baktın mı, onları geri almak için bir gayretiniz var mı? Bizdeki emanetler sevgililer sevgilisi Peygamber Efendimizin ruhaniyetine uygun bir şekilde burada korunmaktadır. Arap halkları tıpkı Orta Asya’daki, Balkanlar’daki, Kafkasya’daki, tıpkı diğer bölgelerdeki kardeşlerimiz gibi bizim kardeşlerimizdir. Arap ülkelerindeki kimi yöneticilerin Türkiye’ye yönelik husumetlerinin kendi dirayetsizliklerini, acziyetlerini hatta kendi ihanetlerini örtme amaçlı olduğu da ortadadır. Millet olarak rabbimizin rızası ve Peygamber Efendimizin hatırası uğruna kutsal toprakları korurken döktüğümüz kanların her damlası bizim için şandır, şereftir, inşallah şefaat vesilemizdir. Bazı ülkelerin kimi had bilmez, tarih bilmez, diplomatik nezaket bilmez yöneticileri ne Arap halkları ile kardeşliğimize ne de Rabbimizin rızası ve Peygamber Efendimizin şefaati uğrunda verdiğimiz mücadeleye gölge düşüremez. Müslüman olmanın birleştiriciliği hepimize yeter. Uhuvvetten nasibini almamış olanların hezeyanları Türkleri de Arapları da Kürtleri de Farisileri de diğer Müslümanları da bağlamaz. Meydanı kendi şahsi çıkarları uğruna Müslümanların birliğine ve dayanışmasına çamur atanlara asla bırakmayacağız. Fahrettin Paşa’nın Peygamber Efendimize o güzel yakarışını tekrarlamak istiyorum, ‘Ya Resulallah senin için savaşanlarla sana karşı çıkanları görüyorsun, Allah’ın yardımını bize ulaştır.’ Bu duaya da Mehmet Akif ‘amin’ diyor, ‘Ey ulu Peygamberimiz neredesin, dinle minaremde öten gür sesim, gel bana yar ol ki cihan titresin, kimse dönüp süngüme yan bakmasın, amin desin hep birden yiğitler, Allah-ü Ekber, gökten şehitler, amin, amin, Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin güvenlik stratejisini ve bu stratejiye gelecek zarara karşı nasıl mücadele verileceğini açıklayan Erdoğan, “ABD geçtiğimiz günlerde kendi güvenlik stratejisini açıkladı, bu stratejiyi ‘her şey Amerika için’ diyerek özetlemek mümkündür. Elbette her ülkenin kendisine göre bir güvenlik stratejisi belirleme ve bunu hayata geçirme hakkı vardır. Dolayısıyla biz de bu hakka sahibiz. Türkiye olarak kendi güvelik stratejimizi biz de şu şekilde özetleyebiliriz; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Her kim milletimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine göz dikerse, güvenlik stratejimize saldırmış demektir. Her kim bayrağımıza, ezanımıza, şehitlerimizin ve gazilerimizin emanetleri olan değerlerimize saygısızlık ederse güvenlik stratejimizi ihlal etmiş demektir. Her kim vatanımızın tek bir taşına dahi el sürmeye dahi tevessül ederse kırmızı çizgilerimizi geçmiş demektir. Her kim devletimizi yıkmaya, paralel devletler icat etmeye çalışırsa güvenlik stratejimizin kadim duvarlarına kafasını çarpmış demektir. Milli birliğimize, egemenliğimize, toprak bütünlüğümüze ve haklarımıza saygı duyan herkesle birlikte yol yürümeye, ittifaklar kurmaya, müttefiklik ilişkisi içine girmeye hazırız. Bu değerlerimizden herhangi birisine el uzatanın elini kırmak bizim boynumuzun borcudur. Türkiye hiçbir zaman terör örgütleri üzerinden başka ülkeleri, toplumları hedef almadığı gibi bu yönteme tevessül edenlere de asla teslimiyet göstermez. Türkiye hiçbir zaman ekonomiyi bir sömürü, tehdit, şantaj aracı olarak kullanmadığı gibi buna kalkışana da eyvallah etmez. Biz kendi özgürlüğümüz, kendi onurumuz ve geleceğimiz için ne kadar hassasiyet gösteriyorsak, kardeşimiz ve dostumuz kabul ettiğimiz toplumlara karşı aynı duyguları besliyoruz. Bunun için Suriye ağladığında bizim gözyaşlarımız akıyor. Irak ağladığında aynı şekilde biz de mahzun hale geliyoruz. Bunun için Filistin’deki masumlara eziyet edildiğinde bizim de yüreğimiz yanıyor. Bunun için Afrika’da çocukları açlıktan bir deri kemik haline gelmiş olarak gördüğümüzde bizim de lokmalarımız boğazımıza diziliyor” diye konuştu.
Sudan, Çad ve Tunus’a bir ziyaret gerçekleştireceğini belirten Erdoğan, “Onlarla beraber dertleşelim, hasbihal edelim, neler yapabiliriz bunun gayreti içinde olmak için gidiyoruz. Bunun için Balkanlar’daki kardeşimiz kendisine ibadet edecek cami bulamadığında secdeye giden alnımız ateş gibi yanıyor ve orada ne yapabiliriz onun gayretine giriyoruz. Bunun için Avrupa’daki göçmenler ırkçıların tacizine uğradığında oturduğumuz koltuk dikene dönüşüyor ve işte 3,5 milyon mülteci bizim topraklarımızda. Onlara biz ensar olduk. Bizim medeniyetimizde ve inancımızda veren el alan elden üstündür. Bunun için Arakan’daki Müslümanların evleri başlarına yıkıldığında biz de gök kubbenin üzerimize indiği hissine kapılıyoruz. Bakın Başbakanımız geniş bir heyet ile Bangladeş’te, oradaki kampları ziyaret etti, oradaki Arakan Müslümanların halini gördü. Bunlar bizim de başımıza gelebilirdi. Biz onların halini görüp halimize hamdedeceğiz. Bunun için Akdeniz’de batan her teknenin haberi ile bizim de kalbimizin bir kısmı sulara gömülüyor. Türkiye olarak, Türk milleti olarak sorumluluğumuz büyük ama bunun üstesinden gelecek gücümüz ve azmimiz daha da büyük” şeklinde konuştu.
Ankara, iha