SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"Fotoğraf Beyin, Yürek ve Gözün Ortak Üretimidir"

0
Güncellendi - 2015-12-28 02:22:19
A- A+ PAYLAŞ

Malatya Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği’nin (MAFSAD) SODES Programı kapsamında yürüttüğü ‘Fotoğraf Aşkına’ projesinin etkinlik takviminde geçtiğimiz hafta sonunda fotoğraf sanatçısı Orhan Alkaya’nın belgesel fotoğraflarından oluşan “Tarım ve İnsan” adlı projenin gösterimi yapıldı. 

Aynı zamanda kayısı üreticisi de olan Malatyalı fotoğraf sanatçısı Orhan Alkaya’nın başta kayısı üretimi olmak üzere Malatya ve Türkiye’nin farklı coğrafyalarındaki tarım insanlarının üretim mücadelesini konu edinen yaklaşık 100 fotoğraftan oluşan foto-belgesel, gösterimin yapıldığı MAFSAD Fehmi Kolçak Fotoğraf Atölyesi’nde biraraya gelen fotoğrafseverlerden büyük ilgi gördü. 

 Gösterim sonunda izleyicilerin sorularını cevaplandıran fotoğraf sanatçısı Orhan Alkaya, ‘Tarım ve İnsan’ başlıklı projenin 7 yıllık bir emeğin ürünü olduğuna dikkat çekerek, projeye hayat veren fotoğrafların çoğunluğu Malatya’da olmak üzere Türkiye’nin birçok bölgesindeki tarım insanlarının gündelik yaşam kesitlerini yansıttığını söyledi. 

Tarım insanının zorlu bir hayat mücadelesi verdiğini belirten Alkaya, “Bu belgesel o insanların zorlu yaşam mücadelesine gönderilmiş bir selam ve emeklerinin önünde saygıyla eğilmektir aynı zamanda” diye konuştu. 

“Fotoğraf dediğiniz şeyin bir konusu olmalı, bir şey anlatmalı, içinde bir öyküyü barındırmalı. Ben bu projeyi bir belgesel olarak çalıştım” şeklinde konuşan Orhan Alkaya, “Fotoğraf evrensel bir dildir. Bu evrenselliğin içerisinde sosyal, kültürel, ekonomik, tarihsel ve coğrafik bir öykü olmalı diye düşünüyorum” dedi. 

“Tarım insanının derdini anlatmak istedim, çünkü ben onları anlıyorum”

Foto-belgeselde gösterilen bazı fotoğraflar üzerinden konuşan Orhan Alkaya, “Mesela bu fotoğrafta bir bebeğin tarlada uyuduğunu, anne babasının da tarlada çalıştığını görüyorsunuz. Ama bir sonraki karede çocuk tarlada işçidir, emekçidir. Fotoğrafıma konu olan insanlarla mutlaka bir iletişimim, ortak bir hayatım var. Bunların hepsi benim dostum olan insanlar. Bir fotoğrafta bir öyküyü anlatabilmek için, bir kere hepsinin derdini, acılarını, öyküleri bilmelisiniz. Bu bizim için aynı zamanda bir paylaşma. Onların hayat içinde yaşadıkları zorluklar, acıları veya beklentileri. Zaten bunu hissedebildikleri için size bu kareleri verebiliyorlar. Onu hissetmeden çekemezsiniz.  Her insan yeni bir dünya ve yeni bir öykü demek. Ben bu fotoğraflarıma konu olan insanların 13 yaşındaki veya 17 yaşındaki hallerini de biliyorum” dedi.

Fotoğraflarımla tarımsal üretime ve bunun arkasındaki hayata dair çok daha kapsamlı ve derinlşkli bir belgesel çekme hazırlığında olduğunu söyleyen Alkaya, ayrıca kayısının tohumdan sofraya kadar olan süreçteki öyküsünü anlatan bir kitap çalışmasının hazırlıklarını yaptığını da söyledi. 

Alkaya, bozkır hayatının da her daim kendisine son derece cazip geldiğie de vurgu yaparak” Bozkırın hikayesini çalıştığım bir başka hikayem de var.  ‘Bozkırda Yaşam,  Bozkırda Bir Köy ve Köyde Bir Çoban’. Genelden özele doğru bir kompozisyonla bu eksende bir hikaye üzerinde de çalışıyorum” bilgisini verdi. 

“Fotoğraf beyin, yürek ve gözün ortak üretimidir”

Fotoğraf – insan ilişkisine yönelik de konuşan Orhan Alkaya, fotoğrafın sadece teknolojik bir çıktı olarak değerlendirilmesinin büyük bir yanlış olacağına işaret ederek,”Fotoğraf, beyin, yürek ve gözün ortak üretimidir. İnsan bir konuyu beyninde ve gönlünde oluşturursa gerisini makine hallediyor” dedi. Alkaya fotoğrafın belgesel yönüne ve gerçekliği yansıtma gücüne de vurgu yaptı. Alkaya, “Fotoğraf, insanın yüreğinin, beyninin ve gözünün aynı düzleme gelmesiyle ortaya çıkan bir sanat. Dervişin fikri neyse zikri de odur.  Bazen çektiğiniz kompozisyon veya konu başkasını rahatsız edebilir ama yapacak bir şey yok, çünkü gerçeklik odur. Kişinin çektiği odur. Fotoğrafın en büyük özelliği evrensel bir dili olması. Gördüğünüzden öykü yaratıyorsunuz” ifadelerini kullandı. 

“Türkiye eşsiz armut çeşitlerine sahip ama köy bakkalında bile İspanya’nın Santa Maria armudu satılıyor”

Fotoğraf sanatçısı ve kayısı üreticisi Orhan Alkaya gösterimden ve gösterime katılan izleyicilerle yaptığı söyleşiden sonra Yeni Malatya Gazetesi Muhabiri’nin sorularını da yanıtladı. 

Yeni Malatya Gazetesi Muhabiri’nin “Tarım insanlarının yaşam mücadelesine, tarım-insan ilişkilerine odaklanan bir fotoğraf sanatçısı olarak Türkiye’de tarımın içinde bulunduğu durum ve tarım sorunlarına yönelik neler söyleyebilirsiniz?” şeklindeki sorusunu cevaplandıran Alkaya şunları söyledi: “Son on yılda Türkiye’deki tarım bütün alanlarıyla çöküyor. Özellikle de Türkiye’deki tarımın sosyal bir yapısı vardı. Aile çiftçiliği veya istihdam yaratan bir tarım.  Özellikle çöküş en hızlı o alanda oldu. Küzük ve orta ölçekli çiftçilerin yok oluşu. Zaten özellikle istenen de bu. Kırsal nüfusun kentlere akıtılması ama kentlerde bu akan  nüfusun bekletilmesi. Bu gerçekleşiyor. Rakamlara baktığınızda kırsal nüfusta bir azalma olduğu görülüyor.  Türkiye eskiden beri açlığı hissetmeyen, ekonomik olarak çok iyi olmasa da kendi gıdasını üreten bir ülke konumundaydı. Bir Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi üç gün marketler kapatıldığında insanların aç kaldığı bir ülke değildi. Çünkü kendi üretimini yapabilen bir ülkeydi ve Türkiye şimdi küreselleşmenin etkisiyle hızla tarımsal üretimden kopan bir noktaya gidiyor. Dolayısıyla bu bizim geleneksel tarım üretimimizin  yok olması anlamına geliyor. Türkiye’ye özgü bütün ürünler de  kayboluyor. Türkiye’nin en büyük özelliği müthiş bir gen kaynaklarına sahip olması. Şöyle bir ironi oluşuyor: Türkiye, dünyanın en eşsiz elma ve armut cinslerine sahip. Ama şu anda Türkiye’nin köy bakkallarında  bile Santa Maria denilen İspanyol bir armut satılıyor. O armut İspanyol kökenli bir armuttur ve köy bakkallarında bile vardır. Anadolu’nun sayısız armut cinsi var. Elma yine öyle. Şu anda bütün marketlerde Şili Elması, ithal elmalar. Oysa Anadolu, elmanın envai çeşidinin bulunduğu bir yer.  Sorun esas bu. Sizin gen kaynağınız kayboluyor, küreselleşmenin etkisiyle size getirilip dayatılıyor. Müthiş bir meyve kaynağı olan ülke bundan mahrum bırakılarak fakirleştiriliyor. Öbürü dayatılıyor.  Esas getirilmek istenen nokta bu.  Türkiye’de sermaye tarıma yatırım yapmıyor”. 

“Tüm köyler boşaltılıyor, araziler tek elde toplanıyor, tarım adım adım bitiriliyor”

Tarım emekçilernin tarımsal politikaların arka planındaki hedefleri konusunda ne kadar bilgi ya da bilinç sahibi oldukları konusundaki bir soruya ise Alkaya şu sözlerle cevap verdi: “Tarım emekçileri esasında çok da bu durumun farkında değil. Tarım emekçileri bu gelişmenin önünde durabilecek sosyal bilinç  öngörüye sahip değiller.  Çünkü onlar o kadar zorlu bir geçim sıkıntısı ile boğuşuyor ki başka şey düşünemiyor doğal olarak. Batıdan başlayarak  bütün köyler boşaltılıyor, araziler satılıyor, tek elde toplanıyor.  Tarımsal araziler satılıp kente göç ediliyor. Araziler satılarak  çocuklar evlendiriliyor. Ve gittikçe bir bakıyorsunuz ki  10 yıl önce  beslenme anlamında geleceğini güvence altına almış bu insanlar, kente geldiklerinde ‘bakkaldan alış veriş yapamayacak duruma gelmiş insanlar’ haline geliyorlar. Ama bu öngörü bir takım tüketim imkanlarıyla körüklendiği için şimdilik o rüya alemi devam ediyor” 

“Tarım işçisinin adı yok”

Orhan Alkaya fotoğraflarının aktörlerinin başına tarım işçileri geliyor. Alkaya, tarım işçilerinin sorunlarına ilişkin sorumuzu cevaplandırırken, tarım işçisinin adının olmadığını söylüyor: “Malatya’nın da artık yakından bildiği bir sosyal olgu var. Tarım işçisi. Ama tarım işçisinin adı yok. Çünkü devletin tarım işçileri için tanımladığı bir kavram yok. Yani onun yasal mevzuatta karşılığı yok.  Mevcut sistem için öyle de olması da gerekiyor. Çünkü herkesin işine gelen bir durum. Ama bana göre mevsimlik işçilerin insani koşulları sağlanmadan, onların çalışma koşulları iyileştirilmeden verimli ve randımanlı bir çalışma beklenemez. İyi ve kaliteli bir üretim de yapılamaz. Yapılan hasat ekonomik olmaz.  Tarım işçileri aynı zamanda sosyolojik olarak da derin bir çıkmazın içindeler. O insanların çok zor durumda kalması, aşağılanması, dışlanması ve ötekileştirilmesi... Türkiye bunlar çok yaşadı. 5 yıl önce minibüsle gelen insanlar horlanıyordu. ‘Bunları beğenmedim’ denilip gönderiliyordu bu işçiler. Adeta pazarda alınan birer köle gibi... Minibüsle gelen işçiler seçiliyordu. Yani bunun hukuki bir karşılığı olmadığı gibi insani bir yanı da yok”. 

“Tarım işçileri görünür oldukları ve sorunlarının çözüleceğini umut ettikleri için fotoğrafta olmaktan mutlu”

Peki, tarım işçileri kendilerini fotoğraflarda ve fotoğraf sergilerinde gördüklerinde ne düşünüyordu? Bu soruya Alkaya “Tarım işçileri artık görünür olmak istedikleri için o fotoğrafların birer kahramanı olmaktan mutlu. Çünkü görünür olup sorunlarının gündeme taşınmasını istiyor” sözleri ile yanıtladı. Alkaya şöyle devam etti sorumuzu yanıtlarken: “Aslında bu tarım  işçileri fotoğrafları gördüklerinde benim ne yapmak istediğimi anlıyorlar. Gönüllü olarak kendi yaşantılarının anlatılması istiyorlar. Görünür olmak istiyorlar. Eziyetlerinin bilinmesini istiyorlar.  Çoğu zaman bizi gazeteci sanıyorlar ve kendi yaşam şartlarının anlatılmasını istiyorlar. Su yok, kanalizasyon yok. Yaşadıkları yerlede alt yapı yok. Bu ülkenin onların halini görmesini istiyorlar. Zaten belgeselin anlamı ve alt metni de bu”. 

TEMA İl Temsilcisi Berktaş’dan Alkaya’ya Teşekkür 

Gösterim ve söyleşinin ardından TEMA Malatya İl Temsilcisi İzzet Berktaş da fotoğraflara ilişkin bir değerlendirme yaptı ve fotoğraf sanatçısı Orhan Alkaya’ya belgeselin oluşumu yolunda harcadığı emek ve tarım-insan ilişkisi alanında yarattığı farkındalık için teşekkür etti. 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız