“HER MİSAFİRE EN AZ BİR ÇEŞİT MALATYA YEMEĞİ” KAMPANYASI ve AKÇADAĞ’DA KÖMBELİ BİR RÜYA
Av. Selami YÜCEL
selamiyucel@hotmail.com
Bu yazımda derin bir geçmişten gelen lezzetli Malatya yemeklerinden bahsetmek istiyorum. Bu kadar önemli bir kültür parçasına yeterince sahip çıkılmadığını düşünüyorum. Bu çerçevede Malatya yemeklerine ilişkin bir kampanya çağrısında bulunuyorum. Buna uygun olarak da az bilinen bir Malatya çorbasının tarifini de veriyorum. Ayrıca Malatya kömbesini konu eden, “acaba bu yemekleri yabancılara tanıtsaydık ne olurdu”yu konu eden bir rüya da olacak.
Malatya Belediye Başkanlığı 28 Ekim 2011 tarihinde kültürümüze hizmet düşüncesi ile Malatya 1. Ulusal Kültür-Sanat Sempozyumu’nu başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Bu sempozyumda Tarih, eğitim ve basın, Edebiyat ve şiir, spor ve dini hayat, kültür ve sanat konularında yurdun çeşitli yerlerinden gelen bilim adamları katıldı. Ben de hasbelkader o sempozyumda Malatya Türküleri başlığı altında bir özet sunmuştum. O konuşmamda özetle; Türk Halk Müziği’nin doğuş aşamasını, Türkiye’deki durumunu ve gelişmesini, Malatya türkülerinin aşamalarını, Muzaffer Sarısözen, Malatya Şehit Kemal Özalper Erkek Sanat Enstitüsü’nün yayın döneminden önceki dönemi, radyonun yayına geçmesinden sonraki durağan döneme kadarki gelişmeyi bu günkü durumu aktarmaya çalışmıştım. Ayrıca Merkez dışı köylerde okunan türkülerden de; Arguvan, Hekimhan, Akçadağ, Doğanşehir, Darende ve Arapkir türkülerinden de bahsetmiş idim. Anlatımım sadece bir özet idi ve amacım bu konuda çalışma yapmak isteyenlere kaynak oluşturmaktı. Konferans metninin kitap haline getirileceği söylendi ama benim bildiğim kadarı ile vaad şimdiye dek gerçekleşmedi.
Malatya kültürüne, yemeklerine, müziğine, halk oyunlarına, örf ve adetine hizmetin çok çok önemli olduğunu her vesile ile ve her ortamda dile getirmişimdir. Hemşehrilerimizin kültürümüze pek değer vermemelerine rağmen anlatımlarımın zaman zaman faydalı olduğuna inanıyorum. Hatta, yemeklerimizin, müziğimizin, tarihi ve doğal dokumuzun çok iyi bir gelir kaynağı durumuna getirilebileceğine ilişkin fikirlerim çoğu kişi tarafından kabul görmüştür.
Yazılarımı önceleri daha çok, mensubu bulunduğum hukuk alanında yazıyor ve gerekli yerlere de ulaştırıyorum. Özellikle avukatlar hakkında Türkiye’de ilk defa ortaya koyduğum projelerimin on onbeş sene sonra olsa dahi bazı kesimlerce benimsenen görüşler haline geldiğini görmek beni mutlu etmektedir. Bu bakımdan insanlar tek başına da olsa görüş ve düşüncelerini çekinmeden aktarmalılar. Tutarlı bir düşünce ise o maya mutlaka tutacaktır.
Malatya kültürünün kaybolmak üzere olduğunu da herkes bilmelidir. Kültürümüzü unutmamız, sadece modern yaşamamız belki de çok büyük maddi kayıplara da sebep olacaktır. Manevi kayıpları bir tarafa atalım. Kültürümüzü yaşamamız, yaşatmamız bizlere hem maddi hem de manevi kazançlar sağlayacaktır. İki gün önce oğlumun Malatya’yı gezmeye gelen arkadaşlarından memleketimizi özellikle yemeklerimizi çok beğendiklerini, kiraz yaprağından ekşili köfteyi Malatya Mutfağı’ndan, kâğıt kebabını da Tavacı Şükrü’den yediklerini bu yemeklerden müthiş haz duyduklarını işitmem beni gururlandırdı. Hatta onların soğuk çorba diye nitelendirdikleri yoğurtlu çorbayı övmelerini duymak da çok hoştu.
Gene daldan dala atlıyoruz galiba. Ha... hatırladım. Belediyenin sempozyumunda konuştuktan sonra Belediye Başkanımız Ahmet Çakır ile göz göze geldim. Mikrofon da önümde idi. Oturum Başkanından müsaade alarak kendisine şöyle seslenmiştim:
”Sayın Başkan, Cemal Akın’n başkanlık döneminde belediyenin internet sitesinde Malatya Yemekleri konusunda bir bölüm açılmış idi, oraya ailemden tariflerini aldığım on iki adet yemek tarifi göndermiştim. Onlar yayınlandı. Ancak; çok faydalı bu bölüm ne yazık ki yayından kaldırıldı. Sizden ilk ricam bu bölüme internet sitesinde tekrar yer vermenizdir. İkinci önerim ise şu: Bir yemek kampanyası başlatalım. Adı da “her misafire en az bir adet geleneksel yemeğimizi ikram edelim” olsun. Böylece bizler Malatya yemeklerini özüne uygun yapmayı öğreniriz, çocuklarımıza ve misafirlerimize o yemekleri sevdiririz, en önemlisi belki o konuda bir sektör oluşturabiliriz”
Başkanımız sempatik tavrı ile gülümsedi ve tamam anlamında kafasını bir iki defa öne doğru eğdi. Buna rağmen bu konuların uygulamaya geçeceğinden ciddi kuşkularım vardı. O sempozyumdan ortalama altı aylık bir zaman geçmiş olmasına rağmen bu önerilerimin çıtını bile duymadım. Daha önce Hukuk dalındaki önerilerimden bazıları Türkiye gündemine gelmişti. Ama benim adımla olmasa da olsun o düşüncem gerçekleşiyordu ya gerisi bana vız gelir tırıs gider. Ama Malatya kültürüne ilişkin de artık kendi kendime inisiyatif almam gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu defa farklı bir yöntem uygulayacağım.
Düğmeye bastım! “HER MİSAFİRİMİZE EN AZ BİR ÇEŞİT MALATYA YEMEĞİ YAPALIM KAMPANYASI”nı başlatıyorum. Gelen arkamdan gelsin! Benimseyen benimsesin, benimsemeyenler de başka işlere baksın. İnsanlar, özellikle kendi kültürünü boş vermiş Malatyalılar: “Selami; senin etin ne budun ne? Emrinde yüzlerce insan çalışmıyor, pankartlar bastırıp her tarafa astıramazsın, televizyonlarda bar bar bağıramazsın, mahalli yemekleri yapıp, valilere, milletvekillerine tattıramazsın, yemek yarışmaları yapamazsın. Kendi kendine gelin güveği olma” diyebilirler. Ne derseniz deyin aha da başlattım oldu! Bir mum yak gerisi büyür. Halik bilmez ise Halûk bilir! Kartopu yuvarlanır çığ olur. Düğmeye bastım. Projenin ismi de benim oldu. Var mı kimsenin bir diyeceği? İnandığım şeyi yapmak için adım atıyorum. Var mı ötesi? Hadi, kültürümüzü, yemeklerimizi unutmamak, yeni nesillere aktarmak, tanıtmak için her misafirimize sunduğumuz sofrada en az bir çeşit Malatya yemeğini eksik etmeyelim. Gelecekte torunlarımızın torunları Kömbe nedir, Bad çorbası nasıl yapılır, kâğıt kebabı nedir bilsinler…
Ben rahmetli anamdan itibaren tüm büyüklerimden Malatya yemekleri tariflerini almıştım. En sonunda da Malatya yemeklerinin piri olan ablamdan (Selma Karaman) tarifleri aldım. Geleneksel lezzetler bu tariflere birebir uygundur. Uyduruk değildir, yüzlerce sene pişirilen yemekler ile bire bir eştir. Malatya Belediyesi’ne seneler önce gönderdiğim tarifler şimdi bazı internet sitelerinde yer almaktadır. Benim cümlelerim şimdi bana geri dönmektedir. Ancak benim ismim tariflerin altında yoktur. Bana verilen tariflerde gramajlar olmadığından o gramajları kafamdan tahmin edip Malatya Belediyesine göndermiştim. Akıl edip de tariflerin örneğini almamışım. Belediyeden ricam gönderdiğim Malatya yemeklerinin tarifinin birer örneğini benim e-mail adresime göndermeleri.
Bu arada yemek yapmakta zorlanan hanımlara ıspanak badından yaptığımız şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmadığını sandığım, unutulan Malatya yemeklerinden birinin tarifini gündeme getiriyorum. Bu çorba ablamın tarifinden kaleme alınmış olup, patenti ablamla bana aittir.
Malatya Bad Çorbası
Malzemeler:
500 gr. ıspanak badı (boru kısmı)
200 gr. Kıyma
1 Çay bardağı Malatya mercimeği
3 adet kuru soğan
½ çay bardağı nohut
Domates salçası
½ çay bardağı kadar pirinç
Biraz erik ekşisi veya limon suyu
Bir iki kaşık tereyağı
Tuz
Yapılışı :
Ispanak badlarını doğruyorsun. Yıkayıp bir kenarda bekletiyorsun. Diğer taraftan Tencerede yağ ile kuru soğanı kızartıyorsun. İçine bir kaşık kadar domates salçası koyuyorsun. Kıyma ile kavuruyorsun. Tuzunu ekliyorsun. Soğan öldükten sonra suyu koyarak kaynatmaya başlatıyorsun. İlk önce nohut ve mercimeği, daha sonra da pirinci ekleyerek kaynatmaya devam ediyorsun. Karışım pişmeye yakın ıspanak badlarını da kaynar suya atıyorsun. Bu arada erik ekşisi veya limon suyunu da ekledikten sonra nohut ve diğer malzemeler lırpımadan (lapa olmadan) pişirmeye son veriyorsun. (Bu yemek kıyma konmadan da yapılabilir)
AKÇADAĞ’DA HEYECAN VE CURCUNA
“KÖMBE RÜYASI”
Bu sabah uyandım ki saat beş. Saat 9.15 de bir duruşmam var. Duruşmadan sonra yarım uyku ile bu yazıyı yazmaya çaba gösterdim. Şu anda masamda yazımı yazarken rahat koltuğumda Malatya tabiri ile patiklemeye (uyuklama) başladım. On, on beş sahifelik yazıyı iki saat içerisinde yazıp bitiren benden eser kalmadı. Yazıma devam edemiyorum. Gözlerim kapanmaya başladı ve dalmışım. Uyandım, hayal mi idi, sanrı mı yoksa gerçek mi idi bilemiyorum. Konuyu yakalamıştım. Parmaklarım hareketlendi, zihnim açıldı…
Büyük dedem, Bekir Çavuş’un Akçadağ’daki Doğu Mahallesi’ndeki konağındayız. Öğlen saatleri. Bekir Ağa makatın (tahtadan yapılmış sedir) halıdan yapılmış köşe yastığına sırtını dayamış oturuyor. Etrafında çocukları Ahmet, Muhammet, Halil ve Mahmut var. Onların etrafında da torunlar; (babam) Cemal, Said, Asım, Mesut oturmuşlar. Daha küçükler ise kapının önüne diz çökmüşler konuşmaları dinliyorlar. Hararetli konuşmalar devam ediyor. Muhammet: Arga’daki gelişmelerden başlangıçtan beri haberi olduğunu eli kalem tutan bir aile olarak kalabalığın işlerini artırdığını, memlekete olağanüstü bir akım olduğunu, nostalji ile modernliğin birleştiğini, oluşumun adliye, hükûmet ve diğer ülkelerle olan ilişkilerinin düzenlenmesini üstlendiğini ifade etmektedir. Ahmet ise olaydan hiç memnun değildir. Kömbe olayının memleket hayrına olmadığını, Arga’nın -işçi olsalar bile- yabancılarla dolduğunu, eskiyi yaşamanın daha güzel olduğunu, bazı yabancıların açık saçık olarak dolaştıklarını, bunların hoş karşılanmaması gerektiğini söyler. Mahmut işin keyfindedir. Çağa ayak uydurmuş güzel günler geçirmektedir. Halil ise mazlum haliyle susmaktadır. Bekir Çavuş dayanamayarak, Oğlu Halil’e hitaben:
- Ne susuyon ule Ğalil, dediğinde.
Saygıda kusur etmemeye büyük gayret gösteren Halil:
- Babam ne derse ben ondan yanayım, Cümlesini kısık sesle ortaya yayar.
Bu sırada gelinlerden Adile ve Safiye’nin Zeytun Hanım eşliğinde hazırladığı “Tiritli dolma küfde” sininin üzerine konur, ardından pirinç pilavı ve kulak çorbası gelir. En sonunda Bekir Ağa:
- Gençler artık geriye dönüş yoğ, çağa ayak uydurmak zorundayık! Diyerek
tartışmaya son verir ve bağdaş kurarak yemeğin açılışını yapar. Odadakiler arkasından dalarlar. Selami, Nafi, Naim, Kemal de bir köşeye ilişir. Nazire, Nezihe, Sahire ve Aliye sofra hizmetini kusursuz yerine getirmektedirler.
Ben daha çocuğum. Yemek yiyiyik emme ben bu gonuşmalardan heç bir şey annamıyım. Dışarda uçak seslerine benzer gürültüler var. Türkçe, İngilizce gonuşmalar gulağlarıma gadek geliyi. Aldı mı beni bir marak. Dolma küfde falan diynemeden ilk önce yemekten ben gağdım. Usul usul çığartmaya doğru gettim, gafesin ardından meydana doğru bağdım ki ne görem, Akçadağ ana baba günü. Orta barabarda eski başgan Hasen, onun yanında Güçcük Mahmud’un oğlu Servet, onun yanında Aşşağı Örüşgülü Gıdonun Mamo, Biraz geride Hemmet’nen Refige. Refige elini önden bağlamış Hemmet de sekerek sağa sola gidip geliyi. Hatta; Şeyğ Ali de gelmiş bir iskembede oturuyu. Müritleri edirafını çevirmiş. Uzunlar da gögüslerini şişirerek dolaşıylar. Daha sonra da diğer Akçadağlılar ve köy temsilcileri toplanmış. Epeyi de ak pak insan var, bunlar da mutlaka gâvur olmalı. Bir de ne görem arka planda bayanlar tur atıyı. Şaşırdım galdım. Böyük böyük uçağlar meydana enip gağıyı.
Galabalığdan gözümü ayırarağ diğer yerlere bağdım. Garşıdaki tükanlar ve çarşı yangından önceki çarşı. Ayakkabıcı Nuri Usta ayakkabı yapıyı. Demirci Topal Hassik demire tavını aldırmış çata pata demire vuruyu. Terzi Ahmet durmadan inne sallıyı. Birez ileriye bağam dedim ne görem! Akçadağ Höyügü’ne kazı yapılmış, Akçadağ’ın on bin yıllık tarihi ortaya çıkarılmış, Başpınar’ın suyu eskisinden daha çok ağıyı, mayolu bayanlar erkekler ördek gibi suya dalıp dalıp çığıyı.
Başpınar’dan öteye bi bağdım ki ben deyem yüz sen de ikiyüz gatlı binalar dikilmiş. Bu binalar Develi’ye gadek uzanıyı. Ancak apartumanlar hep gayalığ gısımlara yapılmış. Yeşile ve sulara heç doğunulmamış. Ne olduğunu sorduğumda “sana bunları en eyi şekilde Gıdo’nun Mamo anlatır” dediler. Çapa çapa aşağı endim, Mamo Emmi’dan randevu istedim. İsmimi de Bekirçavuşlardan Selami diye söylettirdim. Mamo dayı “Bekir Çavuşlara gıymat veririm, Selami’de onnarın teberigidir, Gerçi Obama’yla görüşecem amma çoğ önemli degil” demiş.
JESSİKA, AKÇADAĞ KÖMBESİ VE AMERİKA
Gıdonun Mamo ne soracağımı bilmiş gibi aynatmaya başladı:
- Gurban verene Allaha. Hep bunlar Jessika’nın başı gıltından çığıyo. Belki ğatirlersin Gelecek çağa sebep olan olay bundan on sene önce meydana geldi. Ğalt etdiler de Arğa’yı işgale gağdılar. Bunnardan beş bin tenesini esir aldığ. Biliyon Mayk mişmiş ağacından düşüp öldü, Coni’yi böcük ıssırdı o da öldü. Jessika ise, geberesice, barmağlarını patosun gayişinin arasına soğmuş, üç barmağı telef oldu. Aynadın mı verene gurban?
- He emmi aynadım.
- Biliyon Arga yazısı böyük emme bu gadek esiri beslemek böyük mesele. Güvenlik de önemli. Bekirçavuşlar’ın koordinatörlügünde Kürneliler ve Ganılarla güvenligi sağladık. Bir de şeyle bir yol bulduk: Bu esirleri tarlalarda bağcalarda çalışdırdığ, patik yapdırdığ, tud silkelettik, bekmez, basdığ yapdırdığ, ekin biçdirdik, aynayacağın çalışdırdığ.
- Amarika;Akçadağlılar Amerikalı esirlere kötü muamele yapıyo diye dünyayı ayağa galdırmadı mı? İnsan hakları komisyonunun biri geldi biri getti. Bize gücleri de yetmiyi. Arğalıların namı Amarika’yı gavurdu geçdi.
Gelek esas meselemeye. Bunnarı doyurmağ çok zor oluydu. Hepisi Amerika’da fast-food ile beslendiğinden guzu kimiydi, bazileri loğ kimi olmuşdu. Biliyon ”fasd-fod” içinde bol yağ bulunan, çabuk yapılan özellikle hamur içerikli yiyeceklerdir.
Bunlar başlamadı mı ? biz fast-food isderük, galğan balığı isterük, çinekop balığı isderük diye diretmediler mi. Arğa yazısında bunnarı nerden bulağ? Başladık bunnarı eşgileme ekmegi, tandır ekmegi, Arga Kömbesi, dolma küfde ve ayran ile beslemeye. Şimdi o coniler çitil gibi oldu. Neyneyen gurban verene Allah’a en sonunda Amerika ile diplomasi görüşmelerini başlattığ. Bağdığ ki ağı poğunu ödemiyi. Gardaşım alın esirlerinizi götürün başınıza çalınsın dedik. Bush özel tayyare gönderdi. Anons yapdırdığ. Esirlerin yarısını zor gönderebildik. Demezler mi ki, “Biz Alacadağ kömbesine çoğ alışdık. Getmezig de getmezig”.
Ne diyesin yegan ne de olsa garipler. İçlerinden yarısı da bayan, gıyamıyoğ. Yetmeyesiceler eyle de bir gözeller ki. dedik ki: “Tamam giden getsin, getmeyenler de ırgatlık yapsın.”
Bu arada Amerika’da fast-food aleyhine bir kampanya başlatılmaz mı? Bizim kömbemizin namı, daha kömbe getmeden, Amerikanın tüm eyaletlerinde yayılmış. Bir gün, hele babam şu Amerikalılardan gurtulduk derken. Adı gağasıca Jessika, gaymakam bege demiş ki:
“Gaymakam beg; Akçadağın kömbesi Amerikalıların damak lezzetine çok uygun. Fast-food aleyhine kampanya da var. Kömbeyi orada yayalım. Bu görüşümün tutacağına inanıyorum.”
Gaymakam da gaymakam. Gözü gara mı gara. Cavval mı cavval, atak mı atak. Hemen vaziyeti çözmüş. Amaç; Akçadağ kombesini başta Amarika olmak üzere tüm dünyaya yaymağ. Gaymakam haman paçaları çemirledi. Akçadağ köylerini de içine alan kömbe yarışması düzenledi. Köylüler Akçadağ’da toplandı. İki yüz kömbenin içinde Aşşağı Örüşgü’de Uzunlardan Neyniğ’in yaptığı gavurmalı kömbe birinci geldi. Ondan soynaması Gaymakam beg Akçadağ kömbesinin patentini tüm dünyada aldı. Örnek; Neynik kirvemin yaptığı kömbe. Malatya’nın kırbeş elli yıl önceki buğdası olacak, un degirman unu olacağ, gavurmalar Malatya’nın garaman goyunundan yapılacağ, Akçadağ meşesinin közünde sacların arasında ocağda bişecek, is goğusu gelecek diye. Unlu, patatesli, isbanağlı, pendirli, ğaşğaşlı kömbeleri de bir gözel tescil ettirdik. Ayrıca sırf Arğa oyunlarının Amarika’da oynanması ve reklam yapılması için Başgan Hasen’i görevlendirdik. Başgan Hasen Akçadağ’lı ve Amarikalı çağaları topladı, onnara davul zurna eşliginde Arğa’oyunlarının alayını örgetti. Bu ekibin dillanları her tarafta şan verdi. Arğayı tüm dünyada tanıtdı.
Bunları yaparken itirazlar da geldi. Özellikle Kürecikliler; “biz Amerikan emperyalizmine garşıyğ” diye direnişe geçmezler mi. Haman toplanarak “bizim kömbeleri Amerikanyada satacayığ, onnarın dövizlerini Arga’ya getireceyik. Biz de aynı silahla Amarika’ya Amarikan sömürüsünü tersine çevirmek için gidiyoğ” dedik. Tamam dediler. Birlik ve dirligimizi de sağladığ ki Arga’ya atom bombası işlemez. Şimdi işler tersine döndü. Yeşil Amarika dolarları tüm Arga’nın cebine giriyo. Yegan; söylemesi ayip, şu havaalanını Argalılar yapdırdı. Beylece Askeri havaalanına endikden soyna on beş dakka çakıllı yolda getmiyoğ. Şu apartumanları biz yapdırdığ, uçağlar bizim tapulu malımız, elimiz yağ bal içinde. Burada on bin kişi, Amerika’da da beşyüz bin yabancı uyruklu çalıştırıyoğ. Ha nerde galmışdık? Tescilden sonra Neynig’in başganlığında on tene arvadı Jessika ile birlikte Amerika’ya gönderdik. Unu, odunu, davarı hep burdan götürdük. İlk önce normal bir yer açdık. On tene sacı yan yana gurduk. On arvadı yerleşdirdik. Amerikalılar da bizi evvelden duymuşlar ya. Edirafımızı sardılar. İlk önce yarımşar dilim kömbeyi bedavaya verdik. Arğasından da dilimi yüz dolardan dayadığ! Bağdığ ki üretim yetişmiyo. Kombe yapmak için yüz Amarikalı arvat yetişdirdik. Yalanız mayasını biz ğamurdan yapıyoğ. Onu gizli dutuyoğ. Sırrımızı vermiyik. İşde gıssadan hisse bu duruma geldik. Ancak dış ülkelerle yapılan görüşmelerden soyna işi birez yumuşaddığ. Amerika meşesini ıslah ederek meşeleri oradan temin ettik, buğdayımızın toğumunu oraya götürüp buğday siloları gurduk. Ancak goyunlaırımıza uygun goyun yetişdiremedik. Şimdi üretimimiz hem Amerika’da hem Akçadağ’da devam ediyo. Diğer ülkeler de bizden kombe istiyo emme biz şimdilik yetişdiremiyik. Türkiye ekonomisini sırtladığ gidiyoğ. Amerika’nın yaptığı, kola mola hikayesini biz tersine çevirdik. Reklama da çoğ önem veriyoğ, “Yaşasın Akçadağ kombesi”.
- Mamo Emmi şeyğımız bu işe ne diyi ?
- Şeyğım bağcayı gezer
Gezer barğımı ezer.
Ne diye gurban duruma ihtiyatlı yağlaşıyo. Bu olayın islam ahlakına ters sonuçlar doğurabileceği guşgusunu daşıyo.
- Peki emmi: Bu böyük böyük uçağların ne işi var.
- Niyneyen yavrum çok soru soruyon. Bu nakliye tayyareleri, gavurma, un , buğda,insan,odun gibi ğızmatlarda gullanılıyo.
- Peki emmi senin görevin burada ne? deyince Gıdonun Mamo bana sertçe bakarak,
- Ula ne diyon gadan alırım ha. Dünyayı saran kömbe nerenin? Aşşağı Örüşgü. Ben nereliyim? Aşşağı Örüşgü’lü. Kombe tarihini kim biliyo? Ben. Yavrım uluslararası kurul beni kombe baş danışmanı yaptı. Benden ğabersiz sinek bile vızıldayamaz. Ayda beş yüz bin dolar mayışım var. Eger Bekirçavuşlardan olmasaydın. Senin börgüne vallah bir zumzuğ çağardım!
- Son bir soru daha, Mamo Emmi; Hemmet’nen Refige’nin Arğa’da ne işi var?
- Ula yavrum. Onnar da yardımcı danışmanlarım. Ula Selami benim vağdım, çoğ gıymatlı Sayın Obama’yı da çok beklettik. Ayip oldu. Ha az daha unuduydum. Şimdi aynı çalışmaları eşgili ekmek için yapacayığ. Arğa pilavı da sırada. Bizden şeherliler de örnek almış, Malatya kâğırt kebabını tanıdağ diyolar. Emme onnar nere Argalı nere verene gurban. Ben cediyom, bundan sonraki soruları da Hemmet’nen Refige’ye sor. “Bye bye”.