İnönü Üniversitesi, Pakistanlı ünlü İslam Alimi Fazlur Rahman Maliki adına uluslararası sempozyum düzenliyor. “Günümüzde Felsefe, Din Algısı ve Ahlak’ konulu sempozyum 30-31 Ekim 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Fazlur Rahman Kimdir?
İslam Dünyası'nın "Yenilikçi" düşünürü olarak tanınan ve İslami yenilikçiliği "Gerçek anlamda sürekli biçimde değişen çağdaş dünya sorunları karşısında İslam'ın yeniden, daha canlı ve uygulanabilir şekilde tezahür etmesi" olarak tarif eden Fazlur Rahman, 1919 yılında, o tarihte Hindistan'a bağlı olan Pakistan'ın Hezâre şehrinde doğdu.
Öğrencisi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, hocası Fazlur Rahman'ı şöyle anlatıyor:
"İlk dinî eğitimini babası Mevlânâ Şehâbeddin ve dönemin tanınmış bilginlerinden alan Fazlur Rahman geleneksel İslâmî ilimlerde öğrenim görmüş olmakla birlikte, çağdaş eğitimi dinî açıdan sakıncalı bulan gelenekçi âlimlerin aksine İslâm’ın çağdaş gelişmelerle hesaplaşması ve böylece rekabet gücü kazanması gerektiğini savunuyordu.
Kendi ifadesine göre yenilikçi bir fikir adamı olarak yetişmesinde babasının önemli katkıları oldu. 10 yaşında iken Kur’an’ı ezberledi. Daha sonra babasının teşvikiyle modern eğitime yöneldi; 1933’te, o zaman “üniversiteler ve bahçeler şehri” olarak bilinen Lahor’a yerleşen ailesinin yanında yükseköğrenime başladı; bir yandan da babasından İslâmî ilimler sahasındaki tahsiline devam etti.
1940’ta Pencap Üniversitesi’nin Arapça bölümünden mezun olduktan sonra aynı üniversitede lisansüstü öğrenimine başladı. Arapça’ya olan hâkimiyeti ve ders-i nizâmî eğitimi sayesinde İslâmî ilimlerle münasebetini daha da geliştirdi. 1942’de yüksek lisansını tamamladıktan sonra aynı üniversiteye araştırma görevlisi olarak girdi. Burada başladığı doktora çalışmasını 1946’da gittiği İngiltere’de sürdürdü. Oxford Üniversitesi’nde İbn Sînâ’nın en-Necât adlı eserinin “en-Nefs” bölümü üzerinde çalıştı. Amacı, uzun bir geçmişten beri ihmal edilen İslâm felsefesi alanında uzmanlaşmaktı. Tez konusu olan “en-Nefs”in analizini ve İngilizce çevirisini daha sağlıklı şekilde yapabilmek için Grekçe ve Latince’yi, Batı felsefesini kaynaklarından takip edebilmek için de Fransızca ve Almanca’yı öğrendi. 1949’da bitirdiği Avicenna’s Psychology adlı doktora tezi yayımlandı.
Fazlur Rahman 1950’de İngiltere’nin Durham Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. Burada İran Kültür ve Medeniyeti dersinin yanısıra, İslâm Felsefesi okutmaya başladı. 1958 yılına kadar süren bu dönemde çalışmalarını İslâm felsefesi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu sıralarda en çok ilgisini çeken düşünürler Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, Fârâbî, İbn Sînâ ve Gazzâlî oldu.
İlmî çalışmalarında önemli bir dönem sayılabilecek olan 1958’de İngiltere’den Kanada’ya giderek Montreal’deki McGill Üniversitesi Institute of Islamic Studies’de İslâmî ilimler doçenti olarak yeni görevine başladı. Eserlerinin kronolojik listesinden de anlaşılacağı gibi Klasik İslâm Felsefesi alanındaki çalışmalarına ara vererek günümüz İslâm dünyasının sorunlarına yöneldi.
McGill Üniversitesi’ndeki görevine 1961’e kadar devam eden Fazlurrahman, günümüz İslâm toplumunun çağdaş sorunlarını daha yakından tanımak amacıyla aynı yıl Pakistan hükümetinin davetini kabul ederek ülkesine döndü ve Karaçi’de İslâmî Araştırmalar Enstitüsü’nde bir yıl misafir profesör olarak ders verdi. Böylece 1961 yılı onun hayatında önemli bir dönüm noktası oldu; çünkü bu tarihten sonra ilmî metodolojisinin ürünlerini almaya başlayacaktı. Nitekim bu tarihten sonra yayımladığı makale ve kitapları incelendiğinde hemen hemen bütün çalışmalarının İslâm toplumunun güncel meseleleriyle ilgili olduğu görülür.
Fazlurrahman 1962 yılında İslâmî Araştırmalar Enstitüsü’nün genel müdürlüğüne tayin edildi ve bu görevini 1968’e kadar sürdürdü. Bu sırada enstitünün yayımlamakta olduğu Islamic Studies dergisinin başeditörlüğünü de yaptı. 1961-1968 yılları arasında neşrettiği yirmiden fazla makale ve iki kitap buradaki çalışmalarının ürünüdür. 1965’te basılan Islamic Methodology in History adlı eseri hadis, sünnet ve fıkıh alanlarında yeni anlayışlarla ictihad yapmanın önemini vurguluyordu. Yine bu dönemde neşredilen İslam adlı eseri (London - New York 1966) İslâm düşünce tarihiyle adeta hesaplaşıyordu. Bu yüzden eser Pakistan’da büyük bir infial uyandırdı.