“Çünkü kanıma dokunuyor” diye anlatmaya başlıyor Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Behçet Yalın Özkara gazeteci Fatih Altaylı’ya.
Özkara, sadece Altaylı’nın Youtube kanalında konuşmuyor. Kendi çekimleri var, katıldığı sayısız program, tüm cesareti, kararlığıyla “pislik içerisinde, çamura bulanmış” sistemin, daha doğrusu sistemsizliğin, Türkiye için, sulandırılmış bir kavram olarak değil de, gerçek manada nasıl bir beka sorunu olduğunu takır takır anlatıyor.
Ve biz ahali de dinliyoruz.
Neymiş bu Babişko Asuman vakası.
Bu “kavram” bize çok yabancı değil. Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa’nın hasta adamı olduğu, yıkılışa emin adımlarla gittiği yıllardaki beşik ulemasının yeni sürümü.
Babişko Asuman vakasını “kanına dokunduğu” için anlatmaya karar verdiğini söylüyor çakma değil gerçek profesör Özkara. Zamanında bir mülakata girmişler ve bakın ne olmuş:
“Ben akademisyenliği çok istiyordum, hakikaten samimiyetle istiyordum. O dönem için kendi alanımda Türkiye’nin en yüksek puanlarını aldım. Otuz kere mülakata girdim, birincilikle kazandım. Hepsinde istisnasız elendim. Benim bir tane elenmem var, bence Türkiye’nin çok güzel bir özetidir. Üç kadro açıldı, on iki kişi gittik. [Başvuranlar arasında] ODTÜ’lü birinciler vardı. Oturuyoruz şöyle, yemin ediyorum eşofmanıyla biri geldi, ismi de Asuman, oturdu. Genel sekreter geçti, “aaa” dedi, “Babişko” dedi. Kızı… Babişko Asuman o üniversiteye alındı, üç kadrolu üniversiteye, iki kadroya ne oldu biliyor musunuz? Hiçbirimiz hak edemedik, o kadroyu ODTÜ’lü birinciler de hak edemedi bu arada, hepimiz elendik.”
Özkara, Babişko Asuman’ın halen bir üniversitede doçent olduğunu, hiç bu kadar aşağılandığını hissetmediğini, adalete inançları olmadığı için o dönem dava da açmadıklarını sözlerine ekliyor.
Özkara, Asuman kim, sorusuna cevap vermekten haklı olarak kaçınıyor çünkü mahkemelerde süründürüleceğinin gayet iyi biliyor.
Özkara’yı Malatyahaber olarak çok iyi anlıyoruz çünkü bir üniversitemizin eski rektörü ve eşiyle ilgili belgeli-ispatlı haberlerimizin dakikalar içerisinde verilen mahkeme kararlarıyla yayından kaldırıldığını biliyorsunuz (isimlerini yazmadık ki, bu yazıya da yayın yasağı gelmesin, Asumanların manevi şahsiyeti zedeleniyor!).
***
Gazeteci Mahir Temur geçen hafta kayisihaber.com sitesinde İnönü Üniversitesi Çiftliği başlığıyla bir yazı kaleme aldı. Doktor öğretim üyesi olmak isteyen bir elemanın Babişko Asuman kontenjanından o kadroyu almak için çevirdiği film-fırıldıkları tek tek açıkladı. Bunca yıllık gazeteciyiz, neler gördük, ne karmaşık vakalara denk geldik ama bu alanında en iyilerden (!) diyebiliriz. Muhtemelen yazdıktan sonra Temur’a sorsanız, bazı noktalara, “acaba şöyle miydi, böyle miydi” diye cevap vermekte kendisi bile tereddüt edebilir.
(kayısıhaber.com'da Mahir Temur'un “İnönü Üniversitesi Çiftliği” başlıklı yazısını okumak için aşağıdaki linki tıklayınız:
https://www.kayisihaber.com/yazi/mahir-temur/inonu-universitesi-ciftligi/1123/ )
Derslerle pek arası olmayan, haylaz bir arkadaşımız Malatya Lisesinde okurken kopya çekmeye kalkmış, hocaya yakalanmıştı. Uyanık hoca bu arkadaştan önce başka bir öğrenciyi daha kopya çekerken yakalamış, elindeki kağıtlara el koymuştu. Bir de ne görsün, bizim arkadaşın kopya kağıtları ilk yakalanan elemanın hazırladığı kopyanın fotokopisi. Hoca sinirlenip “kopya hazırlamaya bile üşenmişsin. Bari kopyayı kendin hazırlasaydın, bir şeyler öğrenirdin” diyerek takkk…
Mahir’in yazısını okurken bu hikaye aklımıza geldi çünkü o arkadaş bu kadar iş çevirip kadroyu almak yerine ders çalışsa, dil öğrense fena olmaz mıydı? Sınavı kazanamasa bile, ki kazanmaması gerekiyor, bir şeyler öğrenirdi.
Dil dedik de, üniversitelerimiz, İnönü dahil, birçok alımda dil puanı şartını da kaldırıyormuş. Dil bilmeden tek bir adımın atılamadığı bir dünyada dil bilme şartını ortada kaldırmak bir tek bilimsel yayını dahi olmayan rektörlerin görev yaptığı bir ülkede normal karşılansa gerek birilerince.
***
İnönü Üniversitesinin yeni rektörü seçilecek. Prof. Dr. Ahmet Kızılay 2 dönem rektörlük yaptığı için başka bir isim rektör olacak. Birçok aday var, haliyle bu adaylar lehine (veya aleyhine) yapılan kulisler var. Beklentimiz İnönü Üniversitesini bilimsel alanda ileriye taşıyacak, öğrencilerin, akademisyenlerin tercih edeceği bir hale dönüştürecek bir ismin rektörlüğe getirilmesi. Depremden sonra vasıflı insanların değil sıradan işlerde çalışan insanların bile terk etmek için fırsat kolladığı Malatya’da yeni rektörün vasfı, kalitesi, niyeti daha da önem kazanıyor.
Rektörlük dönemini 'başarısız' olarak değerlendirdiğimiz Kızılay, bir değil birkaç adaya angaje olmuş, kendinden sonrakini belirlemek için o da faaliyette.
Ayrıca, eğitimi neredeyse okur- yazar düzeyde denecek, ortaokul- lise mezunu, üniversitenin parasının 'tokatçısı' kimi sözde basın organlarının 'esnaf' sözde gazetecileri, bu yeni rektör atamasında rol kapmak için ortalıktalar.. Ve tabi, kendilerini ‘STK’ diye adlandırılan birçok malum yapı.. Kazan kaynatıyorlar..
Bunlar ne kadar başarılı olabilir, atamayı yapacak olanlar bunlardan ne kadar etkilenebilir ki, Liyakat yok mu? diye soranlara, Malatya Turgut Özal Üniversitesi'ne Aysun Bay Karabulut'un bile rektör yapıldığı örneğiyle yanıt vermek yanlış olur mu?
Sorumluluk sahibi yayın kuruluşu olarak herhangi bir isimden yana veya onun karşısında tavır koyamaz, haber yapamayız. Ama bu derdimizin, önceliğimizin Malatya, İnönü Üniversitesi olduğu gerçeğini değiştirmez.
Okuyucularımızdan yaptığımız haberlere ilişkin mesajlar gelir. Bunların bir bölümü çöptür, dezenformasyondur, kadrolu/kadrosuz trol faaliyetidir vesaire değerlendirilmez. Ama bazı mesajlar önemli bilgiler içerir, araştırdığımızda doğruluğu ortaya çıkmıştır. İyi ve iyi niyetli okurlar bir yayın kuruluşunun muhabiri gibi çalışırlar anlayacağınız.
Bize bir okuyucu mektubu ulaştı, doğru mu bilmiyoruz, umarız doğru değildir çünkü basit gibi gözüken iddia çok vahim.
Adaylarımızdan, geçmişte 'yetersiz' görülmesine rağmen rektörlük için girişiminde şansı yüksek olduğu öne sürülen biri üniversitede akademik kadroda yükseldiği dönemde, öyle sevinmiş, öyle sevinmiş ki sınavda da kendi öğrencilerine, cevabı kendisinin terfi ettiği akademik derece olan “Bu dersin hocasının unvanı nedir?” babında soru sormuş. Üniversitedeki 'radikal’lerden olan bu eleman, Prof.'luğunu bir de öğrencilerin sınav kağıdında görerek, bu ‘mucize’ye kendini inandırmak, mutluluğunu perçinlemek istemiş.
Bu kafada birinin üniversiteye rektör olduğunu düşünebiliyor musunuz? Üniversitede sınav kağıtları saklanıyordur herhalde, bakılırsa bulunur kimdir bu kahraman!
İnönü Üniversitesinin rektör seçiminde veya başka atamalarda örnek alabileceği işler güneş gibi parlıyor önlerinde, bakmasını bilebilseler.
Neredeyse her gün yazılıyor, çiziliyor, Turgut Özal Tıp Merkezi Karaciğer Nakli Tıp Enstitüsünün başarıları. Prof. Dr. Sezai Yılmaz önderliğindeki ekip sıradan bir Anadolu üniversitesinde dünya çapında başarılara imza attılar. Bunu nasıl başardılar? Liyakatli oldukları için ve en önemlisi memleketlerini, işlerini sevdikleri için.
Ve işlerini iyi yapan daha birçok kaliteli, kariyerli, liyakatli isim var..
Ama onlar, ‘radikal’ değil, Babişko Asuman değil!
Başta Sezai Hoca olmak üzere bilim insanlarının her biri, eğer dertleri para ve/veya daha çok tanınma-kariyer olsaydı, Türkiye’yi bırakın, Dünyanın her yerinde iş bulamazlar mıydı?
Deprem sonrası ahı gitmiş vahı kalmış, liyakatsiz yönetimler ve atanan iş bilmezlerin uygulamalarıyla önündeki on yılları muhtemelen heba edilecek bir şehirde neyi bekliyor bu hocalar sizce?
***
Prof. Naci Görür ismini bilmeyen var mı? 6 Şubat felaketlerinin ardından hepimiz ezberledik, her sallantıda Twitter başına geçip, cümlelerini “sevgiyle” diye bitiren Hocamızın mesajlarını dikkatle okuduk.
Başka değerli hocalarımızla beraber Görür yıllarca bağırdı, deprem geliyor, önlem alın, diye. Depremden bir süre önce bir konuşma için Malatya’ya gelmişti. Kim bilir, deprem Görür Malatya’da iken olabilir, o da bir enkazın altında kalabilirdi. Hepimiz için hayat ile ölüm arasında kıldan ince bir çizgi var ama bazılarımız hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki dünya kendi ölümüyle bitecekmiş gibi, gelecek nesillerin ne yiyeceğini, içeceğini düşünmeden toplumsal düzeni bozmaktan geri kalmıyor.
Görür, hayat öyküsünü Sesi mi Duymayan Kaldı mı isimli bir kitapta toplamış.
76 yıl öncesinin Elazığ’ında doğan Görür’ün kitabı esas itibarıyla deprem meselesini ele alan bir eser değil, kendi çocukluğunun etrafında Türkiye’nin portresini çiziyor. Liyakate değer veren Türkiye’nin ne değerler, ne güzel işler ürettiğini bir güzel anlatıyor anlama kapasitesi ve ahlakı olana.
Elazığ’da başlayan hayat zorluklar, yoksulluklarla dolu. 4 yaşındayken yetim kalıyor. Dedesinin yardımıyla geçimlerini sağlıyorlar ama yetmiyor. Garip anasıyla yaşama tutunmak için trenlerde gazoz satmaktan, ilkokul, ortaokul, lise yılları boyunca Teksas-Tommiks (çizgi roman) kiralamaya, keskin nane şekeri satmaya, arkadaşlarına özel ders vermeye kadar yapmadık iş bırakmıyor. Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesini kazandıktan sonra da yoksulluk peşini bırakmıyor. Amfide yatıp kalkıyor. Üniversiteye başladığında onlara bakan dedesi de ölmüş, kalıyor ortada! Arkadaşları, gururunu kırmamak için, “kime lazım olursa harcarız” bahanesiyle harçlıklarından bir yere para biriktiriyor ama bu parayı hep Görür’e veriyorlar. Tüm bunlar çare olmuyor, amfide yatıp kalktığı için şikayetler oluyor, Elazığ’ın bu gururlu evladı, kimseye yük olmamak adına, okul idaresine gidiyor, tasdiknamesini istiyor. Anlayacağınız okulu bırakacak. Ancak durumu fark eden bir hocasının devreye girip bir fabrikadan burs bulmasıyla eğitim hayatını devam ettirebiliyor.
Bizi bu noktada bugün için asıl ilgilendirense, Görür’ün başka bir burs meselesi. Üniversitenin bir bursuna profesörlerin çocukları da başvuruyor ama bursu onlara değil, hak ettiği için, bu yetime veriyorlar.
Gazeteci Fatih Altaylı’nın kanalına misafir olan Prof. Görür, o yılların Türkiye’sinde vatandaş arasında ayrım yapılmadığını, bir işe talip olurken önüne engel çıkacağına dair akıllarına bir şeyin gelmediğini, ancak yetmişlerin ortalarından itibaren sağ-sol olaylarıyla ortaya “çıkarılan” ideolojik kamplaşmanın işleri özünden saptırmaya başladığını belirtiyor.
Kantarın bozulan ayarı bugünlere kadar gelip önümüzdeki tabloyu yarattı. Liyakatsizlik Türkiye’nin en kronik, en büyük sorunlarından biri olarak varlığını devam ettiriyor.
Tarihinde görmediği kadar büyük yıkımla karşı karşıya bir şehir liyakatli denebilecek sıfıra yakın yönetici sayısıyla ayağa kalkma şansını iyice zora sokup, gelecek nesillerin Malatya’sını yaşanabilir bir yer olmaktan çıkaracak gözükürken, en azından İnönü Üniversitesine işinin ehli bir rektör seçilsin diye bir umut bekliyoruz.
EDİTÖR'DEN..