Antik çağların günümüze ulaşabilmiş en muhteşem ve büyülü arkeolojik alanları arasında gösterilen Ankar Dağlarının zirvesindeki Nemrut Dağı karlar altındaki görünümüyle de ziyaretçilerini büyülüyor.
Nemrut Dağına ulaşmak için Adıyaman’ın Kahta ilçesi ile Malatya’nın Pütürge ilçesi üzerinden giden yollar kullanılıyor. Malatya tarafından gelenler doğu terasından, Kahta tarafından gelenlerse batı terasından zirveye ulaşıyor.
Deniz seviyesinden yaklaşık 2 bin 150 metre yükseklikte bulunan Nemrut Dağı, kış aylarının gelişiyle birlikte ulaşıma kapanıyor; “normal iklim seyri şartları altında” bir sonraki yılın mart ayı sonu veya nisanın ilk haftası eriyen karların temizlenmesiyle yeniden erişilebilir hale geliyordu.
Tüm dünyayı etkisi altına alan küresel iklim değişikliği 2024 yılında Nemrut yolunun, Pütürge tarafından, daha şubat ayının son haftası açılmasına yol açtı.
Yaklaşık 100 kilometrelik yol açık ve araç trafiğine uygun ancak bugünlerde Malatya tarafından Nemrut’a gittiğinizde biraz zahmet çekmeniz gerekiyor.
Yaklaşık son 1 kilometrelik yolda kar üzerinde yürümeniz, su geçirmez ayakkabı ve aniden çıkabilen rüzgâra dayanıklı kıyafetler giymeniz şart. Ayrıca hava şartları her zaman size güzel bir ortam sunmayabiliyor. Şansınız yoksa bastıran sis, dünyanın başka hiçbir yerinde benzerini göremeyeceğiniz devasa heykeller ile kabartmalardan mürekkep eşsiz arkeolojik alanın tadını çıkarmanızı engelliyor. Yaz aylarının vazgeçilmezi güneşin doğuşu ve batışını izlemekse imkânsız diyemesek de çok zor.
Ama yaz da olsa kış da olsa Nemrut Dağı olanca görkemiyle yerinde dururken, Kommagene Kralı I. Antiochos tahtların arkasında yer alan satırlarda ziyaretçilerine “işte, gördüğün gibi, tanrılara gerçekten lâyık oldukları bu heykelleri diktirdim: Zeus Oromasdes’in, Apollon Mithras Helios Hermes’in, Artagnes Herakles Ares’in ve her şeyi besleyen vatanım Kommagene’nin heykelleri. Aynı taştan ve aynı tahtlar üzerinde duaları işiten tanrıların yanına kendi heykelimi de koydurttum. Böylece ulu tanrıların ezeli saygınlığını kendi genç bahtıma çağdaş kıldım”* diye seslenmeye devam ediyor.
1987’den beri Kültür Mirası
Nemrut Dağı Türkiye’nin UNESCO Dünya Miras Listesine alınan ilk kültürel eserleri arasında yer alıyor. Bilindiği gibi bu listeye ülkemizden giren (2021) son eser Malatya Arslantepe Höyüğü. UNESCO’nun bir eseri listeye alırken kullandığı ölçütler açısından bakıldığında Nemrut ile Arslantepe’nin ortak bir yönü de var.
Bir eserin miras listesine girmesinde kullanılan “çatı” ölçüt “eşsiz evrensel değer” diye ifade ediliyor. Eşsiz evrensel değer tanımlanırken 10 kıstas arasından seçim yapılıyor; aday eser bunların bir tanesini bile yerine getiriyorsa dünya mirası kabul ediliyor.
Nemrut Dağı UNESCO’nun koyduğu (i), (iii), (iv) maddelerinde belirtilen ölçütleri karşıladığı için dünya miras listesine alındı.
Bunların birincisi, eserin görkemini layıkıyla betimlemek istercesine, “insanın yaratıcı dehasının [ortaya koyduğu] başyapıtı yansıtması” tanımını yapıyor.
(iii) Arslantepe’nin de listeye girmesinde gerekçe gösterilen madde. Buradaki ifade ilgili eserin “halen hayatta olan veya ortadan kaybolmuş kültürel bir geleneğe veya uygarlığa emsalsiz veya en azından olağanüstü düzeyde tanıklık etmesi” diye çevrilebilir. Arslantepe, sadece bu kıstasa dayanarak listeye alınmıştı.
Nemrut Dağını taçlandıran son (iv) maddesi ise “yapı türü ile bütünlük arz eden mimari ve teknolojik özelliklerin eşsiz bir örnek oluşturması ve bir parçası olan peyzajın insanlık tarihindeki önemli safha veya safhaları mekânda yer alan eserlerle göstererek anlatması” şeklinde yorumlanabiliyor.
Kim, Neden Yaptırdı?
Kommagene, İskender’in MÖ 323’te ölümünden sonra kurulan bölgesel krallıklardan biri. Kral I. Antiochos ile babası “güzel zaferler seven” anlamına gelen “Kallinikos” unvanlı Mithradates günümüzdeki Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep sınırlarını kapsayan Kommagene ülkesinde antik dünyada eşi benzeri görülmemiş devasa inşaat işlerine girişti. Anlaşıldığı kadarıyla, babasının vefatının ardından, “projeleri” hız kesmeden devam ettirdi.
MÖ 69-34 arasında hüküm süren Kral, dönemin süper güçleri Roma ve Persler arasında kalan ülkesinin bağımsızlığını korumak için çoğunlukla diplomatik yollarla manevralar yaptı, her iki tarafla iyi geçinmeye çalıştı. Bir defasında Samsat’ı kuşatan Roma’yı yenmişlerdi ama bu güçlerle sürekli savaşabilecek güce sahip değillerdi. Romalılarla anlaşma akdederek Fırat üzerinde gümrük gelirlerini kasasına aktardı; kızı Laodike’yi Pers prensine gelin verip denge tutturmaya çalıştı.
Antiochos, her iki tarafa yaranmak arzusuyla da, Helenistik ve Pers dinlerini kendi yerel inançlarıyla birleştirerek yeni bir dinsel inanış, ideoloji kurdu. Roma’ya da Pers’e de “sizin dostunuzum” mesajı vermek istiyordu. Kommagene ülkesinin birçok yerinde bu ikili kültürü yansıtan tapınaklar inşa ettirdi, heykeller diktirdi; yakınları, ataları için mezar anıtları yaptırdı.
Elbette ki bunların en muhteşemi kendisi için yaptırdığı, ölümünden sonra gömülmeyi vasiyet ettiği Nemrut Dağındaki anıt olacaktı.
Yazıtlardaki ifadesiyle hierotheseion denilen bu yer “tapınak-mezar ve tanrıların evi” olarak tanımlanıyor. Doğu Torosların en yüksek zirvelerinden biri seçilerek yapılan anıtın doğu ve batı teraslarında birbirinin benzeri dev heykeller yer alıyor. Beş dev kireçtaşından yapılmış tanrı heykellerine, yerlerden ve göklerden gelecek tehlikelere karşı koruyucu görevi üstleneceği varsayılan kartal ve aslan başları eşlik ediyor.
Eserler bunlarla da kalmıyor. Kitlesel turizm ve doğal nedenlerle büyük tahribat gördüğü için kapalı alanda koruma altına alınmak zorunda kalınan, dünyada türünün tek örneği olan aslanlı horoskop ile diğer kabartmalar ve Antiochos’un atalar soyağacı ve Pers atalarını gösterdiği belirtilen kabartmalar, ateş sunağı doğu, batı ve kuzey teraslarını süslüyor. Kabartmaların tamamı kum taşından yapılma.
Antiochos’un tanrılarla el sıkışmasını gösteren kabartmalar dönemin inanç anlayışını, ideolojisini göstermesi açısından çarpıcı örnekler zira o dönemde ahali tanrı soyundan gelmeyeni kraldan saymıyor.
Nemrut Dağının görkemini terasların hemen ardında yer alan tümülüs tamamlıyor. 145 metre çapında, 50 metre yüksekliğindeki tümülüs onlarca kilometre uzaklıktan kendini belli ediyor.
İki Bin Yıl Sonra Gelen Şöhret
MÖ 163 ila MS 72 arasında varlığını sürdüren varlığını sürdüren Kommagene Krallığı Roma İmparatoru Vespasian zamanında imparatorluğun bir parçası yapılıp tarihe karışırken unutulup gidecekti.
1881 yılında, Diyarbakır Vilayetinde Osmanlı İmparatorluğu hesabına mühendis olarak çalışan Alman Karl Sester, bölgede çalışırken Nemrut Dağı anıtlarını fark edip İzmir Konsolosluğu vasıtasıyla Prusya Bilimler Akademisinin haberdar olmasını sağlamıştı. Sester, Nemrut’u ilk başta Asur uygarlığına ait bir yer sanmıştı, haber verdikleri insanların inanası da gelmemişti ama bakmadan olmazdı.
1-2 yıl içinde Sester’le birlikte Otto Puchstein, Karl Humann gibi diğer Alman arkeologlar ile Osman Hamdi Bey ve Osgan Efendi Nemrut’a gelerek çalışmış, yayın yapmış; daha sonra araya dünya savaşlarının girmesiyle neredeyse 70 yıl kaderine terk edilmişti. 1950’lerden başlayarak Amerikalı Theresa Goell ile Alman Friedrich Karl Dörner başta olmak üzere birçok arkeolog, tarihçi kazı, çalışma, araştırma yaptı, yeni eser ve bulgulara ulaşıldı; sadece Nemrut Dağı’ndaki değil, Kahta’daki Karakaş Tümülüsü, Cendere Köprüsü, Arsemia, Atatürk Barajı suları altında kalan Eski Samsat başta olmak üzere yöreye yayılmış arkeolojik alanların, anıtların bilgisine, belgesine ulaşıldı.
Bu arada ilginç bir durum ortaya çıktı: Tarihi vesikalarda Kommagene’nin diğer krallarının isimleri verilirken, Nemrut Dağına, taht kaideleri ve sütunlarıyla birlikte neredeyse 9 tona ulaşan, 8-10 metre yüksekliğindeki devasa heykelleri diktiren I. Antiochos’un esamesi okunmuyordu.
Acaba Antiochos bilemeyeceğiz bir nedenle bir siyasi cinayetle ortadan kaldırılıp, akabinde Romalıların Damnatio memoriae dediği, Sümer, Mısır, Hitit ve Grek uygarlıkları bir yana yakın tarih devletlerinde rastlanan, uygulamanın kurbanı mı olmuştu?
Latince “hafızanın lanetlenmesi” anlamına gelen eylemde gözden düşen kişiye ait resmî belgelerde, yazıtlarda ne varsa siliniyor, tasvirleri yok ediliyor, bazen o ismin yaptıkları kitaptan, kağıttan çıkarılarak tarih yeniden yazılıyordu.
Merhum, adeta George Orwell’ın 1984 romanındaki distopyayı yaşıyordu.
Nitekim Kahta’daki Cendere Köprüsünde (antik çağdaki adıyla Septimius Severus) bunun çarpıcı bir örneğini görüyoruz. İmparator Severus ile karısı Julia Domna ve oğulları Geta ile Caracalla adına köprünün başlarına dört sütun dikilmiş; Caracalla iktidarı ele geçirince kardeşi Geta’yı öldürüp hafızasını silerken köprüdeki sütunu da ortadan kaldırtmıştı. Bugün Cendere Köprüsünden geçerken gördüğünüz 3 sütunun hikayesi budur.
Antiochos’un böyle bir trajik sona uğradığı kanıtlanabilmiş değil ama böyle bir ihtimal var. Ayrıca “büyük olasılıkla” bedeni vasiyet ettiği yerde, yani tümülüsün içerisinde, değil.
Adının tarihten silinme veya belki başka nedenle kaybolma nedenini bilemesek de şu gerçek:
O, vefatından iki bin yılı aşkın süre geçtikten sonra da olsa, her iki terasta taht kaidelerinin arkasına “çift nüsha” yazdırdığı 237 satırlık “nomos” dediğimiz yazıtlarıyla bize ulaşıp Kommagene ülkesinin post-modern zamanlarda en şöhretli ismi olmayı başardı.
“Zamanın tahribine dirençli bu tapınaksal mezarın temellerini göksel tahtların yakınında atmaya karar verdiğimde, bu kutsal mekân, sadece ileri yaşıma rağmen hâlâ sıhhat ve selamet içinde olan bedenimi saran kılıfa, tanrının sevdiği ruhum Zeus Oromasdes’in göksel tahtlarına yolcu olduktan sonra, ebedi bir istirahatgâh olsun istemedim; buranın aynı zamanda bütün tanrıların ortak tahtları olmasını da kararlaştırdım.”
Derleme: Bülent KORKMAZ
--------------
*Nemrut Dağında tanrı heykellerinin oturtulduğu varsayılan tahtların arkasındaki yazıtların Türkçe çevirisi, 2014 yılında kaybettiğimiz, Akdeniz Üniversitesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü kurucusu, bu üniversitede öğretim görevlisi olarak da çalışmış Prof. Dr. Sencer Şahin’e aittir. Nemrut Dağı araştırmalarında büyük emeği bulunan Sencer Hocayı rahmet ve minnetle anıyoruz.