KUVVETİN DORUĞUNDAKİ DEV: DELİ ÖMER
Mustafa DÜZLEME
Ben fakir ( Mustafa Düzleme) 1970’lerde üniversite yıllarımda İstanbul basınında yazar-çizer olarak çalışırken illüstrasyon tekniğiyle gazetelere Deli Ömer Pehlivanın hayatını yazıp resimlemeyi düşünmüştüm. Bu niyet ile Pehlivanın yaşadığı Sultan Abdülhamid dönemine ait pehlivanlıkla ilgili ne kadar kitap varsa aldım, inceledim. Ne yazık ki bütün bu eserlerde Ömer Pehlivanın ismine rastlayamadım. Bu durumu Deli Ömer’in ahfadına aktardım. Onlara “Ömer Pehlivanı, İstanbul, İzmir ve daha başka batıdaki güreş meydanlarında kiminle güreştireceğimi bilemedim. O zamanların profesyonellerinden olan Koca Yusuf, Kara Ahmet, Adalı Halil, Kurtdereli, Madralı Ahmet, Filiz Nurullah, Kızılcıklı Mahmut ve Altın Çağın Diğer Devlerinde hangileriyle karşılaştıracağıma bir türlü karar veremedim. Eğer resimli eserimde Ömer Pehlivanı bunlardan biriyle güreştirseydim, İstanbul ve diğer yerlerdeki günümüz güreş uzmanlarının hücumuna, tenkidine, hışmına uğrardım. Yazıp çizdiklerimin fos olduğu meydana çıkardı” dediğimde Pehlivanın torunları “dedemiz Deli Ömer, başıma bir felaket getirirler korkusuyla batıdaki güreş meydanlarında gerçek ismini gizleyerek takma adlarla müsabakalara katılırmış. Her yerde ayrı bir isim kullanırmış. İşte bundandır ki gerçek ismi eserlere pek geçmemiştir” cevabında bulundular. Bu zaviyede hareketle Malatya ve yöresinde meşhur olan ünlü Pehlivanın yaşanmış pek çok hayat hikayesinden sadece birkaç tanesini aşağıda kaleme aldım. Belki hatalarım olabilir düşüncesiyle okuyucuların affına sığınıyor, fırtınalar yaratan bu devin yaşamından kısa bir iki kesiti gözler önüne seriyorum.
....
Malatya’nın yetiştirdiği, Sultan Abdülhamid dönemi, meşhur pehlivanlardan. Nüfus cüzdanına göre 01.07.1880 yılında Orduzu Kasabasında doğdu. Osmanlı kayıtlarında Deliömerzade Bekir Ağa oğlu Ömer oğlu Deli Ömer Pehlivan olarak geçer.
Hayatta güç yetiremediği tek kişi kendisinden daha iri ve daha güçlü, kuvvetli olan abisi İsmail Pehlivandı. Çağın mutasavvıflarından Boranlı Mustafa Baba, İsmail Pehlivandan söz edildiğinde; “benim üç parmağımın kalınlığı onun tek parmağının kalınlığı kadar ancak vardı” diyerek onun heybetini sonraki kuşaklara böyle aktarmışlardır. Ömer çocukluğunda ve gençliğinde Beydağının yamaçlarında sürülerini otlatır, onlara çobanlık yapardı. Özel yetiştirdiği tosunlarının boynuzlarından yakalar, onları ileri geri ittirerek güç, kuvvet egzersizleriyle bol bol idmanlarda bulunurdu. Onun antremanlarındaki malzemeler tosunları, kaya parçaları, kütükler ve ağaç boğumlarıydı. Çobanlığı esnasında bazen kulağını toprağa yaslar, dinlemeye koyulur, hangi taraftan davul zurna sesi duyarsa sürüyü arkadaşına bırakır, o tarafa koşardı. Düğünlerde yapılan pehlivanlık müsabakalarında sırtını kimse yere getiremez devamlı galip ayrılırdı. İşte günlerden bir gün yine böyle bir atmosfer içinde Beydağında hayvanlarını güderken uzaktan davul sesi duydu. Sürüsünü arkadaşı çobana teslim etti, sesin geldiği tarafa yöneldi. Yürüye yürüye Banazı’ya (Konak’a) ulaştı. Kalabalık bir toplulukla karşılaştı. Gümbür gümbür davullar vurulmakta, zurnalar çalınmakta, o yörenin meşhur pehlivanları birbirleriyle kıyasıya mücadele etmekte, ağalar ve halk ise coşkuyla bu güreş müsabakalarını izlemekteydiler. Bu manzara ile karşılaşan Ömer heyecanlandı, güreşmek arzusuyla vücudunun şiddetle titrediğini hissetti. Onun haline vakıf olanlardan biri bu durumu o yörenin ağasının kulağına fısıldadı. Ağa, heybeti, gücü kuvveti zahire akseden bu yabancı delikanlıyı yanına çağırdı. Niçin heyecanlandığını, titrediğini sordu. Onun meydandaki yörenin meşhur pehlivanlarıyla güreşmek istediğini anlayınca arzusunu anında yerine getirdi. Soyundurdu kispetini giydirerek meydana saldı. Akşama kadar yapılan müsabakalarda o yörenin meşhur pehlivanlarının sırtını teker teker yere getirdi. Böylece Orduzulu Ömer pehlivan üstünlüğünü daima ortaya koydu, isbat etti. Ağa, bu yabancı genç pehlivanı evine konuk etti. Yedirdi, içirdi, izzet ikramda bulundu. Mevsimin yaz olması münasebetiyle akşam olduğunda yatağını evin avlusuna serdi. Gündüz güreşlerde bir hayli yorulmuş, terlemiş olan Ömer Pehlivan gecenin geç vakitlerinde ortalıkta el ayak çekildiği bir zamanda yorgunluğunu ve terini gidermek amacıyla soyundu, kendisini evin avlusunda geçen derenin soğuk sularının içine attı. Ne var ki akıntıya kapılarak duvarın altında sürüklenip kaldığı evin bitişiğindeki diğer komşunun evinin avlusunda ortaya çıktı. Vücudu çıplak olduğundan tir tir titriyordu. Gece sabaha kadar başkasının evinin avlusunda öylece kalakaldı. Sabahleyin komşu ev sahibi dışarı çıktığında evin avlusunda çıplak bir adam görünce önce şaşırdı. Sonra vaziyeti anladı. Ömer Pehlivanı yeniden ağanın evine götürdü. Ağa olayı öğrendiğinde “Pehlivan, bizi haberdar etseydin de su ısıtsaydık. Güzelce banyonu yapardın” dedi, üzüntüsünü dile getirdi. Sabah kahvaltısından sonra Ömer’i onure etti. Heybesine birçok hediyeler koydurdu. Memnuniyetle onu yolcu etti.
Orduzu Pınarbaşı otlağında yayılan koyun sürüsünün başında Ömer pehlivan bulunmaktaydı.O esnada Malatya’nın meşhur çalgıcılarından davulcu Hasan’ın babası zurnacı Muhammet orada geçerken genç Ömer ile karşılaştı .Hal hatırdan sonra aralarında şöyle bir konuşma oldu :<<Ömer ben Gündüzbey’e gidiyorum.Orada variyetli bir ailenin düğünü var.Güreşler tertip edilecek .Haydi sende gelki er meydanında boyunu göreler >>Ömer :<
Bir gün annesi, evlerinin avlusunda üzerinde odun yüküyle duran merkebi göstererek oğluna şöyle seslendi: “Ömer, odunları hayvanın üzerinden indir, kendini yormayacak şekilde azar azar kucakla da evin damına çıkarıver.” Annesinin ağzından bu sözleri duyan genç Ömer aniden eğildi, boynunu hayvanın karnının altına soktu. Merkebi üzerindeki odun yüküyle beraber havaya, omuzlarının üzerine kaldırdı ve o vaziyette taş merdivenlere basa basa odun yüklü merkebi dama çıkardı. Bu duruma şahit olan annesi “ilahi Ömer neden böyle yaptın. Canına acımadın mı?” demekten kendini alamadı. Bu ve buna benzer korkunç kuvvetiyle ortaya koyduğu, akılları şaşırtan daha pek çok hikayeleri dilden dile anlatılarak Malatya ve yöresinde bugünlere kadar gelmiş, bizlere kadar ulaşmıştır.
Malatya da bu yiğit sporunun tüm inceliklerini öğrenen ve er meydanlarında başarıyla uygulayan manda kuvvetindeki Ömer Pehlivan, abisi İsmail hariç yöresinde karşısında dayanacak başka bir güç göremeyince genç yaşında iken iyi bir pehlivan olarak İstanbul’a gitti. Orada devrinin ünlü pehlivanlarından birçoğu ile kapıştı. Ne var ki müsabaka yaptığı bu ünlü pehlivanlar kimlerdi, bizce bilinmemektedir. Sadece yaşlılarca bize ulaşan nakillerde Ömer pehlivanın Adalı Halil ile yaptıkları güreşte yenişemedikleri, onunla berabere kaldıkları, ancak Adalının yaşının büyük olmasından dolayı hakemin güreşi Adalı Halil'e verdiği, onu galip ilân ettiği defalarca anlatılagelmiştir. Yine Deli Ömer’in ismi anıldığında, yöre halkınca söylene söylene, akıllara, Sultan Abdülhamit’in baş pehlivanı olduğu fikri sokulmaya çalışılmıştır. Ne var ki kendisi de büyük bir pehlivan olan Sultan Aziz tahttan indirilip yerine Abdülhamid padişah olunca ilk işi Sultan Aziz’in pehlivanlarını dağıtmak, saray ocaklarını lağvetmek ve İstanbul’da güreş müsabakası yaptırılmasını yasak etmek oldu. Bu yüzden durumları sarsılan pehlivanların bazıları, Avrupa’ya, Amerika’ya, gitmeye mecbur kaldılar. Orada yaptıkları güreşlerde Türkün acı kuvvetini dünyaya tanıttılar.* Yukarıda belirttiğimiz gibi, Sultan Aziz’den sonra pehlivan besleme merakı bir müddet paşalar, beyler ve ağalar arasında devam etti. Bunlardan Sadrazam Sait Halim Paşa, kardeşi Abbas Halim Paşa ve Yenişehirli Etem Paşa devrinin en tanınmış pehlivan bakan kimseleri idiler.* Bu kaynaklardan yola çıktığımızda Ömer Pehlivanın İstanbul’da bulunması işte bu devrelere rastlar. Ne var ki pehlivanın hangi bey, ağa veya paşanın bakımı altında olduğu yine bizce bilinmemektedir.
Bu arada kilosu 210 okka olan korkunç güçte insan azmanı ecnebi bir pehlivan İstanbul’a geldi. Paşaların maiyetindeki pehlivanlardan hiçbirisi bu ecnebinin karşısına çıkmaya cesaret edemediler. Bununla boyunun uzun olmasından dolayı kapılara sığmayan ve ağırlığı 105 okka gelen Malatya’lı Ömer Pehlivan eşleştiler. Bu gayrimüslim devin karşısında gayet hafif kalan Ömer de sırım gibi kuvvetli bir pehlivandı. Sekiz saat güreş etse yorulmak nedir bilmezdi. Güreş akşama kadar sürdü. 210 okkanın karşısında 105 okkalık cüssesiyle hücuma geçen, el enseler ve tırpanlarla karşısındakini hırpalamaya çalışan, türlü oyunlarla onu yenmeye uğraşan bu Türk pehlivanı ne yaptıysa dev yapılı çok kuvvetli ve eşine çok az rast gelinir bir mukavemete sahip rakibini yerinden bile oynatamadı. Akşam olduğunda pehlivanlar birbirlerinden ayrıldılar. Güreş ertesi güne ertelendi. Paşa, Malatya’ lı Ömer’e döndü “pehlivan, bu devi bertaraf etmenin hiç yolu yok mudur?” diye sorduğunda Ömer Pehlivan şu karşılığı verdi “Paşam bu melunu yenmenin bir yolu vardır. Fakat ben bu yolu uygularsam başıma felaket getirirler diye korkuyorum.” Paşa heyecanla “ korkma, arkanda biz varız, söyle bu nasıl bir yoldur?” diye sordu. Ömer Pehlivan “bunun yenilmesi fırsatını bulduğumda pençemi şiddetle onun karnına sokup ciğerlerini parçalayarak sökmemle mümkündür” cevabını verdi. Bu cevap karşısında son derece heyecana kapılan Paşa “tamam tamam… mağlup et de hangi yöntemle olursa olsun. Yeter ki sen onu bertaraf etmeye bak. Hiç kimseden de korkma. Bize güvenini kavi tut.” sözleriyle Malatyalı Ömer Pehlivanı cesaretlendirdi. Ertesi gün sabah erkenden beyler, paşalar, ağalar ve binlerce halk müsabakayı seyretmek için önceden tayin edilen geniş meydanda yeniden toplanmaya başladılar. Dağ yarması ecnebi pehlivan, meydana bir sarhoş fil gibi geldi. Öyle bir dehşetle geldi ki sanki yer yerinden oynadı. Arkasından Türk Pehlivanı göründü. Malatyalı Ömer Pehlivan dünkü tecrübelerine dayanarak ağırlığı kendisinin kat kat fevkinde olan rakibinin öyle oyunla filan mağlup olabileceğine artık pek ihtimal vermiyordu. Buna binaen güreşin başında rakibine karşı göstermelik birkaç oyun sergiledi. Amacı fırsatını bulup akşamleyin Paşaya söylediklerini uygulamaktı. Az zaman sonra bir an geldi ki o fırsat görünmeye başladı. Tam bu sırada aniden meydanda “YA ALLAH!” sayhası yükseldi. Bu ses ta uzaklarda yankılandı. Aynı anda Ömer Pehlivanın sağ eli bileğine kadar ecnebi pehlivanın karnına gömülmüştü. Arkasında canhıraş acı bir feryat yükseldi. Dağ gibi adam sırtı üzerine boylu boyunca yere uzanmıştı. Birden bire meydanda bir gürültü, bir tezahürat, bir alkıştır koptu. O anı fırsat kollayan paşanın hazırlıklı adamları yıldırım hızıyla meydana daldılar; bir anda Malatyalı Ömer Pehlivan aniden kayıplara karıştı. Ondan sonra şarktan kopup gelen bu pehlivanı İstanbul’da ne duyan oldu ne de gören oldu.
Birkaç gün sonra İstanbul’a yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan Ege’nin ılık rüzgarlarının estiği, efeleriyle ünlü, zeytin ağaçlarıyla dolu İzmir ismindeki güzel ve şirin bir şehirdeyiz. İşte bu şehirde çimenlik, geniş bir alan… Etrafına gölgelik olsun diye beyaz çadırlar kurulmuş… Bu çadırların içinde ve dışında kimileri oturmuş, kimileri ayakta duran binlerce kişi sıralanmış heyecanla bu yeşil alanın ortasında, galip gelmek için bütün güç ve hünerlerini seferber eden ve de birbirleriyle kıran kırana mücadeleye girişen pehlivanların ata sporu yağlı güreşlerini seyre dalmışlardı. İşte bu pehlivanların içinde birisi vardı ki, güreşe meraklı olup da İstanbul’dan veya Malatya’dan İzmir’e gidip bu güreşe kendilerini kaptırmış olanlara hiç de yabancı gelmiyordu. Bu pehlivan Malatyalı Ömer Pehlivandan başkası değildi. Yani yöresel lisan ile Deli Ömer’di. Ne var ki bu şarklı Pehlivan rakibini mağlup edebilmek için onun neresine el atıyorsa, ikisinin de vücutları baştan ayağa yağlı olduklarından, o, hemen kayıyor dolayısıyla karşısındakinin elinde kolayca kendini kurtarıyordu. Ömer Pehlivan bu kayma karşısında uzun zaman ne yaptıysa rakibini yenebilmek için olumlu, somut bir hareket ortaya koyamadı. Sonra nasıl olduysa eliyle onun kispetini yakaladı ve anladı ki bu yağlı güreşte o pehlivanı ancak onun kispeti tarikiyle yenebilir. Bu yönden hareketle kısa zamanda rakibini altına aldı, sırtını yere getirdi. Sonra zafer işareti yaptı. Hakem şarklının galibiyetini elini havaya kaldırarak ilan etti. Bu olayı seyre dalmış olan ve İzmir’de çiftlikleri bulunan zengin bir tüccarın dünya yüzünde evlat olarak tek bir kızı vardı. Bu korkunç kuvvet karşısında hayranlığını gizleyemiyerek Malatyalı Ömer Pehlivana karşı kanı kaynamaya başladı. Ona yakınlık gösterdi. Onun gibi bir adama ihtiyacı olduğunu, ısrarla kızını nikahına almasını rica etti. Gerek direk gerek dolaylı yollardan ne kadar çok uğraştıysa da Ömer Pehlivan’ı bu nikah işinde bir türlü ikna edemedi. Nihayet ümitlerinin boşa gittiğini anladı, şöyle dedi: “Pehlivan, bu senin için bir nimetti; fakat sen elinin tersiyle bu nimeti geriye ittin. Kabul etmedin. Bir gün gelir ki bu olayı hatırladıkça pişmanlık duyarsın. O zaman iş işten geçmiş olur. Şimdi var git. Ayağına çarığını takarak Malatya dağlarının eteklerindeki kıraç arazilerde öküzlerin çektiği karasabanın peşine takıl…” Deli Ömer, Malatya’ya gelişinden sonraki yıllarda yukarıdaki bu nikah teklifini ve İzmirli zengin tüccarın sözlerini her hatırlayışında niçin kabul etmedim diye hayıflanmış, her seferinde pişmanlık duygularını açığa vurmuştur.
Gurbet dönüşünün akabinde hayatında mağlup edemediği tek varlık olan abisi İsmail Pehlivanı ısrarla kendisiyle güreş tutmaya davet etti. Ne var ki aklıselim açısından kendisinin kat kat fevkinde olan ve de ağırbaşlılık ve kamillik yönünden temerküz etmiş bulunan İsmail Pehlivan Ömer’e bahçesindeki bir üzüm hevengini gösterdi, mülayemetle kardeşine şu teklifte bulundu: “Benim pehlivan kardeşim, hangimiz hangimizi mağlup edeceğimiz hususunda sana bir teklifim var. Bu hevengi sırayla ellerimizle tutacağız ve kendimize doğru çekeceğiz. Hangimiz bu üzüm hevengini yerden söküp çıkarırsa o öbürümüzü yıkmış, belini yere getirmiş sayılacak.” Abisinin bu teklifini cazip görerek kabul eden Deli Ömer bütün gücünü seferber etti, üzüm hevenginin gövdesini iki eliyle yakaladı, şiddetle yerden sökmeye çalıştı. Fakat ne kadar çok uğraştıysa da muvaffak olamadı. Sıra abisine geldi. İsmail Pehlivan üzüm hevengini tek eliyle yakaladı, aynı anda tutmasıyla yerinden sökmesi bir oldu. Bu manzara karşısında Ömer Pehlivan hiçbir zaman abisi İsmail Pehlivanı yenemeyeceğine kani oldu. Yenilgisini kabul etti. Ömrü nihayetine kadar bir daha abisine böyle bir söz etmedi, böyle bir teklifte bulunmadı.
Ömer pehlivanın kız kardeşi Malatya’nın Hatunsuyu Köyünde evli olup yaşamını bu beldede devam ettirmekteydi. Günlerden birgün pehlivan ziyaret dolayısıyla bu köye uğradı.O esnada eniştesi bahçeyi sulamak istemekteydi .Ne gariptirki o yörede herkesin kendisinde çekindiği şerli bir kişi bunların suyunu kesmişti. Oysaki köyün sakası o sırada suyu eniştesigile vermişti.Deli Ömer bu durumu öğrendiğinde eniştesine döndü :<< Siz kenarda durun…Bu olaya karışmayın … Ben işi hallederim >> dedi .Küreği omuzuna atarak harkın geldiği tarafa yöneldi..Suyu eniştesinin bahçesine çevirdi,beklemeye başladı .Az zaman sonra suyu kesilmiş olan şerli adam küfür ede ede harkın yanına geldi.Suyu yeniden kendi bahçesine döndermek istedi.Ömer Pehlivan adama yaklaştı ve :<
Orduzulu Deli Ömer Pehlivan askerliğini Kafkas Cephesinde yaptı, savaşa katıldı, büyük yararlıklar gösterdi. Şiddetli soğuktan ayak parmakları dondu. Bu donmanın vücudun diğer uzuvlarına zarar vermemesi için baş parmakları hariç ayaklarının diğer bütün parmaklarını kestiler. Böylece bu parmaklar hayatı boyunca bir daha iyi olmamak üzere tamamen fonksiyonunu yitirdi, sakat bir hale duçar oldu.
Bu halde iken bile yörenin pehlivanları onun insana dehşet veren korkunç kuvveti ve heybeti karşısında temkini elden bırakmazlar, kolay kolay onun karşısına çıkmaya cesaret edemezlerdi. O havalinin pehlivanlarından biri, yarı soyunmuş vaziyette Orduzu’daki Ali Tepesi’nin yanında bulunan bir bahçede Deli Ömer’in de içlerinde bulunduğu topluluğun önünde : “Hepinize meydan okuyorum. Yediden yetmişe yüreği atan varsa karşıma çıksın!” haykırışlarıyla ve de naralar atarak oradakilere meydan okumaya başlamıştı ki güreş meydanlarının eski kurtlarından Ömer Pehlivan birden bire aniden silkindi. Ayak parmaklarından sakat ve yaşlı olmasına rağmen doğruluyordu ki, halka meydan okuyan, naralar patlatan o saygısız pehlivanın korkudan aniden kenara koyduğu elbiselerini kucaklaması, fırlaması ve yıldırım hızıyla Ali Tepesi’nin başında soluğu alması bir olmuştu. Bazen bu olayı hatırlayan ve anlatan Orduzu’nun bir kısım yaşlıları gülmekten ve dinleyenleri güldürmekten kendilerini alamazlardı.
Bundan sonra ömrünün nihayetine kadar Malatya’nın Orduzu Kasabasında ikamet eden ve çiftçilikle meşgul olan bu ünlü pehlivan 03.02.1955 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştular.
Şahit olanlar anlatırlar:
Kabristanlıkta cenazenin defin işi yapılırken o toplumun içinde bulunan keşfi açık zevata, Orduzu Pınarbaşı tarafından hatiften sesler gelmeye başladı. Dalga dalga kâh alçalan kâh yükselen bu sesler şu mısraları terennüm ediyorlardı:
Allah Allah illallahHayır gele inşallah
Pirimiz Hamza Pehlivan
Aslımız neslimiz hep pehlivan
Alta geldim diye erinme
Üste çıktım diye sevinme
Alta düşersen apış
Üste çıkarsan yapış
Vur sarmayı kündeden at
Gönder Muhammet’e salavat
Biri here biri kara
Ben çıkıyorum arada
Mevla sizi kayıra
Allah derman vere
Pehlivanların piri
Hazreti Hamza’dır biri
Allah Allah illallah
Hayır gele inşallah
Merhumun kabrinin üzeri toprakla doldurulunca sesler yavaş yavaş azaldı, azaldı. Daha sonra Venk tarafına kayan bu nidalar az zaman sonra esrarengiz bir şekilde kayboldu, gitti. Ortalık ruhani ve uhrevi havaya büründü. Sanki ulu bir çınar ağacı devrildiğinde üzerindeki kuşların uçup gitmesi gibi merhumun mezara gömülmesiyle meşrep ve mesleğini gönüllere nakşeden bu esrarengiz sesler, kuşlar misali sanki uçup gitmişler, derun âlemi külliyen sessizliğe gömülmüştü.
Ey koca çınar, nur içinde yat…
____________
04.Mart 2012 PazarOrduzu-MALATYA