Av. Selami YÜCEL
selamiyucel@hotmail.com
Yaşadığım coğrafya icabı, futbol ile ilgilenen bir Malatyalı olarak geçmişimize gideceğim, taa 1950'li yıllara... Birçok yazımda olduğu gibi gene özelden genele doğru bir seyir çizeceğim. Böylece o zamanki Malatya ortamı ve Malatyaspor ile bugünkü ortamı, futbolu karşılaştırarak eksi ve artıları karşılaştırmaya çalışacağım.
Yazılarımın çok uzun olduğunu biliyorum; ancak, bütünlüğü bozmamak ve belge niteliğini kazandırmak için eksik kısım bırakmamayı reytinge tercih ediyorum. Şunu da biliyorum ki; Malatya camiasında yazılarımı bekleyen, nostaljiye önem veren çok az hemşehrim de var. Malatya’daki spor ve futbolun geçmişini bilmeden yorum yapmak ve ahkâm kesmek doğru olmaz. Ne demişler atalarımız; önce temeli sağlam atacaksın, ondan sonra binayı yapacaksın. Geçmişi bilmeyen geleceğini bilemez; gelecek için ahkâm kesemez, plan yapamaz.
Malatya’da çocukların oynayacağı yüzlerce oyun yeri vardı. Bugün o alanlar yok edilmiş, yerlerine de oyun alanları yapılmamıştır; var ise de devede kulaktır. Tüm spor branşlarında olduğu gibi futbol için de küçük çocukların koşturacağı oyun alanlarına ve spor komplekslerine ihtiyaç vardır. Çünkü günümüzde Malatya gençliği ve Malatya camiası spor konusunda dibe vurmuştur. Köylerde bile spor tesisleri ve oyun alanlarının bulunması şehrimizin çok geride kaldığını göstermiyor mu? Belediyenin ciddi bir proje yaparak halkın, gençliğin ve çocukların spor yapacakları ve oynayacakları yerleri yeni baştan inşa etmeleri kaçınılmaz gözükmektedir. Başka bir deyişle Malatya'nın "spor altyapısı" acilen kurulmalıdır.
Aman ha aman; işi ciddiyetle zinhar ele alın, bu işin şakası yok. Yoksa Kayısıkent'te uyuşturucu, kumar, kavga, dövüş, cinayet, hırsızlık, fuhuş alır başını veryansın eder haberiniz ola!!! Demedi demeyesiniz. Eskiden başlayalım.
Kemal Saraçoğlu’nun Konağı
Şerbetçi Köşesi'nde kerpiçten yapılmış üç katlı güzel bir konaktı. Geleneksel Malatya mimari tarzını yansıtıyordu. Fırıncı Galip Usta tam karşımızda ekmeklerimizi pişirir, pişirilen ekmeklerin nefis kokuları burnumuza kadar ulaşırdı. Üçüncü katta tek bir oda vardı, dışardan bakıldığında mimari özelliği herkesi etkilerdi. İçi de, yaşayanları da şirin, hoş ve güzeldi. Evin bahçe duvarı Kız Enstitüsü'nün de bahçe duvarı olup, ev okulun arkasına isabet ederdi. Bu konağın üst katında Saraçoğlular, alt katta biz otururduk. Yan tarafta ise iki aile daha yaşardı. Mensucatta çalışan Talip Ustalar ve Fevzi Yenerler. Herkes kardeşçe ve bir aile gibi mutluluk içinde yaşardı, bir ev gibiydik. Zaten Kemal Abi, Fevzi Abi ve babam aynı dairede; Maliyede çalışıyorlardı. Konağın küçük ve hoş bir bahçesi vardı. İşte bu bahçede ilk defa topa ayak vurdum.
Fevzi Yener
Yedi sekiz yaşlarında idim, bahçede oyun oynarken koyu Beşiktaşlı Fevzi Abi yanıma gelerek; “Selami, sen hangi takımı tutuyorsun?” dedi. Benim futbol takımlarından haberim yok, tabii; Profesyonel lig sadece İstanbul’da var. Malatya’da da amatör mahalli lig maçları oynanıyor. Fevzi Abi şu dizeleri okuyunca Beşiktaşlı oldum.
“Kara kartallar gibi manileri yen aş
Sana layık bu vasıflar ey Şanlı Beşiktaş”
Fevzi Abimizin Malatya futboluna çok büyük katkıları olmuştur. Onun doğal spikerliğine ve ses tonuna da ayrıca hayrandım. Maçların anonslarını hep o yapardı. O, konuşmaya bir başlar pir başlar, herkes onu can-ı kulaktan dinlerdi. Malatyalıların, spor camiasının, kulüplerinin onu sık sık anması, adına etkinlikler düzenlemesi mutlaka ruhunu şad edecektir.
Orta son sınıf öğrencisi iken mahallede futbol maçı yapıyorduk. Bir baktım Fevzi Abi beni izliyor. Heyecanlandım ama bozuntuya da vermedim. Gerçek oyunumu da oynayamadım. Çünkü: Fevzi Abi mahalleleri dolaşır futbola elverişli gençleri amatör takımlara transfer ederdi. O zaman abimiz Malatya’nın en güzide kulübü olan Adafıspor’un yöneticisi veya başkanı idi. Beni çok beğenmiş; babama giderek bende çok büyük istikbal gördüğünü, Adafıspor’a almak istediğini söylemiş ve çok ısrar etmiş. Ancak babam; “okuluna engel olur” diye müsaade etmemiş. O zamanlarda futbolda bu kadar büyük paralar dönmüyordu. Adafıspor ise şimdiki Malatyaspor demekti.
Maçları radyolardan takip ederdim. İstanbul liginde: Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, İstanbulspor, Vefa, Emniyet, Beyoğluspor ve Adalet isimli on futbol takımı vardı. Tabii; futbol maçlarını dinleyen futbol da oynar. Bir top tedarik ettik, başladık bahçede çapmaya (koşmaya). Eşofman yok, ayakkabı yok, top yok, yok oğlu yok. Babamızdan para istemek hiç aklımıza gelmezdi. Maçlarımızı kara tuman ve beyaz atletle yapar, kendi aramızdaki oyunlarımızda ise gündelik kıyafetlerimizi kullanırdık.
Saraçoğlu’nun bahçesinin bir bölümünü futbol alanı yapmıştık. Cengiz’le, "Happik'in iti" gibi koşar, ter içerisinde kalır, zaman zaman kafagol dediğimiz, kafa ile gol atma oyunu oynardık. ("Happik’in iti" çok gezenler için Malatya’da söylenen bir deyimdir.) Çok sıska bir çocuktum ama sağlıklıydım; sıskalığım hiç durmamamdan kaynaklanıyordu. Babam benim terlememi ve top oynamamı hiç istemezdi. Ne çare ki futbol virüsü kanlarıma işlemişti. Terlediğimiz zaman ana babalarımızın korkusundan terimizi üstümüzde kurutur öyle evimize varırdık. Rahmetli annem belli bir zaman sonra bana “Selami, terini üzerinde soğutma, eve gel fanilanı değiştir" derdi, ama bazen oyunlara dalar; bu öğüdü unuturdum.
Günlerden bir gün top oynamaya dalmışız, sağa sola seğirtiyoruz. Rahmetli babamın üzerime doğru koşarak geldiğini gördüm, anladım ki ihtarlarına uymadığım için beni dövecek. Bahçe kapısını zor açıp Dörtyol’a doğru koşmaya başladım. Olmuştum bir tazı. Babam var gücü ile beni yakalamaya çalışsa da koşuma hız katarak anneannemin Leblebici Sokağı’ndaki evine doğru kıvrıldım. Anneannemin evine girmeyerek İsmetiye Mahallesi'nden geçerek evimize kadar ulaştım. Kimseye görünmeden bahçe duvarına yakın bir ağaca tırmanarak Kız Enstitüsü'nün bahçesine atladım. Babamın beni takip edeceğini ve anneannemin evine uğrayacağını tahmin ettiğim için evi düz geçmiştim. Dediğim gibi de olmuş, eve uğrayarak her tarafta beni aramış, ancak bulamamış.
Kız Enstitüsü'nün bahçesindeki duvardan alt katta olan evimizi sinema gibi gizlice izliyordum. Karanlık basmıştı, belki yatsı olmuştu, eve korkudan giremiyordum. Başka bir yere de gitmek istemiyordum. Akrabaların yanına gitsem beni şıppadanak (hemen) eve getirirlerdi. Sofra kuruldu, yemek yenmeye başlandı. Hiç kimsede iştah yoktu. Belli ki beni merak ediyorlardı. Üç beş kaşıktan sonra sofra kalktı. Acıkmıştım da, yutkunmaya başladım. Ne olursa olsun dedim. Bir kedi çevikliği ile tırmandığım gibi birkaç saniye içerisinde bir ağaçtan faydalanarak avlumuza indim ve sessizce odaya girdim. Babam hiçbir şey demedi. Anladığım kadarı ile üzerime daha fazla gelmek istemiyordu. O günden sonra da istediğim zaman futbol oynadım. İşte ilk arenamız evimizin ortalama yüz elli metrekare civarındaki bahçesiydi.
Karamanlar'ın ve Pembeciler'in bağı ikinci alanımızdı. Dörtyol’da bulunan Karamanların Bağı (Nazire Halamın) bize çok yakındı. Pembecilerin Bağı ile o bağ yan yanaydı. Ancak; Pembecilerin Bağından çok daha büyüktü. Bahçede o kadar yeşillik olurdu ki; bazen on metre ötesini göremezdik. Bağda bizden büyük olan Erkan Pembeci, Nevzat Abi (Karaman), Ayhan Pembeci, Kuyumcuların Talat, Turan Abi, Celal Abi gibi büyükler futbol maçı yaparlardı. Bir gün takımda eksik vardı, beni de oyuna aldılar. Hiçbir topu sektirmedim. Ondan sonraki tüm maçlarda "O nerede?" diye beni arıyorlardı. Oldum as futbolcu. Ayhan Pembeci beni kaleci olarak çalıştırırdı ama diğer mevkilerde daha yetenekliydim.
Pembeciler'i tebrik etmem gerekiyor, o bahçeyi Malatya’nın ortasında olmasına rağmen eskisi gibi korumuşlar. Malatya’ya geldiğimde bahçenin hemen yanında bulunan yeğenim Olcay’ın (Karaman) dairesinin balkonuna çıkar, bahçeye bakar, bağın kokusunu hisseder, eskilere dalar giderim. Bir gün de dayanamadım müsaade alarak aşağıya indim, toprakları, çimenleri çiğnedim.
Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Sahamız
On iki on üç yaşlarında, yani 1958-1959 yıllarına denk geliyor, artık Kız Enstitüsü'nün bahçesinde, benden büyüklerle futbol oynama hakkını kazanmıştım. Aklımda kalanlardan biri, Görüş Gazetesi sahibi Cevdet Barış'la aynı adı taşıyan amcazadesi Cevdet Barış diğeri de kardeşi Necdet’ti. GATA'da Doç.Dr. Albay olarak görev yapıyorken vefat eden Cevdet benden büyüktü ama Necdet benden küçüktü. Okulun bahçesi çok geniş olup futbol oynamaya da elverişliydi. Akasya ağaçları bahçenin etrafına o kadar güzel dikilmişti ki kale direklerimiz bile akasya gövdeleriydi. Okulun bahçesinde, domuz derisinden mi yapılmıştı ne idi bilemiyorum, oynadığımız top bana kurşun gibi ağır geliyordu. Top herhalde Cevdetlere aitti. Eski futbol toplarının şimdikilere göre daha ağır olduğunu söylemeliyim. Topun içerisinde iç lastik bulunur, söndürülmesi ile iç lastik çıkarılabilir, lastiğin çıkarılacağı kısım ayakkabı bağı ile bağlanırdı. Top patladığında doğruca ayakkabı tamircilerinde soluğu alırdık Topun şişirilmesi, tamiri, bağlanması, dikilmesi bizim için çok uzun bir merasimdi.
Şerbetçioğlu Köşesi'nde un değirmeni ve pamuk çiğiti tesisi olarak kullanılan Ahmet isimli arkadaşın babasının işlettiği değirmenin arkası da maç alanlarımızdandı. Orada Şeref diye uzun boylu bir arkadaş vardı, güzel futbol oynardı. Bir de kalecimiz Nihat Gülşen’i hatırlıyorum. Nihat Gülşen’in cesaretine ve kaledeki başarısına biterdim. Oynadığımız küçük toplara balıklama dalar, sakatlanmaktan ve tekme yemekten hiç korkmazdı. (Kardeşi Suat Gülşen’in yazılarını da çok beğenirim. Okumanızı tavsiye ederim.) Nihat; Bana göre biraz daha topluca ve kısa idi. İçimden “Yav bu çocuk hiç mi korkmuyor, ayaklarımıza hamle yaparak topları alıyor, köşelerden topları çıkarıyor, yerlere balıklama atılıyor” diye geçiriyordum. İşte bu Nihat büyüdü iyi bir kaleci ve sporcu oldu. Bu kardeşimiz kalecilikle de yetinmedi futbol hakemliğine soyundu, en sonunda milli hakem oldu. Ne yazık ki genç yaşta onu Hak’kın rahmetine uğurladık. Hey gidi dünya hey! İşte bu saha bizim dördüncü futbol sahamızdı.
Şerbetçi Köşesi'nden Dörtyol'a giderken Bitlisliler'in evine varmadan hemen sağda Şahinler’in evinin hemen arkasındaki, bağda da futbol oynardık. Yönetmen Ünal Küpeli’nin evi; tarifine göre oralarda olmalı. Maalesef Ünal Küpeli’yi oradan hatırlayamıyorum. Bir gün Şahin; bir çocuğu bana gösterdi, "çok akıllı, okuyor" dedi, kitapları vardı, belki odur. Bitlisliler'in evinin önünde Selahattin Bitlis ve kardeşi Alaaddin ve Şahin’le "karış" denen bilye oyunu oynardık. Şahin’in karışı bizden çok daha büyük olduğundan bizlere göre çok avantajlıydı.
Beşinci sahamıza gelince; o alan da İsmetiye Mahallesi'nde Simitçi Kel Sait’in evinin bahçesinin dibindeki sahaydı. Orada futbol maçı yapıyorduk. Topumuz Kel Sait’in bahçesine kaçtı. Arkadaşlara “Arkadaşlar merak etmeyin ben hemencecik topu alır gelirim” dedim. Keşke demez olaydım. Ne bileyim Kel Sait pusuya yatmış bizi bekliyor. Duvarın üzerine çıktım, bahçeyi kişifledim (gözetledim) kimse yoktu, duvardan atladım, topu almak üzere iken nereden çıktı bilmiyorum, Kel Sait beni yakaladı. “İşte tavuklarımı çalan hırsızı yakaladım” dedi. Suratıma da iki de tokat patlattı. O ana kadar Sait’in tavuklarını dahi görmemiştim. Arkadaşlar da Kel Sait’in korkusundan sağa sola kaçmışlar. Babamı tanıması ve hanımının vicdanı sayesinde Kel Sait’in esaretinden ancak kurtulabildim. Bahçelere kaçan toplarımızdan birçoğunun komşu yaşlı kadınlar ve erkekler tarafından bıçakla parçalandığına da şahit oldum. Karamanların bağının yanında bahçesi bulunan Fatoş Bacı'dan da çok çektik.
Küçük İstasyonda bir saha vardı. Şimdiki Turan Emeksiz Caddesi'nin çevre yoluna kavuşan bölümü. Maçları orada yapar terledikten sonra yakındaki çeşmeden elimizi yüzümüzü yıkardık. Ermeni Mahallesi'nin yanındaki alanımız evimize en uzak saha olup taş çatlasa bize bir kilometre mesafedeydi. Küçük İstasyondaki, sahada artık mahallelerarası futbol maçları yapıyorduk. Ne antrenörümüz vardı, ne de futbol öğretenimiz. “İ beni yedim seni, al eşini” diye eşleşir, iki takım halinde maçlara çıkardık. Kim nerede oynayacak, kimler maça çıkacak? O kararı vermeye yetkili kişiler eşleşmeyi yapan abilerimizdi.
Tabiat ananın, atalarımızın bizlere kadar özenle koruduğu bağlar, bahçeler, sahalar, oyun alanlarının mazideki Malatya’da çok olduğunu anlatmak içindir. Bu anlatımım bir gerçeği çağrıştırıyor: Küçük çocuklara oyun ve spor alanları yaratma ihtiyacı.
Altını çizerek söylüyorum ve çiziyorum. Ey yöneticiler; eğer bunları yapmaz iseniz tüm Malatyalıların özellikle sabilerin günahlarını alırsınız, belki de torunlarınız sizi yerer. Tabii bu benim kişisel yorumum. Gerisini yüce ALLAH bilir.
Karanlıkdere Köyü Futbol Takımı İle Maçımız.
Karanlıkdere Köyü, biliyorsunuz, Akçadağ’a giderken hemen solda çok şirin bir köydür. Köyün tepesine güzel bir futbol sahası yapmışlar. Köylü futbolla yatıp futbolla kalkıyor. İyi de futbolcular yetiştirdi. Hikmet diye bir oyuncularını hatırlıyorum. Komşumuz rahmetli Celal Demirci de Karanlıkdereli idi. 1964 yılı diye hatırlıyorum, bir gün bana gelerek Karanlıkdere futbol takımının bizim mahalle ile maç istediğini, fakat kendisinin Karanlıkdere takımında oynayacağını söyledi. Kabul ettim, gün kararlaştırıldı. Bizim eve yakın gençlerden yedi sekiz kişi topladım. Karanlıkdere’ye vardık ki yer yerinden oynuyor, sakallılar, neneler, gençler sahaya toplanmışlar, tezahürat yapıyorlar. Bizi psikolojik olarak etki altına aldılar. Maç başladı, bir gol yedik. İkinci golü karambolden ben attım. Bu golden sonra onların seyirci ve oyuncu baskısı üzerimizde daha çok etkisini gösterdi. Bir gol yedikte ortam duruldu. Maç 2-1 aleyhimize bitti.
Maçtan sonra bizi yemeğe buyur ettiler. Ankara asfaltına bakan köşkte (balkon) kuş sütü eksik olmayan yemeğimizi yedik. Yemekte tiritli dolma küfde, ayranlı çorba, pirinç pilavı, domates salatası vardı.
Malatyadaki Amatör Lig Takımları ve İyi Oyuncular
Adafıspor: Gözde takımlardandı. Takımda göze batan futbolcu Hosrafoğulları'ndan Vedat idi. Topu ayakları arasında bir cambaz gibi dolaştırırdı.
Demirspor: Demirspor’da Çetin isimli futbolcuyu beğenirdim.
Şekerspor: Kaleci Vural’a hayrandım. Bu kaleci kalenin bir ucundan bir ucuna uçabilir, o ağır topları diğer kalenin on sekizine düşürebilirdi. Daha sonra İzmir takımlarından Altay’a transfer oldu. Sağ açık oynayan Köksal da çok iyi futbolcuydu.
Sümerspor: Sümerpor da başarılıydı. Kalecisi Himmet isimli bir gençti. Karagücü, Havagücü takımları da ligde top koştururdu. O zamanın en iyi topçularından biri Kel Aziz, diğeri de Ali Baba dediğimiz Turan Ağalday’dı. İyi kalecilerden birisi de bizim Kaval dediğimiz kaleciydi. Leyla dediğimiz Ünal Dündar çok kibar futbol oynardı, ayak bileklerine de çok hakimdi. Deplasmanlı lig kurulmadan önce Malatya’da yapılan özel bir maçta yanılmıyorsam Beşiktaş’ın kalecisi Özcan’a frikikten iki gol birden attı. Ünal’ın da vefat ettiğini duydum. Mekanı Cennet olsun. Bir de zaman zaman top koşturduğumuz, Bursaspor’da oynayan, geçenlerde kaybettiğimiz Mehmet Tangün’ü de rahmetle anıyorum.
Şirolu Sokağı: On iki on üç yaşlarında iken bu sokağa taşındık. Her tarafta olduğu gibi bu sokakta da futbol sahalarımız vardı. Biraz daha büyüdüğüm için artık topa adeta hükmediyor, önüme kim çıkarsa çıksın rahatlıkla geçebiliyor, topu cambaz gibi sektirebiliyordum. Takımı yapan, eşleştiren yöneten, kimin nerede oynayacağına karar veren ben olmuştum. Lafı uzatmayayım, bu mahalleden ben hariç yukarıda belirttiğim gerekçeden dolayı hemen hemen herkes takımlarda top koşturdu. Bu arkadaşlardan bazıları profesyonel takımlarda oynadı. Sefa Tatlıcı, Rıdvan Tatlıcı, Kemal Samanlıoğlu ve Metin Selçuk Petrolofisi, Malatyaspor, İskenderunspor gibi takımlarda top koşturdular. Amatör takımlarda oynayanlar ise saymakla bitirilemez.
Beni tanıyanlar bilir kendimi övmeyi hiç sevmem, kusura bakmayın o zamanki ortamı daha iyi anlatabilmek adına bu yazımda kendimi göklere çıkaracağım. Daha önceki bir yazımda da anlatmıştım. Malatya’da gezerken uzun yıllar Malatyaspor'un takım kaptanlığını yapmış Sefa Tatlıcı bana hitaben (o belki hatırlamıyor olabilir) “Selami Abi ben senin futbol oynayışını örnek aldım. Çok sakin oynamanı, rahatlıkla adam geçmeni, topa vuruşunu, topu durdurmanı, şut atmandaki başarını çok dikkatle izliyordum” dedi. Mahalle maçlarımızı takip eden yeğenlerim Olcay ve Okan Karaman da bizlere özenerek futbol ve voleybol oyunlarına başladılar. Başka bir ifadeyle bizlerin mahalle maçları gençleri de körükledi. Okan da çok iyi bir futbolcu oldu. Rahmetli Fevzi Abi onu da keşfetmiş ve babama gelerek “Cemal Abi Selami’ye müsaade etmedin bari Okan’a müsaade et” demiş. Futbol konusunda olgunlaşan babam torunu Okan için tamam demiş, ancak bu sefer de onun babası Nevzat Abi (Karaman) müsaade etmemiş.
Bir bakıma üzüm üzüme baka baka kararıyordu. Mahallelerde futbol, voleybol maçları yapılıyor, güreşler tutuluyor, Derme Suyu ve göllerde yüzülüyordu.
Şu anda Malatya’da bağların, oyun alanlarının egemenliği yok, bilgisayar ve televizyonun egemenliği var. Çocuklarımız ne dereye girip çimiyorlar, ne güreş tutuyorlar, ne de futbol oynuyorlar. İşin alaylı yönünü alarak cemaata şöyle sesleniyorum: "Yaşasın balkon ve bilgisayar çocukları, kahrolsun bağların cambazları”.
Malatya’nın Önemli Sahaları
Şehir Stadı şimdiki yerde bulunuyordu. Etrafı dikenli tel örgüleriyle çevriliydi. Duvarların üzerinde jandarmalar nöbet tutardı. Bu duvarlar şimdiki kadar yüksek değildi. Statlara bedava gitmek zorundaydık. Nedense babalarımızdan para istemeyi de aklımıza hiç getirmezdik. Para ister isek hemen çıkarır verirlerdi. Tek gücümüz çevikliğimizdi. Jandarma biraz uzaklaştığında hızla duvara tırmanır, dikenli tellerin arasından geçer seyircilere katılırdık. Kimin aklına geldi bilmiyoruz, bizlere kötü bir haber verdiler, Şehir Stadyumunun duvarlarını yükseltmişler. Bizler cambaz gibiyiz. Jandarma olmadığından işlerimiz daha da kolaylaştı. Duvarlara ek yerlerinden tırmanarak çıkar, maça girerdik. Malatya’nın tüm çağaları on on beş saniye içerisinde duvarı aşıyorlardı. Baktılar olmuyor jandarmayı o yüksek duvarların üzerine gene diktiler, buna rağmen stada girmenin yolunu bulmuştuk.
Yeni saha yapılmaya başladığından bu stadı yıkıp TOKİ evleri yapılacakmış. Sahamızı yıkmak, yerine başka binalar yapmak için zahmete ve masrafa girmeyin. Aman ha aman zaten borçlusunuz. Burası Malatya sporuna ilelebet hizmet edecek. Bu defa Malatyalı ve spor kamuoyu bu işe mutlaka dur diyecektir.
Geçenlerde Malatya televizyonlarından birinde izledim. Dığilik dığilik (Tombul tombul) çocuklara hocaları yüzme dersi veriyordu. Şöyle bir düşündüm. Kendimizi kandırmayalım Malatyalılar bu çocuklarla, böylesi göstermelik çabalarla, böylesi çalışmalarla istisnalar hariç sporcu yetiştiremez. Ta ki mahalle sahalarımızı ve oyun alanlarımızı kurarak, okullarda sporu geliştirerek 5-15 yaş arasındaki çocuklarımıza spor aşkını verene kadar.
Çırmıktı, Gündüzbey, Banazı gibi yerlerde gençler derelerde yüzer ve güreşirlerdi. Buralardan hocaları olmadığı halde ne pehlivanlar yetişti. Bu pehlivanları saymakla bitiremem. Şimdi ise o bağlar bomboş. Başka bir yazımda Malatya’daki güreşi de anlatabilirim. Çok beğendiğim güreşçiler; Aydın Uçak, Hamdi Elbir, Asım Pehlivan, Kemal Pehlivan, Vahap Pehlivan, Mehmet Pepele, İlhan Aracı gibi pehlivanların yanında iyi güreş tutan sınıf arkadaşlarımdan Vahap Uğraş ve Yaşar Metehanoğlu vardı. Vahap ile bir gün minderde kapıştık, ancak onu yenemedim. Hâlbuki benden otuz kilo üzerindekileri bile dize getiriyordum. Onun güreşlerle ilgili epeyi anısı vardır. Bu konudaki düşüncelerini ve olayları bana iletir ise çok çok memnun olurum. Hamdi de öyle. Yaşar Metehanoğlu da minderlere fazla çıkmazdı ama onun da teknik bir güreşçi olduğunu biliyorum.
Doğal spor alanlarının mahvetmişiz, olan alanlarda ise gelenekselliğimizi ve doğal yaşantımızı yitirmişiz. Yüzmeyi, Derme Suyu'nda öğrendik. Tünelden çıkan şelalenin yanında yüzdüğümüzü kimseye inandıramadık. O zamanlar Derme Suyu gerçek Pınarbaşı suyu olduğundan bir taraftan suları kana kana içer, bir taraftan da -çimme demeyeyim artık- yüzerdik. Üç dört metre derinlikteki sulara yukarılardan balıklama atlar, suyun dibindeki kayalarla oynardık. Şimdi nerede Çırmıktı'nın, Kündibeg'in, Banazı’nın Asbuzu’nun, Orduzu’nun çelik gibi gençleri?
Demirspor Sahası şimdiki Demiryolu Lojmanları'nın bulunduğu yerde bulunuyordu. Nizami ölçülerde olan bu saha mahalleler ve sınıflar arasında yapılan futbol maçlarına sahne olurdu.
Sümer Sahası'nda önemli maçlar oynanırdı. Maalesef ileriyi göremeyen yöneticiler o sahayı da futbola kapattılar. Yüzme havuzunu yıktılar, Başka bir yer yokmuş gibi bir de AVM kurulmasına müsaade ettiler. Ne güzel bir kıyak. Gönlüm razı olmadığından Malatya Park denen o AVM'den içeriye adım dahi atamadım. Büyük alışveriş merkezlerinin şehir dışında kurulması lazım. Bir esnafla konuştum, Malatyapark’ın kurulması bizim işlerimizi aksatmadı, dedi. Hele birkaç AVM daha kurulsun da siz anyayı Konya’yı görürsünüz. Nerdeyse halkın ve yabancıların tek uğrak yeri olan Demirciler ve Bakırcılar Çarşısı'nı, hal binasını yıkıp AVM yapacaklar. Alıcı kuşlar tetikte bekliyor.
Malatya’mın geleneksel ticari ve sanat alanlarına müdahale etmeyin, çarşı kültürümüzü bozmayın, Malatya esnafına orada destek verin, onları sıkboğaz edip de halkın yaşam alanlarının dışına çıkarmaya mecbur bırakmayın. Vallahi hem bu dünyada hem de öteki dünyada nabaldan (vebal) kurtulamazsınız. Malatya Valisi Sayın Vasip Şahin’in de bu konuya çok duyarlı kalacağını, Malatya Belediyesinin faaliyetlerini kontrol edeceğini düşünüyorum.
Şeker Stadı. O stat da tarihe karıştı. Bilmiyorum o kısımda yeni bir spor kompleksi yeri ayrıldı mı? Duyduğuma göre orada spor kompleksi yapılacakmış. İnşallah. Alıcı kuşlar oralarda ne yapıyorlar. Gökyüzünde halka çizerek dolaşıyorlar mı? Malatyalı eskiden olduğu gibi gene pıstı (ürkmek) mı? Eski stat yeri ne olacak?
Manzara şu; dört adet nizami futbol sahamız ve binlerce oyun alanımız kurda kuşa yem edildi. Bari yerlerine veya yakınlarına yenisini yapın. Her tarafı bilinçsiz bir şekilde binalarla doldurmuşlar, rüzgâr sirkülasyonu hesap edilmediğinden Kayısıkentimde yaprak dahi kıpırdamıyor, herkesin nefesi kesiliyor. Malatya’nın fırtınalarına hasret kaldık. Gariban anam bacım da ancak boynunu büküp oturuyor.
Malatya futbolu ile iç içe olduğumdan Malatya futbolu ve Malatyspor konusunda yorum yapma hakkımı da açıkçası kendimde görüyorum, her ne kadar teknik direktör değilsem de. Kendimi de bu konuda biraz fazla övüyorum ki, bu kimin hassosu, nereden çıktı demeyesiniz.
Parktaki Kaleci (Naci Şavata)
Naci eskiden beri tanıdığım ve değer verdiğim gönlü ve gözü zengin bir Malatyalıdır. Cesur, fedakâr ve gümrahtır. Boyu uzun, cüssesi geniş, sevgisi engin, yüreği zengindir. Kendisi de Allah esirgesin halen coşkulu ve aşk doludur, spor ve hayat zevki körelmemiştir. Hayata, benim gibi pozitif açıdan bakanlardandır.
Ben de futbol oynuyor ve diğer sporları da yapıyorsam da; Naci, benim yanımda çam yarması gibiydi. Belki de ben çok spor yapmamdan dolayı zayıf kalmıştım. 57 kilo civarında yel vursa kırılacak gibi duran bir dikmeydim (çitil). Belki de bu zayıflık günde beş altı saat spor yapmamdan kaynaklanıyordu. (Günde iki defa futbol maçı, ondan sonra iki saat kumda güreş, Lisenin bahçesinde barfiks çalışması, akşam mahallede voleybol oynamak, yaz günleri derelerde çimmek gibi)
Zamanın birinde arkadaşlarla Malatya’da geziniyoruz. Malatya parkına yeni hareketlilik gelmiş. Cambazlar falan filan. Bir baktık ağları da olan bir kale; Naci de kalecilik yapıyor. Biraz öne çıkınca kaleyi cüssesi ile tamamen kapatıyor. Filtreli sigaralar yeni çıkmış, kokulu Çamlıca Sigarası, özenilecek bir sigara. Naci’ye altı gol atan Çamlıca sigarasını alıyor. Gözler bana döndü cebimizde de az para var.
Kalecilikte şöyle bir prensip vardır. Kale dikdörtgen şeklindedir. O dikdörtgeni şutu atana göre ne kadar fazla kapatırsan o kadar az gol yersin. Naci de bunun bilincinde, bir de topun gelişine göre sezgi gücü de yüksek. Ne yaparsın Selami?
Topu penaltı noktasına diktim. Ayaklarım raket gibi. Naci’ye gol atmak topu iğnenin yıldızından geçirmek gibi. Kalecinin boyu uzun olduğu için topu alt köşelere atmaktan başka çare yok. Topa gelirken hangi köşeye topu atacağımı ben de bilmiyordum. Naci’nin hareketin kontrol ediyor ve ters tarafa topu bırakıyordum. İki adet Çamlıca sigarası aldık. Bir baktım etraftaki kişiler bana para vererek bizim yerimize de penaltı atışları yap diyorlardı.
Onların adına da penaltı atışları yaptım, fakat öncekiler kadar başarılı olamadım. Herhalde Naci beni çözmüştü.
Bu hızla giden Naci Malatyaspor’un en ünlü kalecilerinden biri olacak, atılan penaltıların birçoğunu parktaki tecrübesi ile kurtaracaktı.
Malatyaspor:
Malatyaspor 1966 yılında amatör takımlardan Adafıspor, Hürriyet Gençlik ve Coşkunspor’un Akınspor'a katılımıyla kuruldu. Akınspor ismini değiştirerek Malatyaspor oldu. Kulüp on beş yıl sarı-siyah forma ile maçlara çıktı; tüzükteki renklerin sarı kırmızı olmasından dolayı daha sonra sarı kırmızı renkleri kullanır. Çoğunlukla Malatyalı futbolcular vardı. Bu futbolculardan birçoğu milli takımlara dahi seçilmişlerdir.
Malatyaspor’un en coşkulu zamanı birinci lige çıktığı Oktaylı, Feridunlu, Sefalı kadrosu idi. Artık işi gücü bir kenara bırakmış Malatyaspor'un maçlarını takip eder maçlarda buluşur olmuştuk. Elazığ, Mardin, Gaziantep, Diyarbakır, Maraş, Adana gibi illeri dolaşıyorduk. Hele belinden göbeğine kadar beyazlaşmış sakalı inen Kayış Kemal’ı (Haci Baba'yı) omuzlara alıp "işte babanız, işte babanız" diye tempo tutmakla birlikte hem takım, hem de seyirci coşardı. Amigo Yusuf’un da hakkını yememek lazım. Nihat Atacan’ın takımında ortada oyunu yönlendiren ve mükemmel pasları ile takımı şaha kaldıran Levent (gerçi Levent Malatyaspor’a 1. Lige çıktıktan sonra gelmişti), Forvette Feridun, Oktay gibi iki golcü, Müdafaada da Sefa gibi cevval bir genç vardı. Malatyalı olmayan futbolcular bile amatör bir ruhla oynuyorlar, Malatyalı futbolculardan çok daha hırslı oynuyorlar, takımları, hocaları ve Malatyalılar ile bütünleşiyorlardı. Oyun tarzı göze çok hoş geliyor, futbolcular adeta şiir yazıyorlar, mekik dokuyorlardı. Onları yâd edip mutlaka şükranlarımızı iletmemiz gerek. Buradan ben şükranlarımı ve teşekkürlerimi iletiyorum.
Atacanlı ekip ilk sene ligi üçüncülükle bitirdi. Malatyaspor'un ligde şampiyon olabileceği sinyali Malatyalı futbol severler tarafından alınmıştı. 1983-84 dönemi unutulmaz dönemdi. Malatyaspor takımı bozmadan sadece üç futbolcu alarak kadroyu takviye etti. Stoper Fuat, orta sahada Muzaffer ve forvette Feridun. Malatyaspor efsane yazdı ve ikinci ligde ilk defa yenilmeden şampiyon oldu ve birinci lige çıktı. Bu efsane takımın futbolcularını ve özelliklerini anlatayım.
Kalecimiz Çetin fazla özelliği olmayan bir kaleciydi. Ancak iyi yer tutmasından mıdır, yoksa şansından mıdır nedir, çekilen şutlar mutlaka Çetin’in bir yerlerine çarpardı. Biz ona şanslı kaleci derdik. Savunmada Sefa, yukarıda da açıkladığım gibi, mahallemizin çocuğu idi. Onu kimse geçemez her futbolcuya dırı gibi yapışırdı, gösterişten uzak futbolu ile topu en olumlu şekilde oyuna sokardı. İbrahim, savunmanın gerisinde oynar gelen topları herhalde baldırı ile mıknatıs gibi tutardı. Fuat, savunmada uçan bir kuştu. Kafaya çıktığı zaman mutlaka topa o kafayı vururdu. Tümer çok mücadeleci ve diri bir müdafaa adamıydı.
Şampiyon takımda yer almadı, takım 1. Lige (şimdiki Süper Lig) çıktıktan sonra geldi ama bu kadronun çoğuyla oynayan Levent’e hayrandım. Orta sahanın beyni ve oyunu yönlendiren futbolcumuz oydu. O topu ele geçirmek için gayet iyi mücadele eder, oyunu en güzel şekilde yönlendirir, en etkili yere atarak oyunun yönünü ayarlar, rakip takımdan top çalmasını çok iyi bilirdi.
Feridun uzak mesafeden iyi kuş vururdu, bir bakarsın top tam çatala takılmış. Ben Oktay’a havada duran adam diyordum. Efsane futbolcumuzdu. Çelik gibi hırsı vardı, sahada dolaşırken kaleciler onun nerede olduğunu göremezdi. Kısa boyuna rağmen öyle bir kafaya çıkardı ki top, mutlaka Oktay’ın kafası ile buluşurdu. Ali Rıza uzun boyu ile harikalar yaratırdı. Ali Rıza, duyduğuma göre rahmetli olmuş. Kendisiyle olan bir anımı anlatayım. Batman’da Petrolspor'un antrenörü Uğur Yıldırımlar'a misafirliğe gitmiştik. Ali Rıza da gelmişti, balkonda sohbet ediyorduk. Ali Rıza Kırşehir maçını anlattı.
Kırşehir, Malatyaspor’a yenilir ise kümeden düşecek, Malatya yenilir ise namağlup olma unvanını kaybedecekti. Derler ki; ne şiş yansın ne kebap. İki takım da beraberliğe razıdır. Maç berabere bitecektir. Maç başlar Kırşehir bir gol atar. Kusura bakmayın yanlışlık oldu denir. Arkasından da maçın sonlarına doğru Kırşehirspor bir gol daha atar. Maçın bitmesine on dakika var. Malatyaspor’un ne olduğunu bilmeyen rakip takım saldırmaya devam etmeye çalışsa da takımımız sazı eline alır, sağlı sollu ataklar ile Kırşehirspor’u bunaltır. İki gol birden rakip takıma atılır. Kırşehirspor’un gözünün yaşına bakılmaz. Bir karambolde top Ali Rıza’nın baldırına çarparak önüne düşer, Ali Rıza öyle bir çakar ki top köşeden ağlarla kucaklaşır. Maç Malatyaspor'un 3-2 üstünlüğü ile sona erer. Kırşehirspor tabii ki cumburlop!
Batman’da TPAO Bölge Müdürlüğü'nde 20 sene çalıştım. Orada da bizim 40 yaşın üzerinde eski futbolculardan teşekkül eden bir takımımız vardı. Hep gençlerle mücadele eder, zaman zamanda Petrolspor takımı ile de maç yapardık. Uğur Yıldırım hoca zaman zaman Petrolspor'un futbolcularını toplar bizim maçımızı onlara seyrettirirdi. Uğur Yıldırım hoca da futbol camiasına Batman’dan epey futbolcu kazandırdı.
Nurettin Soykan’ı da mutlaka zikretmek gerekir. Nurettin Soykan’ın Malatyspora hem maddi ve hem de manevi katkıları olmuştur. Rahmetli Nurettin Soykan’ı bu konuda bizzat dinledim: “Malatyaspor’a futbolcu alınacak takımı kurmakta zorlanıyoruz. Son günler. Futboldan hiç anlamıyoruz. Kahveleri dolaştık. Futbol oynayan var mı diye. Oynarım diyenlerle sözleşme yaptık, takımı kurduk. Amma ve lakin bir iki kişi var futbolu beceremiyor. Bu futbolcuları çağırdık. 'Vallaha Başkan biz hayatımızda futbol oynamadık, ancak ekmek parasını düşünerek ve de işsiz olduğumuzdan geldik' dediler. Sözleşme imzalamışız. Paralarını vererek onları yolcu ettik". Nurettin Soykan futboldan çok anlamazdı ama iyi bir yönetici ve karizmatik bir kişiliğe sahipti.
Takım birinci ligde iken belki de Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakan olmasının da etkisi ile Malatyaspor'a para yardımında bulunan başkanlar geldi. Ancak; daha sonra takımımız kurda kuşa yem oldu. Takım durmadan borçlandı, paralar çar çur edildi, takıma gelir getirecek faaliyetler azaldı, Ünal, Şehmuz gibi futbolcular elden çıkarıldı, alınan paraların akıbeti yeterince araştırılmadı. Malatyspor A.Ş. eritildi v.s. v.s. O zamanki başkanlardan Turan Çevik’in Malatyaspor’a epeyi para katkısının olduğunu duydum.
Malatyaspor’a hizmet eden Özkanlar, Bedriler, Zaferler, Burhanlar, Haşimler, Şahinler, İsmailler, Altıgatlar, Sefalar, Naciler, Mustafalar, Çetinler daha niceleri; Malatyalıların sizlere çok borcu var.
Malatyaspor A.Ş.
Malatyaspor’a gelir getirmek amacı ile Malatyaspor A.Ş. diye bir şirket kuruldu. Futbol takımında şirketleşme ilk defa Malatya’da gerçekleşiyordu. Heyecanlandık, esnaflar ve futbolseverler milyarlarca liralık hisse senedi aldı. Ben de katkım olsun diye senetlerden epeyi almıştım. Elazığ yolunda benzin istasyonu kuracağız diye milleti coşkuya getirdiler ve Malatyalıların futbol aşkını istismar ettiler. Bunların kimler olduğu az-çok bellidir. Bir gün kulüpten hisse senetlerinin durumunu sordum. O kadar para nasıl olmuşsa olmuş buharlaşmış. O şirketi yer ile yeksan edenlere lanet okuyorum! Malatyalıların futbol aşkını körelttiler, güvenlerini kaybettirdiler, futbol zevklerinden mahrum ettirdiler. İnşallah onlar öteki dünyaya kalmadan günahlarını bu dünyada çekerler. O gün bu gün o güvensizlik tam olarak ortadan kalkmış değildir.
Malatyaspor Efsanesi Niye Söndü?
Zaman zaman değindiğimiz gibi en başta halkın güvenini yöneticiler sömürdüler ve bitirdiler. Kahraman ve kurtarıcı gibi geldiler, takımın zenginliğinin, halkın birikiminin üzerine oturdular. Malatyaspor'u ve Malatya’yı düşüneceklerine kendi ceplerini düşündüler, futbolla ilgilenmediler, uzaktan yönetme yolunu seçtiler. Satılan futbolcuların yerini dolduramadılar, takımın düzenini darmadağınık ettiler. Malatyalıların futbol heyecanını söndürdüler, takımı halktan soyutladılar, soğuttular.
Malatyaspor’un alt yapısını geliştiremediler, darmadağın ettiler. Futbol oynanan ortamları bir bir yok ettiler. Minikler, gençler, okullar ve amatör kulüpleri başıboş bıraktılar, halk desteğini kaybettirdiler. Öncelikli olarak Malatyalı gençlerden takımın iskeleti kurulmalı iken bu yola da gitmediler. Halkın sadece gözünü boyadılar. Daha ne diyeyim gerisini de siz söyleyin...
Bugünkü Durum
Biliyorsunuz şimdi iki takım var. Bunlardan biri geleneksel Malatyaspor diğeri de Belediye takımının devamı Yeni Malatyaspor. Belediyespor'un ismini değiştirilmesi bence iyi oldu. Çünkü: Şu anda gelir ve giderler bir denetim altında, belediyenin verdiği paralar kontrol ediliyor. Harcamalar yönünden bir resmiyet de var. Bence Malatyalı her iki takımın da yönetimine güveniyor. Takımı götüren Belediyenin yükünün mutlaka hafifletilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun için gelir getirici etkili yöntemleri devreye sokmak gerekiyor.
Ertan Başkan’ın ve Malatya Belediye Başkanlığı'nın çok özverili çalıştığını biliyorum. İkinci yönetim de 44 Malatyaspor yönetimi olup onlar da fedakârca çalışıyorlar. İsmail Hoca'm almış sazı eline, beyaz saçlarını süpürge yapmış çabalayıp duruyu. Şimdi ne yapmak lazım? Özellikle spor altyapısı oluşturulmalı ve Malatya, spor tesisleri ile donatılmalıdır. Bu yazımı yazarken genel bir değerlendirme yaptım. Sakın ola ki herkes kendine pay çıkarmasın, genel konuşmalarımı özele indirgemesin. Demek ki; başarıyı daim kılmak için mutlaka alt yapı ve tesise ağırlık vereceksin. Bu işin başka mümkünatı yok. Ğarığı (Ark) gevere bağlayacaksın!
Bir de Malatyaspor şampiyon olacağız parolası ile Malatyalıların önüne geldi; yani hedef büyük tutuldu. Hedefi sanal olarak değil, gerçekçi bir şekilde tespit edilmelidir. Şampiyon olunacak ortamı Malatyalı sezer ve kabul eder, işte o zaman hedef belirlenir.
Malatya’da sporu geliştirmek için neler yapılmalı? Malatya Belediyesi'ne, Malatya Valiliği'ne ve kamu kurumlarına, Malatyalı işadamlarına ve Malatyalılara düşen görevler:
A-Yönetime düşen görevler:
Malatya Belediyesi yeni bir planlama yaparak başta beş-on beş yaş arası çocuklar için spor yapma olanağı sağlamalıdır. Mazideki Malatya’da hangi oyun alanları vardı, nerelerde oynardık, spor yapardık, eğlenirdik, anlatmaya çalıştım. Bu alanlar lojman, alışveriş merkezi ve apartmanlarla donatıldı. Zamanında imar planlarında ayrılan yeşil alanları da allem kallem ettiler "başkan, cızığı şuradan geçir" diyerek imar planlarını alt üst ettiler, bilimsellikten uzaklaştırdılar. Malatya’ya müşterekçe yeşil alan ve spor alanları bırakmadılar. Oralar boşlukken spor tesisi ve yeşil alan şeklinde dizayn edilseydi, imar planı değişiklikleri de kolay kolay yapılamazdı. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Şehir merkezinde oyun ve spor alanlarının yapılaşmadan dolayı yapılamadığı düşüncesine ben katılmıyorum. Çünkü: 150 m2'lik yere de oyun alanları, basket sahası, yapılabilir. Buralarda küçük yaştaki çocuklar oynar. Uzak mesafelere gitmeden yanlarındaki alana giderler, buralarda komplekse gerek yok. Maksat Malatyalı çocukların balkonlardan inerek kanlarını hareketlendirmesi, yetenekli olanların ortaya çıkarılmasıdır. Türkiye’de bunun örnekleri var. Bizim Ankara’daki mahallemizde evimizin yanında dört adet aletli spor alanı var. Küçükler büyükleri izleyecek, çok uzaklara gitmeden ana babalarının gözü önünde oyun oynayacaklardır. Çağalar; evden elli metre uzaktaki boşluğa gitsin, oynasın, koştursun terlesin. Bu düşünceyi pratiğe dönüştürmek o kadar zor değildir. Profesyonel futbol ve diğer yerlere yaptığınız harcamaların çok az miktarı ile bu işi becerebilirsiniz. İnanın!
Örneğin; Hamikoğullarının Haci Ağa'nın Konağı yıkılmış. Onun yeri araç park yeri olarak kullanılmaktadır, bayramlarda da kurban kesim yeri. Burayı bir isim vererek mahalleliye tahsis et. Mülk sahibini de mağdur etme, parasını ver. Zaten muhtarın makamı da yanı başında. Çocuklar, gençler orada terlesin, koşsun oynasın.
İmar planlarını belediye hemen yapsın, yeşil alanları tekrar yürürlüğe soksun. Oyun ve spor alanlarını çocuklarımıza özgüleyelim. Gerek amatör gerekse de profesyonel takımlarımız için iyi bir alt yapı oluşturalım. Minik futbolcu şu basamaklardan geçmeli. Oyun ve semt sahası > minik takım > takımların alt yapısı > genç takım > futbol takımı > profesyonel kulüp ve devamı. Tabandan gelen futbolcuları daha ucuza alırsınız, yetiştirdiğiniz futbolcuları satarsanız takıma gelir getirirsiniz, alt yapıdan gelen takım oyuncuları ahlaklı ve samimi olur. Olur da olur. Alt yapının en alt bölümü minik oyun alanlarıdır. Mümkün olan noktalara da her yerde mümkün olabilir, semt sahaları ve spor kompleksleri yap. Yok edilen oyun alanlarını ihya etmek sporda başarının birinci kademesini oluşturur. Örnek: Mazideki Malatya.
B- İşadamları ile Malatya Zenginlerine Düşen Görevler
Malatyalı epeyi iş adamı var, Allah’a şükür para da kazanıyorlar; cami, okul, hastane yapımı, öğrencilerin giyimi, okuyanlara burs gibi yardımlarda bulunuyorlar. Bazıları da yardım etmek bir yana avlanacak av arıyorlar. Öyle bir çalışıyorlar ki bazen de buluyorlar. Üretime, kültür, doğa ve spora dönük yatırımların ve yardımların çok cılız olduğunu söyleyebilirim. Hatta sıfır mertebesindedir. Her iki profesyonel takımımız da emin ve dürüst ellerde. İş adamlarımız; her iki takıma da maddi katkıda bulunabilir, bir spor kompleksi veya semt sahası yaptırabilir, malzeme yardımında bulunabilir, formalarına reklam verebilir, kurduğu tesise adını yazdırabilir, bir futbolcu alabilir, mevcut sahaların bakımını yaptırabilir, takımın deplasman giderlerini karşılayabilir, otelinde barındırabilir, yetenekli sporculara sponsor olabilir, diğer sorunlara yardımcı olabilir, bir takıma sahiplenebilir, destek verebilirler.
Malatya halkı da, "işadamıyım, Malatya’nın yanındayım" diyip sırf menfaat peşinde koşan herkese temkinle yaklaşmalı, düzenbazlara kuyruk sallamamalıdır. Doğrusu ben Malatyapark ortaklarından ve diğer zenginlerden spora kültür ve doğaya daha çok hizmet vermelerini bekliyorum. Futbolumuzun yükü sadece Belediye’ye ve birkaç iyi niyetli fedakâr hemşehrimize bırakılmamalıdır. Bakın İsmail Tekin’e ve takım yöneticilerine, almışlar takımı yükün altına da girmişler takımı da götürüyorlar. Taşınan yükün altına biraz da siz el atın...
C- Malatyalılara Düşen Görevler:
Malatyalı, öncelikle belirtmeliyim ki, spor, doğa ve de kültür konusunda yeterince bilinçli değildir. Malatyalı kardeşim, spor yapmak için bir yürüyüş parkurun, spor yapacak bir alanın yok. Gerekli kurumlara bu konularda istekte bulunmalısın, olayın ısrarla üzerine gitmeli, projeler üretmelisin. Senin ve çocuklarının sağlığı ve mutluluğu spor, doğa ve kültürden geçmektedir. Artık bunun bilincine var!
Hemşehrilerimin başta Yeni Malatyaspor olmak, 44 Malatyaspor ve diğer tüm Malatya takımlarının maçlarına gitmeli, onlara maddi ve manevi yönden destek ve heyecan vermelidirler.
Malatya, alınan futbolcuları bağrına basmalı, şehre yabancılık çekilmemesi mutlaka sağlanmalıdır. Rahmetli Erdoğan Arıca aramızda dolaşır, kahvehanelerde bilardo oynardı. Biliyorsunuz Erdoğan Arıca meşhur aktör Kadir İnanır’ın yeğeni olur. O, Bir festival için Malatya’ya geldi. Erdoğan, Malatya’yı o kadar çok anlatmış ki dayısına, Kadir İnanır ondan bahsederken hüngür hüngür ağladı. Eğer bilse idi ki Malatya ve insanları değişmiş, Malatya eski Malatya değil, gözyaşının damlasını bile akıtmazdı. Malatya insanı onları bağırlarına basar, garip diye ellerinden ne gelirse yardımını ve sevgisini esirgemezdi. “Hele çağam sana yemek getirdim” diyen analarımızın o sevecenliği nelere kadir olmadı ki? Eski futbolcular bizlerden dostluklarla ayrıldı. Futbolcularda para hırsı birinci plana çıkarsa istediği zaman oynar istediği zaman oynamaz.
Yeni Malatyaspor Hakkındaki Düşüncelerim
Gerek Belediye Başkanımız; gerekse de takım Başkanı Ertan Mumcu’nun iyi niyetle gösterdikleri çabayı takdir ediyorum. Takım kötü futbol oynar ise tüm oklar onların üzerine çevriliyor. Bir de üzerlerine ben gelmiş gibi olmayayım. Düşüncelerim ve önerilerim kendime göredir; geneli kapsamamakta bir futbol takımında olması gerekenleri içermektedir.
A- Takım tamamen antrenörlerin keyfine bırakılmamalı, antrenör ve futbolcular takip edilmeli, antrenör ve futbolcu seçimi yakından izlenmeli, kadroya uygun, dürüst, takıma uyumlu oyuncular alınmalıdır.
Taşıma suyla değirmen dönmez. Yukarıda belirttiğim gibi altyapıya önem verip öncelikli olarak alt yapıdan oyuncu tedarik etme yoluna gitmek gerekiyor. Doldur boşalt politikası ile bu iş zor yürür. Bir sezonda yanılmıyorsam üç antrenör değişti. Bu kadar antrenörün değişmesi seçimde yanlış yapıldığını gösteriyor. Tuhafıma giden bir durum da; her antrenör değişiminde takımın üç dört maç seri yakalamasıdır. Bu durumu ben pek hayra yormadım. Çünkü: bir antrenörün gelmesi ile takım hemen ayağa kalkamaz. Futbolcular antrenörü değil, antrenör futbolcuları yönetmelidir.
Takım antrenörleri oyuncularına güvenmeli, oyuncular da ona inanmalıdır. Antrenör ile yöneticiler arasında güven bağı olmalıdır. Antrenör orkestra şefi özelliğini kaybetmemeli, futbolcular da antrenörleri yönetmeye kalkmamalıdır.
Bir yığın futbolcu alındı ama takım tam anlamı ile uyumlu futbol oynayamadı. Demek ki yanlış giden bazı şeyler var. Ara transferde mecbur kalmadıkça futbolcu almayacaksın. Sık sık takım değiştiren futbolculara dikkat edeceksin, onların çetelesini tutacaksın. İyi ve güvenilir bir teknik heyetçe antrenör ve futbolcuları takip ettireceksin.
Zamanımızdaki Malatyaspor’un başarısındaki en önemli neden futbolcu almadan onları takip eden otoritelerin olmamasıdır. Öncelikle Malatya, daha sonra da Doğu ve Güneydoğu futbolcuları taranmalı ve takıma alınmalıdır. Özkan Akbulut, Zafer Hoca, İsmail Tekin gibi futbol adamlarından faydalanılmalıdır.
Özkan Hoca dedim de aklıma geldi. Televizyonda daha bir kaç gün önce dinledim Ünal Karaman’la Feyzullah Küçüğün kelamlarını. Bunlar Malatyalılarla adeta özdeşleşmişlerdi. Feyzullah Küçük Özkan Akbulut’a babam diye hitap ediyordu.
Özkan Hoca; televizyonda, "ortaya atılacağım; gardaşlar; ben de burdayım diyeceğim" dedi. O, Güneydoğu ve Doğu Anadolu futbolcularını çok yakından takip eden dürüst ve cesur bir futbol adamı idi. Gizliden takip ettikleri futbolcuları yönetime rapor eden en önemli kişi olarak Malatya tarihine geçti. Aklıma gene bir türkü geldi; anlayan anlar.
Gel seninle danışalım sevdiğim
Danışan dağları aşar mı aşar
Danışmadan yola çıkarsa kişi
Yanılıp yollarda şaşar mı şaşar
Takım başkanının iyiyi kötüden ayırması, dürüst ve cesaretli olması, gaza gelmeden futbolu ve insanları çözmesi çok önemlidir. Ünal’ın, Feyzullah’ın, Levent’in, Şehmuz’un, Fuat’ın takıma alınması hiçbir şekilde tesadüfî değildir.
B- Mümkün olduğunca Malatyalı futbolcular takıma kazandırılmalı, yeni gelenler Malatyalılar ile bütünleşmelidir.
Malatyaspor’un kadrosunda en azından 4 veya 5 tane Malatyalı futbolcuya yer verilmeli. Şimdi bakıyorsun bir tane bile Malatyalı futbolcu yok. Sebep; altyapımızı kaybettik. Aşık Veysel’in dediği gibi muallaktayız. Bu balkon çocuklarından nasıl futbolcu yetişir? Biz karma bir futbol takımı kurmaya mecburuz. Bir Oktay’ın hırsı Malatyalı futbolcularda yoktu. Bir Levent Malatya ve takım için canını verirdi. Nitekim ikinci lige düşüşte hüznünden kriz geçirdi, hastaneye kaldırıldı. Malatyalı sonuçta Malatyasporlu futbolcularla özdeşleşmelidir.
C- Kendi düşünceme göre Yeni Malatyaspor’un maçlardaki eksiklikleri.
Yeni Malatyaspor’a oyuncu alınırken başarılı futbolcular seçilmeye çalışıldı ama takımda dişliler gene de tam yerine oturmuyor. Bu bakımdan futbolcular yerlerini zaman zaman yadırgıyorlar ve maç esnasında arkadaşlarının yerlerini ve konumlarını yeterince okuyamıyorlar. Takım iskeleti, belki de sık sık antrenör değişikliğinden olabilir, yeterince kurulamadı, futbolcular arasında uyum sağlanamadı. Hep hücuma yönelik futbolcu alırsan başaramazsın, bunun aksi durumda da sonuç hüsran olur. Takımda uyumun sağlanması için top bizde iken oyuncularımız en uygun ortama kaçmalı ve yerlerini almalı, top rakipte iken de pres yapıp rakip oyuncular kontrol altına alınmalıdır. İster hücum isterse de savunma oyuncuları olsun hem savunmada, hem hücumda yer almalıdır.
Bir oyuncu topu aldıktan sonra eğer boşluk ve ortam var ise topu sürebilmeli; birebir adam geçebilmelidir. Hele gol ortamında bir kişiyi geçebilir isen gol atma veya gollük pas verebilme oranın yüzde elli artıyor ise tereddüt etmeden rakibini geçeceksin. Takımda bu vasıfta en az üç dört futbolcunun olması lazım. Geçen sene Cihan bu konuda çok yetenekli idi ama bu sene ne olduysa oldu o performansı gösteremedi, takımdan ayrıldı. Bu sene Halil Zeybek zaman zaman adam geçmeyi deniyor, bazen başarıyor ama bazen da rakip takıma takılıyor. Çalımı da yerinde ve zamanında yapacaksın. Rakibi geçtiği zaman takımımız tehlikeler yaratıyor. Okan da öyle. Top sürmeden, çalım atmadan durmadan top çevirirseniz rakip topu aldığında kontra ataklarla tehlikeli olabilir. Son maçlarda gollerimizin çalımdan sonra verilen paslar sonucu atıldığını söyleyebilirim. Futbolcuların kendilerine güvensizliklerinden midir nedir, verilen paslar yerini bulmuyor, top zaman zaman rakip takımın oyuncularında kalıyor, oyun sık sık sıkışıyor, ha babam oyununa dönüyor. Oyunu açmak lazım ki rahat futbol oynanabilsin ve istediğimizi yapabilelim.
Takım hücuma geçerken yeterince organize olamıyor müdafaa, orta saha ve hücum oyuncuları birbirleriyle yeterince uyum sağlayamıyor, bloklar arsında boşluklar ve iletişimsizlik doğuyor. Arkadan bindirme, ver-kaç ve adam geçme taktikleri yeterince uygulanamıyor. Zaman zaman iyi olmalarına rağmen takımın müdafaası çok gedik veriyor. Rakip takımın bir oyuncusu on sekiz dışından bizim iki oyuncumuzu ekarte ettikten sonra topu sürüp tek başına gol yapıyorsa biraz düşünmemiz lazım. Müdafaanın hücum organizasyonlarında ileriye çıkmamaları, sabit kalmaları kendilerine güvensizliklerinden olabilir.
Hücum taktikleri çeşitlendirilmelidir. Zaman zaman kanatlardan, zaman zaman göbekten, zaman zaman da uzun paslar denenmeli, hangi tür hücum taktiğinin denendiği oyuncularımız tarafından mutlaka bilinmeli, antrenörün taktiklerine uyum sağlanmalı, takım oyunundan uzaklaşılmamalıdır.
Zaman geçirilmeden takıma uyum sağlamayan futbolcuların uyumsuzluk sebebi bulunmalı, verim düşüşü sebepleri araştırılmalı, onların psikolojik, sosyal ve aile sorunları var ise çözülmeli, futbolculara destek verilmeli, onların yalnız olmadıkları hissettirilmelidir. Kasti oynamayan futbolculara gereken ders verilmelidir.
Haydi hayırlısı; Aslan Yeni Malatyaspor, 44 Malatyaspor, amatör takımlar ve Malatya! İşiniz gücünüz rast gelsin. Eski başarıları hep birlikte yakalamak ve onu geçmek üzere; Haydi Malatya, Haydi Malatya…