1936 Malatya- Ferhadiye Mahallesi (Hükümet Binasının arkasındaki mahalle) doğumlu olan Araştırmacı- Yazar Celal YALVAÇ'ın çocukluk ve ilk gençlik dönemi olarak nitelendirdiği, 1940- 1955 yılları arasındaki Malatyayı manzum bir şekilde anlatan, 1993 yılında kaleme aldığı 127 kıtalık MAZİDEKİ YAŞAM- MALATYA başlıklı şiiri, dönemin Malatya kent yaşamını; sosyal, siyasal, kültürel ve folklorik öğeleriyle yansıtıyor.
İşte, 1940- 1955li yıllar arasındaki Malatya'nın manzum öyküsü..
MAZİDEKİ YAŞAM-MALATYA-
Battal Gazisi ile destanlaşan ünü var,
Niyazi Mısri İle anlatılan dünü var,
MALATYA, asırlardır İslam-a oldu kale,
Türklüğüyle övünen, çok şanlı bugünü var
“MALATYA yemyeşildi, aratmazdı cenneti,
Kolaylıkla çekerdik, bu yüzden her mihneti.
Şehrin her tarafında güzel sular çıkardı.
Harıklarda suyumuz, şırıl şırıl akardı.
Anlatmak mümkün değil, bir hoştu âlemimiz,
Olayları tasvirden acizdir kalemimiz.
Bizim yurdumuzdaki insanlar barışıktı.
Her yerde savaş vardı, dünyamız karışıktı.
Harpten korunmak için siperler kazılmıştı.
Alnımıza yokluğun zilleti yazılmıştı.
Boş verdiğimiz dünya, alev alev yanardı.
Yaşamımızda her gün bir yaramız kanardı.
Öyle günler gördük ki, ölüye yoktu kefen,
Yoksulluğun önünde aciz idi ilim, fen.
Dalkavukluk, rezillik başın almış giderdi,
En büyük kötülüğü, bunlar bize ederdi.
Hesaba alınmazdı haklıca sözlerimiz,
Mayıs ayı geldikde ağrırdı gözlerimiz.
Mihnetle konulurdu, göze bir damla ilaç,
Karne Ekmekiyle de doymazdık, kalırdık aç.
Moda tabir edilen ilaç konurdu göze,
Tatlıca bir kızıllık verirdi o da yüze.
Mıymış mıymış bakardı, o güzelim gelinler,
Pek etkili olmazdı, idareyi telinler.
Kürsü kurar yatağa, ısınırdık her gece,
Sorulunca, çözerdik, birkaç tane bilemece.
Türküyle anılırdı eski, yeni her olay,
Böylece hafızaya nakşı olurdu kolay.
Çarşıda leymun tuzu, vali taktı boynuzu,
Avratlar manto giydi, ne tadı var ne tuzu.
Söylenirdi avazla, yakılan bu türkümüz.
Çarşafı kovmaktaydı, Çülâkiden kürkümüz.
Herkesin durak yeri olmuş idi Sümerbank.
Dağıtamazdı halkı, ne tüfenk ne de bir tank.
Birkaç metre bez için, olurdu büyük savaş.
Kavgasından kurtulduk, çok şükür, yavaş yavaş.
Vergi borcu elinden bütün millet naçardı.
Görünce bir memuru, köşe bucak kaçardı.
Satılırdı icrada legen, kazan, teşd, tava,
Zavallı mükellef de alırdı bundan hava.
Zengine hizmet için bankalar kurulmuştu.
Saf, biçare vatandaş, kalbinden vurulmuştu.
Öyle bir düzendi ki, yoktu kimsenin dostu.
Devlete kaptırmıştı, herkes sonunda postu.
Merhamet nanay idi, yürekler olmuştu taş,
Devletin memurundan yılmış idi vatandaş.
Her şey memur içindi, ne gaz vardı, ne şeker.
Onlar için dönerdi, devletteki her teker.
Ganne yakmak için yağ, Çıra için ise gaz,
O günler bulamazdık, karanlık geçerdi yaz.
En büyük suçlardandı, cepteki çakmak taşı,
Zehir, zıkkım olmuştu, soframızın her aşı.
Tükürük Kebabıyla, Salataydı aşımız,
Kurtulmazdı beladan, şu zavallı başımız.
Gözümüzde büyürdü söylenilen her maval.
Anlatırdı yaşlılar, dinlerdik aval aval.
Günlerimiz geçerdi ya bahçede, ya bağda.
Umutlar tükenmişti hem ölüde hem sağda
Kalmamıştı ortada, tutunacak dalımız,
Pek çekilecek gibi, değildi vebalımız.
Somun pişirilirdi: yasaktı, Açık Ekmek,
En büyük suçlardandı, toplanıp Zikir Çekmek.
Bir düdük çalınınca, değişirdi her makam,
Kazalarda da ilah kesilmişti kaymakam.
Kimse bilmez, kim söyler, kim çalar Zilli Def i?
Emniyetin zikreden olmuş idi hedefi.
Kuran okutulmazdı, yasaktı Eski Yazı,
Yeni Ezana karşı, kızardık bazı bazı.
Hastalıklar taşırdı, hasret kaldığımız (!) Bit,
Ondan kurtulmak için kalmamıştı bir ümit,
Veremle tifo, tifüs yıkardı evimizi,
Celâllensek de kimse, dermezdi devimizi.
Beş Taş oynatmazlardı, pahallık olur diye,
Yedi Tuğla yıkana verilirdi hediye.
En büyük eğlenceydi, Yüzük-Fincan oyunu,
Uykun kaçmaya görsün, sayamazdın koyunu.
Sigara kutusundan oluşurdu Sayımız.
Her oyunun içinde vardı bizim payımız.
Kırardık tabakları, Cıncık oynamak için,
Aklımıza gelmezdi, ne Japonya, ne de Çin.
Canımız sıkıldıkça Develeme atardık.
Hıbilikden korkunca, çıkar damda yatardık.
Bazen da fazla gelir, olurduk Orta Kadı.
Bugünkü oyunlarda, yok o günlerin tadı.
Pöt, Pöt, Pötürcek diye , dolaşırdık her evi,
Sırıklarda taşırdık, Pötürcek denen devi.
Yağmur yağsın isterdik ıslanmak pahasına,
Halen hayranımdır ben, halkımın dehasına.
Peygamber Buğdasıydı, Gilgil, Mısırın adı,
Arpa Ekmeğinin de, damağımdadır tadı.
Gilgil Ekmeği yiyip, bir hayli tıkanırdık,
Dere Başına gidip, don, gömlek yıkanırdık,
Yıkanırken derede gelirdi Aboş Dayı,
Yediğimiz dayakta vardı Onunda payı,
Kadınlar Hamamında kraldı Zeyneb Bacı,
Kızınca söylenirdi, bizlere acı acı.
Yollar ayrı ayrıydı, yoktu amaçta birlik,
Bu yüzden bozulmuştu, işlerde düzen dirlik.
Deli Gaffar soyunur söverdi dağa, taşa,
Nasibin alamazdı küfründen İsmet Paşa.
Humallah dediğimiz Faro, çalardı kaval
Anlattığı her olay, gelirdi bize maval.
Oldukça kuvvetliydi, sağlam idi bünyesi,
Ahrete çabuk gitti, okununca künyesi.
İnsan bazen üzülür, bazen da sabrı taşar,
Halen unutulmadı Şorikli Deli Yaşar.
İzo ile Kız Mahmut, şehre olmuştu nişan,
Bugünse delilerin hepsi oldu perişan.
Şosenin kenarında Haceli yan yatardı.
Yoldan geçen her şoför Ona para atardı.
Korucuka giderken biz de uğrardık Ona,
Soğuk, sıcak demezdi ; beklerdi, dona dona.
Her yaz gider gelirdik, yol olmuştu bize Venk,
Aliseydi içinse, yükümüz olurdu denk.
Abdulvahapa gider kalırdık birkaç gece,
Ahmet Durana gitmek olmuş idi eğlence.
Hacı Bayram küserdi gitmeyince yanına,
Gitmemek yakışmazdı, Onun kutsal şanına.
Meşhur idi Çınarı, Pınarı Orduzunun,
Hakkı ödenemezdi ekmeğinin, tuzunun.
Horataya giderdik binbir heves, naz ile.
Bütün pınar başları, şenlenirdi yaz ile.
Yama, Sarıçiçekde tez geçirirdik yazı,
Cennetten bir köşeydi, Çırmıktıyla Banazı.
Şaban Dedeye gider soğuk sular içerdik.
İnek Pınarındaysa, kendimizden geçerdik,
Kündübeg Pınarbaşı, bizlere can katardı,
Kapılıkın hayali içimizde yatardı.
Yanlışımız olunca kimse etmezdi ikaz,
Çok uzak kalıyordu bize Sürgünün Takaz.
Gitmek mümkün değildi vasıtasız yolu,
Görmezsek de özlerdik, içimiz dolu dolu.
Aşağışeherdeydi eski karışmış ırklar,
Üçler, Beşler, Yediler, sonra gelirdi Kırklar,
Sıddı Zeyneb, Tavabil, Emir Ömer en başta.
Battal Gazimiz ise galipti her savaşta.
Emir Ömer, daima saygıyla anılırdı,
Malatyanın en büyük Emiri sayılırdı.
Tüm Malatyalıların Ona vardı saygısı,
Rahmetler dileyenin, kalmazdı bir kaygısı.
Battal Gazimiz ise şehrimizin şanıydı,
Onun gazalarıysa, birer tatlı anı-ydı.
Doğduğu yere saygı duyulurdu her zaman,
Hanesini yıkana, küfredilirdi her an.
Sıddı Zeyneb bizlere hem ana, hem bacıydı.
Manevi nüfuzuyla, şeherin baş tacıydı.
Yerindeydi Nefise Hatunun mezar taşı,
Onun da yüce idi, ta göklerdeydi başı.
Taşraya ulaşmıştı, Ali Baba nın ünü,
Kara Baba nın ise, duymadık güldüğünü.
Hersli Baba dan korkar heyecanlar yaşardık,
Kemahlı Sultan daysa, şaşım şaşım şaşardık.
Korkuyu giderirdi, meşhur Vaiz Babamız.
Pek de boşa gitmezdi, bu yöndeki çabamız.
Her zaman gözümüzde büyürdü Ahmet Duran,
İnsanlığı, mertliği Oydu bize buyuran.
Değirmen Önünde ydi Horasan Padişahı,
Kimselere kalamazdı, mazlumun acı ahı.
Kırklar da harabeydi, Usta-Şeğirt Kubbesi,
Onlardan çok uzaktı haramın bir habbesi.
Kervansaray harabdı, hazindi, pür melali.
Yürekler acısıydı, ULU CAMİ nin hali.
Kapalıydı kapısı, Ak Minare, Toptaşın,
Yollara döşenmişti, olsaydı, mezar taşın.
Yıkılmıştı hunharca, meşhur Çingene Hanı,
Tarihi yaşamında, silmiş idi zamanı.
Bakmamıştı hiç kimse, gözlerinin yaşına,
Dünyalığa temahla, kıymışlardı taşına.
Sütlü Minare mizin yıkılmıştı camisi,
Hiçbir dini eserin, kalmamıştı hamisi,
Halfetih Minare miz, ta dipden oyulmuştu.
Tekkeler ve türbeler, haince soyulmuştu.
Türbeler soyulurken muhafızdı Tam Baba,
Kara Baba ya kızıp, olmuştu biraz kaba.
Sancaklar alınırken Onu çok beklemişti.
Güveni sarsıldıkça,işini teklemişti.
Kanlı Kümbet ve Zindan yıkılmak istenirdi.
Edir ile Bedir se, zalime direnirdi.
Her yer zibillik olmuş, camiler satılmıştı.
O nazlı kitabeler, yerlere atılmıştı
Karga Pepe önünde çocuktan geçilmezdi,
Kahkaha seslerinden, sevinen seçilmezdi.
Konuşmayan konuşur, böyleydi inancımız,
Üç Kardeş in taşıyla, kesilirdi sancımız.
Ağrı sızı kalmazdı, sürerlerse bu taşı.
Çokça abartılırdı, Abdulvahabın yaşı.
Çatlak da yaşanırdı; gezide, neşeli gün,
Ordaki zamanımız, olurdu bize düğün.
Alacakapı daydı, Hoppa Kadı Çınarı,
Çınar ile birlikte yok ettiler Pınarı
Battal, Hoppa Kadıyı kilisede basmışdı,
Malatyaya getirip, bu çınarda (?) asmıştı.
Hötüm Dedeye alır çocukları giderdik,
-Simitini kaçırır-; duayla, keyfederdik,
Sarılıka gitmezsek geçmezdi o derdimiz,
Hastalıklarla dostluk, kaçmazdı bir ferdimiz.
Müftü Mezarlığında kalmamıştı bir tek taş,
Orayı dağıtana buğzetmişti vatandaş.
Namazgah halliceydi, direnmişti zamana,
Seyit Gazi Hanesi, gelmemişti amana.
Karahandan çamurdan ve tozdan geçilmezdi,
Çeşmeleri kurumuş, suları içilmezdi.
Yıkılmıştı binalar, çalınmıştı taşları,
Zavallı halkınınsa, eğik idi başları.
Şeherin Surları da harabeye dönmüştü,
Taşları sökülmüştü, haşmetiyse sönmüştü.
Yapılan her binaya olmuştu temel taşı.
Onun da sona ermiş, bitmiş idi savaşı.
Şehrin de tamamlanmış, artık bitmişti işi,
Önlenemez olmuştu, -sona doğru- gidişi.
Zulme varan ihmalden nasibini almıştı,
Harabolmuş, yıkılmış; yalnız, -ismi- kalmıştı.
Biz tarihten kopmuştuk güzelim tarih bizden.
Harık da boğulmuştuk, korkmaz iken denizden.
Sürüklenip dururduk meçhule doğru hızla.
Mazimizden kopmuştuk, yemeyen bu ağızla.
Köşger Baba, Fıratın sağ yanında yatardı.
Bitirdiği işini ta şehere atardı.
Maşrabasın uzatıp, nehirden su almıştı.
Çok uzun boyununsa, efsanesi kalmıştı.
Anlatırlar, dinlerdik Ona köleymiş zaman,
Fıratın suları da vermedi Ona aman.
Karakaya Barajı, sildi efsanesini,
Bundan böyle bizler de duymaz olduk sesini.
Tecdenin süsü idi, Pircevizle Dermegi
Herkes ondan beklerdi, muradına ermeği.
Dermegi şifa verir, Pirveciz ise derman.
Çorlu hastalar için buradan çıkardı ferman.
Al Ocağı na gider Al gelmiş kadın ve kız,
Kırk Ocağında ise kesilirdi bütün hız.
Hoşirik Çamuruyla sıvanırdı yüzümüz,
Her şeye inanmıştık, buydu bizim Özümüz
Hastalığın elinden olmuştuk idik madrabaz-,
Alerjinin adıydı, bizim o eski Dabaz.
Gider Dabaz Suyuna birkaç defa girerdik,
Sonunda iyi olur, mutluluğa ererdik.
Atarlardı Köyneki boyalı olsun- diye,
Böylelikle olurdu, ilacımız hediye.
-Kabak-ın çekirdeği kolye olunca bize,
Boğmaca uğramazdı, kolayca semtimize
Hoca Keşşaf Efendi, oldukça sayılırdı.
Her zaman, her mekanda rahmetle anılırdı.
Dileklere devaymış, defedermiş nazarı,
Dolup dolup taşardı her Cuma-a mezarı.
Van Müftüsü okursa, şifalı olurdu su,
Hiç kimsenin Allahtan başka yoktu korkusu
Başlar iken her işe, çekerdik bir besmele-,
Duyulan manevi haz, geçmiyor bugün ele.
Hasretimize karşı, hasretti bize Kernek,
En ufak sevincimiz olurdu düğün, dernek
Allahın lütfu idi, o ne renk, o ne boya…
Tefekküre dalıp da bakardık doya doya.
Derme Deresi idi, bizim de yazlık plaj.
Yıkanabilmek için, evde yapardık sondaj
Bey Suyu verilip de kesilince suyumuz,
İmdada yetişirdi, evlerdeki kuyumuz.
Tohmada çimmek için, gider idik Kırkgöze,
Kolayca aldırmazdık, söylenilen her söze.
Fıratdan çok korkardık, bakarken Kömürhanda,
Zannederdik eşi yok, Onun da bu cihanda.
Yine oldukça şendi, eski Sıtma Pınarı,
Hasta için arasak, orda bulurduk narı.
Kaf Dağı kadar bize uzak idi Çarmuzu,
İstenirse giderdik gene de kuzu kuzu.
Her düğün, her davette vardı bayram havası-,
Başımıza geçerdi bazen da yağ tavası
Çok şükür geldi geçti; iyi, kötü o günler.
Etrafa nam salardı çevredeki düğünler.
Kemancı Arakille Defçi Kör Sıddı Bacı,,
Hak edip olurlardı, her düğünün baş tacı.
Mahalleli savardı sazlı, sözlü düğünü,
Şehrimizi aşmıştı, Köçek Mahmutun ünü.
Nuri dombelek çalar, Çalgıcı Zöhreyse def,
Düğünün neşesiydi, Onlardaki ilk hedef.
Güzel keman çalardı, Hasan ile Kalender,
Agobun udu ise, dinlenirdi pek ender.
Zurnacı Abuzerle meşhur Davulcu Hasan,
Mişmiş Gecelerinde onlardı hava basan.
Davul, zurna çalarak gezerlerdi yurtları,
Derino ve Lorkeyle yenmişlerdi kurtları.
Malatyalı Fahrinin tamburu çok inlerdi.
Dömbelekçi Kör Sait bakraç sesi dinlerdi.
Sese doğru atardı, lastik sapanla taşı,
Bize komik gelirdi, hedefinin telaşı.
Ekmekçi Meryem Bacı, güzel ekmek yapardı.
Birkaç mahalle halkı, sanki Ona tapardı
Yalvar yakar olup da zor alınırdı sıra,
Mesleğinde ustaydı, hakim idi tandıra.
Gübürlünün Zeyneple Hamiklinin Adile,
Rahmetler diliyoruz, kendileri yad ile.
Methlerini duyardık, o günkü gebelerde,
O ustalık şimdi yok, –Fermanlı Ebe-lerde.
İğneci Kaya Bey de iğnemizi vururdu,
Tatlı dil, güler yüzle bizleri avuturdu.
Çok severdik kendini, hemi de çok sayardık,
Ününü, şöhretini her tarafa yayardık.
Yemenide ustaydı, komşumuz Köse Kasım,
Çok iyi çalışırdı, ayakkabıcı Asım.
Semerci Saraç Arif, ustamız sayılırdı,
Deli Samed çıraktı, kızınca bayılırdı.
Kır eşeğin üstünde artar idi hızımız,
-Mişmiş- toplar dururdu kadınımız, kızımız.
Sığırları yayardı, Sığırcı Eminemiz,
-Ocak ismi altında tüterdi şöminemiz.
-Me- ile -Mö- sesleri, kaplar idi her yeri,
Sığırların dönüşü andırırdı mahşeri.
Toz, dumandan geçilmez; kapanırdı, ufkumuz,
-Geç kalanda sığırlar-, kaçar idi uykumuz
Deli Emine” idi şehrin meşhur hancısı,
En ağır küfürlerin O idi kemancısı.
Kulağımızdan tutup, havaya kaldırırdı.
Bazan da fazla kızar, etrafa saldırırdı.
Su içen…. diyerekten, -Sebilci-miz gezerdi.
Bizi, beleş su ile, minnet ile ezerdi.
Her sabah erkenleyin dükkanlar açılırdı.
-Duasız pazarlıktan-, şiddetle kaçılırdı.
Üç Aylar da sevginin tohumu ekilirdi.
Ramazan aylarında tombala- çekilirdi.
Bayram günlerimizin, bambaşkacaydı tadı,
Söylemeye gerek yok, Bayramdı günün adı.
Şirket Hanı ayakta, Afyon Hanı yanmıştı.
Esnaf, müşterisini fazlaca saf sanmıştı.
Kazıklamak isterken, kazıklanırdı kendi,
Onu da alt ederdi, müşterisinin fendi.
Öllük ha öllük… diye Öllükçü-müz geçerdi,
Herkes, Recep Dayıdan bolca biyam içerdi.
Bir batman şeker döktüm… diyerek bağırırdı,
Şerbetçi Çoban Dayı, müşteri çağırırdı.
Tellal Kulaksız Nazım, parayı şeddeleyip,
Bağırırdı uzunca cümleyi heceleyip,
Eski para toplardı, olmuş idi paracı-,
Çil Mahmutun malının oydu reklam aracı.
O zamanlar dinmezdi içimizdeki sızı,
Okuturdu Kuran-ı tınmazdı Piri Kızı.
Hapis yatar, çıkardı; zulme pek aldırmazdı.
Dünyadaki hiçbir güç, vebalin kaldırmazdı.
Kurulmuştu Meydana korkulan dar ağacı,
Hanımın asılması, gelmişti bize acı.
Son anda söylediği türküler çok yanıktı,
O gün sabaha kadar Malatya uyanıktı.
Anıyorken eskiyi, Horeyi yad edelim,
Af dileyip ruhundan, sonra feryad edelim.
Tepürlerken buğdayı, çok takılırdık ona,
Kalender meşrebliydi, her an hazırdı sona.
Hem yeşil hem çıplaktı, hem ormanlıktı dağı,
Görmemek eksiklikti, tarihi Akçadağı.
Kendisi yakıncaydı, yine bitmezdi yolu,
Bazan da kapatırdı bu yolu yağmur, dolu.
Her tarafı yemyeşil, huzurla içine gir.
Giden misafirini hoş ederdi Arapgir.
Tahir kasabasının merkeziydi Arguvan
Sefil, görünüşüne, dayanmazdı değme can.
Büyük sevgisi vardı hem dostta, hem yarende,
Tarihi yaşamıyla meşhur idi Darende,
Camisiz minareler, han, hamam ve kalesi,
Onun da bitmemişti, ağyara ihalesi.
Akardı burda Tohma, durgun, coşkulu, deli.
Kenarında parlardı, pir Şeyh Hamid-i Veli.
Meşhurdu Aşudusu, hoştu Gavur Hamamı,
Zengibarın üstünde, görülürdü tamamı.
Polata bağlıcaydı, tarihi Viranşehir,
İlçe olunca adı olmuştu Doğanşehir.
Memluke, Selçukluya epey hizmet etmişti,
Bizans zulmüne rağmen, bu günlere yetmişti.
Hekimhan ilçesinde demir yolu geçerdi.
Gitmek isteyen herkes trenleri seçerdi.
Oldukça meşhur idi kasabadaki Han-ı,
Görmeden edemezdik, giderken Yazıhanı.
Fethiyedeki cami, o zaman harap idi.
Cemaatı pek yoktu, hali de serap idi.
Külliyesi yıkılmış; yalnız cami- kalmıştı.
Onun da güzelliği çevreye nam salmıştı.
Pütürgeyle Kahtayı bölerdi Nemrut Dağı,
-Yalancı Tanrılar-ın olmuş idi otağı.
Tepehandan geçilip Pereşe gidilirdi,
Barsawma Manastırı, ziyaret edilirdi.
Yeşilyurt olmuş idi, Çırmıktının da adı,
Bağının, bahçesinin bir yerde yoktu tadı.
Yaz gelende giderdik, bahçeleri serindi,
Etrafı çok ağaçlık, vadisi de derindi.
Memleketi anlattık, şimdi gelelim bize…
Elbetteki ibrettir, bu geçmiş hepimize.
On adımdan öteye atamazdık bir Taş-ı,
Meskenimiz olmuştu, sokağın Köşebaşı-
Bir tümseğin üstüne Hollik– diker dururduk,
Sonrada bu Hollik-i Yassı Taş-la vururduk.
Gözümüz bağlandıkta Kör Ebeydi adımız,
İyi oyun oynardı, bazen Orta Kadımız.
Sülü Değnek oynardık -yan tuluk, -oşo mini-,
Böylece avuturduk içimizdeki kini.
Bu oyunun sonunda gaggılardık– herkesi,
Onu da bitirdikten sonra keserdik sesi.
Naldır Naçın adını Kız Doğurtma koymuştuk,
Hombek oynayarak da oyunlara doymuştuk.
Yenmek amacımızdı, yenilmemek gayemiz,
Birazcık övülmekti, oyundaki payemiz.
Horhop için önceden hedefleri seçerdik,
-Meydan Savaşı verip, kendimizden geçerdik.
Bazen da hedef olur, kırılırdı kafamız,
Evde dayak yeyince, tükenirdi safamız.
Süpsüpüyü yapardık sulu söğüt dalından,
Bu dalı da alırdık, başkasının malından.
Hırsızlığa geçerdik komşu bahçeye, bağa,
Kızmazlardı, derlerdi : Bırak da yesin çağa.
Ser verir sır vermezdi, bizim eski sırdaşlar,
Pöçük toplar dururdu, İzmaritçi gardaşlar-.
Kavga önleyemezdi yerinde akrabalık,
Çok basit olaylara bakardık alık alık.
Guşgana da pişerdi Ispanaklı Köftemiz,
Ağzımız yanarsa da tez geçerdi öfkemiz,
Beğenmezsek yemeği çatılırdı kaşımız,
Sözümüz dinlenmezdi, küçük idi yaşımız.
Kağız Anam diyerek lafa başlardı kadın.
Dinlemekten usansan, duyulmazdı feryadın.
Elti, gelin, görümce kavga ederdi her an,
Kavganın çokluğundan çabuk geçerdi zaman.
–Duvar anarşisi-nin Arslan Çakkal Colis-i,
Nevzat Çobanoğlu da kızdırırdı polisi.
Çizerdik duvarları tebeşir ve çakıyla.
Bir Aferin- alırdık, yüzümüzün akıyla.
Sinemaya giderdik, güzel film gelince,
Makiniste söverdik ceryanlar kesilince.
Karanlıkta ederdik hem kavga, hem de dövüş,
Dilimize persenkti, olur olmaza sövüş.
Okullar bizim için evden kaçış yoluydu.
Hocalara içimiz sevgi ile doluydu.
Okuldan kaçar isek, hoş geçerdi günümüz.
Hava güzel oldukda pazardı düğünümüz.
Koyunun yoğurdunu, sitilde çalkalardık.
Güz geldikçe nöbetle değirmene kalkardık.
Doldururduk ambara bulgur ile yarmayı,
Böylelikle düşlerdik kışı da çıkarmayı.
Kavurma yapmak için keserdik koyunları,
Kış günleri masal-la süslerdik oyunları.
Cin, Periden bahsedip ürkütürdük herkesi,
Ziyaretle korkutup keserdik çıkan sesi.
Ayın tutulmasıyla, Güneşin tutulması,
Büyük olay olurdu onların kurtulması.
Teneke, kap-kacağı ne bulursak çalardık,
Kurtarınca onları çok hülyaya dalardık.
Dam loğlardık loğ ile, damda kürürdük karı,
Kendi işimizdi bu, olmazdı bir çıkarı.
Kanalizasyon yoktu, halimiz bir alemdi,
Bütün ihtiyacımız, ancak birkaç kalemdi.
Evlerde banyo yoktu, lüküstü gusulhane-,
Hamama gitmek için ancak buydu bahane.
Öfeleme yenirdi, Samut kokardı hamam,
Bu ziyafetten sonra banyo olurdu tamam.
Gelin Hamamı ile Kırk Hamamı çok hoştu,
Yapılan eğlencenin, halk keyfinden sarhoştu
Darbuka eşliğinde çalınıyordu sazlar.
Neşe ile oynardı müşteri kadın, kızlar.
Ne kızgın, ne dargınlık uymuştuk bu gidişe,
Tek tesellimiz vardı, yaklaşmıştık finişe.
Uzun süre yürürdük, gün gelirdi bize ay,
Ellili yıllardaydı evimize girdi çay.
Seçimler getirmişti, bize yeni bir hava,
Bol vaadi görünce hepimiz geldik tava.
Kimimiz CHPli kimimizse DPli,
Akıl baştan gitmişti, olmuştuk hepten deli.
Tavuk esirgenmezdi, eğer gelecekse kaz,
Menfaati gördükte, hiç kimse etmezdi naz.
Düşünemez olmuştuk, canımız idi yanan,
Hayaller yok olmuştu, hakikatti yaşanan.
Her zaman kuvvetliydi, güçlüydü imanımız,
Arkadaşlık uğruna feda idi canımız.
Kalbimiz zengin idi belki azdı nakdimiz,
Buna rağmen neşeyle geçer idi vaktimiz.
Her şeye sabrederdik, buydu alın yazımız,
Bazen da sessiz kalır, çınlamazdı sazımız.
Memur, eşraf birleşmiş, hepsi keyfe düşmüştü.
Leş kargaları gibi, başlara üşüşmüştü.
Herkesin kendine has vardı muhakkak derdi,
Gözümüzde büyüktü ordumuzun her ferdi.
Bayram geçişlerini, oldukça çok severdik,
Onları nefsimizden daha fazla överdik.
Ne günlere kalmıştık, ayaklar olmuştu baş,
Zehirden de beterdi, var olan bir lokma aş.
Elbet ki bu günlere koşa koşa gelmedik,
Çok şükür, o günleri yaşayıp da ölmedik.
Eski çektiğimizi, görmeyenler bilemez,
O devrin ayıbını hiçbir silgi silemez.
Övüyorlarsa eğer, biliniz hepsi yalan,
İnkarla örtülemez, o haysiyetsiz talan.
Gözlerimiz görmezdi dilimiz olmuştu lal,
Kuzu gibi olmuştuk, nice giderdi bu hal?
Susturulmuştuk hepten kesilmişti sesimiz,
Korkumuzdan da çıkmaz olmuştu nefesimiz.
Unuttuğumuz vardır, yoktur eklediğimiz,
Anladık ki boşaymış, onca beklediğimiz.
-Hizmet- adı altında bize zulmederlermiş,
Korkumuz boşunaymış, üfürsek giderlermiş.
Zaman, zemin değişir; ama, değişmezdik biz,
Kolay kolay üzülmez, neşeliydik hepimiz.
Sevinçte ve kederde ortak payımız vardı.
Herkese geniş dünya inanın bize dardı.
Bizler için tatlıdır, yaşamımızdaki dün,
Güzel Anıdır bize; o hatıralar, bugün.
Mazimizden memnunuz, istikbalden umutlu,
MALATYALI OLMAYI yaşarız, mutlu mutlu.
(Mayıs-1993)
Bin dokuz yüz doksan üç yılının Mayıs ayı,
Anlatmamı sağladı içimdeki dünyayı.
Yaşadığım zamanın onbeş yıllık- dönemi.
Anlatınca belirdi, o günlerin önemi.
(1940-1955 Yılları)
Celal YALVAÇ