Derviş Mehmed Zillî, hepimizin bildiği adıyla, ünlü gezginimiz Evliya Çelebi 17. yüzyılda Malatya’yı ziyaret ettiğinde bağları, bahçeleri, kendine özgü sevimli üslubuyla, öve öve bitiremez. Tarihçiler, Çelebi’nin verdiği bilgilere temkinli yaklaşsa da ondan önce ve sonra bu kadim şehre gelen gezginler de Malatya’da yetişen meyvelerinin lezzeti konusunda övgüler yağdırdığından, Çelebi’nin Seyahatname’sinde söylediğinin, aktarmak istediği mesajın, özü itibarıyla doğru olduğu kabul edilir.
“Bu Aspuzu’nun dört tarafında bağ ve bahçeleri birbirine bitişik on beş adet İrem Bağı gibi bakımlı ve şenlikli, hanlı, camili, hamamlı ve çarşı pazarlı köyleri var ki her biri bir çeşit cennet bölümlerinden nişan verir. Her birinden nice tatlı sulu ırmaklar akar. Bu akarsuların sağında ve solunda türlü türlü şebekeli bağlar, bostanlar, bahçeler ve Rıdvan cenneti bahçeleri vardır” demiştir seyyahımız.
Çelebi’nin Aspuzu dediği yer, günümüzün merkez Malatya’sı ile çevresidir. Yani Tecde, Çırmıhtı, Kileyik, Barguzu, Kündübek, Banazı, Çarmuzu, Orduzu’suyla yeryüzünün en lezzetli meyvelerine can veren coğrafya.
Çelebi, Seyahatname’de Osmanlı topraklarının en güzel bağlarını, bahçelerini sayar ama Aspuzu’nun bunların hepsinden üstün olduğunu yazmaktan kendini alamaz.
Neredeyse 10 bin yıl öncesinden yerleşik düzene geçmeye başlamış, dünyanın en eski köylerinden birine, yani 1986’dan beri Fırat Nehri’nin suları altında sonsuz bir uykuya dalmış Caferhöyük’e ev sahipliği yapmış, Arslantepe gibi UNESCO Dünya Miras Listesiyle taçlandırılmış bir höyüğe ve Anadolu’dan gelip geçmiş nice uygarlıklara beşik olmuş bu kadim şehrin modern zamanlarda hayatta olup aklı yeten insanları gezginlerin aktardıklarını okumadan da bilirler bu toprakların, bu iklimin ne kadar lezzetli sebzeler, meyveler, tahıllar ihsan eylediğini…
Yaşı 40-50 olanların bile rahatça hatırlayacağı üzere Malatya, daha dün diyebileceğimiz tarihe kadar, bu güzelim bağlara, bahçelere sahipti. Kayısının ihracat sayesinde ciddi bir gelir kaynağına dönüşmesiyle birlikte, Aspuzu’nun, bağ köylerinin yanı sıra Akçadağ Ovası, Yazıhan, Topsöğüt, Dilek, Hatunsuyu, Mezere (Yaka Mahallesi), Eski Malatya, İzollu ve nispeten merkeze uzak ilçeler 90’lı yıllarda birlikte tarlaları kayısı bahçesine dönüştürüp, şehrin daha yeşil hale bürünmesini sağlamıştı.
Sonra bir inşaat furyası başladı. Ve akıl almaz şekilde merkezde ilk kazmalar, kepçeler bereketli topraklara vuruldu. Belki de hiç ev yapılmaması gereken, hadi bilemediniz birkaç katı geçmemesi gereken, bereketli topraklar üzerinde binalar yükselmeye başladı. Hem de ne yükselme! 2-3 yetmedi, 5 dendi, o da yetmedi 10-11 katlara ulaştı apartmanlar.
On binlerce ağaç kesildi. Binlerce kuş, yılan, çıyan, börtü böcek yuvasından edildi, memleketin akciğeri söküldü. Cennet bahçeleri bir anıdan ibaret kaldı.
Yeteri kadar parası olan müteahhidin eline tık sayıp o lüks evlere taşındı; diğerleri ise borcun harcın altına girip yuva sahibi olmayı düşlediler. Bahçesi olanlar müteahhitlerle anlaşmaya varıp çok sayıda ev sahibi oldular.
Sonra?
Ruhsuz “beton ormanı” caddelerden teşekkül bu semtlerde oturanlar, 6 Şubat 2023 sabahı doğayla inatlaşmanın, bilimin sesine kulak vermemenin nelere mal olacağını asla unutamayacakları bir güne uyandılar.
Aaa, deprem olmuştu. Ne büyük sürpriz (!).
Her 3 senede bir büyük depremin olduğu ülkemizde deprem olmuştu. 14 milyon senedir fayların çarpa çarpa toprağı alt üst ettiği bir yerde oluyordu bu deprem. Gerçekten çok şaşırtıcıydı, akıl alacak gibi değildi değil mi? (!)
Sonrasını hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz…
Fotoğraf geçtiğimiz günlerde Aspuzu’nun tam merkezinde, depremden ağır hasar görmüş Vilayet Binasının batısına düşen Mücelli Caddesinin girişinde çekildi. Burada birkaç gün öncesine kadar Kazancılar İşhanı duruyordu. 1981 yılında yapılan işhanında Malatyalıların anılarında bir şekilde yeri olan kitabevi, noter, dershane, sürücü kursu, lokanta, çay ocağı, parti bürosu vesaire bulunuyordu. Malatya tarihinin hafızası araştırmacı-yazar Celal Yalvaç da geçmişte uzun süre bu hanı mesken tutmuştu, kendi deyimiyle o yazıhanesinden Malatya’nın ne akil adamları, delileri, velileri gelip geçmişti.
Yorum- haberimizin kahramanı fotoğrafta görüldüğü üzere, belki birkaç gün sonra o da yıkılacak bir binanın duvarına, muhtemelen genç bir arkadaş, “kara mizahın dibine vuracak” şekilde “Sahibinden satılık Bostanbaşında Zebzelik arsa” yazıp gülücük işareti koymadan önce “Anayola cephe” notunu düşmeyi ihmal etmemiş.
Bostanbaşı dediği yer Barguzu. Yani Aspuzu’nun has evlatlarından, belki kızı, belki oğlu ama onun evladı. Barguzu’da bahçesi olanlara soracaksınız oraların meyvesinin, sebzesinin lezzetini, toprağının bereketini, bir de masallara karışmış kokulu elmasını. Kızılcığını, kayısısını, çeşit çeşit elmasını, armudunu, dutunu.
Büyüklerin dediğine göre, Barguzu sakinleri o kadar güvenilir insanlarmış ki bahçelerden bir kürek dahi kaybolmazmış; gecenin zifiri karanlığında bahçe sularken, 13-14 yaşında çocuklar bile hiç korkmadan şırıl şırıl akan arkları kontrol ederek suyu güdermiş.
Toprağı o kadar tarıma uygundur ki, bahçe sularken bir süre sonra ayağınız çamura gömülür. Bazı yerlerinde taşa rastlayamazsınız. Öyle ki eskiden geverin başına koyacak taşı eşeğin heybesinde, sandığında Çırmıhtı’dan getirirmiş.
İşte böyle bir yere, doğayla inatlaşıp, bilimle inatlaşıp, yüksek binalar diktiğinizde kazandığınızı sandığınız anda her şeyinizi kaybedebiliyorsunuz, doğa tekrar buralar sebzelik, dutluk olacak diyor, acı bir şekilde şehrin göbeğinde gencin birinin makarasına sarılıyorsunuz.
malatyahaber.com