Necati GÜNGÖR
gungornecati@yahoo.com
Her insan bir yörede, bir coğrafya parçasında dünyaya gözlerini açar. Kişinin ana babasını seçmesi söz konusu olamayacağı gibi, üzerinde gözlerini dünyaya açacağı coğrafyayı seçme olanağı da bulunmaz.
Ne gariptir ki, insanoğlu, seçemediği ana babasına da, seçemediği yurduna da aşkla, tutkuyla bağlanır! Bunun nedenini anlamak güç değil: İnsan dünyaya geldiğinde anasının sütüyle, babasının ekmeğiyle, daha önemlisi, her ikisinin de sevgisiyle beslenir. Anasının sütüne, baba ekmeğine sarılır; onların sevgisine, koruyucu kanatlarının altına sığınır. Tıpkı, yuvadaki tüysüz yavrusunu yakıcı güneşten korumak için kanatlarını açıp saatler boyunca gölge yapan kuşlar gibi, insan ana babalar da, yıllar boyunca çocuklarına kol kanat gerer! Hele de Anadolulu ana babalar, hele de bizim Malatyalı ana babalar
Asla, asla ödeşemeyiz ana babalarımızın biz çocukları için harcadıkları emekle, katlandıkları özveriyle Üstelik çoğu kez onlar, böyle bir ödeşme de beklemez bizden
Üzerinde doğup büyüdüğümüz topraklar da, aldığımız kültür de bizler için birer ana baba gibidir. Bizi bağrında büyütür. Memleketimizin diliyle konuşmayı öğreniriz. Suyunu içer, topraklarında yetişen nimetlerle doyarız. Doğup büyüdüğümüz yörenin yaşama kültürü, bizim kültürümüz olur. Ana gibi emzirir bizi memleketimiz, baba gibi ekmek verir, kol kanat gerer.
Çocukluk çağında içgüdüsel olarak bağlandığımız ailemizi ve ilimizi, büyüdüğümüz dönemlerde bilinçle sevmeye, anlamaya, ona saygı duymaya başlarız. Onlardan uzaklaşmak yüreğimize özlem ateşi düşürür. İçindeyken farkında olamadığımız değerlerini anlamaya başlarız. Birlikteyken yadırgadığımız, önemsemediğimiz özellikleri, gözümüzün önünde tütmeye başlar Memleketimizden, ana yurdumuzdan, baba ocağımızdan uzaklaştıkça kendimizi yalnız, korumasız, tuzaklarla sarılı görmeye başlarız. Memleketimizin bir karış ötesini gurbet olarak algılarız.
Çocukluğumuzda bize sabahı müjdeleyen, o, bıkıp usandığımız komşunun horozunun sesini bile özlemle büyütürüz içimizde. Avlumuzdaki kuyunun acı suyu, gurbet ilinin bal şerbetinden daha tatlı gelir... Tertemiz kaldırımlarda yürürken, memleketimizin yollarındaki toz kokusu burnumuzda tüter! Şölen sofralarında, anamızın mercimekli bulgur pilavını, ekşili köftesini ararız.
Kulağımıza çalınan bir memleket türküsü gönül tellerimizi ince ince titretir. Anamızdan bir haber, babamızdan bir selam geldiğinde, içimizi birdenbire, avludaki kayısı ağacının gölgesi gibi bir serinlik kaplar. Yüzümüze bir avuç pınar suyu çarpmış gibi ferahlarız.
Kimi zaman bir dilim Malatya peyniri, bir parça tandır ekmeği cennet taamı olur, yeryüzünün bütün lezzetlerinin üstüne çıkar!
Malatyadan uzakta bir Malatyalı, karanlık sularda yüzme bilmez bir çocuk gibidir. Hani derlerler ya, insanoğlu yaşamı boyunca, bilinçaltında, ana rahminin rahat, sıcak, koruyucu ortamını arar diye Malatyalı da memleketini işte öyle özler, öyle arar. Memleket, ana kucağıdır çünkü. Orada kendi diliyle konuşur, kendi kültürünü yaşar, kendini tanıdığı bildiği insanlar arasında rahat hisseder!
İstanbulda öyle Malatyalılar tanırım ki, bütün hayalleri, bir karışlık toprak parçacığı edinip orada bir kayısı ağacı yetiştirmektir! İstanbulun o dokununca taçyaprakları solan manolyalarını, bütün bir sokağa baygın kokular salan sarı çiçekli ıhlamurlarını, baharın müjdecisi erguvanlarını, asırdide çınarlarını, saçlarını akarsuda yıkayan salkımsöğütlerini, daha birçok güzel ağacını gözü görmez, yalnızca baharda çiçek açacak, mayısta çağla verecek bir kayısı ağacının rüyasıyla yatıp kalkar Çünkü o bir kök kayısı ağacı, onun gözünde koca bir Malatyayı simgeler. Kayısı ağacı çocukluğunu geri verir gurbetteki Malatyalıya. Ana babasını, konu komşusunu, çocukluk arkadaşlarını, çember çevirdiği, göz yumma oynadığı mahalleyi geri verir. Okul arkadaşlarını, ilk gençlik aşkını, öğretmenlerini, kısacası yitirdiği bütün bir dünyayı geri verir bir kayısı ağacı
Şimdinin insanları için aynı şey söylenebilir mi, bilemiyorum; ama bizleri yetiştiren kuşaklar da dahil, bütün eski kuşağın insanları, okuyan, bir yerlere gelen, kendi alanında başarılı olan evlatlarıyla övünmüş, onları bağrına basmıştır. Bunun yakın tarihteki en tipik örnekleri, İsmet Paşa ile Turgut Özaldır... Bu iki Malatyalı, politika sahnesinin baş oyuncuları oldukları için, onları yakından tanıma olanağını bulabilmiştir Malatyalılar. Tanıdıkları için de, onları yere yurda konduramamıştır. Şurası bir gerçek ki, bilim ve sanat alanında da, Malatya övünebileceği ölçüde değerli insanlar yetiştirmiştir. Ne yazık ki, bilim ve sanat, magazin basınının, TV ekranlarının gündeminde fazlaca yer tutmadığı için, onları tanıma şansını elde edememiştir. Birkaç türkücü, birkaç komedyen dışındaki değerlerini fark edememiştir
Kemal Sunalı tanır da, Cüneyt Gökçeri duymamıştır sözgelimi, insanımız. İlyas Salmanı iyi tanır da, şair Ebubekir Eroğlu adını işitmemiştir. Sokağa çıkıp rasgele sorsanız, ne ressam Sadık Kınıkoğlundan haberi vardır insanımızın, ne Ergin İnandan, ne Mustafa İnandan, ne de başkalarından Yasemin Yalçını bilir de, felsefeci Takiyettin Mengüşoğlunun adı kulağına hiç çalınmamıştır Hatta hatta, Malatya kökenli Ruşen Eşrefle, Hamdullah Suphinin adlarını duyanların sayısı, iki elin parmağını geçmez belki de!
Diyeceğim o değil ama
Asıl diyeceğim, kendi içinden çıkan evlatlarına dört elle sarılır Malatyalı. Yeter ki, tanısın
Sözgelimi, Malatyalı, Kurtuluş Savaşını, bilakayd ü şart, yani kayıtsız şartsız desteklemiştir. Neden? Çünkü İsmet Paşa da işin içindeydi. Malatyalı Cumhuriyeti kayıtsız şartsız desteklemiştir. Neden? Çünkü kendi evladı da bu yeni devlet yapısının mimarlarından biriydi
İsmet Paşa, seçim yasası gereğince Ankaradan aday olunca; bütün Malatya ağlamaklı bir ses tonuyla, Bizden ne kötülük gördün Paşam? Bu bize yapılır mı? diyerek sokaklara dökülmüştür!
İsmet Paşa, hemşerilerinin bu isyan duygusunu yatıştırmak için, hem Ankaradan, hem de Malatyadan aday olmak durumunda kalmıştır.
Malatyalının İsmet Paşaya beslediği bağlılık duygusu, kendisine pahalıya mal olmuş; on yıl boyunca Demokrat Partinin hışmına uğramıştır!
Ne gam
Malatyalı öz evladını satacak değildi ya! Tam on yıl boyunca İsmet Paşanın arkasından inançla yürümüştür Malatyalı.
Bu nedenle, DPye karşı yapılan 27 Mayıs İhtilalini de candan, gönülden desteklemiş, bu kez de yıllarca AP iktidarının kuşkuyla baktığı bir yer olmuştur.
O yıllarda Malatyada, İsmet Paşanın başı ağrıyormuş diye bir söz atılsa ortaya, bütün bir kent halkı baş ağrısı çekerdi!
İsmet Paşanın yaşı kemale erip de emrihak vaki olduğunda, o gün Malatyada yetim çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlayan yaşlı kuşaktan insanlar hayattaydı henüz! İsmet Paşanın ölümüne üzülmedi diye ortağından ayrılan esnaf vardı dersem, inanır mısınız? İnanın, inanın, vardı!
İsmet İnönüyü gönlünün en yüksek tepesine gömen Malatyalı, gün gelecek, Turgut Özalı da aynı aşkla, aynı bağlılıkla sevecek, yere göğe konduramayacaktı onu da
Ama şu son çeyrek yüzyılda köprülerin altından çook sular aktı Seksen sonrasında topluma giydirilen deli gömleğiyle bu amaçlanmıştı belki de
Malatyalı duyarlılığını yitirmişti!
Malatya hem göç vermiş, hem göç almış, bu akıntının girdabında, Malatya kültürü boğulup gitmişti!
Bir karikatür durum ortaya çıkmış; Malatyalılar, Malatyada azınlığa düşmüş, bir avuç insan kendi aralarında dayanışma ve yaşatma derneği kurmak durumunda kalmışlardı!
Geçenlerde, cami duvarına siğerek şöhret bulmaya çalışan bir meczup çıkıp İsmet Paşaya Millet düşmanı dedi, koca bir Malatya üzerine ölü toprağı atılmışçasına uğursuz bir sessizlik içine karşıladı!
İsmet Yalvaçtan başka İsmet Paşayı savunacak bir Allahın kulu yok mu yahu, Malatyada? Hadi diyelim Malatyada Malatyalı kalmadı; ya Türkiyenin dört bir yanına dağılmış onca Malatyalı niye kös dinliyor, mehteran bölüğünün devesi gibi? Onca hemşeri dernekleri nerede? Malatya Kültür Dernekleri? Malatya Eğitim Vakfı? Malatya lisesinden yetişenler? Yükseköğrenim gençliği? Üniversitelerdeki Malatyalı bilim adamları? Çarşaf gibi liste oluşturan mensuban-ı matbuat nerede peki?
Malatyahaber.comun Platformuna bakıyorum, yediden yetmişe bütün Malatyalılar, Malatyasporla yatıp Malatyasporla kalkıyorlar! Aylardan beri bu böyle sürüp gidiyor.
Hemşerilerimin gözleri şaşı olmuş, Malatyaspordaki gelişmeleri izlemekten
Pes!
Şairin dediği gibi: Ne atom bombası / Ne Londra Konferansı Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / Umurunda mı dünya?
Malatyalımın hali pür melali işte bu
Eser sahipleri eserleriyle övünebilirler! Amaçlarına ulaştıklarından kuşkuları olmasın
İsmet Yalvaç yakınıyor: Malatyalılık ruhu öldü! diye.
Şöyle bir şey sormadıklarına şükretsin bence: Malatyalılık ruhu da ne? Nane ruhu gibi bir şey mi?
Bülent Korkmaz, kayısıcılığın sorunlarıyla ilgili bir yazı kaleme almış.
Karşılaştığı tepki, katı ve yekpare bir sessizlik!
Asıl, Malatyasporla ilgili konularda görüş sahibi olan kişi Bülent Korkmaz değil mi?
O niye bu konunun hastası değil? Çünkü gerektiği kadar ilgileniyor futbolla, artan zamanında Malatyanın hayati bir sorununa eğilme gereksinimi duyuyor Hem de o, Malatyalıya özgü tatlı mizahıyla
Biber gibi acı sözler söylediğimi biliyorum. Ama, birinin bunları söylemesi gerekiyor. Ne derler? Dost acı söyler.
FOTOĞRAFLAR: Malatya dışında yaşayan Malatyalıların da hep sahip çıktıkları iki isimdir, İsmet Paşa ve Turgut Özal.. İste Almanya'daki Malatyalı derneklerinin düzenlediği gecelerden, toplantılardan iki ayrı fotoğraf.. İsmet Paşa ve Turgut Özal posterleri mutlaka var.. Ama Malatya'da?.. Sanayinin temelini attığı memleketi Malatya'nın Ticaret ve Sanayi Odası'nda bile İsmet Paşa'nın fotoğrafı yok.. (ARŞİV FOTO: Murat ALABAŞ- Avrupa Malatyalılar Derneği Başkanı- Almanya/ Mannheim)