Suat TAŞPINAR, Moskova
Her 3 Haziran'da Moskova'nın Türk ahalisi, Nazım Hikmet'in mezarı başında toplanırız. Büyük şairi özlemle anarız. Bu yıl da görkemli geçti Nazım törenleri. Önce Novodeviçye Mezarlığı'nda, akşam da Şevval Sam'ın konserinde, 51'inci ölüm yıldönümü için buluştuk. Türkü türkü Türkiye'yi dolaşırken, salonda hiç az olmayan Malatyalıların isteğiyle, Malatyamızın "Etek sarı, sen etekten sarısın" türküsünü söyledik... Memlekette hava kurşun gibi ağırken, Moskova'dan size selam yolladık.
Ve bu güzel gece için, editörü olduğum TürkRus.Com sitesine yazdığım yazıyı da sizinle paylaşmak istedim. Kalın sağlıcakla:
* * *
Moskova cangılının içinde, bin türlü hayat gailesinden fişi çekmeyi becerip, her 3 Haziran'da hala aynı heyecanla Novodeviçye'de, Nazım'ın mezarı başında buluşabiliyorsak...
Dünyamız, fikrimiz, zikrimiz ne olursa olsun, hala başucunda aynı huşu ve huzurla andığımız, sol mememizin altında ateşini hissettiğimiz bir "ortak payda"mız varsa...
Nazım'ın huzurunda devletin elçisi "eski ayıplar" için gocunmadan günah çıkarabiliyorsa...
Devletin özrü de, Gezi direnişinin öfkesi de, Soma katliamının acısı da, Nazım'ın başucunda incitmeden, incinmeden yana yana gelebiliyorsa...
Bir Moskova gecesinde, binden fazla Türk, Rus aynı çatının altında sevgiyle toplanmayı becerebiliyorsa...
Türk diline, edebiyatına ömürünü adamış, 86 yıllık bir ulu çınar, Svetlana Uturgauri unutulmuyor ve ödüllendiriliyorsa... Yani "Vefa"nın İstanbul'da bir semtten ibaret olmadığını hala hatırlayanlar varsa...
Nazım'ın ruhu üstümüzden uçarken Ege'nin türküsüne de, Alevi deyişine de, Karadeniz'in horonuna da tek yürekten, yan yana, omuz omuza ses verebiliyorsak...
Sahnedeki dünya güzeli sanatçımız, dilini bile bilmediği, misafir geldiği memleketin en meşhur türküsünü Rusça söylemek için ter akıtıp gönülleri fethedecek incelik ve maharetteyse...
Belki Moskova'nın bir şantiyesinde ekmek parası için ter döken bir işçi, Ege'nin türküsü çalarken "efe"liğini hatırlayıp sahneye fırlıyor ve adabınca diz vuruyorsa...
Daha da önemlisi, bir şeyin "tadını çıkarmak" ile "suyunu çıkarmak" arasındaki ince çizginin hep aşıldığı şu devirde, o sahneye çıkan gençler "adabı muaşeret" çizgisini incitmeden, tadıyla sahneden alkışlarla çekilmeyi de beceriyorsa...
Moskova'nın muhteşem bir yaz gecesinde "Ankara'nın Bağları" çalarken rengarenk insanların doldurduğu salon hep birlikte oynuyor, bir Arguvan türküsü çalarken herkes birlikte hüzünleniyorsa...
Hayattan da, aşktan da, yarından da, aydınlıktan da, memleketten de umudu kesmemek için hâlâ yeterince nedenimiz var demektir...