CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, emeklilikte yaşa takılanlarla (EYT) ilgili kanun teklifinin görüşüldüğü TBMM Genel Kurulu’nda konuştu.
Deprem felaketinde yaşananlar ve EYT düzenlemesi hakkında konuşan Ağbaba şunlara değindi:
“SANDIK GELDİĞİNDE SİZ DE SESİNİ DUYMAYIN”
"Vergi levhası, esnaf odası kaydı olan, ama BAĞ-KUR kaydı açılmamış olan esnafın 2008 öncesi tescil tarihini düzeltmesi ve borçlanma hakkının verilmesi gerekli ama duymadınız. On binlerce esnaf, bugün burada bu mağduriyetin giderilmesini bekliyor. Diyorlar ki ‘Hep devleti, milleti sömüren yandaş iş adamları, çeteler için düzenleme yapılıyor, onlar için af getiriliyor ama maalesef fakir fukara esnafın sesi duyulmuyor’. Ben, buradan o fakir fukara, hakları yenilen esnafa da bir çağrı yapmak istiyorum; bugün deprem ortamında sizin sesinizi duymayanların, sandık geldiğinde siz de sesini duymayın" dedi.
Ben, depremin ilk saatinden itibaren Malatya'da kimi zaman enkaz altında kalan insanların çığlıklarını duydum, kimi zaman kapanan yollarla ilgili köylülerin yanında oldum. Buradan ifade edeyim; hayat normalleşinceye kadar da Malatya'da hemşerilerimle birlikte olmaya devam edeceğim.
“DEPREMDE ÖLEN EYT'Lİ İNSANLARIN EMEKLİ MAAŞLARI, HAK SAHİPLERİNE DERHAL VE HIZLI BİR ŞEKİLDE BAĞLANMALIDIR”
Bugün EYT düzenlemesi olmasaydı bugün Meclis’te olmazdım. Geçtiğimiz gece EYT düzenlemesi Meclis’e gelince, burada olmam gerektiğini düşündüm. Çünkü en başta, depremde enkaz altında kalıp ölen arkadaşların bir sürü çoluk çocuğuna sözüm olduğunu, vicdan borcum olduğunu söylemek istiyorum. EYT'lilere de sözümüz var. Depremde ölen EYT'li insanların emekli maaşları, hak sahiplerine derhal ve hızlı bir şekilde bağlanmalıdır. EYT'li olup eksik primi olan, depremde hayatını kaybedenlerin eksik primlerini de devlet karşılamalıdır.
“CUMHURBAŞKANI’NIN ‘SEÇİM KAYBETSEM BİLE YOKUM’ DEDİĞİ EYT'LİLER YILLARCA MAĞDUR EDİLDİ”
İş yeri yıkılan, zarar gören esnafın da EYT prim eksiklerini devlet karşılamalı ve hemen aylık bağlamalıdır. Eğer illerin boşalmasını istemiyorsak, eğer yaşam normalleşsin diyorsak zarar gören iş yerlerine uzun vadeli faizsiz kredi verilmeli ve iş yerleri hızlıca esnafa verilmelidir. EYT sorunu 17 Ağustos deprem felaketinin ardından ortaya çıkmıştı. Cumhurbaşkanı’nın ‘Seçim kaybetsem bile yokum’ dediği EYT'liler yıllarca mağdur edildi. Kaybetme korkusu sarınca EYT gündeme geldi. EYT'nin gelmesini demokrasiye borçlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Başta muhalefet partileri ki en çok CHP ve bağımsız, sivil, AKP'ye bağlı olmayan EYT derneklerinin de büyük mücadelesi olduğunu hep beraber görüyoruz.
“TEKLİFLE ÇÖZÜLMEDİ, ÇÖZÜLMEYECEK, EYT SORUNU ENKAZ ALTINDA KALMAYA DEVAM EDECEK”
Eğer onlar Maltepe Meydanı'nda ya da Türkiye'nin çeşitli yerlerinde mitingler yapmasaydı, ‘Edirne'den Kars'a, Jüpiter'den Mars'a’ diye sloganlar atmasaydı bugün bu meseleyi konuşmuyor olacaktık. Bu düzenlemedeki eksiklere bakınca, bu düzenlemenin eksik olduğunu ve enkaz altında kaldığını görmekteyiz. Bu teklifte 5975 gün primine takılanlar, çıraklık ve staja takılanlar, BAĞ-KUR tesciline takılanlar, 9 bin güne takılanlar, kısmi emekliliğe takılanlar, depreme takılanlar olduğunu görüyoruz. Bir günle 17 yıl fazla çalışmaya mahkum edilenlerin sorunları bu teklifle çözülmedi, çözülmeyecek, EYT sorunu enkaz altında kalmaya devam edecek.
“MAALESEF GETİRİLEN YASAYLA İNSANLAR TAM 975 GÜN, YANİ 2 YIL 7 AY EMEKLİ OLAMAYACAK”
Enkaz altında kalan bu yasada neler yok. Son dakikada ortaya çıkan 5975 gün sorunu… İlk önce, Çalışma Bakanı Vedat Bilgin'in EYT düzenlemesiyle ilgili komisyonda yaptığı konuşmayı tekrar hatırlatmak istiyorum. ‘Prime takılanlar olmayacak, çünkü o günkü, 8 Eylül 1999 öncesi prim şartını değiştirmiyoruz. Yani EYT'de ‘99 öncesi ve 5 bin gün prim şartını değiştirmiyoruz’ dedi. Bu Sayın Bakan'ın ifadeleri ama getirilen yasaya baktığımız zaman, kademeli prim koşulu getirildi. İnsanlar, AKP'ye güvenip 5 bin günde emekli olmayı hayal ederken 5 bin ile 5 bin 975 gün arasında değişen prim şartına takıldılar. İnsanlar, iktidara güvendiler ,5 bin güne borçlandılar. Görmüşsünüzdür internette; telefonlarını sattılar, arabalarını sattılar, eksik primlerini ödeyerek emekli olmaya çalıştılar ama maalesef getirilen yasayla tam 975 gün, yani 2 yıl 7 ay, insanlar emekli olamayacak.
“STAJ VE ÇIRAKLIK YAPANLAR BU HAKTAN MAHRUM EDİLİYORLAR”
Bir de depremde evlerini kaybeden, ailelerini kaybeden, iş yerlerini kaybedenler var. Yeni bir prim şartını getirmek, hele bu deprem ortamında vicdansızlıktır, haksızlıktır. Bir başka sorun, staj ve çıraklık mağdurları. Staj ve çıraklık yapanlar bir dönem, deyim yerindeyse ucuz iş gücü olarak kullanıldılar ama bugün, staj ve çıraklık yapanlar bu haktan mahrum ediliyorlar. Bu insanlara ‘Sen emekli olamazsın’ diyorlar. Arkadaşlarımız da gündeme getiriyor. Çırak ve stajyerlerin de mutlaka bu kapsama alınması gerektiğini buradan bir kez daha ifade ediyoruz.
“BUGÜN DEPREM ORTAMINDA SİZİN SESİNİZİ DUYMAYANLARIN, SANDIK GELDİĞİNDE SİZ DE SESİNİ DUYMAYIN”
Bir diğer kangren olmuş sorun, BAĞ-KUR tescili mağdurları. Vergi levhası, esnaf odası kaydı olan, ama BAĞ-KUR kaydı açılmamış olan esnafın 2008 öncesi tescil tarihini düzeltmesi ve borçlanma hakkının verilmesi gerekli ama duymadınız. On binlerce esnaf, bugün burada bu mağduriyetin giderilmesini bekliyor. Diyorlar ki ‘Hep devleti, milleti sömüren yandaş iş adamları, çeteler için düzenleme yapılıyor, onlar için af getiriliyor ama maalesef fakir fukara esnafın sesi duyulmuyor’. Ben, buradan o fakir fukara, hakları yenilen esnafa da bir çağrı yapmak istiyorum; bugün deprem ortamında sizin sesinizi duymayanların, sandık geldiğinde siz de sesini duymayın.
DEPREMDE GÖREVİNİ YAPMASI GEREKENLER YAPMADI! AMA MİLLETİMİZ EDİRNE'DEN VAN'A SEFERBER OLDU!
Değerli arkadaşlar, şimdi, depreme gelmek istiyorum, buradan sözümün başında söylemek istiyorum. Depremde görevini yapması gerekenler görevlerini yapmadılar ancak görevi olmayanlar, üzerine vazife olmayanlar da -hakkını teslim etmek lazım- görevlerini yaptılar. Türkiye’nin dört bir yanından belediyeler, STK’ler, milletimiz üzerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalıştılar. Van’dan Edirne’ye, Giresun’dan Tokat’a, Tunceli’den Çorum’a, İzmir’den Ardahan’a kadar herkese teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, ben de depremi duyar duymaz bakanlarla birlikte özel bir uçağa binerek Malatya’ya ulaştım, saat 10.00 gibi Malatya’daydım. Malatya’yı biraz anlatmak istiyorum. Buradan söyleyeyim, Malatyalıların da serzenişi: Tabii ki çok büyük bir deprem -Adıyaman, Maraş, Hatay, Gaziantep- ama Malatya’nın da merkezinin maalesef yüzde 60’ı yıkılmış durumda. Malatyalılar, Malatya’nın biraz gölgede kaldığını, kamuoyunda deprem olmamış gibi bir havanın estirildiğini söylüyor. Bu serzenişi de size ifade etmek istiyorum.
DEPREMİN İLK 2 GÜNÜ SAHADA ASKER YOKTU..
Değerli arkadaşlar, hemen iner inmez -saat 9.30-10.00 arası- Malatya’daki en prestijli konutlardan, eski SSK hastanesinin karşısındaki Hayat Sitesi’ne gittim. Buradan bir kez daha rahmetle anıyorum, Kadın Kolları Başkanımız Güllü Tuncer ve Doktor Ekrem Tuncer’in bulunduğu enkaz alanına gittik, orada çalışmaları biraz inceledik; ardından bizim meşhur “İnönü Caddesi” dediğimiz, Türkiye’nin en uzun caddelerinden biri sayılan İnönü Caddesi’ndeki enkazları geze geze Valiliğe ulaştık. Şimdi, değerli arkadaşlar, oraya gittik oradaki yetkililere, komutanlara arama kurtarma çalışmalarının yeterli olmadığını, sahada askerin olmadığını söyledim ve sahadan o yalvarışları aynı şekilde, yalvarır şekilde oradaki komutanlara ifade ettim. Maalesef örneğin 2’nci Ordunun karşısında 89 kişinin öldüğü Hakimbey Apartmanı’nda birkaç asker dışında maalesef üzülerek söylemek isterim ki sahada askeri göremedik. Ardından asker gelir diye tekrar döndük Hayat Sitesi’nin önüne gittik. Hayat Sitesi’nin önünde beklerken arama kurtarma ve itfaiyenin sayesinde enkazdan bir kişiyi canlı çıkardık. Bir yirmi saniye geçti, 5 bloklu Hayat Sitesinin 2 bloku hemen biz oradayken çöktü; biz, Hekimhan Belediye Başkanımız ile İl Başkanımızla yirmi saniyeyle falan kurtulduk.
‘NE YAPIYORSUN’ DEDİM, ‘ÖLDÜ’ DEDİLER”
İsim de vereyim, Feyzullah Taşkınsoy İlköğretim Okulu’nun önünde bir enkaz var, birkaç genç gördüm. Bir insan, enkazın üzerinde yatıyor. ‘Ne yapıyorsun’ dedim, ‘Öldü’ dediler. Elinde demir testere, ama sapı yok, eli kanamış o gencin, bunların hiçbiri resmi değil, kadın bağırıyor, ‘Kurtarın, elinizi ayağınızı öpeyim, kurtarın’ diyor, sıkışan o kadını demir testereyle kurtarmaya çalışıyorlar. Yanımızdan geçen itfaiyeyi durdurmaya çalışıyoruz, ambulansı durdurmaya çalışıyoruz, 4 kişi o çocuğu kurtarmaya çalışıyor. Ardından benim de evimin bulunduğu Zaviye Mahallesi Arslanlar Sitesi’nin önüne gittim. Bir baba, bir aşağı bir yukarı koşarak, haykırarak bağırıyor. Geldi, yakamı tuttu ‘Kurtar kızımı’ dedi. Ne yapabilirim ben? Gittim, enkazın altında bağırdım. ‘Gizem, Gizem, Gizem’ diye bağırdım. Gizem sesimi duydu. Vali Bey’i aradım, ‘Lütfen, size yalvarıyorum, Gizem’i kurtarın’ dedim. Gizem, şükürler olsun oradan kurtarıldı.
BÜYÜKŞEHİR YASASIYLA BELDE BELEDİYELERİNİ KAPATTILAR. KOSKOCA BELDEDE BİR İŞ MAKİNESİ YOKTU!
Değerli arkadaşlar, 2 büyük depremi aynı gün yaşayan Malatya’da 2’nci depremle maalesef bizim beldelerimiz, ilçelerimiz yok oldu; Doğanşehir ilçesi diye bir ilçe yok artık. Bugün, o Büyükşehir Yasası’nı getirenlere de seslenmek istiyorum. O Büyükşehir Yasası’nı getirenler enkazın altında kaldı. Bizim belde belediyelerimiz vardı. Örneğin, 1927’de belde olan Polat beldesi vardı. Değerli arkadaşlar, koca Polat beldesinde 1 tane iş makinesi yok, belediyenin 1 tane iş makinesi yok. İnsanlar kendi imkânlarıyla, kendi tırnaklarıyla o cesetlerini çıkararak kendi imkânlarıyla gömmeye çalıştılar. Kurucaova da Erkenek de öyle Ören de öyle. Ören’e -sevgili Ulaş Karasu burada- Ulaş Karasu’yla gittik, muhtara geçmiş olsun dedik, bizim yönetici Veli Sarıgül ve eşinin de evinin yıkıldığını öğrendik; gidip Veli ağabeye bir geçmiş olsun diyelim dedik, “Gitmeyin.” dediler. Niye? “Veli ağabey ve eşi öldü.” dediler. Arabanın içinde diyorsunuz, “Gömecek yer bulamadık, kimse gelmiyor, arabanın içinde bekliyor.” dediler.
Yine, 2 kişi yaşayan bir eve akşam 3 kişi misafir olmaya gidiyor, birinci depremden kaçıyorlar; 5 kişi ölüyor, 2 kişiyi tanıyorlar -Örenli- 3 misafiri tanıyan yok, cesetler yolda yatıyor.
ÖLMÜŞ ANNEMİN ÜSTÜNE YEMİN EDERİM NE AFAD VARDI NE DE ASKER!!
Yine, değerli arkadaşlar, bir asker arkadaşımın, Gözeneli Cumali’nin ve benim daha önce danışmanlığımı da yapan sevgili Avukat Hüseyin Can Güner’in teyzesinin bulunduğu -Haluk Hocam bilir- Sivas Caddesi’ne gittik, -yeminle söylüyorum- Sivas Caddesi’nde, Cumali ne yapıyorsun, çocuklar nerede dedim, “Çocuklar kamyonun arkasında.” dedi. Gidip bir geçmiş olsun diyelim dedim, “Gitme.” dedi. Niye dedim, “Çocuklarım öldü.” dedi. Niye bekliyorsun dedim, “Cenaze aracı yok.” dedi. Neyse, Malatya Mezarlıklar Dairesi Başkanını aradık, sağ olsun, cenaze aracını gönderdi aldı. Hüseyin orada beklemeye devam ediyor annesiyle, günlerce bekledi; biz kadın kolları başkanımızın bulunduğu enkaza her gün gidiyoruz, ailesiyle bekliyoruz. Değerli arkadaşlar, bunu Allah kimseye yaşatmasın. Bakın ilk üç gün insanlar kurtulurlar diye umut ettiler ama dördüncü, beşinci günden sonra önce bütün çıksınlar diye, sonra kopmadan çıksınlar diye insanlar dua etti. Şimdi, burada hiç kimse konuşmasın “Arama kurtarma yeterliydi, efendim, AFAD vardı, asker vardı.” diyorsanız vallahi yalan söylüyorsunuz, vallahi billahi yalan söylüyorsunuz. Her şeyin üzerine yemin ediyorum, bakın her şeyin, ölmüş annemin üzerine yemin ediyorum, ne asker vardı –yine Malatya şanslıydı- ne AFAD vardı; gittim Adıyaman’ı gördüm, gittim Erkenek’i gördüm değerli arkadaşlar, insanlar kendi imkânlarıyla çıkarmış. Şimdi ben size söyleyeyim, bakın, diyorlar ya “Asker çıkmadı.” Niye? Kimisi diyor ki: “Soylu çıkarmadı.” Kimisi diyor ki: “Akar çıkarmadı.” Kimisi diyor ki: “Askerî vesayet olmasın, asker gözükmesin diye çıkarılmadı.” Kimisi “Erdoğan’ın darbe paranoyasından dolayı çıkmadı.” diyor. Kim çıkarmadıysa Allah onların bin türlü belasını versin. Ya, böyle şey olur mu, enkaz…
İNSANLARI DEPREMDE AYAKKABILARIYLA GÖMDÜK!!
Bakın, dün ben Malatya’daydım, bir deprem yaşadık, 20’nin üzerinde bina yıkıldı, hemen enkazlara gittik değerli arkadaşlar, arama kurtarmanın hızlı olmasının ne anlama geldiğini orada gördük. Bir baba ve kızı evlerinden kızın çeyizini almaya gidiyorlar, bina o sırada çöküyor. Arama kurtarma geldi, baba ve kızı sağ çıktı. Yine bir başka yerde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının orada 1 kişi sağ çıktı. Zaviye Mahallesi’nde 1 kişi enkazdan sağ çıktı. Niye? Çünkü arama kurtarma zamanında yapılmıştı. Maalesef bugün kayıtlı can kaybı 45 bin ama ben bu rakama inanmıyorum çünkü insanlar ölülerini kokmasın diye kaydedilmeden mezara gömdü. Bir şeyi daha ifade edeyim: Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda askerlerimiz şehit oldu, kefenleyerek gömüldüler, Çanakkale Savaşı’nda askerlerimiz öldü kefenleyerek gömüldüler. Değerli arkadaşlar, depremde ölenlere kefen bulamadık. Depremde ölenler kefensiz gömüldüler değerli arkadaşlar, battaniyeyle gömüldüler gözümle gördüm.Kefen bulunamadı, perdeyle gömüldüler, toplu gömüldüler. Maalesef, Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale Savaşı’nda bile kefenle gömdüğümüz, yıkadığımız insanları depremde ayakkabılarıyla gömdük, ayakkabılarıyla. İnsanların -isim de vereyim, Topraktepe köyünde- cesetlerinin kurt saldırısına uğradığını gördük değerli arkadaşlar. Hiç kimse iddia etmesin, hiç kimse “Biz arama kurtarmayı iyi yaptık; şöyle yaptık, böyle yaptık.” diye söylemesin.
Değerli arkadaşlar, bakın, asker o kadar önemli ki… Diyor ki Akar: “Biz 7.200 askerimizi soktuk sahaya.” Malatya, 2’nci Ordunun merkezi -hadi 40 bini sağda, solda- 80 bin asker var. Bir karşılaştırma için utanarak söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin göndermiş olduğu araç sayısı 6.400, AK PARTİ’li belediyeler de muhtemelen o kadar göndermiştir; eder 12.800. Ya, bir bu rakama bak, bir de Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderdiği askere bak. Hâlâ -ey Hulusi Akar, ey Hulusi Akar- algı yaratmak için “Asker gönderdim.” diyor; vallahi yalan, billahi yalan, yalan! Ne askeri! Bakın, o asker ki hepimizin askeri. Gördük, enkaz çalışmasında 3’üncü gün, 4’üncü gün gördük, Ankara’dan gelen, Van’dan gelen askerleri gördük; Allah onlardan razı olsun, ayaklarına taş değmesin. Kendilerini riske atarak o askerler insanları çıkarmaya çalıştılar ama maalesef hâlâ algı yaratmak için… Ne yapmışlar? İyi yapmışlar. Ne yapıyorlar? Twitter’ı yasaklıyorlar. Ne yapıyorlar? Algı yaratıyorlar. Bu enkazda kaldınız.
“23’ÜNCÜ GÜN, HÂLÂ ‘ÇADIR, ÇADIR, ÇADIR, ÇADIR’ DİYORUZ”
Allah’ın sopası yok, Allah’ın sopası yok; ne diyorlardı 99 depreminden sonra: “Depreme ulaşamadı devlet.” Allah, Ecevit’e rahmet etsin; Ecevit’in ahı tutuyor. Ecevit, 99 depremi olduğunda -şahittir Engin Özkoç, Grup Başkan Vekilimiz- öğleyin Valiliğin önünde basın açıklaması yaptı; Erdoğan üç gün gidemedi bölgeye. Şimdi diyorlar ki: “Üç gün çadır veremediniz.” Yaşadıklarımı anlatıyorum, bugün 23’üncü gün.
Dün 22’nci gündü, yaşadığım bir olayı anlatayım. Yeşiltepe Mahallesi; Avcılar ilçe örgütü 100 tane çadır kurdu oraya, çadırdan dolayı kavga çıktı. Çadırdan dolayı kavga çıktı, insanlar birbirlerini dövdü taşlı, sopalı. Niye? Diyorlar ki ‘Gidin muhtardan alın’. Muhtar nereden alacak çadırı? Kaymakama gidiyor, yok; valiye gidiyor, yok; AFAD’a gidiyor, yok. Bin hanelik yere 50 tane çadır vermiş, çadır yok. Bakın, buradan söylüyorum; telefonlara bakamıyorum, Malatyalılar da duysun beni, telefonlarıma bakamıyorum. Vallahi billahi bizde de çadır yok. Çadır bulamıyoruz. El öpüyoruz, ayak öpüyoruz, çadır bulamıyoruz. 23’üncü gün, hâlâ ‘Çadır, çadır, çadır, çadır’ diyoruz. Yok çadır, yok. Konteynerden vazgeçtik.
MALATYADA KOSKOCA KONTEYNER FABRİKASI VAR BİR İŞE YARAMIYOR!
Değerli arkadaşlar, bir şey daha söyleyeyim: Malatya Kızılay’ın konteyner üretim merkezi; 580 dönümlük eski vagon onarım fabrikasında konteyner üretiyorlar. Gittim ziyarete, gittim. Ne yapıyorsunuz? Sayın Grup Başkan Vekilleri, bir ODTÜ mezunu makine mühendisi, nitelikli bir arkadaşa benziyor, “Ne kadar konteyner üretiyorsun?” dedim, günlük 20 tane. 20 tane, 580 dönümlük arazide günlük 20 tane konteyner üretiliyor arkadaşlar. Bakın, çadır yok. Çadır niye yok? Diyorlar ki: “Suriye'ye gönderdi.” “Suriye'ye gönderdi.” diyorlar, konteyner Suriye'de. Peki, buradaki fakir fukara ölsün mü, donsun mu? Donsun mu arkadaşlar? Vallahi billahi zenginin de çadırı yok, fakirin de çadırı yok.
“ALLAH ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NDEN RAZI OLSUN”
Su içmemenin ne olduğunu bilir misiniz? Yemin ediyorum. Kar suyu eritip insanlar iki gün boyunca kar suyu içtiler. Ekmeğin olmaması ne demek bilir misiniz? Allah Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden razı olsun. Ulaş Karasu şahit, 100 bin ekmek getirdik, 80 binini Büyükşehir Belediyesi’ne verdik, 20 binini biz dağıttık. 8-10 milyonluk araca binenlerin ekmek istediğini düşünün, 8-10 milyonluk araca binenlerin su istediğini düşünün. Yine, imdadımıza Tunceli yetişti, Elazığ yetişti, Arapgir yetişti, Arguvan yetişti, Hekimhan yetişti. Oradaki fırınları açtık, millete ekmek dağıttık. Bu, planlanmayacak bir şey mi? Bir ekmek fırını… Elazığ’ı düşünemediniz mi? Ne bileyim, Bingöl’ü düşünemediniz mi? Ne bileyim, Bitlis’i düşünemediniz mi? Maalesef büyük bir koordinasyonsuzlukla karşı karşıyayız.
“İNSANLAR ÇADIRSIZ, İNSANLAR HÂLÂ DONUYOR. YAZIKLAR OLSUN SİZE”
AKUT denilen bir kurum vardı. Duydunuz mu? İlk kez ‘99’da duyduk. 600-700 AKUT görevlisi vardı, herkes hayran hayran izliyordu, dünyanın her yerine ilk onlar gidiyordu. Sonra başındaki zatın, yani Nasuh Mahruki’nin siyasi görüşlerini beğenmediğiniz için AKUT’a el koydunuz. AKUT da 500-600 kişiyle çalıştı. Nasuh Mahruki’ye ‘Ya istifa et ya da buraya kayyum atayacağız’ dediniz. Net, doğru. Ülke vasıfsızlığa, liyakatsizliğe teslim edilmiş durumda. Ya elinizi vicdanınıza koyun; çadır yok, konteyner yok, adam ortada geziyor. Niye? Siyasi yakınınız ya da başka bir yakınlık. Onur varsa, şeref varsa istifa eder. Bir kişi istifa etti mi? Kızılay Başkanı’na bak, hâlâ ortada geziyor ya. İnsanlar çadırsız, insanlar hâlâ donuyor. Yazıklar olsun size."
Bülten