KAYNAK: Hürriyet- Soner YALÇIN
sonery@hurriyet.com.tr
Romantik bir solcunun portresi Ahmet Kaya
Balzacın Gizli Başyapıt eserinin kahramanı Frenhofer, bir türlü anlaşılamayan ve bunun sonucu intihar eden bir ressamdı. Hikâyesini Hürriyette yazmış ve şöyle bitirmiştim: Frenhofer karakterini yaratan Balzac, bugün Pariste Pere Lachaise Mezarlığında yatıyor; biraz ilerisinde bizden iki Frenhofer uyumaktadır: Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney! Ölümünün 10uncu yılında Ahmet Kaya yine gündemde. Peki bugün Ahmet Kayayı ne kadar anlayabiliyoruz?..
28 EKİM 1957de Malatyada doğdu.
Babası Mahmut Kaya işçiydi. Kürttü. Annesi Zekiye ev hanımıydı, Erzurumlu Türktü. Mustafa, Nurcan, Emine, Songülden sonra doğmuştu.
Çocukken lakabı dudaklarının iriliğinden dolayı Loş Dudak idi.
Dayısı Muzaffer Genç cümbüş, amcası Yusuf Kaya tambur çalıyordu. Kulağı müziğe yatkındı. İlk sazı/curayı babası 6 yaşında aldı. 15 günde çalmayı öğrendi. Yetenekliydi.
Sahneye ilk kez 9 yaşında, -1 Mayıs yerine o dönemde kutlanan- 24 Temmuz 1966da Çalışanlar Bayramında çıktı.
1972de Mahmut Kaya Sümerbanktan emekli olunca, çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için ailesini İstanbula taşıdı.
Almanyada yaşadı
İstanbulu soğuk buldu Ahmet Kaya. Alışamadı. Dayısı Zeki Gençin yanına Almanyaya gitti. 1.5 yıl Kölnde yaşadı. Burada da yapamadı; tekrar ailesinin yanına döndü.
Artık değişmişti. Saçları uzundu, daracık kot pantolon giyiyor ve vücut geliştirme sporları yapıyordu. Sigaraya başlamıştı.
Okumadı. Mısır Çarşısının arkasında bir arkadaşıyla seyyar satıcılık yapmaya başladı. Burada tanıştığı devrimci ağabeyleri sayesinde Fatih Çarşambadaki Halk Bilimleri Derneğine gitmeye başladı.
Dernekte olmak hoşuna gidiyordu; çünkü burada, üniversite mezunları da vardı, okuma-yazma bilmeyenler de. Dışarıdaki itilmişlik-kakılmışlık burada yoktu.
Dernekte bağlama çalmayı ilerletti. Seminerlere katıldı. Politik olarak kendini geliştirmeye çalıştı.
1977 yılında...
Nâzım Hikmet Anma Gecesinde sahne aldı, şiirler okudu ve bir konuşma yaptı. Bu suçu karşılığında Sağmalcılar Cezaevinde 5 ay hapis yattı!
Cezaevi çıkışı askere alındı. Askerlik de sorunlu geçti; sürekli kaçtı. Ailesi de komutanları da bıktılar bu durumdan. Orduevinde bağlama çalması sağlanarak askerlikten kaçışını önlediler.
Askerlik dönüşü Halk Bilimleri Derneğinde gördüğü, Emine Başayla flört edip evlendi. Yıl: 1979 idi. Bir yıl sonra çocukları oldu: Çiğdem.
1980li yılların başında Ahmet Kaya ağır travmalar yaşadı: 12 Eylül darbesi oldu. Yerleşik bir işe girmediği gerekçesiyle eşi tarafından terk edildi.
Ve babasını kaybetti.
Elinde bağlamasıyla kalakaldı. Artık sadece hayalleri vardı.
Yine cezaevine girdi
Dönemin arabesk yıldızı Ferdi Tayfurun grubunda çalmaya başladı. Bu sayede ünlü kabadayı Kürt İdrisle tanıştı. Oğlu Muhammed Murata bağlama öğretirken yazıhane polis tarafından basıldı. Bulunan ruhsatsız silahı Ahmet Kaya üstlendi. 3 ay hapis yattı.
Cezaevinden sonra tanıştığı Hasan Hüseyin Demirel, Ahmet Kayanın hayalini gerçekleştiren adam oldu.
İkisi de boşanmıştı.
İkisinin de birer kızı vardı: Nazlı ve Çiğdem.
İkisi de Almanya deneyimi yaşamış, cezaevi görmüştü.
Ve ikisi de bir dönem Aydınlık hareketi içinde yer almışlardı.
Dost oldular. Birlikte çalışmaya başladılar. O baskıcı günlerde umudun, isyanın türkülerini söylediler.
1985te Ahmet Kayanın ilk kasedi çıktı: Ağlama Bebeğim.
Hemen arkasından aynı yıl ikinci kaset: Acılara Tutunmak.
Kasetleri için toplatma kararları çıktı. Çok uzakta öyle bir yer var/o yerlerde mutluluklar/bölüşülmeye hazır bir hayat var sözleri sebep olmuştu!
Danıştay kararı bozdu, kaset özgürlüğe kavuştu.
Diğer yanda Ahmet Kayanın yaptığı müzik tartışılmaya başlandı: Muhalif müzik, başkaldıran müzik, toplumcu müzik diyenler de vardı; Eylülist müzik, popülist müzik, arabesk müzik diyenler de. Halk ise özgün müzik adını verdi.
Üçüncü kaset bir yıl sonra çıktı. Nevzat Çelikin idam mahkûmunun infaz öncesi ruh halini anlatan şiiri Şafak Türküsü, Ahmet Kayayı Türkiyeye tanıttı. Bir sabah anne bir sabah/acısını süpürmek için açtığında kapını/adı başka, sesi başka, nice yaşıtım/koynunda çiçekler içinde bir ülke getirirler.
Kadir İnanırın arkadaşı
Artık profesyoneldi.
Devrimci bir stardı.
Yine de her kasetten sonra soluğu çağrıldığı mahkemelerde aldı. Örneğin; Başkaldırıyorum diye kaset çıkardı, hemen hakkında tezkere çıkarıldı; Devlete mi başkaldırıyorsun? Aynı soruyu soran gazetecilere, Başkaldırmayayım da kıç mı kaldırayım dedi.
Bu tür delikanlı üslubu, onun geniş kitlelerce daha da sevilmesine neden oldu.
İşte bu nedenle bir yanı delikanlı, bir yanı solcu olan Kadir İnanırı çok sevdi. Onun için hayatında bir ilki denedi; Tatar Ramazan filminin müziğini yaptı. Şu dağlarda kar olsaydım/bir asi rüzgâr olsaydım/arar bulur muydun beni/sahipsiz mezar olsaydım...
Bir kuruş para almadı; Kadir İnanır için yaptım bu müziği, para kabul edemem dedi.
O çalkantılı günlerde ikinci evliliğini yaptı. Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci iken cezaevine atılan, 12 Eylül darbesi mağduru Gülten Hayaloğluyla evlendi. Kızı Melis bu evlilikten dünyaya geldi.
Dönem değişiyor
1990larda artık af çıkmış, cezaevlerinde kimse kalmamıştı. Özlem duyulan sosyalizm büyük bir sarsıntı geçirip Berlin Duvarına toslamıştı. Rüzgâr tersten esiyordu. Mapushane, işkence, özgürlük temalı özgün müzik kasetleri satmıyordu.
Yeni kuşaklar büyümüş, dinleyici profili değişmişti. Üstelik artık sadece solcular dinlemiyordu Ahmet Kayayı; sağcılar ve İslamcılar da beğeniyordu.
Yeni döneme uygun stratejiler geliştirdi.
Anadolu rock denedi.
İmaj değişikliği yaptı. O artık üzerinde uzun siyah paltosu olan, mertliği, dürüstlüğü-yiğitliği seven bitirim görünümündeydi.
Döneme uygun; Başım Belada, Dokunma Yanarsın, Tedirgin adlı kasetleri yaptı.
Hiçbir şeyi beğenmeyen entel magandalara karşı, tabancasını helada unutan halkının yanındaydı.
Jet-Pa sponsorluğunda Avrupada İnanca Saygı, Düşünceye Özgürlük Konserleri verdi.
Kliplerini Sinan Çetin çekti. TVde program yaptı.
BMWye bindi, Etilerde oturdu.
Ancak...
Kürt sorunu
Düzene ayak uydurması kısa sürdü.
Aykırıydı çünkü. Resmi ideolojiye, yerleşik söyleme muhalifti. Yerinde duramayan haylaz bir çocuktu. Gözü pekti.
Kürt sorununa duyarsız kalmadı.
Kürt sorununu sosyalistler çözecekti ama artık ortada ne sosyalist hareketler ne de sosyalizm umudu vardı. Birçok Kürt gibi Ahmet Kaya da savruldu. Döneme uygun kasetler yaptı: Şarkılarım Dağlara.
Ağladıkça ağladıkça dağlarımız yeşerecek/görecek, göreceksin/ağladıkça ağladıkça/geceyi tutacağız göreceksin...
Sözler Gülten Kayaya aitti.
Bir dönem cezaevlerindeki devrimcilere yazılanların yerini, artık dağdakilere yapılan şarkılar aldı. Abin bir gün dağdan döner/sarılırsın yavrucuğum...
Şafak Türküsü yerini Mavinin Türküsüne bıraktı: Şu dağdaki gezene bak gözlerinin rengine bak/mavi gözler kan kan olmuş/şu feleğin işine bak...
Yeni süreçte, birçok şarkısının sözlerini yazan kayınbiraderi Yusuf Hayaloğluyla yollar ayrıldı.
Rahmetli Hayaloğlu, gazeteci Ferzende Kayaya ayrılığın nedenini şöyle anlattı: Sanata ve siyasete bakışımızda, Gülten, Ahmet ve benim aramda düşünsel farklılıklar vardı.(...)Sözgelimi Tuncelili olmak başkaydı, Tuncelilik şovenizmi başkaydı. Kürt doğmak başkaydı Kürtçü davranmak başkaydı. Alevi kökenli olmak başkaydı Alevici olmak başkaydı. Sol düşünmek başkaydı solculuk yapmak başkaydı. Allaha inanmak başkaydı şeriatçı olmak başkaydı. Ben hiçbir zaman cı olmayı hissetmedim ve olmadım da. (Başım Belada, Anka Y.)
Yeni girilen bu süreçte Ahmet Kaya artık tamamen Gülten Kayanın kontrolündeydi.
Ahmet Kaya aslında Türkiyeli birçok solcu gibi, hissederek düşünen biriydi. Teorik yanı zayıftı.
Kendini hep Türkiyeli gördü.
Kürtlere yapılanlara karşı öfkeliydi.
Son kasedine -Kürtçe bilmemesine rağmen- Kürtçe bir şarkı koymak istedi. Bunu, 10 Şubat 1999 tarihinde katıldığı Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde açıkladı. Linç edilmek istendi. Sonra cadı kazanına atıldı.
Sonra Pariste başlayan sürgün günleri.
Ve sonra sürgüne dayanmayan yüreğinin durması.
Öldüğümde değil yaşarken anlayın beni dedi hep. Hâlâ anlaşılamadı.
O bir Frenhofer çünkü.
Kim ne derse desin; sımsıcak çocuk yüreği olan
bir Frenhofer.
AHMET KAYAYLA İLGİLİ YAZILMAMIŞ BAZI ANILAR
BİZİM topraklarda insan ilişkileri pamuk ipliğine bağlıdır, çabuk kopar. Anlamadan, düşünmeden, irdelemeden duygularımıza yenik düşüp hemen ötekileştiririz çok sevdiklerimizi bile.
Ahmet Kaya bunun örneğidir.
Bir türlü anlaşılamamanın adıdır Ahmet Kaya.
Evet Frenhoferdir.
Bugünlerde herkes Ahmet Kayayı bir o yana, bir bu yana çekiştirip duruyor. Her çevre kendi siyasal görüşlerine malzeme yapmaya çalışıyor.
Bu konulara girmeyeceğim.
Ahmet Kaya arkadaşımdı...
Ahmet Kayayı çocuksu yönüyle yazmaya çalışacağım. Çünkü Ahmet Kaya hep asık suratla tartışılıyor. Kuşkusuz bunda yaşadığı acılı son sürecin ağırlığı var. Ama salt böyle bir Ahmet Kaya portresinin de haksız ve yanlış olacağını düşünüyorum. Fıkra anlatan, muhabbetine doyulmayan, keyifli yaşayan-yaşatan, şaşırtan, komedyen Ahmet Kaya gerçeği, bugünün ağır siyasi nutuklarına kurban edilmemelidir.
Bu nedenle...
Büyük lafları başkalarına bırakıp, -pek kendimden bahsedilmesini sevmememe rağmen- Ahmet Kayayla yaşadığımız bir-iki anıyı paylaşmak istiyorum.
1993te Aziz Nesinin liderliğinde solun hemen tüm renklerini kapsayan günlük Aydınlık Gazetesini çıkarıyoruz.
Ahmet Kaya, gazete yararına konser vermek için Ankaraya geldi. Gazeteyi ziyarete geldiğinde odama geçtik. O gün Ankara büroda çalışan yazarlar da Hoş geldin demek için odaya gelmeye başladı.
İlk gelen Attila Aşuttu. Sonra Şükrü Günbulut geldi. Hoş geldin Ahmet deyip gittiler.
Ahmet Kaya bir dönem Aydınlık hareketi içinde yer almıştı; Doğu Perinçeki yakından tanıyordu.
Doğu Perinçekin bir ayağı aksaktı. Attila Aşut ve Şükrü Günbulutun da ayakları aksaktı.
Ahmet Kaya, Attila Aşut ve Şükrü Günbulutla arka arkaya tanıştıktan sonra bana döndü gülümseyerek şöyle dedi.
Yahu Soner bizim sol harekette hiç mi sağlam adam yok!
İşte benim tanıdığım Ahmet Kaya buydu...
Ahmet Kaya hakkında bugünlerde öylesine sözler ediliyor ki şaşırıp kalıyorum. Kuşkusuz politik yönü unutulmamalı yoksa Ahmet Kaya tam anlatılmamış olur. Ama Ahmet Kayanın muzipliği de yazılmazsa biyografisi eksik kalmaz mı?
Cevat Korkmaz adında ortak bir arkadaşımız vardı. Cevat Korkmaz, Harika Avcıyı çok beğeniyordu. Ahmet Kaya her fırsatta Ben tanırım iyi kızdır, tanıştırırım diyordu.
Cevat Korkmaza bir gün Ahmet Kayadan telefon geldi. Akşam Harika Avcı bize gelecek sen de gel, tanışmış olursun.
Cevat Korkmazın içi içine sığmadı; giyindi-kuşandı akşam Ahmet Kayanın kapısının ziline bastı. Kapıyı gülümseyerek Ahmet Kaya açtı ve Cevat Korkmazı salonda oturan konuğuyla tanıştırdı: Cevat kardeşim işte o çok beğendiğin sanatçı; Akrep Nalan!
İşte benim tanıdığım Ahmet Kaya buydu...
Bu bayramda Budapeşte sokaklarında gezerken, karşıdan gözünü gözüme dikmiş bir kadının geldiğini görüp şaşırdım. Kadın tam yanımdan geçerken yanındakilere Türkçe şöyle dedi: Gördünüz mü Ahmet Kaya yaşıyormuş işte!
Ahmet Kayanın yaşadığı şeklindeki şehir efsanesi beni yurtdışında da bulmuştu!
Ahmet Kayaya fiziki olarak kendimi hiç benzetmem. Ama benzeten çoktur.
15 yıl önce...
Bir konser öncesi buluştuk, rakı içtik ve konser salonuna gittik. Soner sen salona geç hazırlanıp geleyim dedi. Perdenin arkasından, salon dolu mu, boş mu diye baktığım an, binlerce kişi ayağa kalkıp bağırmaya başladı. Herhalde Ahmet Kayanın geldiğini duydular dedim. Bir daha kafamı uzattım yine alkışlar, bağırış çağırışlar. Hiç anlam veremedim bu kez.
Sonra Ahmet Kaya salona geldi, harika bir konser verdi.
Soyunma odasına giderken, Geceyi böyle bitirmeyelim, devam edelim, arabaya geçsene hemen geliyorum dedi.
Mercedesi konser salonunun arkasındaydı. Konser salonunun kapısını açtım, dışarı adım atmamla onlarca kişinin saldırısına uğradım. Hayranları beni Ahmet Kaya sanmışlardı ve üzerimde ne varsa almak istiyorlardı. Kimi ise sakalımı saçımı yoluyordu.
Parçalanırken imdadıma Ahmet Kaya yetişti. Korumalarıyla hemen kalabalığı dağıtıp beni otomobile soktu ve hızla uzaklaştık. Demek ünlü olmak böyle bir şeydi! Ve ünlü Ahmet Kaya bir arkadaşını kurtarmak için, başına ne geleceğini hiç hesap etmeden kalabalığın içine dalıvermişti.
İşte benim tanıdığım Ahmet Kaya buydu.
Zekiydi. Espriliydi. Muzipti. Coşkuluydu. Ve arkadaş canlısıydı.