Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, partisinin il kongresine katılmak üzere geldiği Malatya’da AKP Hükümeti’nin iç ve dış politikalarına yönelik sert eleştirilerde bulundu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin’de yürüttüğü operasyonların bir ülkenin kendini savunması açısından zorunlu olduğunu ve desteklediklerini vurgulayan SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, hükümetin genel Suriye politikasında Amerika’nın oyununa geldiğini vurgulayarak “Bugün Suriye’de akan kan ve gözyaşının müsebbibi başta Amerika ama, arkasından onun oyununa gelen bugünkü iktidardır. Herkes gerçekleri bilmeli. Biz hatalarımızdan ders almazsak doğru ve isabetli bir politika oluşturamayız” dedi.
Savaş tehlikesi ve savaş atmosferinin yaşandığı ülkelerde, tek parti iktidarı olsa bile tüm partilerin katılımı ile Milli Hükümet kurulduğunu belirten Karamollaoğlu, bu sözleri ile Türkiye’de de Milli Hükümet kurulması gerektiğine işaret etti.
Türk toplumunun % 85’inin yargıya güvenmediğine dikkat çeken Temel Karamollaoğlu, Anayasa Mahkemesi kararlarının yerel mahkemeler tarafından uygulanmamasını da eleştirdi. Karamollaoğlu, “Bugün Türkiye’de bir numaralı meselemiz hukukun üstünlüğünü tesis etmektir” dedi.
SP Lideri, “Böyle adalet olmaz.Güçlünün adaleti de zulüm demektir. KHK’larla işlerinden çıkmış binlerce insan hak arayamıyor. Biz 12 Eylül döneminde, askeri mahkemelerde bile hakkımız aradık. Herkes zanneder ki askeri mahkemelerde, askerler hakim oldukları için veya mahkeme üyeleri bir üstlerin talimatı ile hareket ederler biz bunların böyle olmadığını yaşayarak gördük, ama şimdi bunu göremiyorum” şeklinde konuştu.
Konuşmasına Malatya’nın yetiştirdiği siyasetçileri anarak başlayan Karamollaoğlu, İsmet İnönü’yü unutmadı. “Cumhuriyetin kuruluşunda rol oynayan İsmet İnönü’yü rahmetle anıyorum” diyen Karamollaoğlu, “Herkesin siyasi hayatında tasvip ettiğimiz veya etmediğimiz hususlar olabilir. Kazandıkları tecrübe ile hayata farklı yaklaşabilirler ama biz geçmişte bu ülkeye hizmet eden herkesi rahmetle anmayı bir vazife olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı.
Konuşmasının genelinde hükümetin iç ve dış politikalarını ve yargıya ilişkin uygulamalarını sert ifadelerle eleştiren Temel Karamollaoğlu, konuşmasının başlangıcında Malatya’nın yetiştirdiği devlet ve siyaset adamları konuşmasına İsmet İnönü, Turgut Özal, Recai Kutan ve Oğuzhan Asiltürk’ü andı ve bu siyasi kişiliklerin farklı kulvarlarda siyaset yapmış olmasına rağmen hoşgörü iklimi içinde anılmayı hak eden hizmetler yaptığını söyledi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun konuşmasına öne çıkan başlıklar şöyle:
"Şehitleri andı, Afrin harekatının başarıya ulaşması temennisinde bulundu
Ülke olarak, içinde bulunduğumuz bölge olarak hatta bütün dünya olarak çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıyayız. Batı alemi karışık. Amerika’nın başında yarın ne yapacağı ne söyleyeceği pek de kestirilemeyen bir başkan var. İcraatları herkesi hem merak ettiriyor hem de temkinli davranmaya zorluyor. Bu sebeple bu kargaşanın içinde son zamanlarda sınırlarımızda meydana gelen ülkemizin emniyetini tehdit eden bir takım gelişmeler neticesinde silahlı kuvvetlerimiz Suriye sınırımızda bir harekat başlatmak mecburiyetinde kaldı. Bu harekâtta bugüne kadar şehitlerimiz oldu. Bütün şehitlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Bu dönemler endişe verici dönemler. İnşallah kısa zamanda başarıyla tamamlanıp güney sınırımız emniyete alınmış olur.
Malatya benim ikinci memleketimdir, bu yüzden benim için ayrı yeri var
Kongreler her zaman ülke problemlerinin zaman verdiği ölçüde gündeme getirildiği kongrelerdir. Tabi Malatya’nın benim için ayrı bir özelliği var. İlkokulun ilk sınıflarını burada okudum. Bizim Başöğretmenimiz o zaman Recai Bey ağabeyimizin babalarıydı. Arkasından da babam öğretmen olduğu için buradan Akçadağ’a gitti ve bir 5 sene kadar orada bulundum. İlkokul ve ortaokulun başlangıcı burada geçtiği için yarı yarıya Malatyalıyım. Onun için Malatya’nın benden ayrı yeri var.
Malatyalı birçok güzel insanla karşılaştım. Hayatımızda önemli rol oynadılar. Gerek Recai Bey ağabeyimizi, -ki Malatya’nın yetiştirdiği müstesna insanlardır- Gerek Yüksek İstişare Kurulu üyemiz Oğuzhan Asiltürk Bey’i, aramızda bulunan Yaşar Canbay Bey’i her zaman hayırla yad ediyorum. Malatya’nın hamuru hakikaten sağlam. Çok önemli kişiler yetiştirmiş. Rahmetli Turgut Özal Bey, kardeşi Korkut Özal Bey bizimle beraber uzun zaman mücadele verdi.
Ülkenin kuruluşunda yer alan İnönü’yü rahmetle anıyorum
Elbette Türkiye’mizin yetiştirdiği önemli insanlardan, Cumhuriyetin kuruluşunda rol oynayan İsmet İnönü’yü de burada rahmetle anıyorum. Herkesin siyasi hayatında tasvip ettiğimiz veya etmediğimiz hususlar olabilir. Bunu biz insan tabiatının bir özelliği olarak görmek ve kabul etmek mecburiyetindeyiz. Zaman geçtikten sonra insanlar bazen fikirlerini değiştirebilirler. Kazandıkları tecrübe ile hayata farklı bir şekilde yaklaşırlar ama biz geçmişte bu ülkeye hizmet eden herkesi rahmetle anmayı bir vazife olarak görüyoruz.
Malatya mı sahipsiz, kayısı mı sahipsiz kestiremiyorum
Malatya Türkiye’mizde önemli bir pozisyonda bulunan ilimiz. Malatya denildiği zaman elbette kayısı aklımıza geliyor. Çok önemli bir ürün. Ne yazık ki şunu ifade etmek istiyorum. Malatya mı sahipsiz kayısı mı sahipsiz? Bunu tam kestiremiyorum. Kayısının sahipsiz olduğu kesin. Hakikaten dünyadaki ihtiyacın yüzde 80’inini karşılayacak özel bir ürünü olacak ama bu ürün rekolteye göre inip çıkacak ve kimse sahip çıkmayacak. Bu sadece Malatya’ya önemli bir dert mi? Hayır. Kuzey’e, Karadeniz’e gidin orada da aynı dertten muzdarip fındık var. Ama onun bir farkı var, orada fındıkla ilgili bir takım oluşumlar meydana getirilmiş ama Malatya’da kayısıya sahip çıkacak hiçbir oluşum bugüne kadar meydana gelmemiş. Ben buna şaşırdım.
Bugün Suriye’de akan kan ve gözyaşının müsebbibi başta Amerika ama…
Elbette şu anda ülkemizin birçok problemi var. En sıcak problem de Afrin harekatı. Tekrar tekrar söyledik. Herhangi bir ülke böyle bir hadise ile karşı karşıya kaldığı zaman uluslararası kurallar gereği müdahale etme hakkına hatta mesuliyetine sahiptir. Bu harekât sınırlarımızda başladı ve inşallah kısa zamanda biter diye ümit ediyorum. Ama karşımızda NATO vesilesiyle güya dostumuz gibi görünen bir Amerika var. Bazıları Amerika’yı kurtuluşa vesile olan bir ülke gibi görebilir ama dünyadaki gelişen hareketlere bakın, Amerika nereye müdahale etmeye kalkışmışsa orada kan ve gözyaşı olmuştur. Amerika halkını bir kenara bırakıyorum. Yüzlerce millet var. Amerika kendi menfaati gerektirmedikçe bir yere girmez. Amerika menfaati söz konusu olduğu zaman ne hukuk tanır ne kural tanır ne insanlık tanır. Irak’a girdi, biz de destek verdik. bir buçuk milyon insanı katletti. Gerekçesi sadece zalim bir Saddam var, elinde kitle imha silahları var, bu kitle imha silahları bölgeyi tehdit ediyor. Bugün hangi noktaya geldiler? ‘Vay canına büyük hata yapmışız. Saddam’ın elinde kitle imha silahı yokmuş’. Günaydın. Taa baştan beri Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olamayacağını biliyorlardı. Ama Irak’a müdahale zamanı geldiği için müdahale ettiler. Arkasında Suriye geldi. Bizi kışkırttılar. Hiç tereddütsüz arkanızdayız dediler. Bugün Suriye’de akan kan ve gözyaşının müsebbibi başta Amerika ama arkasından onun oyununa gelen bugünkü iktidardır. Herkes gerçekleri bilmeli. Biz hatalarımızdan ders almazsak doğru ve isabetli bir politika oluşturamayız.
İktidara yanlışlarını düşman olarak değil, kardeşlik duygusu ile hatırlatıyoruz
İktidarda bulunan arkadaşlar geçmişte birlikte siyaset yaptığımız arkadaşlarımız. Biz insanlara karşı her zaman dostluk besleriz. Ülkemizde bulunan diğer siyasi kuruluşlar da bizim düşmanımız değil. Hasmımız değil. Söylesek, en fazla ileriye gitsek rakibimizdir deriz. Çünkü bugün herkes ülkenin içinde bulunduğu sorunların çözümü için farklı reçetelere sahipler. Kimse birbirinin düşmanı değil. Sadece farklı görüşlerimiz var. O zaman bizim bu memlekette politikamızı icra etmeye çalışırken bizimle aynı görüşte olmayanları düşman gibi sınıflandırmamamız lazım. Bir ailenin içinde bile farklı görüşten aile fertleri var. Aynı siyasi partiye oy vermeyip farklı farklı siyasi partiye oy verenler var. Kimse birbirinin düşmanı değil ki, herkes birbirinin kardeşi. Ama farklı kanaatlere sahipler. Barış nasıl sağlanır? Oturup birbirimizi dinler, fikirlerimizi ortaya koyarsak bir bakarsınız ki birleşebilmişiz. Onun için karar verirken milletimizi hep düşünmeye davet ettik. İnsan düşünmeden, hışımla ayağa kalktığında çok büyük yanlışlıklar yapabilir. Ama sükunet sağlandıktan ve meseleleri düşünmeye başladıktan sonra bir de bakarsınız ki yelkenler inmiş. Aksi takdirde nefsimize uyarak infialle ayağa kalkarsak, yanlış yapma ihtimalimiz her zaman artar. Bundan dolayı da geçmişe döndüğümüz zaman, biz bugün iktidara geçmişte yaptıkları hataları bir kardeşlik duygusu ile hatırlatıyoruz, düşman olarak değil.
Savaş tehlikesi varsa Milli Hükümet kurulur
Bugün eğer Türkiye sınırlarında, sınır ötesi bir takım askeri müdahalelere ihtiyaç duyduysa en büyük ihtiyaç, öncelikle içerde birlik ve beraberliği sağlamaktır. Dünyada hemen hemen her ülke bir savaş tehlikesi çıktığı zaman, çoğunlukta olan bir iktidar yönetimde olsa bile milli bir hükümet kurar. Neden? Çünkü artık mesele, falanca parti, filanca parti meselesi değil, ülkenin güvenlik meselesidir. Bu güvenliğin korunması farklı kanaatlere, düşüncelere, farklı siyasi partilere mensup herkesin vazifesidir. İç çekişmeleri bir tarafa bırakıp birleşmek durumundayız. Onun için şu anda kutuplaşmanın ortadan kaldırılması Türkiye’de bir numaralı meselemizdir. Bundan dolayı bize sorulduğunda ‘Türkiye’nin en önemli meselesi nedir?’ diye, cevap olarak hep ‘kutuplaşma ve kamplaşma’ dedik. Bu kamplaşma ve kutuplaşma bir araya gelmemize engel olur. Bunun için biz Milli Görüşçüler olarak her zaman farklı olduk. Kutuplaşmadan hep imtina ettik. Elbette farklılıklarımızı göreceğiz, makul olarak kabul edeceğiz, doğru bildiğimiz üzerinde de ısrarcı olabiliriz ama bunu saldırarak, hakaret ederek, aşağılayarak değil makul bir şekilde anlatarak sağlayacağız.
Dış politikada biz hep savrulduk, AB konusunda hükümete ‘günaydın’ diyoruz
Bugün problemlerimiz çok yoğun. Dış politikada biz hep savrulduk. Geçmişte bizimle beraber olan arkadaşlar bugün bizden koparken, kurtuluşu Avrupa Birliği’nden aradılar. Unutmasınlar. Bugün ise ‘Ne biçim Avrupa Birliği’ diyorlar. Hani sizde insan hakları vardı. Hani sizde adalet vardı? Hani siz doğruya doğru, eğriye eği diyordunuz? E biz de günaydın diyoruz. Avrupa Birliği, Hıristiyan ve Yahudi medeniyeti üzerine kurulan bir birliktir. Medeniyetler hep inançlar üzerine inşa edilmiştir. Biz ise geçmişte kendi inancımız üzerine kurulan medeniyetin mensuplarıyız. Farklılıklar var aramızda. Onlar, hasımlarını katletmekten ezmekten zevk alırlar. Hiç tereddüt etmezler. Kendi koydukları kuralları bile çiğnerler.
Olağanüstü hal, olağan hale gelmesin
Bizim medeniyetimiz temelde adalet üzerine inşa edilmiştir. ‘Biz kurunun yanında yaş da yanar’ demeyiz. ‘Ne yapalım yahu, biz o kadar büyük bir mücadele ile karşı karşıyayız ki şaşırdık. Doğru ile yanlışı ayırt edemiyoruz. Bundan dolayı öyle kararlar alıyoruz ki bunun içinde bir takım yanlışlıklar olduğunu da biliyoruz ama şimdilik mecburuz’ diyemezsiniz. Hak üstündür hak. Zan’la hareket topluma zarar verir.Bir kişiyi haksız yere katletmek, bütün insanlığı katletmektir diye buyrulur bizim inancımızda. Bir kişiyi haksız yere hapsetmek de aynı manaya gelir. Bugün 15 Temmuz hadiseleri sebebiyle çok ciddi bir travma ile karşı karşıyayız. Ancak, mazlum ile hakikaten zararlı olanı ayırmak mecburiyetindeyiz. Suçlu ile suçsuzu ayırmak mecburiyetindeyiz. Ayıramazsak hakikaten travma haline gelir. Bir vücutta zararlı bir hücre var, o hücreyi çıkaracağım derken bütün hücreleri çıkarırsanız vücut tahrip olur. Böyle bir tedavi usülü olmaz. Onun için ısrarla diyoruz ki bugünkü şartlarda Olağanüstü hal, sürekli hale gelmemeli. Olağan hale gelmemeli. Olağanüstü hal olağan hale gelirse o zaman hukuksuzluk hakim olur. Keyfilik manasına gelir. Bir kararname çıkıyor. Kimse o kararnamenin neden çıktığını bilmiyor. Mağdur olan insan mahkemeye gidip hakkını savunamıyor. Çünkü ortaya konulan bir delil yok. Böyle bir devlet hukuk devleti olur mu? Bu kadar zaman geçtikten sonra bu problemi hala çözemediyseniz demek ki siz problemi ne anlamışsınız ne de o problem hakkında ciddi bir bilgiye sahipsiniz. Beceremiyorsanız buyrun biraz dinlenin. Önümüzdeki seçimlerde millet bunu diyecek.
15 sene geçti D-8’i ağızlarına alamadılar
Hala, yurt dışında kimlerle bir araya gelmemiz gerekir, kimlerle bu meseleyi çözebiliriz, kanaati tam olarak pekişmiş değil. Evet, atılan bazı adımları tasvip ediyoruz. Katar’la olan münasebetlerimizin geliştirilmesini, İran’la, Rusya ile olan münasebetlerimizin geliştirilmesini doğru buluyoruz. Ama yetmez. 15 sene geçti D8’i kimse ağzına almadı doğru düzgün. 1 sene geçti, kimse İslam Birliğine atıfta bulunmadı doğru dürüst. Bir, Kudüs meselesinden dolayı, İslam Birliği ülkelerini, İstanbul’a çağırıp 15-16 kişinin iştiraki ile bir deklarasyon yayınlamak, İslam Birliğini harekete geçirdik manasına gelmez. O alınan kararda, bayağı ciddi hatalar var. Bir taraf yapılırken, bir tarafta yıkılıyor gibi geliyor bana. Niye, Filistinliler itiraz ettiler, ‘Kudüs bizimdir’ dediler, ‘Kudüs’ü bizden almaya kimsenin hakkı yoktur’ dediler, ‘orası bizim başkentimizdir’ dediler.
Biz, bundan dolayı 1980’de iktidarda değilken bile, mecliste sadece 22 kişilik bir meclis gurubumuz varken, Dışişleri Bakanını düşürdük, Kudüs’ü Başkent kabul ettiği ve gerekli tepkiyi göstermediği için. Dış politikada ciddiyet bunu gerektir. Kıbrıs’ı, Avrupa Birliği uğruna, veriyorlardı Yunanlılara. Kim kurtardı, hikmet-i ilahi, şaşkınlığa düşen Yunalılar kurtardı. Yine Kıbrıs’ta ki Rumlar kurtardı, onlarda evet demiş olsaydı Annan Planına, Bugün Kıbrıs gitmişti. Yapılan hataları, herkes görmek mecburiyetinde. ABD ve İsrail’i, kim stratejik müttefik ilan etti? Biz mi? Şimdi ne oldu? Hiç İsrail ağızlarına girmiyor ama. Hep, Amerika’ya tavır konuluyor. ABD Ortadoğu’da kendi menfaatlerini korumaktan fazla, İsrail’in menfaatlerini korumak için var. Hıristiyanlar, Yahudilere hizmet etmeyi bir vecibe görüyorlar. Onun için, bilmem 4900 küsur dolu silahı sınırlarımıza yığmaktan çekinmiyor. Şu anda, dünya’da ciddi bir karmaşa var ve bizim hükümetimiz, maalesef, ayağını sağlam yere hala tam olarak basamıyor. Attığı bir takım adımların doğru olduğunu söyledim, ama bir bütün olarak buna yaklaşılacaksa, buradan, bu gelişmelerden, ileride de zarar görecek olan ülkelerin biran evvel bir araya getirmek mecburiyetindeyiz. Bu bizim boynumuza borç, önce bu bölgede yaşayan ülkeler, topluluklar bir araya gelecek.
Yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımıyorum diyemez
Türk toplumunun yüzde 85’i adalete güvenmiyor. Yani bir problemim olursa, ben eğer mahkemelere gidersem, bu mahkeme esnasında da güçlü görünen bir takım insanlarla irtibatım yoksa, netice alırım der, çünkü haklıyım diyemiyor insan. Anayasa mahkemesi öyle bir hale getirildi ki, Türkiye’de hukukun üstünlüğünü, Anayasa Mahkemesi sağlar. Mahkemelerde ilk gideceğiniz yer mahalli mahkemeler, oradan sonuç alamazsanız, Yargıtay’a gidersiniz ama ciddi manada insan ihlali varsa, bu iktidar zamanında, Anayasa mahkemesine başvurmayı da verdi bu hükümet. Anayasa Mahkemesi’nin kararları ise tartışılmaz. Kimse Anayasa mahkemesinin verdiği kararın aksine bir icraatta bulunamaz. Anayasa açık çok net yazıyor, bizi 4 defa kapattılar, doğru mu kapattılar? Yok. Türkiye’de bu karar kesinse, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karara, yerel bir mahkeme, ben davanın içeriğini bilmedikleri için ben, Anayasa Mahkemesi’nin karına uymuyorum diyemez, dediği zaman hukuk bitmiştir. En üst mahkemeye gidiyorsunuz, yerel mahkeme diyor ki, ‘ben bu karara uymuyorum’’. Nereye gideceksiniz, ‘Yarabbi sen bilirsin’ diyeceksiniz. Adalet böyle tecelli etmez. Onun için hukukun üstünlüğünü sağlamak bir numaralı meselemizdir. Fatih Sultan Mehmet, bir Hıristiyan mimara, ceza veriyor, ‘parmağını kesin’ diyor yanlış yaptığı için. Mimar da şaşkın şaşkın ‘Ben şimdi ne yapayım?’ diye düşünürken çevresindekiler ‘Yahu Kadı var, git ona’ diyorlar. O da diyor ki, ‘Kadı mı, ya Sultan bana bu cezayı verdi. Kadı’yı da Sultan getirdi. Ben kadıya nasıl gideyim? ‘Sen bir git’, diyorlar, Kadıya gidiyor neticede diyet alıyor, haksız yere bir icraatta bulunduğu için. İşte ona adalet derler. Siz bunu sağlayabiliyor musunuz? Eğer sağlayamıyorsanız güçlünün adaleti var demektir. Güçlünün adaleti de zulüm demektir. KHK’larla işlerinden çıkmış binlerce insan hak arayamıyor. Biz Askeri Mahkemelerde bile hakkımız aradık. Herkes zanneder ki Askeri mahkemelerde, askerler hakim oldukları için veya mahkeme üyeleri bir üstlerin talimatı ile hareket ederler biz bunların böyle olmadığını yaşayarak gördük, ama şimdi bunu göremiyorum.
Hükümet ekonomi politikalarını hala IMF’nin koyduğu kurallara göre yürütüyor
Ekonomiye de temas etmek gerekirse, ekonomi öyle bir konu ki hemen hemen herkesi ve herşeyi ilgilendiriyor. Eğer bir hükümet ülkede, o ülkede yaşayan insanların maddi ihtiyaçlarını gereğince karşılayacak adımları atamıyorsa, eğer milli gelir adil bir şekilde dağılmıyorsa, eğer ülkenin en önemli problemlerinden işsizlik giderilemiyorsa, eğer ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılayamıyor, kendi ürettiklerimizden daha fazlasını ithal ediyorsak, eğer bir ülke borca mahkumsa, bütçesinin çok önemli bir miktarı aldığımız borcun faizine gidiyorsa o ülkede iyi bir ekonomi politikası yürütülüyor denemez. Bu o kadar açık ki, bu arkadaşlarımız iktidara geldiler, birkaç sene sonra ‘Türkiye’nin IMF’ye artık ihtiyacı yok’ dediler. Doğruydu. Ama söylemedikleri bir şey vardı. Hükümet hala, ekonomi politikalarını, borçlanma politikasını IMF’nin koyduğu kurallara göre yürütüyor ve orada hiçbir değişiklik yapılmadı. Son borçlanmada Türkiye’nin aldığı borca karşılık ödediği faiz yüzde 13.5. Yunanistan ne kadarla borçlanıyor biliyor musunuz? Yüzde 1’in altında. Yüzde 99.5. Soyuluyoruz yahu. Son 16 yılda ödediğimiz borç faizi 700 milyarı geçmiş. Geçen sene ödediğimiz faiz 60 milyarı, bu sene ödeyeceğimiz faiz hükümetimizin kendi tahmini ile 71.7 milyar TL. Gelecek sene belki bu 85 veya sonraki sene 96 olacak. Toplam aldığımız borç ne kadar biliyor musunuz? 1.5 trilyona yakın. Son 16 yıl içinde aldığımız borç. Bu borcun yüzde 40’ı oranında faiz ödemişiz. Onun için kazanmamız fayda vermiyor. Çuvalın dibi delik. Ne koysan akıyor. Şimdi soruyorlar Erbakan Hoca’nın havuz sistemini. Yahu öyle de su kalmadı su. Havuz sisteminin bir mantığı kalmadı. Bu sistemle ekonomiyi ayağa kaldıramazlar.
Kanal İstanbul projesi intihar olur
Bugünkü halde Türkiye İstanbul Kanalı gibi bir projenin altına imza atamaz. Bu intihar olur. Eğer bu Osman Gazi Köprüsü gibi, Şehir Hastaneleri Projesi gibiyse hapı yuttuk. Tüneller gibiyse yine hapı yuttuk. Geçmediğiniz köprünün parasını ödüyorsunuz. Malatya’da kaç kişi Osman Gazi Köprüsünden geçti. Ama ödüyürosunuz, verdiğiniz vergilerden oluşan bütçeden ödüyorsunuz.
Elin buğdayını, hayvanını ithal edip kendi çiftçinle rakebete giriyorsun
Bakın tarım ülkesiyiz. Malatya’da kayısımız var. Türkiye’nin geneline bakıldığında tarlalarımızı eksek, ihtiyacımızın çok üstünde buğday üretiriz. Meralarımız var. Hayvanlarımızı otlatsak biz hayvan ithal eden değil hayvan ihraç ederiz, et ihraç ederiz. Ama hangi noktadayız? 1 milyona yakın geçen sene büyükbaş hayvan ithal ettik. 500 bine yakın küçükbaş hayvan ithal ettik. 300 ile 500 bin ton et ithal ettik. Bir ülkenin hükümeti kendi çiftçisi ile kendi besicisi ile rekabete girer mi? Bunun bir bakıma manası bu. Besiciye diyor ki ‘Arkadaş, şu fiyattan et mi olur. Romanya’dakiler ne kadar ucuz oluyor. Getireyim de gör.” Tamam da Romanya’dakiler kendi ırklarını daha verimli hale getirmek için ıslahlar ve üretimler yapmışlar. Sen de yap. Sen yapmamışsın. Sonra kendi çiftçini cezalandırıyorsun. Yetiştiricinin yemi pahalı, buğdayı ekene baktığınızda tohumu pahalı, kullandığı motorun motorinin vergisi yüksek, pahalı. Girdileri pahalı. Siz bunu beceremiyorsanız bu ülkeyi ayağa kaldıramazsınız.
Gıda ekonomide bir numaralı meseledir. İnsanın karnı doymadığı sürece var olamaz. Karnının doyması için gıdaya ihtiyaç var. Hem zirai ürünlere hem hayvansal ürünlere ihtiyacı var. Nasıl karşılanacak peki? Tarlarımız var, meralarımız var, bahçelerimiz var. Orada üreteceğiz. O üretim yapılırken bütün dünya ile rakebet edebilmek için girdilerin ucuz olması lazım. Kendi çiftçine gerekli desteği vermiyorsun, ama o desteği alan elin çiftçisinin hayvanını, buğdayını Türkiye’ye getirip, senin destek vermediğin çiftçi ile besici ile rekabete giriyorsun. Sonra napıyor çiftçi? Satıp hayvanını İstanbul’a iş bulmaya gidiyor.
Fabrikaları yıkıp yerine AVM yapmakla Türkiye ayağa kalkmaz
Ekonomi böyel idare edilmez. Bütün fabrikalar yıkıldı. Malatya’da Sümerbank yıkıldı. Türkiye’de en önce kurulan tesislerden birisi. Sümerbank gibi bir sürü fabrika vardı. O fabrikanını özelleşmesine prensip olarak itiraz etmem. Ama nasıl yapardım. ‘Bu tesisi sana veriyorum ama sen bu tesisi daha verimli çalıştıracaksın, üretimi artırıp modernleştireceksin. Yeni iş imkanları açacaksın. Ya ihracat yapacaksın, ya ithalata engel olacaksın’ deseydiniz sizin elinizi öperdim. Ama sen orayı yıkar da yerine bilmem AVM’ymiş, konutmuş yaparsan bu memlekete yapılan en büyük kötülük olur. Bu mantık yanlış bir mantık. Bu mantıkla Türkiye ayağa kalkmaz.
BM’in bir raporunda; her hangi bir ülke eğer milli gelirinin yüzde 2,5 ile 3’ü kadar bir miktar parayı ARGE’ye ayırmaz ise o ülke rekabet gücünü kaybeder. Türkiye’nin senede 90 ile 100 milyar lirasını ARGE’ye ayırması demektir. Biz ise 1,5 milyar civarında veriyoruz. Bu ülkeyi kalkındıracak yatırımı ve israfı bilmek durumundayız. İnsanlarımız uyanacak, gerçekleri görecek, bu iş ben yaptım oldu ile olmuyor. Bu iş ehil kadrolarla, çok farklı fikirlere sahip olan uzmanları bir araya getirip onları bir biri ile müzakereye sokarak çözülebilir. Erbakan iktidara geldiği zaman sadece Milli Görüşçülerle çalışmadı, tahmin etmeyeceğimiz kadar farklı insanları çağırdı. Havuz sistemi kendiliğinden çıkmadı, bu zamlar yapılırken hocanın keyfine göre yapılmadı ki. Sırf oy almak için değil, ekonomiyi rayına oturtmak ve ekonomide adil dağılımı sağlamaktır. Sağlıkta iyileştirmeler yapıyorlar. ama sağlıkta inşa edilen Şehir Hastanelerinin hepsi rant üzerine inşa edilmiş. Eğer inşa edilen hastane yatak kapasitesinin yüzde 70’i altında kalırsa devlet karşılayacak. Cihazlar yeterli kullanılmaz ise, devlet karşılayacak.
Cumhurbaşkanlığına adayımızı göstereceğiz
Biz bir teşkilat olarak bütün gücümüzle çalışmak mecburiyetindeyiz. İnsanlara ulaşacağız, bu meseleleri aktaracağız. Farklı fikirlerde olan insanlar olsa bile bu dönem Milli Görüşün ayağa kalkmasına ihtiyaç var kanaatindeyiz. Biz baştan beri söyledik Allah nasip ederse mutlaka Cumhurbaşkanlığına adayımızı göstereceğiz. Mecliste var olacağız. Belediye ilk adım gözüküyor. Eğer hükümet herhangi bir karar değişikliğine gitmez ise ilk seçim yaklaşık 13 ay sonra mahalli seçimler olarak yapılacak. Ardından hem milletvekili seçimleri hem de Cumhurbaşkanlığı seçimleri gelecek. Biz seçimlere girerken ülkenin hukuk devleti olmasını sağlayacak adımları atmaya kararlı olarak gideceğiz. Hukuk devleti olmadan devlet olmaz.
Güler HAZAR, Ferdi DURDU- Yeni Malatya Gazetesi, malatyahaber.com