Bülent Korkmaz Yazdı
Tepe not: Bu yazı, daha önce 11 Mayıs 2005 tarihinde Sansursuz.Com sitesinde yayınlanmıştır. Gücü yeten yetene yurdum insanının birbirini tekme tokat dövdüğünün âleme eşgere olmasıyla Malatyahaber.com sitesinde yinelenmesi gereği hissedilmiştir. Cümlenize dayağın, hakaretin, aşağılamanın olmadığı, sevgi, mutluluk ve sıhhat dolu gerçek bayramlar diliyorum.
***
Sevgi (sevda) geçer yalan olur, sonra sokar yılan olur
(Atasözü)
Tam tarihini anımsamıyorum, son bir ay içerisinde olmalı... Göktürk (Sky) kanalında sevgili Nihat Gençi cansız (banttan) yayında izlerken sevgi mevzusunu irdeleyesim geldi. Dolayısıyla bu yazının esin kaynağının Nihat Bey olduğunu ifşa ediyor, selamları yolluyorum.
Nihat Gençten bahsetmeye gerek var mı? Kuşkusuz daha önce de yazıyordu, ama ben yazılarına ilk Leman Dergisinde rastlamış, adı geçen derginin kamuoyuna mal olmasında derin katkıları bulunan sözcükle, dumur olmuştum. Okuması yazması olan, bilgisiz fikirler yumurtlamayan, sakin yapılı gözükmesine karşın olağanüstü sinirli bir yazar izlenimi veriyordu.
Sadece sinirli olsa! Buharı boşalmadan açılan düdüklü tencere kapağı formatındaki tepesi attı mı, ki atmadığı an pek yoktu, kalayı basmaktan geri kalmıyordu.
Televizyonlarda neredeyse hiç görünmezken, bu aksi arkadaşın canlı yayına çıkarılıp çıkarılmayacağını, çıkarılırsa böyle bir şeye hangi sonsuza dek kapatılmayı göze alan kanalın cesaret edeceğini aklımdan geçirmiyor değildim.
Böyle bir eyleme kalkışmak için, tüm zamanların en atılgan ve romantik kişiliği, Sancho Panza denen marabanın ağası Manchalı Don Kişot kadar cesur olmak gerekirdi.
İşte bu Genç adı geçen kanalın yayınında konuştukça konuşuyor, oynanan tüm oyunlara karşın biz Anadolu çocuklarının bunu yutmayacağını, kardeş kavgası yapmayacağını, birbirini hep seveceğini, barış içerisinde yaşayacağını büyük bir şevk ve heyecanla anlatıyordu.
Ne güzel konuşuyordu, ne hoş söylüyordu! En samimi duygularla, insanın ağzına sağlık Nihat Bey diyesi geliyor ve diyordu.
***
Yeryüzü halkları en çok ne üzerine şiirler söylemiş, türküler yaratmış, kitaplar yazmış, oyunlar yazmış, filmler çevirmiştir?
Sevgi ve aşk üzerine olsa gerek.
İki sözcük bazen eşanlamlı olarak kullanılabilir. Sevgi derken aşktan, aşk derken sevgiden bahsedildiği olur. Kuru sözcük anlamıyla sevgi, insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duyguyu anlatırken; aşk, sevginin daha yoğun bir biçimi olarak, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, seviyi dillendirir. Sevgi, genel ve kapsayıcı bir anlam içerirken, aşk özelde karşı cinse duyulan sevgiyi ve ötesinde cinsellik anlamını da taşır.
Örnekle basitleştirirsek, annenizi, yavrunuzu, ülkenizi, ağaçları, kuşları seversiniz; ama gül yüzlü yârinize âşık olursunuz.
Senin üç yaşında bir kardeşin var/seni ondan bile kıskanıyorum, bacısı güzele gardaş olaydım, annen bile okşasa benim kalbim yağ olur, ata binmiş gidiyor, ata neler ediyor? gibi türkü/şarkı halinde söylenen ya da erkek ağırlıklı tribünlerin koro halinde seslendirdiği I love you Uche/I love you Hagi şeklinde aşk/sevgi sapmaları vardır ki; lütfen bu tür raydan çıkmışlıkları ciddiye almayınız.
***
Sevgi nerede vardır veya yoktur?
Bir yerde baskı, korku ve güvensizlik varsa, bir şey vardır, bir şey yoktur:
Yalan vardır. Türevi, ikiyüzlülük vardır.
Sevgi yoktur. Türevi, aşk yoktur.
Yanlış anlamaya meydan vermemek için ara parantez: Burada bahsedilen sevgi, siyasal grupların, ırkların, farklı din, mezhep, ülke mensuplarının bir diğerini sevip sevmemesinden değil, en temel ve yalın haliyle bireysel sevgiden, insanın insanı sevmesinden/sevebilmesinden bahsetmeye çalışıyoruz.
Ülkemizde aşk ve sevgi var mıdır?
Fikir sahibi olabilmek, akıl yürütebilmek için toplumun çekirdeği aile yaşantımıza ve çocuk yetiştirme anlayışımıza bir göz atalım
Daha bebeklik/çocukluk aşamasından itibaren aile yaşamında fikrine saygı gösterilmeyen, çocuklarını canlarından çok sevdiğini ileri sürüp, tepesi atınca dayağa başvurmaktan çekinmeyen naylon anne-babaların azımsanmayacak sayıda olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ağlıyor, yaramazlık yapıyor, hatta yere düşüp üstünü başını kirletti diye çocuklarını sadece kapalı kapılar ardında değil yol ortasında bile dövmekten, haklarını yemeyelim anneler bu hususta daha uzman, çekinmeyen ebeveynler ülkesiyiz. Bebeye küfür, beddua, hakaret, aşağılama, fikrini sormama, seçim hakkı tanımama gibi eylemleriyle özgür ve sağlıklı bireyin gelişimini baştan engelleyen, hatta sakat bırakan Türkiye anne babalarından elimizde bol miktarda var.
Birey daha yolun başındayken güç sahibinin, sözde güven ve koruma dayanağının pervasız fiziksel/ruhsal şiddetiyle sağlıklı bir kişilik oluşturma şansını tamamen yitirmese de, çok azaltıyor. Kendini ifade edemiyor, korkuyor, siniyor, nemelazımcı, itaatkâr oluyor, en kötüsü bütün kötülüklerin anası yalanı yaşam biçimi haline getirip içselleştiriyor, onsuz adım atamıyor. Bu tür bir yaşam tarzının kendisini ve çevresini nasıl boğduğunun farkında bile olmadan yaşamına devam ediyor. Kendisine uygulanan şiddet ve aşağılamayı doğal karşıladığı veya güçsüzlük ve çaresizliğinden doğal karşılamak zorunda kaldığı için, kendisinin ileride güç sahibi olup ezeceği namzetlere yapacaklarını ekmek yemek, su içmek kadar normal bulacağı bir sürece doğru ilerliyor.
Dayak cennetten çıkmadır, anne-babanın vurduğu yerde gül biter, nush (nasihat) ile uslanmayanı etmeli tekdir/tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir cümleleriyle kusulan zavallı mantıklar hep bu zehirli kaynaktan besleniyor. Bu zihniyet o kadar özümsenmiş ki, yediği dayakları gülerek anlatan insanlar tanıyorum, ama şaşı bakmadığım için şaşırmıyorum, doğal buluyorum.
Türkiyenin kadına uygulanan şiddette önde gelen ülkeler arasında yer aldığı söylenir. Acaba kadına şiddet uygulayan bu erkekleri kim yetiştirmektedir? Daha acaba bu kadınlar ellerine güç ve imkân geçtiğinde kızlarını, oğullarını hangi Richter ölçeğinde döverler, baskı altına alırlar? Daha daha acaba şiddete maruz kalan kadınlar arasında bir anket yapılsa, kocam değil mi, döver de sever de diyenlerin oranı kaç çıkar? Çok daha fazla acaba aynı kadınlar, kendi cinslerinden bir insan evladı cinsel tacize, tecavüze uğradığında mağdurla ne ölçüde dayanışma içerisine girer, dayanışmadan vazgeçtik, kaç tanesi ona iyi gözle bakar?
İşiniz yoksa, bunları düşünün
Sevgisizliğin başka bir yaratım alanı okullarımız İtaat, tek tip, bizim gibi olsun bize benzesin anlayışı en cisimleşmiş haliyle oralarda kendisini gösteriyor. Bunu anlamak için sınıflara girmeye, sıralara, masalara, defterlerin, kitapların içine bakmaya gerek yok. Bir okulun önünden geçerken öğrenciler sınıflara nasıl sokuluyorlar, ne tür kıyafet giydiriyorlar? Göz ucuyla bakmak bile yeterlidir: Sıra halinde, tek tip elbiseyle. İçeride de insan beynine en büyük hakaret ezber yöntemiyle derslerine çalışmaları, sınıflarını geçip mezun olmaları isteniyor. Niyetiniz, güvenli, fikirlerini açıklamaktan çekinmeyen, nesnel düşünebilen, ekmeğini yediği, suyunu içtiği memleketin çakıl taşını bile sevecek insanlar yetiştirmek değil de, evet efendimci, emredersinizci, el etek öpücü kul ve köleler yetiştirmek olunca çocukları sıraya sokarsınız. Bunu da disiplin veya öğrenciler arasındaki sosyal eşitsizlikler onların körpe beyinlerini zedelemesin diye yutturmaya kalkarsınız. Okullarımızdan mezun olanların, eğitim aldıkları alanlarda neredeyse hiçbir işe yarar bilgi edinmeden yaşama atıldığını göz önüne alırsak bunun disiplin amaçlı olmadığını en aptallarımız bile anlayabilir. Çünkü disiplin kavramı layıkıyla uğrandığında ortaya verimlilik çıkması gerekir. Sosyal adalete gelince, ben karın doyuran elbise, mantı yapan dikiş makinesi görmedim. Kaldı ki, biz büyüklerin tüm saldırılarına karşın, bizimkinden temiz ve saf çocuk beyni gerçekleri çok çabuk fark eder. Hele o gerçek en acımasız haliyle onun yoksulluğuna ilişkinse
Tüm ailelere, okullara haksızlık olmasın. Kuşkusuz, sağduyulu, imkânlar ölçüsünde sağlıklı nesiller yetiştirmesini bilen anne-babalar, öğretmenler, okullar vardır. Ama memleketin genel ahvali budur; kendimizden biliyoruz.
Örnekleri yaşamın başka alanlarında çoğaltabiliriz, ama gereği var mı? Altı üstü bir oyun olan futbol maçlarında birbirine en ağza alınmadık küfürler eden insanlar kümesi bile, sevgiden ne kadar uzak bir yapılanma içerisinde yetiştiğimizi anlatmaya tek başına yeterli.
Ayrıca;
Kendisi yeteri kadar güzel olan Sevgiye, Akıl denen yakışıklıyı yüklemeden, onu Gönüllerin Güzeli yapamayız.
Bu şu demektir: Ayı da yavrusunu sever. Ama Ayı yavrusunu armut üzerine tezler yazarken ihmalden değil, severken öldürür.
Akılsız sevgi, akılsızın sevgisi, içgüdüyle güdük bırakılmış sevgi, kabalaşmamak için en basit haliyle fikrimi beyan ediyorum, bir şeye yaramaz. Yani sevdiğine yumruğu geçirip, on dakika sonra bağrına basıp öpebilirsin, böyle bir şey var, hepimizin başına gelmiştir. Ne o yumruğu atacaksın, ne de sonra öpeceksin. Çünkü, o yara, zedelenme hiç kapanmaz.
Bunu sadece fiziksel şiddet kavramıyla daraltmayalım. Akıl, benim anladığım şekliyle, iyidir, doğrudur, kötüye çalışmaz. Akıl, düşünür, karşıdakinin bir varlık olduğunu hesaba katar, sadece bu haliyle bile asgari bir saygıya layık olduğunu kabul eder, onu, onun dünyasını anlamaya, algılamaya çalışır, saygı gösterir, o haliyle sevip sayar, yaşamına katar. Hoşuna gitmezse, karşıdakine zarar vermekten imtina eder, çekip yoluna gider.
***
Bu yazılanlar sevgili Nihat Gençin görüşlerine eleştiri, polemiğe girme, sayın yazarımızı yalan ve yanlış çıkarma değildir. Farklı bir yaklaşımla sevgi nerede biz neredeyiz?", sevgiye duyulan özlemimizin desteklenmesidir.
Yukarıda, kısaca anlatılmaya çalışıldığı üzere, tüm boyutlarıyla toplumsal yapımız sevgiyi değil, sevgisizliği körüklemektedir. Hazindir; sevgisizlik üzerine bin örnek verebiliyorsak, sevgi üzerine bir örnek zor verebiliyoruz. Bunu tespit edip, kabullenebilir, üstesinden gelmeye çalışırsak, ve de gelirsek, o zaman bu ülkenin insanları, o güzel şarkıdan esinlenerek, dün gece hiç tanımadığı bir yurdum insanına, usulca sokulup sırtına hançer saplamaz, merhaba kardeşim, selam bacım der.
Güzel Anadolunun güzel insanlarının birbirini sevmekten başka çaresi ve onları sevip kucaklayacak başka bir ülkeleri yoktur.