SON DAKİKA
SON DEPREMLER

“Su Vatandır” Ya da “Göze Kum Atmak”!.

“Su Vatandır” Ya da “Göze Kum Atmak”!.
A- A+ PAYLAŞ

Orhan ALKAYA
Oalkaya44@hotmail.com

Son yıllarda çokça başvurulan bir halkla ilişkiler yöntemi mi diyelim yoksa moda deyimi ile PİAR çalışması mı, yeni bir yöntem gelişti.  Bu yola en çok da kamu kurumları başvurur oldu.  

Kendi faaliyet alanında zayıf kalan ya da yapması gerekeni yapamayan kurumlar bakıyorsunuz ki klişe cümleler ya da sloganlarla, genel doğruları kendi yayın organlarında ya da çeşitli medya mecralarında yüzümüze yüzümüze haykırıyorlar.  Örnek mi istersiniz? Uzun bir süredir Tarım Orman ve Çevre Koruma Bakanlığının TV kanalında günde birçok kez “su vatandır”, “”su gelecektir”, “suyumuzu koruyalım”, “su hayattır” gibi doğruluğu tartışılamayacak sloganları tekrarlayıp duruyorlar. Kirlenmemiş bir dere, bir göl, baraj havzası kalmamış bakanlık ekrandan bu sloganları atmaya devam ediyor.

Yine aynı kanallarda bir süre önce  “tarım arazilerimi koruyalı”, “ovalarımızı betonlaşmaya kurban etmeyelim”,  “topraklarımız geleceğimizin teminatıdır”   gibi ifadeler yayınlanıyordu. İyi, güzel, hoş ta; bunları söyleyenler bunları sağlamakla yükümlü kuruluşlar değil mi? Yıllardan beri ovalar, tarım arazileri, en verimli topraklar yapılaşmaya açılmış ya da izinsiz yapılaşmaya ve ranta kurban edilmiş. Tarım-Orman TV’de, topraklarımızı koruyalım, diye de bangır bangır  yayın yapılıyor.  

Bize söylediklerini yapmakla yükümlü kurumlar, bu uğurda devletin ve milletin ekonomik ve siyasal ve fiziki gücünü elinde bulunduran güçler yapamadıklarını bizlere haykırıyorlar.  Kentin ve fabrikaların kimyasal atıkları ile akarsuların kirlenmesine engel olması gerekenler fakat engel olamayanlar, bu uğurda gerekli projeleri yapamayanlar gerekli tesisleri kuramayıp çalıştıramayanlar, kanalizasyonları arıtmadan akarsu ve göllere boşaltanlar, sanki sorumlu vatandaş imiş gibi, yüzümüze yüzümüze “su vatandır” deyip duruyorlar. Sanki bizimle eğleniyorlar ya da bu durumdan kimlerin sorumlu olduğunu görmeyelim diye  “gözümüze kum atıyorlar."

Su kaynaklarımızın önemli bir kısmı (yaklaşık yüzde yetmişi) tarımsal sulamada kullanılırken,   bu sulama projelerini  yapan devletin ilgili kurumlarının   hala açık kanal ve vahşi sulama  yöntemlerinde ısrar etmelerine ne demeli? 

Örnek mi istiyorsunuz? Çok yakınımızda şehrin merkezine 8 km de bulunan Hatunsuyu kasabasından başlayan, Malatya ovasının başlangıcı diyebileceğimiz  Dilek, Hatunsuyu güzergâhından Eski Malatya’ya uzanan Şahnahan kanalını besleyen su yetersiz olduğu için, yaklaşık 8-10 yıl şehrin ana kanalizasyon hatlarından biri patlatılarak bu kanala akıtıldı. İşin daha da ilginç yanı bu cinayet tüm yetkili ve sorumluların gözlerinin önünde işlendi. Daha da acısı bu kanalın suladığı topraklar Malatya’nın yeşil sebzelerinin yetiştirildiği bir bölge idi.  Neyse ki son iki yıldır bu kanalizasyon sularının kanala akıtılması engellendi.  Ancak ta 1960’lı yıllardan beri bölgeyi sulayan bu kanal hala açık kanal ve vahşi sulama sitemi ile bölgeye su vermektedir.  

Başka bir örnek ise bu güzergâhın hemen altında yer alan B ve C kanallarının durumudur.  Tohma Çayı üzerinde kurulu bulunan, şimdilerde ise su toplama havzasının tamamen çamurla dolduğu Medik barajından beslenen bu iki kanal Sütlüce, Dilek Mahmudu, Alişar, Kemerköprü Hasırcı, Toygar, Boran olmak üzere batıdan doğuya uzanan güzergâhı sulayan kanallardır. Ancak 1982’den beri açık kanal sistemi ile akıtılan bu kanallarda yılların tahribatı ile betonları parçalanması yüzünden ve buharlaşma nedeniyle suyun önemli bir kısmı kaybolmaktadır.  Yıl olmuş 2025, bu kanalların kapalı sistem geçilmesi gerekirken ne yazık ki kanalın tüm betonları kazınıp yeniden beton dökülerek açık sisteme ve vahşi sulamaya devam kararı alındı.   

Hâlbuki yıllardan beri kapalı sitemin projelerinin yapıldığını ve derhal uygulamaya geçeceği söylenip duruyordu. Oysa kapalı sisteme geçilse idi belki de tek bir kanalın suyu ile iki kanalın bölgesi sulanabilecekti,  Zaten yapılan araştırmalar gösteriyor ki açık kanal sisteminde suyun yaklaşık yüzde ellisi buharlaşma ve su sızıntısı nedeni ile daha yolda iken kaybolmaktadır.  Demek ki beklenen kapalı sistem projesi hayata geçirilebilse idi, en azından yüzde elli su tasarrufu sağlanacak ve aynı miktarda fazla bir alan sulanabilecekti.  Sadece bununla kalınmayacak bölgede kullanılan yüzlerce sondaj veya su kuyudan elektrikli su motorları ile su çekilmesi sonucu enerji ve maddi kayıpların önüne geçilerek milyarlarca TL tasarruf edilebilecekti. 

Ne gariptir ki devletin bir kurumu DSİ bunu yaparken devletin diğer ilgili kurumu Tarım Orman TV “su vatandır”, “suyumuzu idareli kullanalım”,  “su geleceğimizdir” sloganları  ile karşımıza çıkıyor.  Gülsek mi ağlasak mı? İşin daha acısı bu kanalların güzergâhında bulunan Üniversite ve Ziraat Fakültesinden bu aymazlığa ve yanlışlığa karşı bilimsel düzeyde karşı çıkış ve itiraz da yükselmiyor.  

Yine yaklaşık bir yüzyıl öncesinden başlayıp günümüze kadar hemen yanı başımızda devam eden bir faciadan bahsedelim.  Bilindiği gibi Malatya kent merkezinin hemen kuzey kısmında Çarmuzu Mahallesi yer alır.   Eskiden beri şehrin hemen kıyısında yer alan verimli topraklara sahip bir bölgedir. Buradan başlayarak gittikçe artan bir eğimle Malatya ovasına inilir. Bu nedenle Çarmuzu’nun aşağı kısımları Aşağı Çarmuzu diye adlandırılır.  Bu bölgenin toprakları Beydağı'nın binlerce yıllık alüvyonları ile oluşmuş oldukça zengin bir topraklara sahiptir.   Uzun yıllar önce şehrin hemen kıyısındaki kaynak suları doğal cazibesi ile Çarmuzu’ya doğru akarken o zamanın şartlarında açıktan akan bir kısım şehir kanalizasyon suları da buradan geçerek Aşağı Çarmuzu, Hatunsuyu, Kemerköprü’nün bir kısmında sulama suyu olarak kullanılmıştır ve bugün de kullanılmaya devam edilmektedir. Yaklaşık bir yüzyıldan beri bu durum böyle devam ederek gelmiş. Ancak eski yıllarda kanalizasyon sularında fazla bir kimyasal bulunmadığından dolayı insan kaynaklı atık sulardan oluşan dere tarımsal sulama da fazla dikkat çekmeden kullanılır olmuş.    

Bu durumu daha somut olarak anlatmak için ünlü “Çarmuzu Lahanası”    deyimini hatırlayalım. Eskiler anlatırdı.  Malatya’nın en büyük lahanaları Orduzu ve Çarmuzu da yetişir imiş.  Ancak  yukarıda bahsettiğimiz  gibi oradan akan şehir lağımı bir kısım  tarlaların sulamasında kullanıldığı için  Çarmuzu’nun ‘pohlu’  suyu  ile yetiştiği söylentisi yüzünden  Çarmuzu’dan  lahana yükü ile  yola koyulan eşek kervanları Orduzu’ya doğru giderek  oradan şehre giriş yaparlarmış ki  şehirdeki  alıcılar  lahanaların Orduzu'dan geldiğini zannetsinler. Elbette bu bir söylenti midir ya da bir şehir efsanesi midir, bilemiyoruz.  Ancak o bölgeden başlayıp Hatunsuyu’na akan bir lağım suyunun karıştığı bir dere olduğu günümüze kadar gelen bir gerçektir. Ancak zamanla değişen yaşam koşulları ve modern yaşamın getirdiği kimyasal ve zehirli atıklar deterjan vb gibi nedenlerle gittikçe tehlikeli bir hal alan bu açıktan akan kanalizasyon hattının bir kısmının üstü kapatılarak şehrin aşağısına doğru akışı devam etmiştir.  Zaten bu dere önemli bir alanı suladığından dolayı da köylülerde pek şikâyetçi olmamışlar. 

Ancak son yıllara doğru atıkların ve aşırı kimyasal kirlenmenin etkisi ile etrafa ağır kokular ve toprağa ve yetiştirilen ürünlere bulaşması kaçınılmaz olmuştur. Ancak buna rağmen zehirli sular sulamada kullanılmaya devam etmiştir. Ne yazık ki yıl 2025 olmuş, bu facia yaşanmaya devam ediyor. Ne bir yetkili ne ilgili devlet ve çevre kuruluşları bu suyu artık kanalizasyona alıp yerine temiz bir suyu kaynağı ikame etmeyi düşünememişler. Planlamamışlar ve başaramamışlar. Çevre sağlığı ile ilgili kurumlar belki de olayın farkında bile olamamışlardır.  

Aslında bu durum sosyoloji tezlerine konu olabilecek bir olaydır.  Çünkü yıllardır bu garabet,  bu çevre ve sağlık cinayeti, tıpkı Gabriel Garcia Marguez’in dünyaca ünlü Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi halkın,  çiftçinin ve devletin ilgili kurumlarının gözünün önünde gerçekleşmekte, bu cinayeti herkes bilmekte ama kimse görmemektedir.  

Peki, yıllardan beri kimsenin gözüne batmayan bu cinayet şimdi niye gözümüze batıyor? Hemen söyleyelim. 6 Şubat depremi bir yandan korkunç bir yıkıma yol açarken, diğer yandan da bu cinayeti durdurmanın olanaklarının yaratmıştır.  Son deprem bir kez daha gösterdi ki Malatya şehir merkezinin altı oldukça büyük bir su rezervi barındırmaktadır.  Bu gerçek yıllardan beri bilinmesine rağmen bu suyun toplanarak tahliyesi konusunda bir çözüm geliştirilememiştir.  Ne yazık ki doğanın kanunları işlemeye devam etmiş yıkıcı bir deprem bu suyun varlığını acı bir şekilde hatırlatmıştır.  Önemli bir miktardaki bu yer altı suyu aslında Beydağı’nın Malatya’ya paha biçilmez bir armağanıdır.  Ancak rant kaygısı ile  kararan gözler  bir kez  daha  bu suyu   kaybetmeye, gömmeye  çalışmış;  alelacele  bir fore kazık masalı ile doğanın  bize bahşettiği bu  hazine, betonların altına  şimdilik gömülmüştür. 

Oysa  bu deprem  ile ortaya çıkan gerçek şudur ki:  Kernek’ten başlayıp Akpınar, Fuzuli  İnönü Kapalı Çarşısı,  Yeni Cami altındaki  sular toplanarak  kendi doğal cazibesi  ile  hiç bir enerji harcanmadan Çarmuzu’dan  başlayarak Malatya ovasının kuzey kıyısına pırıl pırı bir su kaynağı akıtılabilecekti.  Böylelikle bu bölgenin yüz yıllık  kirliliği önlenecekti. Aşağı Çarmuzu’dan  sonra  kapalı sisteme alınacak  bu  su   belli bir noktada bir elektrik santralini çalıştırabilecek  ve elektrik üreterek yoluna devam edebilecekti.  Çünkü bu su şehir merkezinden sonra sürekli aşağıya doğru iki yüz metrelik bir rakım farkı ile  aşağı  doğru akmaya başlayacaktı.  İşte, su  o zaman   vatan olacaktı, işte su o zaman geleceğimiz olacaktı.  Yakın bir gelecekte  bir  bardak suyun değeri  hiçbir maddi varlıkla ölçülemeyecek kadar değerli  olacaktır.  Ancak daha fazla inşaat rantı,  daha fazla kar hırsı ve geleceği görmeyen bir vizyon ile yapılan planlamalar sonucunda bu sular betonlara gömüldü. Tarih bu yanlışın bedelini hepimize ödetecektir.  Bir avuç temiz suya muhtaç olduğumuz zaman, vatan sevgimizin sorgulanacağı yer işte tam da bu noktada olacaktır.

ARŞİV FOTOĞRAF: 2010 yılında çekilen fotoğrafta OSB'nin atık sularının Tohma'ya bağlantısı (Kasım GÜMÜŞ)

Bu kez binlerce yıldan beri Beydağı’nın eteklerinden aldığı pırıl pırıl kaynak suları ile şehri güneyden kuzeye akarak oluşturduğu vadide milyonlarca kavak ağacına hayat veren Beylerderesi’ne bakalım. Yaklaşık kırk yıl öncesine kadar sularını Tohma Çayı ile buluşturan Beylerderesi zamanla buranın Karakaya baraj gölüne dönüşmesinden sonra gölün hemen başlangıcına suyunu kavuşturmaya başladı. Ancak aktığı yatağın hemen kıyısına yapılan OSB’deki fabrika atıklarının, özellikle tekstil ve boya fabrikalarının atık sularının bu dereye akıtılması ile kimyasal atık deresi haline dönüştü.  Özellikle tekstil, boya, apre ünitelerinin zehirli suları baraj gölüne karışmaya başladı.  Yaklaşık 15 yıl önce çektiğimiz fotoğraflarla bu simsiyah suların baraj gölüne karıştığı bölgenin dehşet saçan görüntülerini göz önüne sermiştik.  Yıllar sonra aynı bölgeyi bir kez daha gözleyince yıllar içersinde durumun çok daha vahim olduğunu ve kirlenen suyun baraja karıştığı alanın atıklarla kapkara bir delta oluşturduğunu gördük.  Ne yazık ki bu bölge zamanla yapılaşmış ve deltanın kıyısında Sütlüce köyüne bağlı “küme evler” mahallesi oluşmuştu.  Yani bu insanlar bu kirliliğin kıyısında insanlar yaşamaya başlamışlar.  Mahalle sakinleri, her seçim arifesinde siyasilerin “size öyle bir arıtma yapacağız ki bu suları içeceksiniz “şeklindeki vaatlerine inanarak günümüze kadar beklediler.

FOTOĞRAF: 2025 yılında çekilen fotoğrafta OSB'nin atık sularının kirletmeye devam ettiği görülüyor

Son olarak artan kentleşmenin yarattığı ilginç ve garip bir içme suyu vakasına değinmeden geçmeyelim.  Çok değil yaklaşık 30-40 yıl önce Anadolu’nun şehir ve kasabalarında insanlar günlük hayatlarının içerisinde içme suyu ihtiyaçlarını özellikle belediye veya köy hizmetlerinin oluşturduğu su şebekeleri aracılığı ile karşılardı.   Pınarlar ve kaynak sulardan kamuya açık alanlara,  köşe başlarına kadar ulaşan çeşmeler günlük hayatımızda içme suyuna kolayca ve parasız olarak ulaştığımız yerlerdi.  Özellikle çarşılarda ve şehrin kalabalık bölgelerinde sokak başlarında yer alan çeşmeler halkın her an suya ulaştığı yerlerin başında geliyordu. Bunun yanında ismi halk arasında ünlenmiş pınarlar ve kaynak suları halkın kullanımına açık idi.  Zaman içerisinde ekonomik düzenin evrildiği aşamada artık hayatımızı her alanına işleyen kapitalist ilişkiler  “gölgesini satamadığı ağacı keser “haline geldi.

Bir anda bizi modern kentler sağlıklı yaşam ve medeni toplum rüyalarına yatırdılar.    Hoş güzel bu rüyalarda gülümseyerek uyandığımızda bir de baktık ki dağlarımızdan pınarlarımıza süzülen binlerce yıldan beri anamızın helal ak sütü gibi içtiğimiz suları bize şişeleyip satar olmuşlar.  Çeşmeler kaybolmuş kaynaklar yok olmuştu.  Bizleri rüyaya yatırmadan ağzımızı dayayıp ya da bakır taslarla kana kana içtiğimiz sular şişeleme fabrikalarının eline geçmişti.  Biz artık yediden yetmişe köylüsü kentlisi doğulusu batılısı herkes anayurdumuzun suyunu parayla satın alır olmuştuk.  İşin daha da acı tarafı zaman içersinde bizi bir kez daha küreselleşme dışa açılma dış kaynaklarla zenginleşme rüyalarına yatırmışlar. Bu kez ki uyanışımızda ise   Uludağların, Torosların  bilcümle kaynaklarımızın  sularının  yabancı sermayenin eline geçmişti. Ne yazık ki bugün ülkemizin  su markalarının en önemli birkaç tanesi  dâhil olmak üzere  birçok markası yabancıların elindedir. (Burada isim veremiyoruz ancak merak edenler Google arama motorundan öğrenebilirler).  Artık öyle bir sarmalın içindeyiz ki suyumuz azaldıkça, bizim suya ihtiyacımız çoğaldıkça bize suyu satanlar daha çok kar edecek, suyu kullanan biz vatandaşlar daha çok para ödemek zorunda kalacağız. 

Binlerce yıldır bu dağları bu dereleri yurt etmiş uğruna kurtuluş savaşları vermiş sayısız canlar yitirmiş, Anadolu Halkının kendi öz malı olan suyu uluslararası tekellerin gıda şirketlerine para vererek içmenin adı yeni dünya düzeni oldu.  

Hani “SU VATANDI”?

YANİ KISACA MEMLEKETİMİZİN GÖKYÜZÜNDEN YAĞAN KARIN, YAĞMURUN SUYUNU BİLE HALKINA PARA İLE İÇİREN uluslararası bir düzenle karşı karşıyayız.  Olsun televizyonlarda suyun nasıl kıymetli olduğunu, nasıl tasarruf edilmesi gerektiğini nasıl korunması gerektiğini anlatan bir dizi belgeseller, videolar gösteriliyor ya, yetmez mi?  Olayın en acı ya da komik yanı da  bu belgesel ve videoların RTÜK’ün ceza verdiği  programlarda   yayınlatılması  ve halka ceza olarak  seyrettirilmesi  olmuyor mu? Bu daha  da güzel.

İşte hal böyle iken, aslında daha önce var olduğu bilinen ancak aymazlığımız nedeniyle değerini anlayamadığımız, Malatya şehir merkezinin altında kaynayan ve her fırsatta yer üstüne çıkmak için ısrar ve inat eden sularımızı zamanında toparlayıp yaşamımıza ve tarımsal üretimimize aktarmayı beceremedik. Yetmedi 6 Şubat depremi kafamıza vura vura  bu suları tekrar gözümüzün önüne çıkardı. Adeta bize “bu yer altında sıkışıp duran bu suları alıp kulanın  pek yakın gelecekte  buna çok ihtiyacınız olacak” dedi.  Ve “bunu  toparlayıp bu bölgeden akıtmasınız buralarda  depreme karşı güven içinde yaşayamazsınız”  dedi. Bu  coğrafyanın  suyu, toprağı depremi   bir kez daha söyledi;  biz yine de anlamak istemedik, bu toprakların bize sunduğu  hazineyi  binbir kazıklarla gömmek için   olağanüstü paralar  harcadık.    

“Suyu kaybedersek  yerine hiçbir şeyi koyamazsınız. Suyun başına gelen toprağın başına gelir. Toprağın başına gelen  bitkilerin başına gelir. Bitkilerin başına gelen hayvanların başına gelir. Hayvanların başına gelen ise sonunda insanların başına gelecektir.” Umarım  bizden sonrakiler yeniden ayağa kaldırılan çarşının karşısına  bu sözleri kocaman billboardlara yazıp asmak zorunda kalmazlar.

Belki de yakın bir gelecekte gömülen  o suyun  her  zerresine  ihtiyacımız olacakken  “kenti yeniden  ayağa kaldırıyoruz”, “güçlü temeller atıyoruz” sloganlarını  reklam panolarında   okuya okuya  yeni  rüyalara yatmaya hazırlanıyoruz.  

Durun bakalım bu kez uyandığımızda   başımıza neler gelmiş olacak?

-------

 https://www.tarimtv.gov.tr/tr/video-detay/su-vatandir-14298

 https://www.tarimtv.gov.tr/tr/video-detay/su-vatandir-2-14793

https://www.youtube.com/watch?v=vQDa_vF23D4&ab_channel=T.C.TARIMVEORMANBAKANLI%C4%9EI
 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

1 yorum yapılmış

  • Vatandaş (27 dakika önce)
    Çat barajı ayrı bir facia. Bu zaman olmuş Hala gündüzbeyden başlayıp giden kanallara su verilmemiş... bu su nerede? Detme sulama birliği ve dsi bir cevabınız var mı? Ağaçlar kuruyacak... meyve yok diye herkes sebze ekti... nerede bu su?
    0
    0
    Yanıtla