Orhan TUĞRULCA
Tarihçi- Yazar
otogrulca@hotmail.com
Son zamanlarda Muhteşem Yüzyıl türü tarih konseptli dizilere, Fetih 1453 gibi tarihi filmlere, Mevlana, Şems, Niyazi Mısri gibi tarihi şahsiyetlere ve kitaplara ilgi duyulmasının nedenleri incelendiğinde şu hususlar dikkatimizi çekmektedir:
a. Tarihi filmlere ve kitaplara olan ilgi Türkiye’nin dünyadaki siyasi yükselişine paralel gelişim göstermesi,
b. Tarihsel mirasın bir ülkenin yükselişinde önemli rol oynayabileceğine olan inanç,
c. Türkiye’deki siyasi iklimin tarihsel bir damardan besleniyor olması,
d. Kentleşmenin getirdiği kültürel yozlaşma karşısında “köklere dönüş” arayışı,
e. Hükümetin kültür politikalarının tarihi filmlerin önünü açıyor olmasının etkili olması.
Pekâlâ bunlara başka nedenler de eklenebilir. Bu süreci doğru okumakta yarar var. Şayet doğru okunmaz ve değerlendirilmezse muazzam bir tarihi geçmişe sahip olan Türkiye toplumunun bu yöndeki enerjisi boşa harcanmış olur.
Neolitik dönemden başlamak üzere Hitit, Urartu, Asur, Pers, Roma, Bizans ve İslam medeniyetleri dikkate alındığında, Selçuklu ve Osmanlı deneyimi medeniyet tarihinin çok önemli bir kesitini ifade ediyor.
Selçuklu ve Osmanlı dönemi birlikte ele alındığında yaklaşık bin yıllık bir süreç yaşanmıştır. Çok geniş bir coğrafya üzerinde farklı din ve etnik grupları ile daha alt kültürel grupları bir arada tutmuş bir medeniyet havzası içerisinde binlerce hikâye, roman ve senaryo üretilebilir. Tarihimiz bu bağlamda ele alındığında görülecektir ki son derece zengin bir birikime sahiptir.
Bu yazının konusu elbette ki, tarihi geçmişimizin zenginliğini burada tartışmak değildir. Sorunumuz, bu muazzam tarihi zenginliğimize rağmen üretilen tarihi filmlerin, toplumun kitap okumama zaafından yararlanıp sathiliğe düşmüş olmalarıdır.
Sinema sektörü ticari bir sektördür. Bunu anlayabiliriz. Seyircinin beğenisini kazanmak için çeşitli ses, efekt ve ışık oyunlarına da girebilir. Ancak tarihi gerçekliği ters-yüz edip yutturmaya kalkışmamalıdır.
Tarihi filmlere yöneltilen eleştiriler genellikle bilgi yanlışlarının çok fazla yapılıyor olması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunu, Fetih 1453 filminde de Muhteşem Yüzyıl dizisinde de açıkça görebiliyoruz. Bunlara daha önce çekilmiş Malkoçoğlu ve Battalgazi filmlerini de katabiliriz. Bu konuda sinema sektörümüz “Çağrı” filmi örneğine dikkatlice bakması gerekir. Çok daha hassas konuları işlemesine rağmen filmin bilgi yanlışı konusunda herhangi bir eleştiriye maruz kaldığını duymadık.
Doğrusu bugün burada makaleyi dallandırıp budaklandırmayı düşünmüyorum. Fetih 1453 filminin vizyona girdiği ilk gün izleme imkânı buldum. Osmanlı tarihi söz konusu olduğunda akla ilk gelen isimlerden biri Fatih Sultan Mehmet ise akla gelen en dikkat çeken olay şüphesiz İstanbul’un fethidir.
Film ile ilgili doğrusu çok büyük bir beklenti oluşturuldu. Belki de bu yüzden olsa gerek filmi izlemeye giden herkes bir ön yargı ile gitti. Ben de öyle.
Tarih bilimi ile uğraşan bir araştırmacı olarak burada bir sinema eleştirisi yapacak değilim. Bunu işin ehline bırakmak gerekir. Biz burada sadece filmin tarihsel gerçeklikle olan ilişkisini inceleme yoluna gideceğiz. Bunu yaparken ayrıntıya girmeden bu konudaki düşüncelerimizi maddeler halinde vermeyi daha uygun bulduk.
Filmin Konu Başlıkları:
· Hz. Muhammed’in(sav) evinde bir sahne ile başlıyor. İstanbul’un fethini müjdeleyen bir hadis hatırlatılıyor.
· Edirne-Roma-Vatikan-Konya ve Karamanoğulları’nın siyasi duruşları ile ilgili kısa bilgiler veriliyor.
· Fatih’in ikinci kez tahta oturması ve oluşan güvensizlik işlenmiş.
· Fatih’in rüyasında fethin müjdesini alması
· Rumeli Hisarı ve diğer kuşatma hazırlıkları
· Kılıç dövüşü, ata binme, ok atma, ormandaki çatışma sahnesi, kirpiye ok atma sahnesi
· Zafer öncesi diplomatik oyunlar
· Ve kuşatmanın başlaması ile olağanüstü / gerçeküstü sahnelerin yaşanması
Filmin Dikkat Çeken Olumlu Yanları:
1. Dönemin siyasal dengeleri açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya konulmuş olması,(Vatikan, Bizans, Macaristan vs.).
2. Fatih Sultan Mehmet’in kararlı tutumu,
3. Kostüm ve kamera alanına giren objelerin dönemin özelliklerine uyarlanmış olması,
4. Kuşatma unsurlarının (kale, kule, şahi topu, lağımcı grubunun faaliyetleri, kılıç, kalkan vs.) iyi hazırlanmış olması,
5. Lağımcıların (kale kuşatmalarında yerin altından tünel açan) kapana kısılması ve kendilerini feda etmeleri,
6. Gemilerin karadan yürütülmeleri ile ilgili sahnesi
Filmdeki Hatalar:
1. Filmin tamamına hâkim olan konu ve dil fazla basite indirgenmiştir.
2. Şehzade Beyazıt’ın, babası Sultan Fatih’i görünce “baba” diye seslenmesine annesi tarafından “sultanım” deyiniz diye uyarılması gereksiz bir basitlik olarak algılanmıştır.
3. Ayrıca şehzade Beyazıt’ın, babasının karşısında saygıyla eğilmek yerine secdeye kapanması Osmanlı Saray geleneklerinden çok Roma-Bizans geleneklerini hatırlatmaktadır.
4. Bizans Sarayı ve yöneticilerinin kadın ve içki düşkünü olarak gösterilmesi, geleneksel Türk sinemasının klasikleri olan Malkoçoğlu ve Battalgazi filmlerindeki klasik bakış açısının tezahürü olarak anlaşılmıştır.
5. Film Türk ve Müslüman seyirciden çok batı seyircisini hedef izleyici olarak seçmiştir.
6. Filmin Türk ve Müslüman seyirciye yönelik vermek istediği mesaj Türk milliyetçiliği duygusudur. Bu bağlamda Osmanlı’yı evrenselleştiren, farklı coğrafyaları, ulusları ve renkleri tevhid eden tarafı görmezden gelinmiştir.
7. Filmin geneline hâkim olan ses ve efektler uyumdan çok, rahatsız edici bir gürültüye dönüşmüştür.
8. Ses, görüntü ve efektlerde lüzumsuz bir abartıya kaçılmıştır. Örneğin ormandaki çatışma sahnesi, kılıç dövüşü ve ok atma, ormandaki kirpiyi ok ile vurma sahnesi gibi…
9. Gemilerin karadan Haliç’e indirilmesi projesi, kuşatmanın başarısızlığa uğrayabileceği ve Fatih’in bunalıma girip iki gün çadırından dışarı çıkmaması, bu sırada yanına gelen hocası Akşemseddin’in nasihatlerinden sonra aniden ortaya çıkması mantıklı görülmedi. Zira bu kadar muazzam bir projenin kuşatma öncesi planlanmamış olması, Fatih’in zekâsına hakaret olur. Kaldı ki Osmanlılar 1353’te Çimpe kalesinin alınmasından İstanbul’un fethine kadar olan sürede, Boğaz ve çevresini, Bizans'ın askeri stratejisini ve silah teknolojisini gayet iyi biliyorlardı.
10. Hem sultan Mehmet’in hem de Akşemseddin’in bilge kişiliği ve ağırlığı verilmemiştir. Fatih zaman zaman okkalı laflar (örneğin; “tarih yazmak korkakların işi değildir” veya “iktidar devletin gücünü kendi halkına göstermek değildir” gibi…) söylese bile konuşmalar sathidir. Akşemseddin’in Fatih’e nasihatleri çocuksu ve inandırıcılık dozu düşüktür.
11. Sonradan “Ulubatlı” olduğu anlaşılan Hasan ve Hera’nın etrafında örülen aşk hikâyesi “Fetih” hikâyesinin önüne geçmiştir.
12. Türk-Müslüman halkın bilgi dağarcığındaki Ulubatlı Hasan ile filmde Hera’ya aşık olan, öpüşen “ahlak yoksunu” Hasan arasında ilgi kurulamamıştır. Bu sahneler dindar çevrelerin ezberini bozabileceği gibi tepkisini de çekecektir.
13. Sultan Mehmet (Fatih) ve Hasan (Ulubatlı) tiplemesi Türk-Müslüman tiplemesinden uzaktır. Bilhassa Hasan; uzun boylu, uzun saçlı, güçlü pazulu, yaka-paça açık haliyle daha çok cesur yürek gibi Batı filmlerinde kullanılan “İsa” şemailine bir özenti olarak dikkat çekiyor. Kısaca, Hasan karakteri için “ bu bizim Ulubatlı Hasan değil” denileceği kesin.
14. Fatih’in çocuğu Beyazıt ve eşine karşı mesafeli duruşu, merhamet ve sevgiyi esirgemesi (sonradan telafi etse bile) hangi tarihsel bilgiye dayandırıldığı anlaşılamadı.
15. Kuşatma sırasında ordunun muazzam kalabalığına güçlü bir vurgu olmasına rağmen savaş sanatı, düzen, tertip, taktik gibi askeri birikimi hatırlatacak bir düzenin olmaması dikkat çekici idi.
16. Görsel efektler ve ses fazla abartıldığından tarihi filmlerden çok bilim-kurgu filmlerini andırmaktadır.