Bülent Korkmaz/Forssa ve Malatya
Yazıya geçmeden, peşinen;
Bir ülkede üç beş gün kalmakla, hakkında iki satır yazı okumakla, insanlarla sohbet etmekle biraz bilgi sahibi olabilirsiniz. Ama bilginizin boyunu aşan ahkâm kesemezsiniz.
İzlenimlerimiz bu noktaya dikkat ederek değerlendirilmeli, bir toplum hakkında kesin ve doğru yargılar olarak algılanmamalıdır. Biz, sadece aktarıyoruz, fazlasını ileri sürmek yanlış olur.
***
Yeryüzünde Finlandiyadan daha yeşil, daha sulu ve daha güzel bir ülke olabilir mi?
Biraz zor
Finlandiya, topraklarının üçte ikisi orman, onda biri su olan, sayısız gölleri ve geyikleri, eşsiz manzaralarıyla insanda dinginlik uyandıran muhteşem bir ülke. 335 bin 145 kilometrekare arazisi, 5 milyon 200 bin nüfusu var. Dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip. Makine, elektronik, kâğıt ve kâğıt ürünleri, kimya sanayinden geçim sağlıyorlar. Konumu gereği, kısa süren yazında gündüzleri, dondurucu soğuk ve uzun kışında geceleri uzun.
Finlandiyalılar muhtemelen dünyanın en sakin insanları. Suç oranının çok düşük olduğu bir ülke. Kimse belinde sustalı, falçata, tabanca taşımıyor. Düğünlerde ve kış olimpiyatlarında sporcuları madalya üstüne madalya kazandıktan sonra havaya ateş etmediklerinden ihtiyaç duymuyorlarmış. Sokakta bağırarak konuşana rastlamadık. Kornaya basan zaten yok. Şoförü, lokantacısı, aşçısı, berberi, kasabı gayet sakin. Maçlarda da kavga etmiyorlar mı bari? diye soracak olursanız, etmiyorlar. Hatta gol kaçıran oyuncularını, rakip takımı alkışlamak gibi garip huyları var.
Anlayacağınız, bazı yönlerden çok geri (!) bir ülke
Başka gerilikleri de var:
Çok okuyorlar. Örneğin, Helsingin Sanomat diye bir gazete var. Tek başına 500 bin satıyormuş. Gerçi gazete okuma konusunda muhtemelen biz Türkler dünyanın en çok okuyan milletiyiz, ama istatistikçiler ölçümde farklı teknikler kullandıklarından ortaya çıkmıyor. Bizde, 1 kişi 1 gazete alır, 10 kişi o 1 gazeteyi okur. Yazılanlar anlaşılmadı diye eski gazeteler ekmek, domates, biber sarımında kullanılır, yemek yenirken tekrar okunur. Buralarda öyle bir şey yok. Herkes gazetesini alıp kendisi okuyor.
Şehir yaşantısının düzen, yeşillik, güzellik, tertip, temizlik anlamına geldiğini buralarda öğrenebiliyorsunuz. Forssanın kırsalında, Lahti, Helsinki ve Turkunun kent merkezinde bulundum. Elimden geldiğince gezdim, gözlemeye, anlamaya çalıştım. Aktaracaklarımın size ne faydası var, umurunuzda olur mu? En azından gevezelik yapmış olurum. Şöyle oluyor efendim:
Kentin neresine gitseniz, karşınıza park ve bu parkların içerisine konumlandırılmış küçüklü büyüklü heykeller, spor sahaları, havuzlar çıkıyor. İnsanlar, buralarda istedikleri gibi, birbirlerine karışmadan eğleniyorlar. Caddeler gayet düzenli. Şehrin içinde kaybolana, aradığını bulamayana zekâ testi yapıyorlar. Temizliği söylemeye gerek yok. Herkes evinin önünü süpürdüğünden değil, kimse evinin ve başkalarının evinin önüne çöp atmadığından, temiz.
Kimse kendini kandırmasın, rüya görmesin, hayal âleminde dolaşmasın! Türkiyede şehir mehir yok. Sadece kendisine şehir süsü veren beton yığınları, gürültü, çevre ve göz kirliliği yaratan, estetik sözcüğünün i harfindeki noktanın bile yanından geçmediği çirkin binalar ve o ortama kendini layık gören bir kitle var. Arazi olarak dünyanın en büyük ülkelerinden birine sahibiz. İlk onda değilse bile, kesinlikle ilk yirmideyiz. Doğru dürüst, yaşanabilir kentler oluşturmaya yerimiz ve gerimiz değil, zihnimiz dar.
Kadı Kızının Kusurları
Kimse mükemmel değil, Finlilerde
Tesadüf bu ya, bu güzel ülkede bir otobüs yolculuğu sırasında elime aldığım İngiliz gazetesi The Guardianın seçme yazılardan oluşturulan haftalık yayınladığı dergisi The Guardian Weeklyde (17 Temmuz 2005), Washington Postda Robert K Kaiser imzasıyla yayınlanmış bir Finlandiya değerlendirmesine rastladım. Fin hükümetinin 2004 yılı istatistiklerine göre ülkede 108 bin 346 göçmenin bulunduğu, 4 bin 700 Somalilinin göçmen grubunda başı çektiği, ayrıca ülkede İsveçli, Rus ve Estonyalıların yaşadığı belirtiliyor. Aslında Finliler bu Rus ve İsveçlilerden tarih boyunca çok çekmişler ama o mübarek baba geyiklerin yüzü suyu hürmetine yıkılmamış, ayaktalar. Dijital âlem bunlardan soruluyor. Bildiğiniz gibi, cep telefonu (Nokia) denen, şer midir hayır mıdır halen çözemediğim hacet bunların icadı.
Yazıda, Finlandiyayı bilen birilerinin gözlemlerine yer verilmiş: Pakistanlı, Güney Afrikada büyümüş, Amerikada okumuş, bir Finli ile nişanlı Jalson Ally hanımın Finliler sizinle sohbet ediyor gözükürler, ama samimi değillerdir. Çevreye ilgisizlikleri bir tür bilinçli körlük; İspanyol doğumlu Amerikada yaşayan sosyolog Manuel Castellsin Fin havalisinin göçe alerjisi var; Amerikalı anne Hintli babadan olma, Finli hatunla nişanlanmış Ajay Meswaninin (Allah ileride bunların çağasına kimlik bunalımı vermeye) odaya giriyorsun, selam veriyorsun, alan yok, bakan yok. Bu hareket sana karşı sanıyorsun, ama öyle değil. Kendi aralarında da birbirlerine ilgisizler dediği belirtiliyor.
Kaisere göre, çocuk yapmak için her türlü altyapıya sahip, gadaları Lâponya üzerinden Sibirya ormanlarına gidesice, dünyalar güzeli Finli hatunlar doğum grevine gitmişler, kariyer yaparız, ama bebek asla diyorlarmış. Bu da refah devletinin geleceğini tehdit ediyormuş.
İyi de Atamızdan, dedemizden Vaşinkton Post şöyle aslandır, böyle kaplandır, isterse başkanı bile yer diye duyduğumuz bu gazete biraz ayıp etmiş. İnsan, vursa bile, karşıyı da dinler. Hiç mi bir Finliye rastlamadınız bu hususta soru yöneltecek? Ben biraz sordum. Yıllarca Fin milli takımında top oynamış, şimdi Federasyon bünyesinde çalışan, Blackburn Roversta top koşturan Senastin babası Yoran Enckelmanna üstelik. Mealen, şahsım üzerinden tenzihli olarak suçlamayı yapanlara, hadi lan dedi. Bazı dış mihrakların anlamadan, dinlemeden, önyargı dolu, gerçekle ilgisi olmayan yorumlar ve televizyon programları yayınladığını, bir tanesini yakınlarda bizzat CBS de gördüğünü söyledi.
Söz konusu yazının ve başkalarının kabul ettiği kesin olan bir nokta var: Irkçılık bu taraflara uğramamış. Finliler toplanıp gidip falanca milleti keselim demiyorlar. Açık duydukları alanlarda işgücünü dışarıdan almaya hazırlar. Ancak, Finlandiyanın eğitim standartları o kadar yüksek ki, gitseniz bile istenen kaliteyi tutturmanız çok zor.
Konuştuğumuz Türkler, Finlilerden olumlu cümlelerle bahsediyorlar. Ancak diğer batı toplumlarındaki (ve Ankaranın ve İstanbulun ve yavaş yavaş Malatyanın apartmanlarında rastlandığı üzere) gibi, Finlilerin de bireysel yaşadıklarını, yalnızlığın bazı insanları alkolizme sürüklediğini, genelde tanıdıkları yaşlıların 9095 civarında olmasına karşın, alkol ölümlerinin ortalama ömür beklentisini düşürdüğünü söylüyorlar.
Lahtide kaldığım otelde alkol belasının insanı ne kadar zavallı duruma düşürdüğüne ben de tanık oldum. Barda demlenen iki tane kocaman, torun-tohum sahibi adam beş dakikada pilotluktan astronotluğa terfi etti. Kırdıkları uzay mekiğinin parçalarını toplamak resepsiyondaki zavallı kıza düştü. Memleketiniz çok güzel. Her taraf subaşı, ağaç altı. Ne işiniz var bu izbe otel barlarında. Gidin kurun çilingir sofrasını manzaraya karşı diyesim geldiyse de, o saatte söylenecek tek bir harf mantık içeren söz Hegel Felsefesinin Temel Prensipleri kadar ağır olacağından, vazgeçtim.
Deyinlere Kıymayın Efendiler!
Finlandiyada beni en çok mutlu eden sahne, şehrin işlek caddesinde, kaldığımız otelin civarında gördüğüm sincaplar oldu. Malatya ağzıyla, deyin.
Meraklısına ara not: Bu sözcüğün kökleri eski Çinceye dayanıyor. Merhum Doğan Avcıoğlunun Türk tarihi üzerine yazdığı kitaplardan birinde rastladım. Ayrıca Giresun yöresinde kullanıldığını biliyorum.
Hekimhan hariç, Malatya ve civarındaki tüm ceviz ağaçlarının, kargayla birlikte, dikiminden sorumlu bu muhteşem varlık, ürkekliğini koruyarak caddelere, sokaklara, apartman aralarına dalıyor, yiyecek arıyor.
Yöremden biliyorum. Bizden önceki kuşağa kadar (66, 65 /1 tertipler) Çırmıhtı ve yöresindeki gençlerin eğlencelerinden (!) biri çay boyu dolaşıp, deyin öldürmekti. Eti yenmez, sütü içilmez, ne istersiniz bu canlıdan? İş olsun. Hayvanı girdiği delikten, ağaç kovuğundan çıkarmak için elli bin türlü filim-fırıldak çevrilirdi. Ateş yakmak mı, su basmak mı, ne isterseniz Tipik dünyam insanı barbarlıkları. Sonra televizyon denen mübarek alet icat oldu; halkımız Vadideki Hayat, Marko, Vataşiva Candy, Küçük Ev, Dallas ve benzerlerinin başında itinayla uyuştu/uyuşturuldu; deyinler kurtuldu.
***
Yazının ana fikri: Türk sinemasının başyapıtlarından Vizontelede Belediye Başkanı Nazmi Doğanın söylediklerini anımsayın. Sözcük sözcük önemli değil. Aklımızda kaldığı kadarıyla Yaşadığın yeri seversen, orası dünyanın en güzel yeridir. Çöl sıcağı, kutup soğuğu, Anadolunun bozkırı, Sibiryanın tundraları, Antalyanın kıyıları, Oklahomanın uçsuz bucaksız çayırları. Hepsi biz insana en güzel, en değerli, en kutsal şeyi, su ve havadan mürekkep yaşamı sunan mekânlardır. Sadece doğduğumuz değil, yaşadığımız her yeri sevmek, korumak üzerimize yük değil, sevgilimize, annemize, babamıza, çocuğumuza sarılmak, öpmek, koklamak kadar yüce bir duygu, tarifi imkânsız büyük mutluluktur, sevinçtir.
FOTOĞRAF: Finlandiya Hatırası.. (Soldan Sağa) Bülent Korkmaz, Malatyaspor Yardımcı Antrenörü Cemil Tonguç ve futbolcu Katatua..