Gezgin, araştırmacı yazar, eğitimci Fikri Demirtaş, 2012 yılında dönemin valisi Ulvi Saran’ın girişimleriyle yaptırılan ama faaliyete geçirilemeyen ve çürümeye terk edilen Yamadağı Kayak Merkezini kaleme aldı.
Yama Dağı’nın Hüzünlü Beyazı – Bir Kayak Merkezinin Sessiz Çığlığı başlıklı yazıda yer alan Demirtaş ile Müslüm Mutlu’nun çektiği fotoğraflar, hesapsız-kitapsız (başta iklim değişikliği nedeniyle Malatya dağlarına on yıllardır eskisi kadar yağmayan yoğun karı hesaba katmayarak) yapılan bir yatırımın, içler acısı halini gözler önüne seriyor.
Demirtaş, artık olanların olduğunu göz önüne alarak, harabe haldeki merkezin değerlendirilmesi için öneriler de getiriyor.
Demirtaş’ın yazısı şöyle:
***
Rotamız: Malatya Hekimhan – Yama Dağı Kayak Merkezi
Rakım: 2.500 metre
Yol Arkadaşım: DDY Emekli Fotoğraf Sanatçısı Müslüm Mutlu
Yoldayız, Çünkü: Bir keşfin ve bir kaybın izindeyiz.
Büyük bölümü Sivas sınırlarında uzanan Yama Dağı, Malatya’nın kuzeyini bir siper gibi sarar. Zirveleriyle göğe değen bu heybetli dağ, yüzyıllar boyunca yaylacıların, göçerlerin, hayvan sürülerinin durağı olmuş; yazın serinliğiyle, kışın sertliğiyle bölge insanının hafızasına kazınmıştır.
Ancak 14 yıl önce, bu dağın eteklerinde bambaşka bir hikâye yazılmak istendi.
Malatya’nın Hekimhan ilçesinde, kentin kış turizmine yeni bir soluk getirmek amacıyla dönemin Valisi Ulvi Saran’ın öncülüğünde 2011 yılında Yama Dağı Kayak Merkezi’nin temeli atıldı.

Proje iddialıydı: 2.500 metre rakımda, saatte 800 kişi kapasiteli bir teleski hattı; 1.150 metrelik iki etaplı kayak pisti; 37 odalı otel, kafeterya ve spor alanlarıyla donatılmış modern bir turizm kompleksi planlanıyordu.
Tesisin tüm binaları tamamlandı, altyapısı kuruldu. Ama bina yapıldı, hiçbir zaman kapılarını açmadı.
Kâğıt üzerinde kusursuz görünen bu yatırım, yıllar geçmesine rağmen bir gün bile faaliyete geçmedi.
Oysa hedef büyüktü: yalnızca Malatya değil, çevre iller de bu merkez sayesinde kış turizmine kazandırılacaktı.
Ancak milyonlarca lira harcanarak yapılan bu tesis, bugün rüzgârın uğultusundan başka sesin duyulmadığı bir beton sessizliğine gömülmüş durumda.
Bir zamanlar umutla temeli atılan bu proje, şimdi dağın yamacında sessiz bir hayalet gibi duruyor.
Biz de bu uzun sessizliğin nedenini yerinde görmek, yıllardır atıl kalan bu “kaybolmuş yatırımın” izini sürmek için Hekimhan’dan Yama Dağı’na doğru yola çıktık.
Ancak daha ilk şaşkınlık, yolun sessizliğinde geldi: Yama Dağı Kayak Merkezi’ni gösteren tek bir levha bile yoktu. Hasançelebi tünellerini geçtikten sonra, viyadük altındaki kavşakta “Başkınık 3 km, Çimenli 10 km, Dikenli 20 km” yazılı tabelayı görünce yönümüzü belirledik.
Virajlı rampaları tırmanırken, dağların yüzü yavaş yavaş sonbaharın renkleriyle boyanıyordu. Yolun iki yanında öbek öbek yeşil çamlar arasında sararmış meşe ve alıç ağaçları ışıldıyor, dere kıyılarında kayısı, ceviz ve dut ağaçları kırmızı, sarı, turuncu tonlara bürünüyordu. Uzak köylerin bacalarından ince dumanlar yükseliyor, havaya taze odun kokusu karışıyordu.
Dipsiz Göl
Başkınık Mahallesi’nden sonra, taş bir evin yanından stabilize bir yola saptık ve kısa süre sonra Dipsiz Göl’e ulaştık. Dipsiz Göl, yöre köylülerinin çocuk yaşta yüzme öğrendiği, kuşların ve yaban hayatının sığınağı olmuş bir doğa mucizesi. Göçmen angut kuşları burada yavrularını büyütür, gölün sularında su kaplumbağaları süzülür, sülükler ve küçük balıklar yaşar. Çevredeki yamaçlarda alıç, söğüt ve ceviz ağaçları gölün yüzeyine yansır; kuşburnu çalıları kırmızı meyveleriyle toprağa canlılık katar. İlkbaharda piknikçilerin, yazın yaylacıların, sonbaharda ise sessizliğin ve yansımanın mekanıdır burası.

Gölün sükûnetinde yalnızca rüzgârın ve kuşların sesi duyuluyordu. Bu dinginliğin ortasında, Başkınık köyünden gelen “Yoldaş’ça Türkülerin sesi Mustafa Ceylan ve köylü arkadaşları ile karşılaşmamız, yolculuğumuza içten bir tebessüm kattı. Kayak Merkezi yoku hakkında bilgi aldık, birkaç anı fotoğrafı çektik; türkülerin yankısı, Dipsiz Göl’ün yüzeyinde dalgalar gibi yayılıyordu.
Dipsiz Göl’den ayrılıp yeniden yola koyulduk. Çimenli Mahallesi’ni geride bıraktıktan sonra, virajlı dağ yolları giderek yükseliyor, manzara her dönemeçte değişiyordu. Yol kenarlarında yaylacıların hayvanları için taşlardan çevirdikleri küçük barınaklar, kurumuş makiler ve sararmış otlar görülüyordu. Yazın bereketle yeşeren bu yamaçlar, şimdi sonbaharın sessizliğinde altın bir yorgunluk giymiş gibiydi.
Yeraltı Zengini Topraklar
Tırmandıkça hava inceliyor, rüzgârın sesi daha belirgin duyuluyordu. Uzaklardaki dağlar, morumsu bir sisin içinde dalgalanan bir deniz gibi görünüyordu. Güneş ışığı bazen bu mor dağların üzerinden kırılıp yamaçlardaki taşlara vuruyor, sanki toprakla gökyüzü arasında eriyen bir ışık denizi oluşuyordu.
Bu coğrafya yalnızca güzelliğiyle değil, yeraltının zenginliğiyle de tanınır. Hekimhan’dan Divriği’ye, Kangal’dan Kuluncak’a uzanan bu topraklar, demir ve krom damarlarıyla, hatta nadir element yataklarıyla doludur. Dağların sessiz yüzeyinin altında binlerce yıllık madenlerin yankısı vardır. Bu yüzden Yama Dağı sadece bir dağ değil, hem doğanın hem emeğin sessiz anıtıdır. Yol boyunca bu düşüncelerle ilerlerken, dağların mor gölgeleri arasında bir başka dünya gizlenmiş gibiydi; her virajda sanki hem geçmişe hem geleceğe biraz daha yaklaşıyorduk.

Bulutların Üzerinde Bir Hayalet Otel
Çimenli Mahallesi’ni geçtikten sonra yol bozulmaya başladı; asfalt yer yer çukurlarla doluydu.
20 kilometre sonra, yine herhangi işaret yol levhası olmayan yerde edindiğimiz yol tarifine göre solumuzdaki asfalt yol bizi Yama Dağı Askerî Radar Üssü’ne, Kayak Merkezine götürüyordu. Sağımızdaki stabilize yol ise Yamadığının Yaylalarına götürüyordu.
Virajları dönerek döne tırmandıkça, yükseldikçe hava inceldi, gökyüzü berraklaştı. Nihayet 2.500 metre civarında, bulutların üzerinde bir yapı belirdi: devasa, sessiz, ürpertici bir otel…
Yaklaştıkça anlaşıldı ki bu bir turizm tesisi değil, terk edilmiş bir rüya.
Kapısı zincirle kilitlenmişti, ama arka taraftan binaya rahatlıkla girilebiliyordu.
O an aklıma Nasreddin Hoca’nın türbesi geldi: Kapısı kilitli ama her yanı açık…

Gülüştük önce, ama ardından içimizi ağır bir hüzün kapladı.
Emekli bir Görsel Sanatlar öğretmeni olarak içeri adım attığımda gördüklerim, bir mimari eserin değil, bir vizyonun çöküşüydü. Duvarlar kırık, camlar paramparça, fayanslar dökülmüş, kalorifer kazanı sökülmüş, trafolar yerlerdeydi. Otelin odaları, bir zamanlar misafir ağırlamak için değil, sürü barındırmak için kullanılmış. Koku ağır, yerler kurumuş gübreyle kaplıydı.
İnsan eliyle yapılan bir eserin, insan eliyle bu denli hoyratça bırakılışını görmek, bir sanatçının yüreğinde derin bir yara açıyor.
Soru: Nerede Yanlış Yapıldı?
Bunca yatırım, bunca emek…
Eğer tesis 14 yıldır açılmıyorsa, bunun bir teknik nedeni mi var?
Yoksa yer seçimi hatalı mıydı?
Ulaşım, kar kalitesi, pist eğimi mi uygun değildi?

Yoksa bu sadece bir “gösteri yatırımı” mıydı?
Sorular, dağın sessizliği kadar ağırdı.
Yama Dağı’nın zirvesinde, rüzgârın uğultusuna karışan bu sorular yankılanıyordu:
“Neden yapıldı? Kimin için yapıldı? Neden korunmadı?”
Kayıp Bir Yatırımı Yeniden Kazanmak
Bu tesisin kaderi, böyle bir terk edilmişliğe mahkûm olmamalı. Hemen bugün alınabilecek basit adımlar bile bu tabloyu değiştirebilir:
Koruma ve Güvenlik: Bina acilen koruma altına alınmalı, kamu malı tahribatı önlenmelidir.
Yayla ve Doğa Turizmi: Yazın dolup taşan Yama yaylalarıyla bütünleşik biçimde doğa turizmine entegre edilmelidir.
Gençlik Kampı / Spor Kampı: Tesis, yaz-kış eğitim, kamp ve yüksek irtifa spor merkezi olarak düzenlenebilir.
Bir Sessizliğin Ardından
Yama Dağı’nın bu sessiz zirvesi, sadece bir tesisin değil, ihmal edilmiş bir umudun da sembolüdür.
Yama Dağı’nın zirvesinden dönüş yoluna koyulurken, rüzgârın uğultusu kulaklarımızda yankılanıyordu.
Aşağıda sislerin içinde kaybolan otel, sanki unutulmuş bir masal diyarı gibiydi. Bir zamanlar umutla temeli atılan, kışın neşesini Malatya’ya getirmesi beklenen o Kayak Merkezi, şimdi yalnızca rüzgârın ve hayvanların sesini dinliyordu.

O an aklıma Ahmet Kutsi Tecer’in dizeleri geldi:
“Orda bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür;
Gezmesek de, tozmasak da,
O köy bizim köyümüzdür.”
Ve ben içimden şu ironiyi mırıldandım:
Orda bir Kayak Merkezi var uzakta,
O Kayak Merkezi bizim Kayak Merkezimizdir.
Gitmesek de, kaymasak da,
O Kayak Merkezi bizim Kayak Merkezimizdir...
Dağın rüzgârı bu sözleri alıp zirveye taşıdı sanki. Belki bir gün, bu dağın hüzünlü beyazı yeniden insan sesleriyle, çocuk kahkahalarıyla, karın gıcırtısıyla canlanır. O gün geldiğinde, bugün çektiğimiz bu fotoğraflar bir utanç değil, bir uyanış belgesi olarak hatırlanır.
https://fikridemirtas44.blogspot.com/2025/10/yamadagnn-huzunlu-beyaz-bir-kayak_31.html
Fikri DEMİRTAŞ






