Deterjanla Yıkanan Yollarımız ve Avrupa'nın Çöpü
..Böyle bir ortamda, başta Yeşilyurt olmak üzere belediyelerimizin saniyede litrelerce su akıtan hortumlarla caddeleri yıkamasını eleştirmek ilk bakışta belki..
Ilgın YALVAÇ
‘‘İnsanlık doğayla savaşıyor. Bu bir intihardır. Doğa her zaman cevap verir ve bunu şimdiden artan bir güç ve öfkeyle yapıyor.’’
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres geçtiğimiz yılın Aralık ayında sarf etmişti bu cümleleri.
‘‘Tutkulardan intihar / Günlerden Çarşamba / Ve ölmekten bir sayfa / Sayfa…
Yarınlardan Perşembe / Tutkulardan intihar / Ve ölmekten bir gün daha / Vardı önünde…’’
Bu cümleler de Hümeyra’nın 1990 tarihli, aynı adlı albümünde seslendirdiği 'Tutkulardan İntihar' adlı şarkısında yer alıyor.
Tutkularımız arasında intihar, hatta kitlesel bir intihar yoksa, bir an evvel harekete geçmemizde fayda var; çünkü gezegenimizi yok ediyoruz.
Bu intiharın önüne geçmenin yolu ise gezegenimizdeki hayatın anlam, önem ve değerini sahici biçimde kavramak ve bu hayatı tehdit eden gerçekleri görmekten geçiyor.
Evet, beyler, bayanlar ve beylerin bayanların isteyerek veya istemeyerek geleceğini ellerinden aldığı masum çocuklar; bu bir takım oyunu.
Bu takım oyununda ne kadar başarısız olduğumuz üzerine birkaç kelam ederken gelin bu takım oyununun bizle en yakın temas noktaları üzerinde duralım.
Geçenlerde renklendirilen bir harita yayınlandı. Koronavirüs tablolarından alıştık artık rengarenk haritalara ama bu seferki haritanın renkleri daha donuk ve daha karanlık bir geleceğe işaret ediyor.
Nisan 2021 tarihli, Meteorolojik Kuraklık Durumu'nu gösteren söz konusu haritayı şöyle iliştireyim:
İncelemenize bile gerek yok haritayı; görmeniz kâfi.
Gördüğünüz üzere, içinde Malatya'nın da olduğu coğrafyamızın çok büyük bir kısmı şiddetli kuraklığın pençesinde.
Harita gözler önünde, akıllarda ise tek bir soru: Bu şiddetli kuraklığın çaresi için acil olarak ne yapılmalı?
Zira bu haritayı görüp paniğe kapılmamak için ruhunuzun da bu şiddetli kuraklığa maruz kalıp katılaşmış olması gerekiyor…
Tutkulardan intihar/ Günlerden Çarşamba/ Ve ölmekten bir sayfa…
O Sırada Malatya’da:
Yeşilyurt Belediyesi geçtiğimiz haftalarda, sosyal medya hesaplarından bir video yayınlamıştı. Yeşilyurt Belediyesi'nin temizlik işçileri, foşur foşur yıkıyorlardı caddeleri, sokakları; ‘‘tertemiz’’ yapmak için.
Tabii ki belediyenin temizlik emekçilerinin emeğine saygı duyuyoruz. O ayrı...
Ve fakat suyun, tükenmeyen bir unsur, yer altı kaynakları ise kirlenmeyen bir yapıda olmadığını Belediye yönetimleri bilmeyecekse kim bilecek?
Artık doğal kaynaklarımızla ilgili 'şimdilik neyse' diyebileceğimiz bir konumda değiliz; bu durumu en çok da yerel yönetimlerin bilmesi ve bu hassasiyetle iş ve proje üretmeleri gerekmez mi?
Belediyelerin sosyal medyada beğeni toplama çabası, zaman zaman da yaşanan/yaşatılan skandallar sonrası oluşan kötü imajı düzeltme amaçlı, başarısız PR çalışmaları için hayat kaynağımız suyumuzu israf ederek sözde iş ürettiklerine alkış tutmamız mı bekleniyor?
Oysa, su kaynaklarımız bir bir yok oluyor, suyumuz bitiyor, topraklarımız kuruyor, yağmurlara vesile olan ormanlarımız kesiliyor, su ve gelecek ilişkisi kesiliyor, su yönetimi yerine 'su israf yönetimi' yürütülüyor.
Böyle bir ortamda, başta Yeşilyurt olmak üzere belediyelerimizin saniyede litrelerce su akıtan arazözlerle, hortumlarla caddeleri yıkamasını eleştirmek, ilk bakışta belki de "Bu da mı takdir edilmez? Ne kadar nankörsünüz?" sorularıyla karşılık bulabilir.
Caddelerin temizliği tabii ki çok önemli ve belediyelerin öncelikli işleri arasında yer alıyor. Ama, bir işi yaparken kaynakların makul - mantıklı kullanımı ve çevresel kaynakların sürdürülebilirliği bağlamında planlama yaparak iş üretmek gerekiyor.
Bir de, caddelerin yüzlerce, belki de binlerce kilogram deterjan olduğunu tahmin ettiğimiz kimyasallarla yıkandığını dikkate alırsak, bu büyüklükteki bir kimyasalın yaratacağı çevre kirliliğini, topraklarımızı ve yer altı sularımızı zehirlemesini de hesaba katarak, Yeşilyurt Belediyesi ve benzer yöntemleri kullanan diğer belediyelerimizin "çevre duyarlılığını" sorgulamak yanlış olmayacaktır.
Kimbilir belki de Yeşilyurt Belediyesi’ni Almanya’ya ‘‘Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirme Projesi’’ için gönderdiği ama geri getirme konusunda bazı ‘‘aksaklıklar’’ yaşaması sebebiyle memleketimize döndüremediği (!) vatandaşlarımız geri gelselerdi yolların köpürtülüp on binlerce litre su harcanarak temizlenmesinin mantıksızlığını uygun bir dille anlatırlardı.
‘‘Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirme Projesi’’ adı altında Almanya’ya gidip bir daha da dönmeyen vatandaşlarımıza sorduk tabi günlerce: Almanya’da olup da bizde olmayan neydi? Sorun neydi? Bu ayrılığı neden yaşadık?
Hayır atlatamıyoruz da bu ayrılığın yarattığı travmatik duyguyu; bela bir duygu resmen. Yas (!) sürecindeyiz ama bu yas sürecinin de evreleri birbirine girmiş durumda ruh halimiz darmadağın… Bu arada hemen kısaca belirteyim, yas sürecinin beş evresi olduğu bilinir:
İnkâr / Kızgınlık / Öfke / Pazarlık / Depresyon / Kabullenme
Hangi evrede olduğumuzu bilmiyorum ama Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar Mayıs ayı Meclis toplantısında, 'Çevreye Duyarlı Bireyler'in memlekete dönmemesi skandalını ortaya çıkaran CHP Meclis Grubu'na yönelik olarak şunları söylediğini okuyoruz: “Şu an hem İçişleri Bakanlığımız hem belediyemiz hem de savcılığın soruşturmasında olduğu için geçen ay sizin gündeme getirdiğiniz aslında içinde bulunduğunuz belediyeyi itibarsızlaştırdınız, bütün meclis üyelerimizin o şekilde düşündüğüne inanıyorum. Bizim haricimizde yaklaşık 29 il, 60 kurumda olmasına rağmen Yeşilyurt’un adının özellikle sizin genel başkan yardımcınız tarafından gündeme getirilmesi ayrı bir soru işareti…’’
Üst üste gelen sorgulamalardan sonra vücudu ele geçiren öfke duygusu ‘‘Neden diğer belediyelerin skandalı ortaya çıkarılmıyor da neden biz?" ’diye sorulmasına neden olduğundan kızgınlık/öfke evresinde olduğumuzu düşünüyorum.
Ama tam emin değilim tabii biraz karışık bu işler…
Gelelim bizi öylece bırakıp giden vatandaşlarımızın Almanya Federal Cumhuriyeti’nde, çevre ile ilgili ne gibi davranışlar sergilemek zorunda olduklarına…
Avrupa’nın çoğu ülkesinde uygulanan çöp ayrıştırma uygulaması var. Her çöp aynı torbaya girmiyor, çöp kutularının bulunduğu yerlere anahtarlarla giriliyor, çöpleri yanlış ayrıştırdığınızda ise yüksek para cezaları ödüyorsunuz… Kıtaya belli bir süreliğine gelen her yeni kişiye çöpler nasıl ayrıştırılır onu gösteriyorlar, yeryüzündeki varlıkları sadece çöp ayrıştırmaya bağlıymışçasına. Hoş binbir emekle ayrıştırdıkları çöplerinin çoğunu da bize gönderiyorlarmış ya!
Her neyse..
Almanya genelinde, Türkiye’nin bazı illerinde de uygulandığı gibi, pet şişeler marketlerdeki geri dönüşüm makinelerine atılıyor. Üzerindeki etiketi çıkarmadığınız her pet şişeyi o makineye dönüştürülmek üzere yerleştiriyorsunuz. Bunun karşılığında ise attığınız pet şişelerin depozitoları kadar bir para iadesi fişi veriliyor size. Bu fişleri, isterseniz market alışverişlerinizde indirim çeki olarak kullanıyorsunuz, ya da doğrudan market kasalarından nakit paraya çevirebiliyorsunuz. Bu sayede yollarda hiç pet şişe kirliliği falan yok.
Malatya’da da yapılsaydı bu uygulama belki oraya yine aynı proje adıyla giden diğer vatandaşlara hava atarlardı:
-Bizim oralarda da vardı bundan canım!
Fena olmaz mıydı Malatya'da da ihtiyaç dışı pet şişe üretimini azaltıcı bir şekilde, ilgili şişelere depozito uygulanması ve bu depozitoların, şişelerin belli bir noktada iadesi sonucu akbile yüklenen veya market fişi olarak geri ödemesinin yapılması? Ah işte hayaller, şimdi ise hayatın acı gerçeklerine gelelim:
Greenpeace’in son raporlarında da açıkladığı üzere Avrupa’daki plastik atığın 1/3’i Türkiye’ye getiriliyor ve geri dönüşüme uygun olmayan şekillerde göllerimize, denizlerimize, topraklarımıza karıştırılıyor, bilinçsiz bir şekilde yakılıyor. Zehir bize akıyor, oluk oluk zehirleniyoruz.
Kısacası, kendi topraklarında çok güzel geri dönüşüm ilkeleri uygulayan ülkeler, çöplerini kendi ülkelerinde ayrıştırıp bize gönderiyorlar(dı?), ülkemizi paralı çöplüğe çeviriyorlar(dı?).
Tabii kamuoyuna yansıyan plastik atıkların çoğunluğunun başka ülkelere gönderilmesi durumu o diyarlarda biraz yaygara kopmasına sebep oluyor. ‘‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ mantığı pek sirayet etmemiş gibi o diyarların çoğu seçmenine. Çünkü o yılan bin yaşadığında dönüp dolaşıp beni bulur diyorlar.
Buralardaki gibi yıllarca gözünden uzak olan çevre talanına susanların sıra kendi yaşam alanlarına gelince zalimi görmeleri gibi değil yani. Hoş zalim oraya gelince şaşırtıcı bir teklif de sunmuyor değiller:
-Buraya değil yan köye geçin ağam…
Ayyy, zalim şok tabii, bu teklif karşısında napsın?
Olayımızdan şaştık, meselemiz plastik çöplük..
Yine yazayım buraya Lalalar grubunun ‘‘Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder’’ şarkısının ilk kısmından bir bölümü, çok sevdim napayım duramıyorum yazmadan, bana her şey o şarkıyı hatırlatıyor.
‘‘…Tabii her satıcının var bir alıcısı
Kapitalizmin de payı büyük ama
Müjdemi isterim arkadaşlar
Kölelik evvela kafada başlar..’’
Adeta, Avrupa’nın 1 numaralı, dünyanın ise 10 büyük plastik çöplüğüne çevrilen Türkiye, kendisine hiç de övünülmeyecek bu unvanları, bu çöpleri ithal ederek kazanıyor.
Her satıcının var bir alıcısı var tabii, vahşi kapitalizmin de payı büyük ama…
İngiltere’nin 2020 yılında Türkiye'ye ihraç ettiği plastik atıkların, 210 bin ton civarında olduğunu belirten araştırmacılar, atıkların Türkiye'de geri dönüştürülmek yerine, bir kısmının yollara, tarlalara ve su kaynaklarına atıldığını ve yakıldığını tespit etti. Son günlerde dolaşımda olan videoyla Britanya’nın plastik geri dönüşüm politikası eleştirildi ve yetkililere plastik atıkların başka ülkelere ihraç edilerek çevreye zarar vermeye devam edilmesi sebebiyle tepki gösterildi.
Bizim, çevreci kamu spotlarını onbinlerce lira karşılığında yayınlayan TV'lerimiz değil ama elin Britanyalısının BBC'si, aralarında kendi ülkesinin de olduğu birçok Avrupa ülkesinin Türkiye'ye yaptığı çöp ihracının Türkiye'de yarattığı doğa katliamına dair belgesel nitelikte haberler yaptı ve durumun vahametini ortaya koydu.
Avrupa kamuoyunun hükümetlerine yaptıkları baskılar ve BBC'nin bu tarzdaki haberlerinin sonucunda, 18.05.2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir Karar ile Ticaret Bakanlığı ‘polietilen’ ithalatını yani plastik hurda ithalatını yasakladı.
Olaya bakar mısınız?
Türkiye'nin Avrupa ülkelerinin çöplüğü olmasına Türkiye'den tek bir itiraz yok; itirazı yine o ülkelerin kamuoyları ve medya kuruluşlarının yaptığı eleştirel haberlerde görüyoruz. Bu eleştiri ve itirazların sonucunda Ticaret Bakanlığımız Avrupa'dan plastik hurda ithalatını yasaklamak zorunda kalıyor.
Türkiye plastik çöplüğüne döndükten sonra alınan bu karar için 'yetmez ama evet' demek dışında bir şey diyemiyoruz; belki de zararın neresinden dönersek kardır deyimini ilave edebiliriz ancak.
Avrupa'nın çöpü konusundaki bu ‘Arz-Talep’ grafiğinin azalarak bitmesini gerçekten can-ı gönülden diliyorum; çünkü aşısı olan bir hastalığın tek doz aşısına dahi henüz ulaşamadığım için benim kendi ülkemde gidemediğim deniz kıyılarına Avrupa’nın çöpleri gidebiliyor. Ne acı…
... Ve bunları normalleştirelim arkadaşlar, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve 2020 yılının Mart ayında her yere yayılarak dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgını (şu tanımı ben de kullanayım da içimde kalmasın) yüzünden bir sürü ekonomik sıkıntı var ülkede, azıcık fedakarlık lütfen!
Müjdemi isterim arkadaşlar, kölelik evvela kafada başlar..
İnsanlık olarak çok büyük bir sınavdan geçeceğiz, yeterince uzun olan bu yazının sonlarına, yazıya yeni bir tanım ekleyerek ulaşmak istiyorum: Göç yolları üzerinde olan bir ülkeyiz; bu hepimizin malumu artık. Ama iklim değişikliği de bir göç sebebidir ve bu günler gerçekten uzakta değil. Özelden genele yayarak alışkanlık haline getireceğimiz bazı davranışlarla bu iklim krizinden en az zararla çıkmanın yoluna bakmalıyız. Bir bardak suyun bile altın kadar değerli olduğu zamanlara çok uzak değiliz artık. İhtiyacımız kadar alıp, ürettiğimiz çöpü azaltalım, 2020 yılı itibarıyla bazı yabancı borsalarda işlem görmeye başlayan gezegenimizin ortak hazinesi suyumuza, doğamıza sahip çıkalım.
Önce evimizde sonra yerel yönetimlerde acil önlemler alalım.
Kaldırımları, yolları, halıları foşur foşur yıkamayalım, yüzlerce, belki de binlerce ton deterjan ile sularımızı, topraklarımızı zehirlemeyelim. Havamızı kirletenlere karşı sağlam duruş sergileyelim. Ek olarak da havai fişek kullanımını bir an önce bitirelim. Dünya’dan başka evimiz, yurdumuz yok.
İlave olarak, tabii ki Kızılderili Şef'in zaman üstü uyarısını kulağımıza küpe yapalım:
"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda ve son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak".