SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"15 Temmuz Bir İşgal Hareketiydi"

0
Güncellendi - 2017-03-31 05:12:58
A- A+ PAYLAŞ

  • Malatya'daki çalıştayda konuşan TRT Genel Müdürü Göka, 15 Temmuz'un bir işgal girişimi olduğunu söyledi

İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nce düzenlenen  “15 Temmuz Çalıştayı” Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapıldı. Çalıştaya TRT Genel Müdürü Şenol Göka’da katılarak, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

-MEDYADA KAHRAMANLIK SERGİLEDİ

Darbe girişimi esnasında Türkiye’deki medya ve medya mensuplarının kendi meslekleri içerisinde özel bir kahramanlık gerçekleştirdiğini belirten TRT Genel Müdürü Şenol Göka, “Milletimiz o gün fert fert çok büyük kahramanlıklar gösterdi, ama medyada kendi alanına düşen görevi yerine getirmekle ayrıca bir kahramanlık sergiledi. Tamam; medya mensuplarının elinde belki silahlar yoktu veya belki hepsi kendilerini tankların önüne atamadı veya uçaklara karşı bir şey yapmadı, ama görevlerini yerine getirmek için çırpınışları ve demokrasimize ve ülkemize sahip çıkmak için duyurmaya uğraştıkları bütün konular, hem yurtiçini, yum yurtdışını kendi meslekleri içerisinde özel bir kahramanlık olarak addedilebilir.  Dolayısıyla milletin tamamı kahramandı, Ömer Halisdemir’ler başta olmak üzere, hem saygıyla, hem rahmetle anıyorum kendilerini, ama kendi alanları içerisindeki görevlerini yerine getirmek açısında da birçok meslektaşımızda kahramanlık sergiledi.” dedi.

- HER HANGİ BİR MİLLETİ TEMSİL ETMEYEN İŞGALCİ DUYGUSU İLE HAREKET EDEN BİR YAPIYDI

15 Temmuz’da yaşanılanın bir darbe girişimi değil, bir işgal girişimi olduğunu, bunun ise vatan ve millet duygusu olmayan bir yapının dış destekli olarak gerçekleştirmeye çalıştığını anlatan TRT Genel müdürü Göka şu şekilde konuştu;  “Bu kalkışmanın nasıl cereyan edebildiği halen kafalarda, yani hem psikolojik acıdan, yani bireysel psikolojik acıdan, hem de sosyolojik acıdan gerçekten ayrı ayrı incelenmesi gereken kayda değer şeyler. Çünkü kolay kolay böylesine bir kalkışmanın yapılabilmesi, yani kendi milletine silah doğrultulabilmesi veya kendi vatanına bir şekilde kaos yaratacak şekilde, böylesine bir kalkışmanın gerçekleştirilmesi akılların alacağı bir şey değil. Yani şöyle bir düşünecek olursanız; diyelim ki TRT’nin civarlarındasınız, çevresindesiniz,  uçaklar geçiyor, hemen arkanıza bombalar atılıyor, özel harekat ve bu arada biz her yere bomba atılıyor sanıyoruz,  ama bir kısım bomba değilmiş onların, yani egzoz patlatıyorlarmış, öylede tabir ediliyor, bilmiyorum ‘Sonik Patlama’ diyorlar. Fakat ‘Her yer bombalanıyor’ hissine kapılıyorsunuz. Bunu kendi askerinizin yapabilmesine asla akıl erdiremiyorsunuz. Zaten mümkün değil, bunu olsa olsa işgal gücü yapabilir. Ve düşünün; TRT’nin çevresindesiniz Meclis’in oraya, Genelkurmay’ın oraya Kızılay’a felan inmiyorsunuz, daha, yani Gölbaşı’nda oturuyorsunuz, o civarda, Oran tarafında oturuyorsunuz ve üzerinizden uçaklar geçiyor. Patlamalar var, helikopterler o makinalı tüfeklerle ateş ediyorlar, siz böyle bir durumda darbe diye mi düşünürsünüz bunu, saat 10. 00-11.00 civarında oluyor bütün bunlar, 11.00-12.00 arası gibi. Çünkü bildiğimiz darbeler sabaha karşı olur, radyolardan, televizyonlardan marşlar okunur, filan böyle bir şey olur. Sessizce yapılır ve sessizce yapıldıktan sonrada, bildiriler okunur, ilanlar edilir, denilir ki ‘Yönetim el değiştirdi,’ bilenen bu. Fakat saat 11.00-12.00 gibi uçakların Meclis’i bombalaması, TRT’nin etrafını, işte Özel Harekatı bombalaması, tabi her yer bombalanıyor düşüncesi o egzozdan dolayı oluyor, oralarda oturan vatandaşlar olarak aklınıza ilk gelen ülkeniz işgale uğruyor, yabancı bir güç saldırıyor. Bu olabilir, akla başka bir şey gelmez. Ve bunu gören vatandaşlarımız Gölbaşı ve civarını kast ediyorum;  çünkü biz aşağılarda çok ne olup bittiğini bilemedik ilk saatlerde, bulabildiği alana, toplu olarak nerelere gidilebiliyorsa oralara gitmeye çalışıyor. Polis Özel Harekat Merkezi’ne gitmeye çalışıyor, TRT’nin önüne gelmeye çalışıyor veya neresi varsa, yani bir anda nerede olunabilecekse, ülkelerini nasıl müdafaa edebileceklerse onu yapmaya çalışıyorlar. İçgüdüsel olarak bunu yapmaya çalışıyor. Çünkü her hangi bir haber yok, her hangi bir bilgi yok, sadece uçaklar geçiyor, helikopterler ateş ediyor, yani tamamen güçlü silahlarla, bunlar yapılıyor. Olsa olsa bu bir savaş hali ve işgal olabilir,  ülkeniz işgal ediliyor düşüncesinde. Bunu özellikle vurgulamak istedim. Çünkü gerçekten bir işgal hareketimiydi,  yoksa bir darbe kalkışmasımıydı. Bu konuda sizi biraz düşünceye sevk etmek istiyorum. Kanaatim odur ki; vatandaşın ilk algıladığı düşünce doğru. Yani bu bir işgal hareketiydi. Kimin işgaliydi? Orası meçhul. Yani şu ulusun, şu ülkenin, şu milletin veya şu askeri gücün diye tanımlamak gerçekten mümkün değil. Bunu ancak olsa olsa vatan duygusundan, millet duygusundan arındırılmış insanların yapabileceği bir eylem olarak değerlendirebilirim.  Şimdi öylesine masum bir kitle var ki karşı tarafta ülkesini savunmaya çalışan, siz uçaklarla, helikopterlerle bunların üzerine ateş ettiğinizde belki de onlar çok yakınlarınız, belki arkadaşlarınız, belki komşunuz, belki hakikaten akrabalarınız var içlerinde, bilmiyorlar,  çünkü masum insanlar onlar. Sadece ülkelerini korumak için bir şekilde yapabildikleri tepkiyi göstermeye çalışıyorlar ve kendi vücutlarını ortaya koyuyorlar. Bunu bir başka bir millet bile yapamaz arkadaşlar. Yani düşünün; Alman, İngiliz, Amerikan, her neyse, adı ne olursa olsun, her hangi bir millet dahi böylesine bir işgal hareketine girişse;  meydanlara masum bir şekilde toplanmış, buna tepki gösteren insanların üzerine hedef gözetmeksizin ateş edemez veya bu şekilde bombalayamaz. Böyle bir şey olamaz. Bunu kim yapabilir? Yani her hangi bir millet mensubu olan, her hangi bir milletin hüviyetini taşıyan birisi veya birileri veya bir grup bunu yapamaz. Böyle bir şey olmaz. Savaş hukukuna da terstir, insan ahlakına da terstir. Yani sivil insanlar toplanmış, onların üzerine ateş ediyorsun. Böyle bir şey yok. Bunun kim yapabilir? Bunu yapsa yapsa vatan duygusu taşımayan insanlar yapabilir, millet duygusu taşımayan insanlar yapabilir. Her hangi bir yerde, dünyanın her hangi bir yerinde yaşayabileceğini düşünen, orayı yaşanabilecek her hangi bir yeri vatanı kabul eden, yani vatan duygusu yok ama, ‘Yaşanabilecek bir yer olsun fark etmez .’ diyen veya ‘Sohbet edilebilecek, birlikte hareket edebilecek veya yatırımları birlikte yapabileceğimiz insan topluluklarını’ millet olarak kabul eden bir anlayış bunu yapabilir. Bu anlayışta zaman içerisinde milletsizliği ve vatansızlığa doğru asimile edilmiş insanlardan çıkar. Ben bunu böyle tanımlamayı da uygun görüyorum. Yani vatansız insanlar, milletsiz insanlar, vatan duygusu ve millet duygusu taşımayan, yıllarca süren telkinlerle vatansızlığa ve milletsizliğe doğru asimile edilmiş olan, ancak asimile edilmiş insanlar bunu yapabilir. Asimile edilmiş olan böylesine bir topluluk;  masum bir şekilde ülkelerini, vatanlarını, başkentlerini, çünkü değir taraflardan haberleri yok insanların, korumak için ortaya atılan insanların üzerine ateş ediliyor ve bu insanları hunharca katlediyor. Dolayısıyla da o gün, o gece 15 Temmuz’da vatan duygusu olanlarla, vatan duygusu olmayanlar veya yıllar süren telkinlerle vatansızlığa doğru asimile edilmiş olan, millet duygusu olanlar ve kendilerini bir milletten hissedenlerle, kendilerini her hangi bir milletten hissetmeyenler, dünya vatandaşı veya dünyanın her hangi bir yerinde bir toplulukta idare edecek insanlar olarak görenlerin kapışmasıydı. Ve bu kapışma belki çok güçlü silahlarla olmadı, karşılıklı olmadı, ama öylesine büyük bir cesaretle, böylesine büyük bir silah gücünün karşısında duruldu ki, vatan duygusu, millet duygusu veya her hangi bir millete ait olma duygusu vatansızlığa ve milletsizliğe doğru asimile edilmiş olanları yendi ve o mücadele halen devam etmektedir. Burada medyanın alacağı tavır son derece önemliydi. Çünkü daha önce biliyorsunuz bu tür darbelerde veya bu tür kalkışmalarda mutlaka medya bir zemin hazırlardı ve medyanın hazırladığı zeminden sonra bir aktifleştirme mümkün olur ve bu aktifleştirme neticesinde de darbe kabul edilirdi veya kabul ettirilirdi. Ama bu defa öyle olmadı. Yani hiçbir şekilde bir ortam alan, aleni bir ortam alanı olarak değerlendirilen medya böyle bir şeyi kabul etmedi. Yani ‘Bizim ortamımızda bunu kabul etmiyor’  diyerek direndi ve hakikaten de gür bir sesle ve cesur bir sesle, cesaretle bütün dünyaya da ‘Bu kabul edilemez’ diyerek, o yüzden özellikle medyanın 15 Temmuz’daki ilk saatlerden itibaren, sabah ilk ışıkları görmeye başladığımız zamanlara kadar mükemmel bir direniş gösterdi. Bu direnişi bir şekilde göstermek zorundaydı, çünkü kendisini öyle yada böyle bir milletten veya bir vatandan hissediyordu, bir vatana bağlı hissediyordu. Karşıdaki de bir darbeciden çok, bir cuntacıdan çok bir işgal gücü duygusu ile hareket eden, ama her hangi bir milleti temsil etmeyen işgalci duygusu ile hareket eden bir yapıydı.”

-TÜRKSAT GÖREVLİSİNİN VÜCUDUNDA 60’DAN FAZLA MERMİ…

Göka, 15 Temuz’da yaşanılanların bir darbe anlayışı olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ederek, “Düşünün Türksat’ta Ahmet Özsoy arkadaşımızı şehit ediyorlar, bu şahadet,  biz tabiî ki şahadet olarak kabul ediyoruz, onlar belki katlettiklerini düşünüyorlar, ama hiçbir darbecinin yapmayacağı bir eylem gerçekleşiyor. 5 metreden veya bilemediniz 7-8 metreden bütün bir bölük veya önde bulunan asker grubu üzerine ateş ediyor.  Sivil bir insanın üzerine ateş ediliyor. Bu nasıl bir hırstır. Bu nasıl bir ele geçirme duygusudur. Sonuçta sivildir. İki tane asker gönderirsiniz, derdest edersiniz, kaldırırsınız, etkisiz hale getirirsiniz. Üzerinden 60 küsür mermi, arkadaşlar bu kabul edilebilecek bir şey değil ve 5 metreden, hadi bilemediniz 7-8 metreden bu nasıl bir anlayıştır, yani bu bir darbe anlayışı bile değildir. Bu bambaşka bir şey. Nasıl bir hırsla hareket edilir, nasıl bir yok etmeyle artık geldilerse, düşüncesiyle geldilerse böylesine de vahşi bir saldırıyla karşı karşıyaydık o gece. Dolayısıyla her yere böylesine bir saldırı var.” diye konuştu.

-HER LİDERE NASİP OLMAYACAK BİR DURUM…

15 Temmuz darbe gecesi Cumhurbaşkanı Recep tayip Erdoğan’ın vatandaşlara yaptığı çağrı ve bu çağrının etkilerini değerlendiren Göka şu ifadeleri kaydetti;   “Beyefendi, yani cumhurbaşkanımız, meydanlara davet edinceye kadar, bir şekilde dağınık bir başkaldırı vardı, dağınık bir direniş vardı, ondan sonra çok bilinçli ve biran önce netice almaya yönelik ve üstelikte canını hiçe sayarcasına. Neden beyefendinin daveti, cumhurbaşkanımızın daveti bu kadar etkili oldu? Bunu belki şöyle açıklamak mümkün; çünkü 15 Temmuz öncesine biraz gidecek olursanız, hatta birkaç senesine öncede gidecek olursanız bütün gerçekleşen eylemlerden ve bunun Batı’da yansıyan şeklini, özetlerini böyle toparlayacak olursanız, bunun zaten bilinçli olarak oraya kadar getirilen, yani dışarıdan bütün gazete manşetlerini, televizyon programlarını dikkatle incelmeyecek olursanız, dışarıdan bahsediyorum, dışarıdaki medyadan buraya doğru getirilen bir süreç olduğunu görüyorsunuz. Yani  Beyefendiye karşı, yani Cumhurbaşkanımıza karşı, Cumhurbaşkanımızın temsil ettiği güce karşı veya bir uyanmaya, dirilişe karşı böylesine bir hamle gerçekleştiriliyor ve bu hamle son kozunu, son güçlü kozunu 15 Temmuz’da oynamak istiyor ve açıktan oynamak istiyor. Daha sonra malumunuz bu hamle devam ediyor, bu süreç devam ediyor.  Cumhurbaşkanımızın o daveti işte sadece bir siyasi liderin daveti olarak algılanmamalı. Çünkü Cumhurbaşkanımız kanaatimce sadece bir siyasi lider yada yönetici yada bir sistemin başında bulunan bir insan değildir artık. O yıllardır bu coğrafyanın beklediği, yıllardır bu coğrafyada kendisini zülüm, eziyet altında hisseden insanların umudu haline dönüşmüş ve dirilişlerinin sembolü haline gelen ve bir bakıma artık o silkinişin, o ayağa kalkışın özeti haline gelen bir kişilikti.  Dolayısıyla da Cumhurbaşkanımızın meydanlara insanları bir cep telefonuyla davet edebilmesi veya getirmesi insanların bizzat kendilerine karşı yapılan bu hareketi artık kabul edemez hale gelmeleri ve bunu bir şekilde meydanlarda, sokaklarda işte TRT’nin önünde, Genelkurmay’ın önünde, köprüde, her yerde bir direniş hareketine dönüştürerek haykırmasıydı. Çünkü Cumhurbaşkanımıza bir zarar gelecek olsa veya Cumhurbaşkanımızla ilgili her hangi olumsuz bir durum gelişecek olsa millet çok iyi biliyordu ki kendisine zarar gelecek. Çünkü kendisi ile özdeşleştirmişti O’nu. O’nun kişiliği, kimliği ve yürüttüğü mücadele millet tarafından çok iyi benimsenmişti, anlaşılmıştı. Dolayısıyla artık O’nun kendi şahsına, kişiliğine yönelen her hangi bir hareket bizzat millete yöneltilmiş anlamına geliyordu. O yüzden O’nun daveti milletin kendisini bizzat var oluşu olarak ortaya koyma anlamına geliyordu ve buda gerçekten önemli bir direnişe, dirence dönüşmüştü. İşin bu kısmını çok önemsiyorum. Çünkü bu kolay kolay herkese nasip olabilecek, her lidere nasip olabilecek bir şey değil. Medya işte bu liderliğin millete taşınmasında, milletin bir millet olarak var olmasını çok güçlü bir şekilde hissetmesinde farkında olarak yada olmayarak yıllarca önemli bir rol üstelendi. Ama eleştirerek, ama karşısında durarak, ama yanında durarak.  Fakat sonuç olarak; yıllarca işlenen böyle bir lider ortaya çıktıki bu coğrafyanın, bu milletin bir özeti haline geldi. Hem dış saldırılar dolayısıyla, hem içerden o dış saldırılara işbirliği oluşturacak şekilde kurulan kumpaslar dolayısıyla her bir merhale atlattıkça veya her bir kumpası geçtikçe ve her mücadeleden bir şekilde daha güçlenerek çıktığında millette kendini aynı şekilde daha güçlü hissetmeye başladı. Ve o gün eğer o davet olmasaydı veya o gün Allah korusun, O’na bir şey olsaydı millet belki kendisine bir şey olmuş, kendisine bir şey yapılmış gibi çok büyük bir travma yaşayacaktı. Dolayısıyla da millet işte o davete öylesine icabet ettikti ve yıllarca da medyanın olumlu yada olumsuz tepkileri hepsini birlikte değerlendiriyorum, öylesine O’nunla özdeşleşti ki her şey,  millet bir bakıma kendi var oluşunu O’nun var oluşu ile özdeşleştirerek O’nun davetine icabet etti ve bu işgale kalkışanları haddini bildirdi.”

- ULUSLARARASI İLİŞKİLERLE DE BAĞI OLAN BİR İŞGAL HAREKETİYDİ

15 Temmuz’un uluslar arası ilişkilerle de bağı olan bir işgal girişimi olduğunu belirten TRT Genel Müdürü Şenol Göka, “Dolayısıyla o gece, önce en olduğu çok anlaşılmadı, biliyorsunuz. Çünkü yıllar süren telkinlerde oluşan bir asimilasyon gerçekleştirildi dedim ya, o gece bile o asimilasyonun gerçekleşme şeklini bizzat gördük. Yani o gece de başlangıç ta işgal yada darbe demediler.  Bir kalkışma olacak, yani sansasyonel bir saldırı olacak, o sansasyonel saldırıya karşı önlem alınıyor. TRT’ye girişleri de bu şekilde, yani bir yalanla, hem İstanbul’daki TRT’ye girişleri, hem Ankara’daki TRT’ye girişleri ve birçok yerde o  zavallı askerleri, yani erleri onları sürükleyişleri bu şekilde bir yalanla gerçekleşiyor.  Yani bir DAEŞ, bir IŞİD saldırısı gerçekleşecek ve bu saldırı biraz daha sansasyonel olacak. Çünkü daha önce biliyorsunuz bir-iki gün önce veya bir gün önce böyle bir olay Nis’te gerçekleşmişti, her yolu denediler, kamyon denediler. Bu seferde uçakla bir saldırı gerçekleştirilecek, uçakla gerçekleştirilecek saldırıya karşı önlem alınacak, köprü tutulmuş, Genelkurmay’ın etrafı tutulmuş, Meclis’in etrafı tutulmuş, dolayısıyla TRT’nin hem İstanbul’daki, hem Ankara’daki çevresi sarılmış ve TRT tutulmuş, amaç neymiş; bu DEAŞ’ın gerçekleştireceği sansasyonel büyük saldırıya karşı önlem almakmış. Askerler bu şekilde kandırılıyor. Hatta öyleki TRT’ye girdiklerinde aşağı yukarı bir yarım saat aynen bu gerekçeyle hareket ediyorlar. Diyorlarki, ‘Herkesten şüphelenmek zorundayız, bir IŞID sızması var, bu IŞİD sızmasına karşı biz önlem almak zorundayız, içinizde herkes IŞİD olabilir, o yüzden herkesi bağlamak, hatta yatırmak zorundayız. Hatta bazı ses kayıtlarında verildi, itiraz eden olursa vururuz, şeklinde veya soru soran bile olursa vururuz, biz hepinizin IŞİD olduğundan şüpheleniyoruz, çünkü önemli yerlere sızdılar, sansasyonel bir kalkışma olabileceği şüphesiyle önlem alıyoruz.’  Bir yarım saat kadar böyle gerçekleşiyor ilk girişler. Daha sonrada bizim birkaç arkadaşımız o muameleden dolayı, ‘Ya bizim neremiz IŞİD’e benziyor veya DEAŞ’a benziyor, yani hiç mi buraya gelirken haber almadınız, hiçbir araştırma yapmadınız. Yani özgeçmişlerimize bakmadınız, niye böyle yapıyorsunuz’ dendiğinde darbe olduğu ortaya çıkıyor.  Yani, ‘bu bir darbedir’, hatta ne diyor, ‘Mısır baharını gerçekleştiriyoruz.’ O yüzden diyorum; uluslararası her hangi bir etkiden veya uluslar arası bir ilişkiden şüphelenmemek mümkün değil. Zaten hani başında da söyledim; dışarıdaki medyanın yavaş yavaş hazırladığı, birkaç yıldır hazırladığı, ona göre manşetler attığı ve 15 Temmuz’a kadar getirdiği bir süreçten bahsediyoruz. Nitekim; darbecilerin o  ‘Mısır baharını gerçekleştiriyoruz’ söylemi de bize hiç yabancı bir şey değil. Mısır’dan biliyoruz veya Arap Baharı rüzgarından biliyoruz. Onun içinde bunu bir darbe olarak değerlendirmek ve her hangi bir şekilde yıpranan yönetime karşı umut olarak görünen askerin bir girişimi olarak değerlendirmek mümkün değil. Olsa olsa uluslararası ilişkilerle de bağı olan bir işgal hareketiydi. Ama bu işgal hareketinin acımasızlığı da ancak asimile edilmiş yıllarca milletsiz ve vatansız olduklarına inandığım insanların yapabileceği şeydi ve bu yapı. İşte medya her hangi bir darbe olarak bunu algılamadığı için, ama kim olursa olsun, hangi görüşten, hangi düşünceden olursa olsun,  bunu bu şekilde bir darbe olarak algılamadı ve tamamen bir işgal hareketi olduğunu düşündüğü için veya en azından içgüdüsel olarak aynen vatandaşımızın algıladığı gibi, böyle algıladığı içinde buna böyle karşı durdu.  Dolayısıyla da vatandaşımızla birlikte o kahramanlığa onlarda ortak oldu.” şeklinde konuştu.

- KADINLAR VATANSIZLARA KARŞI, VATANLARINI, YANİ BİZZAT KENDİLERİNİ SAVUNACAK ŞEKİLDE ÖNE ÇIKTILAR

Göka, 15 Temmuz’a ilişkin değerlendirmelerini şu şekilde sürdürdü; “Özelliklede kadınlara dikkat çekmek istiyorum; bir vatanı vatan olarak algılatabilen kanaatimce kadınların durumu. Hani biz ana ocağı diyoruz ya, yani bulunduğumuz yerin ocak olabilmesi, kucak olabilmesi ve kendimizi belli bir yere ait hissedebilmemiz bizzat Cenab-ı Allah’ın Rahim sıfatını yansıtması dolayısıyla kadınlarla anlatıyor. Dolayısıyla da o yeri eğer vatan olarak adlediyorsak orada mutlaka bir ana tarif edilmeli veya bir anadan bahsedilmeli veya kadından bahsedilmeli.  Onun içinde ilk darbede dikkat edin; ilk cesaretle askerin üzerine giden yani o kalkışmacı ve işgalci askerin, bunu mutlaka ayırmak gerek, çünkü hakikaten topyüken askeri darbeci olarak suçlamak çok yanlış olur, o kalkışmacı veya o işgalci güçlerle işbirliği içerisindeki terörist grubu diyelim,  bunlara ilk karşı duranlar, dikkat edin bütün o görüntülerde, hem kamera kayıtlarında, hem de bizzat çekilen, yani o MOBESE kayıtlarında, hem bizzat cep telefonları, yada normal kameralarla çekilen görüntülerde kadın var.  Üstelikte öylesine bir cesaretle karşı duruyorlarki, başlangıçta şöyle diyebilirsiniz; ya sen o silahın nasıl patladığını bilmiyorsun veya o tankın nasıl ezdiğini bilmiyorsun, askerlik yapmadın, bu silahla karşı karşıya gelmedin, o yüzden kendini bu kadar cesur hissedebilirsin. Hayır, öyle değil, arkadaşlar. Gördüler, patlamayı da gördüler, vuruldular da, itildiler de, altta da kaldılar ama yinede karşı durdular ve öylesine bir cesaretle karşı durdular ki hakikaten bunu her hangi bir güçle yada her hangi bir ne bileyim eğitimle açıklamak mümkün değil. Bu noktayı şununla açıklayabiliriz, hani az önce dedim ya, bir vatan duygusu var, vatan duygusunu taşıyanlarla vatansızlar arasındaki bir mücadeleydi. Vatan duygusunu taşıyanları neyse özetlemeye çalışmıştım; Rahimle, anneyle, kadınlıkla özetlemeye çalışmıştım. Bu vatan giderse kadınlık gidiyor elden, bu vatan giderse analık gidiyor, bu vatan giderse ana ocağı kayboluyor. Bu vatan giderse Rahmimiz gidiyor. Dolayısıyla vatan duygusunu çok daha fazla, yani erkeklerden çok daha fazla kadınlar hissediyordu.  O yüzden öncelikle kadınlar önce direnç gösterdi. Üstelikte o kameralara yansımayan başka görüntüler, başka hikayelerde biliyoruz. Yaşlı kadınlar vardı. Hatta öyleki;  ‘Beni caddenin ortasına koyun.’ tekerlekli sandalyenin üzerindeki yaşlı kadınlar, ‘Beni caddenin ortasına koyun’,  ‘Ya ezecekler seni’, ‘Ezeceklerse beni ezsinler, siz o arada vakit kazanın’ diyen yaşlı teyzelerde vardı orda ve TRT’nin önüne gelenleri biliyorum. O teyzeler nerden çıktılar geldiler, o hakikaten yanlarına böyle torun torba hepsini almışlar gelmişlerdi, ‘Vatan gidiyor’ diye geliyorlar çünkü. O yüzden de özellikle kadınların buradaki mücadelesini sadece, hani yapabilirsin tamam, seçilmiş hükümet oda tamam, fakat vatan bambaşka bir şey. Bunu açıklamak mümkün mü?  Onlar vatanını öncelikle kendi yüreklerinde hissediyorlardı ve kendilerini ancak vatan olarak tanımlayabilirlerdi. Dolayısıyla da bu vatanı en güzel şekilde ve bütün erkekleriyle, kadınlarıyla en güzel şekilde özetleyen bir Cumhurbaşkanı var, Cumhurbaşkanının davetiyle topyekün vatanın elden gitmemesi için son fırsattı, onlarda bunu yüreklerinde hissettikleri içinde meydanlara, tankların önüne, caddelere attılar kendilerini.  Özellikle bunu vurgulamak istiyorum; çünkü genel olarak kadınların bu cesareti veya vatana her hangi bir işgal girişimi olduğunda bu kadar öne atılabilmeleri çok kolay açıklanabilecek bir şey değil. Ancak düşünüyorum; taşınıyorum veya hissediyorum; ancak kendilerini bizzat vatan hissettikleri için ve orada her hangi bir şekilde çarpışan insanları da vatan evlatları, ana kuzuları hissettikleri için kadınlar bu kadar cesur bir şekilde vatansızlara karşı, vatanlarını, yani bizzat kendilerini savunacak şekilde öne çıktılar. İnşallah bu doğru tanımlanabilir, doğru anlaşılabilir özelliklede analiz edilmesi, araştırılması gereken bir konudur diye düşünüyorum. “

TRT’NİN YAYINI İÇİN AVRUPA UYDU VERMEDİ

15 Temmuz’da TRT’nın yayını için alternatif yayın için Avrupa’daki uydu şirketlerinden frekans verilmemesi konusunu da aktaran Göka; “O gece alternatif yayın için çok çırpındık. TÜRKSAT işgal edildi, TÜRKSAT’a ulaşamıyoruz, bir şekilde bizim başka bir yerden ama naklen yayın aracı ile ama başka bir küçük stüdyo veya başka bir yerden çıkabilmemiz lazım. Bu mümkün olmadı. Uyduda nereye ihtiyaç duyuyorduk, TÜRKSAT’ın dışında başka uydulara ihtiyaç duyuyoruz. Bütün uyduların yönetimlerini arıyoruz, özellikle Fransa’daki bir tanesi,  hadi ismini vermeyeyim. Arıyorum, diyorum ki ‘Uydunuzdan bize bir yer açın, İzmir’den sinyal çıkacağız.’ Bunun için arıyorum, fakat hiçbir yetkiliyi bulamıyorum. Hiçbir şekilde dönmüyorlar, hiçbir şekilde cevap vermiyorlar. Belli ki biliyorlar, belikli bekliyorlar. Hani dedimya; ‘Dışarıdan bunun alt yapısı hazırlandı.’ Öteki tarafı arıyorum yok, beri tarafı arıyorum yok, yani çıkamıyoruz, bizim bütün çıkışlarımız TÜRKSAT’tan olduğu için TÜRKSAT’ta bloke edildiğinden çıkamıyoruz. İzmir’den arkadaşlarımız çıkmak için bekliyorlar, ‘çıkabiliriz’ diyorlar, ama hangi uydudan çıkabilecekler, hiçbirisi cevap vermiyor. Bize yol açmıyorlar, yani sinyalimizi almıyorlar ve onu belli yerlere düşürmemiz lazım bizim. Böyle epey bir çırpındık, sabaha karşı saat 06.00-06.30 gibi birisinin genel müdürü aradı.  Ama her şey belli oldu, tehlike geçti, en azından yani artık bu saatten sonra her halde kendilerince, ‘bizimkiler bu işe beceremezler’ diye düşündüler. Ama aynen şu şekilde arıyorlar, ‘Sayın genel müdür öncelikle dün geceki buluşamamızdan dolayı özür dileriz, kusura bakmayınız.’  Mümkün mü, sanki böyle bir yere kahve içmeye gitti de, misafirliğe gitti de o yüzden buluşamamışız gibi. Mümkün hepinizin gözü kulağı buradaydı.  ‘Pek haberimiz olmadı, kusura bakmayın,  beni bulamamışsınız,  ulaşamamışsınız, şuandan itibaren emrinizdeyiz.’ , Yani; ‘Size kanallarımız açalım. Nereye nasıl bir yayın istiyorsunuz?’, ‘Teşekkür ederiz’ dedim.  Ama bu çok böyle buruk ve o teşekkürün içinde ne olduğunu anlayabilirsiniz. “ şeklindeki bilgileri paylaştı.

TRT Genel Müdürü Göka, Avrupa Yayın Birliği (EBU) tarafından 15 Temmuz’a ilişkin bir kınama mesajı yayınlanmadığını belirtti.

Burhan KARADUMAN, Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız