8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Malatya'da Atatürk Anıtı'na çelenk konulup, konuşma yapıldı. Bu arada Müftü Hacı Yusuf Gül ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Ali Ekber Tunçdemir de birer mesaj yayınladılar.
ANIT ÖNÜNDE..
Atatürk Anıtı'na, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ile Milli Eğitim Müdürlüğü kadın çalışanlarıyla çelenk koyduktan sonra konuşma yapan Sosyal Hizmetler İl Müdürü Murat Konan, "Bilindiği gibi Türk kadınının, eğitimde, bilimde, sanatta, ekonomide, siyasette, kamu yönetiminde kısacası hayatın her alanında elde ettiği başarı her geçen gün hızla artmaktadır.
Cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kadınlarımız, çağdaş dünya kadınlarının sahip olduğu tüm kazanımları bir bir elde etmiş, bu doğrultuda modern Türkiye'nin kurulması yolunda önemli bir görev üstlenmiştir.
Bir toplumun uygarlık yolunda göstermiş olduğu gelişme, o toplumun kadınlarına verilen hak ve sorumluluklarla ölçülür. Ülkenin her kesiminde giderek güçlenen ve sesini duyuran Türk Kadını da uygar Türkiye'nin temel dokusunu oluşturmaktadır"ifadelerini kullandı.
"Ülkemizin kalkınmasında, eğitimde, istihdamda, yönetimde ve toplumsal hayatta görev ve sorumlulukları eşit paylaşarak, kadını ve erkeği ile omuz omuza yer almalıyız"diyen Konan, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu olarak kadınlarımızın toplumda hak ettikleri noktalara gelebilmesi için çalışmalara devam etmekteyiz. Kurumumuz bünyesinde hizmet veren Alo 183 Hattı ile de kadınlarımızın zor anlarında onlara bir telefon kadar yakınız. Bizi biz yapma yolunda yüreklerindeki sevgi ve şefkati karşılıksız veren fedakar kadınlarımızın Dünya Kadınlar Gününü kutluyor saygılar sunuyorum."
MÜFTÜNÜN MESAJI..
Müftü Hacı Yusuf Gül de, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kutlama mesajı yayınladı.
Gül'ün mesajı şöyle:
"Tarih boyunca erkeklere nispetle kadınların daha mahrum ve daha mağdur edildikleri inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Bunun islamdan kaynaklandığını söylemek ise yüce İslam dinine en büyük bir iftira olur. Bununla birlikte bugün hala İslam âlemindeki bazı olumsuz görünümler, İslamın kadına değer vermediği gibi haksız görüşlerin ortaya atılmasına sebep olmaktadır.
İslamda insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur. Kadın da erkek de Allahın emir ve yasakları konusunda eşittir. Sadece bazı ibadetlerde kadının fizyolojik yönü itibariyle farklılıkların olması hiç de yadırganacak bir durum değildir. Hem kadın hem erkek, yeryüzünü imar etmek ve orada Allaha kulluk yapmak konusunda erkek ne kadar sorumlu ise kadın da o ölçüde sorumludur. İslâmda insanlık ve Allaha kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten farklı değildir.
İnsanların en üstün olanı erkek veya kadın olmasıyla değil takvâda (güzel şeyler yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda) en üstün olanıdır. (el-Hucurât:13) Kurân-ı Kerimde, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir. (el-Bakara:187)
Ben, erkek olsun, kadın olsun (ki hep birbirinizdensiniz) içinizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim. (Al-i İmran: 195) ve Onun varlığının delillerinden (Allahın ayetlerinden) biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. (Rum: 21) âyet-i kerimeleri, İslama göre kadının bir insan olarak asla ikinci sınıf olmadığını ifade etmektedir.
Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim; Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. (Bakara: 187) beyanıyla da erkek ve kadının insan olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir.
İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve önemini daha iyi kavrayabilmek için İslâmdan önceki çeşitli toplum ve medeniyetlerde kadının durumuna bakmak gerekir. Kadının insan olup olmadığının tartışıldığı, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini; kadının da insan olduğunu beyan etmiş, mirastaki haklarını ortaya koymuş, onu sadece emir alan değil, yerine göre emir veren konumuna yükseltmiş ve kadını olması gereken yere koymuştur.
Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdisenin Kuran-ı Kerimde açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) İslama göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir. İslama göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.
İslamın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde idi. Camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda oturur; kendi özel halleriyle ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin sohbetlerini dinlerlerdi.
Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehirin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; Allahın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kuranda bulunan bir hükümdür diye itiraz ettiği, Hz. Ömerin de bu itiraz karşısında Allaha şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde Hisbe denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bir nevi bugünkü anlamda zabıta hizmetlerinin kadına verildiği de tarihî bir gerçektir.
Zaman içerisinde bazı gelenekler, örf ve adetler din gibi algılanmış ve Peygamberimiz döneminde kadınlara tanınan haklar adeta gasp edilmiştir.
Bazı İslam ülkelerinde kadının sadece cinselliğinin ön plana çıkarıldığı, aşağılandığı, toplumdan tecrit edildiği (esefle söylemek gerekirse) doğrudur. Bu gün bile sıkça gittiğimiz bazı İslam ülkelerinde insanların eşleriyle birlikte bir lokantaya girip yemek yiyemediklerine şahit olmaktayız. Bu anlayışın İslamdan kaynaklandığını söylemenin İslâmi bir ifade tarzı olduğunu söylemek doğru değildir. Bu olsa olsa cehaletin veya adet ve geleneğin bir sonucudur.
Netice olarak söylemek gerekir ise; İslama göre insan olarak kadının erkekten, erkeğin de kadından bir üstünlüğü yoktur. Yukarıda da ifade edildiği gibi üstünlük sebebi sadece takvâdır. İslâmın verdiği hak ve özgürlüklerin kadınlara verilmediği bir toplumun kalkınması muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi mümkün değildir.
Bütün dünyada ve İslam toplumlarında kadınları hak ettikleri yerde görmek temennisiyle,Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun."
ADD BAŞKANI..
Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Ali Ekber Tunçdemir, şu mesajı yayınladı:
"Cumhuriyet Türkiyesinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmıştır.
Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı programından Türkiyenin de etkilenmesiyle, 1975 yılında Türkiye 1975 Kadın Yılı kongresi yapılmış,takip eden yıllarda kutlamalara devam edilmiştir.1980 Darbesi ile kutlamalara müsaade edilmemiş olmakla birlikte 1984′ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü yeniden kutlanmaya başlanmıştır.
Türkiye gerçeğinde ister kent ister köy olsun toplam çalışabilecek kadın nüfusunun ancak yaklaşık % 10′u çalışabilmekte, para kazanabilmektedir.Çalışabilen kadınların kazandıkları para üzerinde kullanım hakkı ise ancak %3-5′dir. Çalışabilen kadınlarımızın geri kalan yaklaşık % 97si ise, kazandıkları parayı ana babalarına veya kocalarına teslim eder, ya da aile geçimleri için harcamaktadır. Yani ürettikleri artı değerden kuruş tasarruf yetkisi olmayan modern köledirler.
Türkiyede ev sahibi hane halkının yaklaşık %90′nında mülk sahipliği, yani mülkün tapusu erkek üzerindedir. Bu erkek, koca, baba, ağabey veya aile efradından gene eril bir kişidir. Bunun Türkçesi; Her 100 tapudan 90′ı erkeklerde, geri kalan sadece 10′u kadınlar üzerine kayıtlıdır.Bu %10′luk mülk sahipliğine giren kadınların mülk edinim ise; Mevcut ya da sabık kocadan edinme ve/veya ana babadan, aileden miras yolu ile intikal biçimindedir.Kendi ürettiği artı değer birikimiyle, kendi kazanıp kendisi mülk edinen kadın oranı, mülk sahibi kadınlar içinde %2-3′den azdır.
Ne yazık ki;
Türkiyede çalışan kadının büyük çoğunluğunun geleneksel rolü ;
Başkalarının işinde asgari ücretle ve/veya evde, kırsal kesimde tarlada bedavaya çalışmak; Sokakta, tarlada, işte tacize ve istismara uğramak; Kazandığı paradan ise kendisi için para harcayamamaktır;
Çalışmayan ve eve mahkum kadının geleneksel rolü ise;
Çoluk çocuğa, ailenin yaşlı büyüklerine bakmak; Evi silip süpürmek, yemek hazırlamak; Kocaya cinsel emtia olmak, hor görülmek; Aileye katkısı hiçbir biçimde takdir edilmemek ve çoğunlukla her türlü şiddetine maruz kalmaktır..
1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun TC kadınlarımıza, o dönem içinde batılı örneklerinin ilerisinde haklar sağlamış olmakla birlikte, bu hakların tamamından yararlanma ve sosyal yaşama geçirilmesi bilindiği üzere kağıt üzerinde kalmıştır. Bununla birlikte, 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı yeni Medeni Kanun ve 26.9.2004 tarih ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu ile TC kadınları; Kanun önünde eşitlik, cinsel ayrımcılığın ve kadına şiddetin önlenmesi, evlilikte edinilen mallarda mal ayrılığının kalkması konularda önemli yasal haklar elde etmiştir.
Yaşamın tüketildiği yer; İster ev, ister tarla, ister fabrika, ister en gelişmiş üniversite yerleşkesi olsun; Kadınlarımızın %90′nı yasal haklarını bilmeden, aile içinde işyerinde şiddete; Mahallede gelenek ve dinsel inanç baskısına maruz kalarak yaşamaktadır. Haklarını bilen ve savunan aydın kadınlarımız yaklaşık %10 dur.
Ve yine ne yazık ki, eğitimli, kariyer sahibi kadınlarımızın büyük bir çoğunluğu bu %90 hemcinsini umursamaz; Damdan düşmeyen damdan düşenin halini bilmez haldedir.
Tahammül sınırını aşıp, son kertede basına yansıyanlar dışında, kadınlarımızın cinsel tacize, aile içi-dışı tecavüz uğrayanları; Gelenek baskısı nedeniyle uğradıkları akıl dışı muameleri açıklayamamakta, bunlar dört duvar arasında kalmaktadır.
Öğrenmek, hak aramanın birinci adımıdır.Haklarını bilmeyen kadınlarımızın haklarını araması düşünülemez.Hak aramanın yolu ise, örgütlü olmaktan geçer.
8 Mart 2008 Dünya Kadınlar Günü olabildiğince Kutlu Olsun"