Bülent KORKMAZ'ın kaleme aldığı ve 3 Mart 1893'te meydana gelen, Malatya'nın tarihine 'Büyük Zelzele' olarak geçen deprem nedeniyle bir kez daha okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. Korkmaz'ın, Mart 2017'de Adıyaman-Samsat'ta meydana gelen deprem üzerine yazdığı ve 3 Mart 2017 tarihinde malatyahaber.com'da "Tam 124 Yıl Önce Yıkmıştı, ‘Büyük Zelzele’ Malatya’yı.." başlığıyla yayınlanan yazı:
Bülent KORKMAZ
korkmazbulent@gmail.com
2 Mart 2017 tarihinde Adıyaman’ın Samsat ilçesinde yaşanan 5.5 büyüklüğündeki depremin 22 kişinin yaralanmasına ve binalarda hasara yol açtığı açıklandı. Bu yazı kaleme alınırken gelen bilgiler bu şekildeydi. Can kaybı olmamasını temenni ediyoruz.
Depremde yaralanan Samsatlı hemşerilerimize şifa diliyoruz. Umarız yaraları kısa sürede sarılır ve oluşan hasarlar giderilir.
Deprem, doğanın önüne geçilemez, karşı konulamaz yıkıcı güçlerinden biri. Onunla yaşamayı öğrenmekten ve yaşamımızı ona göre düzenlemekten başka çare yok.
Bu yazı bir deprem ve depremde ne gibi önlemler alınması gerektiğine dair bir yazı olamaz çünkü bu satırların yazarı bu konunun uzmanı değil. Konunun uzmanlarının zaten deprem konusunda çok değerli ve ciddi değerlendirme ve uyarıları var. Sıradan bir Internet taramasıyla –Malatya bağlantılı olanlar dâhil- olabileceklere ve alınması gerekli önlemlere dair bilgilere ulaşabilirsiniz.
***
Yaşanan son deprem bize Malatya’nın toplumların tarihi açısından çok uzak sayılmayacak bir tarihte yaşadığı felaketi anımsattı. Bir tesadüf eseri bu tarih içinde yaşadığımız günlere karşılık geliyor.
Yaklaşık 124 yıl önce, 3 Mart 1893 Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece, Malatya’mız, tarihimizde “Büyük Zelzele” diye de bilinen, korkunç bir deprem felaketine uykuda yakalandı. Aslında Çelikhan-Gölbaşı segmentinde yaşanan 7.1 büyüklüğündeki bu “afat” en yıkıcı etkisini “Malatya sancak merkezi ile bu sancağa bağlı Hısnımansur, Kâhta, Behisni ve Akçadağ” kazalarında göstermişti. Hısnımansur’un bugünkü Adıyaman, Behisni’nin Besni olduğunu anımsatalım.
2 Mart 2017 Perşembe günü yaşanan Samsat depremi atalarımızın 19. yüzyıl sonlarında yaşadığı felaketi tekrar aklıma getirince ve “tarih 2 miydi 3 müydü?” diye düşünürken “öylesine” Internet taraması yaptım. Karşıma ilk olarak şu makale çıktı:
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/2115/21875.pdf
Sayın Yrd.Doç.Dr. Selahattin Satılmış tarafından yapılan ve kaleme alınan bu araştırma 1893 Malatya depremiyle (Büyük Zelzele) ilgili ayrıntılı değerlendirme-bilgilendirme içeriyor. Kuşkusuz konunun uzmanları bu makaleyi layıkıyla yorumlar; ama benim gibi bu konulardaki vasfı okur-yazarlıktan öteye geçmeyenler için bilgi ve verilerin bir araya toplandığı değerli bir çalışma olarak duruyor.
Resmi verilere göre 885 kişinin hayatını kaybettiği söz konusu deprem, “neredeyse” memlekette ev-bark bırakmamış ve binlerce hayvanın da telef olmasına yol açmış. Ancak kış şartları nedeniyle yardım ekiplerinin köylere gidememesi nedeniyle bu rakamın daha yüksek olması mümkünmüş.
93 depremine ilişkin bir şeyler okuduğumda veya bu mesele her aklıma geldiğinde, karakışın ortasında yaşanan bu depremin insanımızı nasıl bir acıyla karşı karşıya bıraktığını düşünür, hallerine acır, kaderlerine üzülürdüm.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Aklımın az-buçuk yetmeye başladığı 70 ve 80’li yıllarda bile kış kışa benzerdi. Sert geçerdi anlayacağınız. En fazla Kasım dedi mi Balkanlar üzerinden tepemize biner; Mart diyene kadar gitmez; gider gibi yapsa da kazmanın küreğin sapını yaktırmadan içi rahat etmez; kayısının çiçeğini de Nisan’dan önce açtırmazdı. Anlatılanlara ve kayıtlara göre 1893 kışı da öyleydi…
Felaketin boyutunu daha etkili biçimde tasavvur edebilmek için o dönem evlerin görece ilkelliğini göz önüne almamızda yarar var. Aslında bunun için o kadar eskiye gitmeye gerek yok. 60’lı yıllarda Malatya ve köylerinde evlerin önemli bir bölümü toprak damlıydı ve çatılı ev “zengin işiydi”. Toplumun nispi geliri artıp, teknoloji gelişme gösterince (üretim, tedarik, nakliye unsurlarını hesaba katalım) damlar, yağan kar ve yağmura karşı çökmesin diye, loğlanmaktan kurtuldu; başrolü kiremit-oluk denen nesnelerin oynadığı çatı dediğimiz fenomenle tanıştı.
“Yeni başlayanlar” için loğun “toprak damın zeminini düzeltmek ve sertleştirmek, dolayısıyla evin içerisine su geçmesini önlemek için kullanılan, ağır, taş silindir” olduğunu belirtelim.
İşte bu derme-çatma, toprak ve ağaç malzemeyle yapılmış, yıkıcı deprem karşısında ayakta durma şansı olmayan binaların yanı sıra; afetten sağ çıkan insanların hastalanmasına, hasta birçok insanın hastalığının ilerlemesine, belki ölümüne, kolera gibi salgın hastalıkların yayılmasına o dönemin karakışı mutlaka etki etmiş olmalı. Deprem sonrasında yaşanan yağışlarsa felaketin tuzu-biberi!
Tüm bu konulara ve daha fazlasına Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Satılmış’ın araştırmasını okuduğunuzda ulaşabiliyorsunuz.
***
1893 depremine ilişkin ufak bir bilgim ve öteden beri kafama takılan konular var. Biraz şahsi bir konu ama bu deprem sayesinde aile tarihimizle ilgili bir “mevzunun” düzeltilmesi var. Ancak bu ailevi hususu eskiden insanların “yaşanan büyük olayları nirengi alarak tarihlendirme yaptığına” örnek olması hasebiyle paylaşmak istedim.
1893 depreminde yaşanan acıları “felaket”, “afat” sözcükleriyle tanımlamanın yetersiz kalacağını düşünüyorum. Depremin korkunçluğu yetmezmiş gibi günün şartları göz önüne alındığında o depremi yaşamış insanımızın çektiklerine “felaket ötesi”, “afat ötesi” bir sözcük icat etmek gerekiyor.
Hal böyleyken kendisini bildi bileli, daha çocukluğundan itibaren, aile tarihinden başlayarak geçmişi/geçmişini kurcalayan sanal yazarınız atasından, dedesinden bu depreme dair pek bir şey duymamanın “tuhaflığını, garipliğini, anlaşılmazlığını” algılamakta güçlük çekiyor.
20.yüzyılın ilk yarısında doğmuş dedem, bir süre sonra doğmuş anneannem, babaannem, büyük amcalarım, halalarım vb. neden bu depremden hiç bahsetmediler? Evet, onlar bu depremi yaşamadılar ama onların babaları-anneleri yaşadı, onlarda mı anlatmadı? Bu kadar büyük felaket nasıl olur da insan belleğinden bu kadar hızlı biçimde silinir?
Acaba insan belleği geçmişin acılarını silip, güzelliğini koruyarak bir çeşit psikolojik sağaltım mı yapıyor?
Belki o yıllar ardı ardına o kadar başka büyük felaketler yaşadılar ki (savaşlar, açlık, yoksulluk; ayrıca depremi takip eden yıllar Malatya’da yaşanan büyük yangınlar) depremi unuttular, gitti. Belki günlük yaşamın, geçimin, hayatta kalmanın hayhuyuna düştüler; ya da zamanında yeteri kadar konuştular, usandılar; bize bir şey kalmadı.
Bunları niye söylüyorum, neden halen merak ediyorum: İnsanoğlunun yaşadığı bu tür felaketler zamanla bilimsel bir araştırma, istatistik bir veri olarak gündeme geliyor ama ben o olayın içindeki insanın yaşadığı acıyı, korkuyu, varsa yok olan umudunu; kısaca trajedisini merak ediyorum.
1893 depremine dair bir tek şey duydum, onu da merhum babam anlatmıştı. Ama öncesinde şöyle bir durum var:
Babamın dedesi Mehmet 1973 yılında vefat etti. Yaşamı apayrı bir yazı konusu olan büyük dedemi ben de gördüm; hatta hayatımda ilk kuru inciri (çarşıda bile satılmazdı; o yüzden unutulmuyor) onun ikramıyla yedim. Aile arasında yaşının 107 ila 110 arasında olduğu söylenirdi. 10 yıl kadar önce büyük dedemin yaşının o kadar yüksek olamayacağı fikri kafama takıldı çünkü kendi dedemin ve onun abisinin yaşını biliyorduk. Olası ki eskiden insanlar 50 yaşını zor geçiyordu, bizim “Reis” 60, 70’i geçince rakamlar biraz “şişirilmişti”.
Sonra bir gün resmi kayıtları çıkardım; yaşı söylendiği gibi bir asrın üstünü değil 94’ü gösteriyordu. Kabul edelim ve ediniz ki, bu haliyle bile, Danimarka-İzlanda gibi güzide ülkelerimizi kıskandıracak nitelikte, iyi bir rakam ama mevzu o değil, dağıtmayayım…
Yine de “acaba” dedim, beyan esas alınarak düzenlenmiş eskinin nüfus kayıtlarına ne kadar güvenebilirdik ki?
Bu saptamamdan birkaç yıl sonra bir gün babama aklıma hep “pek anlatılmadığı için” takılan 1893 depremini sordum. Acaba büyükleri o depremle ilgili bir şeyler anlatmış mıydı? Dedesinin depremi yaşadığını ve o tarihte 13-14 yaşında olduğunu söylediğini aktarınca kafamda şimşek çaktı; büyük dedemin yaşı tam o tarihe tekabül ediyordu; “beyan” da “kayıt” da büyük olasılıkla doğru gözüküyordu.
Burası da istatistik-veri vesaire de…
Büyük dedemin bir amcası o depremde yıkılan kerpiç evin altında birkaç gün mahsur kalmış. Toprak ve ağaç yıkıntılarının arasında o zemherinin ayazında birkaç gün nasıl yaşadı, ne kâbuslar gördü, kim bilebilir? Sonunda amca enkazdan çıkarılmış sağ-salim, kurtarılmış ama, halet-i ruhiyesi öyle kötü biçimde bozulmuş olmalı ki, iflah olmamış ve bir süre sonra, o sıkıntıların etkisiyle olsa gerek, “çatlayıp gitmiş”. Yani deprem canını almamış ama korkusu zavallıya sebep olmuş.
***
Deprem bir doğa olayı ve insanoğlunun doğa olaylarını engellemek gibi bir şansı yok. Depremi “korku dolu bir sallantının” ötesinde bir şey olarak, bir felaket olarak, yaşamak istemiyorsak onun kurallarına uymaktan, onun kurallarına uygun eylem geliştirip uygulamaktan başka kurtuluş yolu gözükmüyor.
Biliyoruz ki, deprem değil, zamanında alınmayan önlem öldürüyor…
Bülent KORKMAZ, malatyahaber.com