Derleyen: Bülent KORKMAZ
Türkiye’nin en fazla takım çalıştıran teknik direktörü olarak ünlenen Yılmaz Vural, Radyospor’da katıldığı bir programda Malatyaspor teknik direktörlüğünden bahsederken, 1986-87 sezonunda Galatasaray’ın şampiyonluğunda pay sahibi olduğunu söyledi.
“Sürekli yabancı oyuncuya tavır alan teknik adamlardan bir tanesi olduğunu” belirterek söze giren Vural, Almanya’da yaşadığını, 44 yıldan beri ailesinin burada olduğunu, futbola ilişkin tüm eğitimlerini Almanya’da aldığını anlattı.
Kendisinin Türk futbolunda tanınır bir isim olmaya başladığı sezon olan 1986-87’ye atıfta bulunan Vural “[Jupp] Derwall döneminde Galatasaray’ın şampiyon olmasında payım vardır. Malatyaspor'un teknik direktörüydüm. Biz Beşiktaş'ı yenmesek, Galatasaray şampiyon olamazdı. Son iki hafta averajlı şampiyon oldu. Derwall'i yolcu eden birkaç kişiden bir tanesi bendim. Kendisine 'Türkiye'de ne öğrendin' diye sordum. 'Bu ülkede başarılı olan her yerde başarılı olur. Avrupa mantığında önce iş gelir, sonra insan, sizde tam tersi' dedi" ifadelerini kullandı.
Vural’ı dinleyenler için “futbol anılarından sadece biri” gibi duran konuşması aslında Türk futbol tarihinin dönüm noktalarından birine işaret ediyor.
24 Mayıs 1987 Pazar günü Malatya İnönü Stadında oynanan maçta çok başarılı bir oyun sergileyen Malatyaspor, şampiyonluğun en büyük adayı olarak gösterilen Beşiktaş’ı 76. dakikada efsane golcüsü-kaptanı Oktay Çevik’in attığı golle 1-0 yenecek; İsmail Akbaşlı’nın sağdan yaptığı ortaya yapıştırdığı vole hafızalarda yer edecekti.
Bu noktada Vural’ın bir ifadesini düzeltmek gerekiyor. Puan hesaplamasında galibiyete 2, beraberliğe 1, yenilgiye 0 puan uygulamasının devam ettiği o sezonda Galatasaray averajla değil 1 puan farkla (54’e 53) şampiyon oldu. Aksi halde Beşiktaş şampiyon olurdu. Bir önceki hafta rakip sahada Rizespor’a 2-0 kaybeden Galatasaray, Beşiktaş’ın 2 puan gerisindeydi. Bugün olduğu gibi puan eşitliği halinde takımlar arasındaki maç sonucuna değil doğrudan gol averajına bakılıyordu. Beşiktaş, gol averajında Galatasaray’ın epey ilerisindeydi. Bu nedenle Galatasaray’ın şampiyon olabilmesi için rakibinin Malatya yenilgisinden sonra da puan kaybetmesi gerekiyordu. 1 hafta sonra İstanbul’da oynanan Beşiktaş-Denizli maçının sekseninci dakikalarında kazanılan serbest atışta top önüne yuvarlanan Erol Tolga uzaktan attığı golle maçı 1-1’e taşımış; Galatasaray kalan maçlarında hata yapmayınca şampiyonluğa ulaşmıştı. Erol, iki sezon sonra Malatyaspor’a transfer olacaktı.
15 Yıllık Hasret
Galatasaray, 1970’lerin başında 3 defa üst üste şampiyon olduktan sonra gerileme devrine girecek, 1976-84 arası 6 defa şampiyonluk sevinci yaşayan Trabzonspor dönemin en başarılı takımı olurken, Fenerbahçe ve Beşiktaş da mutlu sona ulaşacaktı. Yönetim, kadro, teknik adam değişiklikleri Galatasaray’ın derdine derman olamazken, şampiyonluk hasreti 15 yıla uzanacaktı.
Derwall Geliyor
1984 yazı Fransa’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası Jupp Derwall’in başında bulunduğu Batı Almanya için büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktı.
Henüz grup aşamasında oynanan İspanya-Batı Almanya maçının son dakikasında İspanya stoperi Antonio Maceda’nın, birkaç yıl sonra Fenerbahçe formasını da giyecek Harald Schumacher’e attığı kafa golü Almanya’yı turnuvanın dışına itecekti. 1974 Dünya Kupasında Hollanda’yı 2-1 yenerek şampiyon olan Batı Almanya milli takımında yardımcı antrenörlük görevinde bulunan Derwall, 1980 Avrupa Şampiyonasında Almanya’yı finalde Belçika’yı 2-1 yenerek şampiyonluğa, 2 yıl sonraki Dünya Kupasında ise finale (İtalya’ya 3-1 kaybettiler) taşıyarak efsaneleşmiş; son başarısızlık üzerine milli takımdan istifa ederken, bir daha takım çalıştırmak istemediğini açıklamıştı. Hatta Bundesliga takımlarından gelen teklifleri geri çevirmişti.
Ancak bu durumu fırsat bilen Galatasaray yöneticileri Almanya’ya uçarak Derwall’i buldular, “size teknik direktörlük değil, bir ülke futbolunun kaderini değiştirmeniz için teklif getiriyoruz” türünden “gazı bol” ifadelerle, 1927 doğumlu, o tarihte 57 yaşındaki, saç stili nedeniyle “Şef Gümüş Kıvrım” denilen deneyimli hocayı Galatasaray’ın başına gelmeye ikna ettiler
Kulüp ve milli takım düzeyinde Türk takımlarının Avrupa takımlarıyla oynanan maçlarda orta sahayı geçince heyecanlandığımız, kaçırdığımız golleri bile büyük başarıymış gibi unutamadığımız yıllarda Derwall’in gelişiyle Galatasaray hem lig hem Avrupa’da daha derli toplu oynamaya başlasa da kısa zaman diliminde istenen şampiyonluklara ulaşmak kolay değildi.
Nitekim ligde işler Galatasaray için iyi gitmiyordu. Alman Hocanın görev yaptığı 2 sezonda şampiyonluk gelmedi. 1984-85’te Fenerbahçe ligi ilk sırada tamamlarken Galatasaray ancak beşinciliği elde edebilmişti. 85-86’da daha iyi bir performans sergilemişler ama bu kez 56 puanlı 2 takımdan Beşiktaş şampiyon olmuş, aynı puanı alan Galatasaray averajla ikinciliği elde etmişti.
Türkiye futbol ikliminde şampiyonluk bekleyen bir takımın sabrı düşük olduğundan Derwall’in ilk, bilemediniz ikinci sezon ortasında, en fazla sonunda gönderilmesi veya istifa etmesi beklenirdi ama Galatasaray yönetimi teknik kadronun arkasında durdu ve 86-87 sezonu için son bir şans daha verdi.
Belki Galatasaray’ın Derwall’le gelen hücuma dönük, sürekli gol arayan, seyir zevki yüksek futbol oynaması, yönetimin, taraftarın umudunu canlı tutuyor, “14 senedir bekliyoruz 1 sene daha beklesek ne olur?” diye düşünülüyordu.
Her Şey Malatyaspor Maçıyla Değişti
1986-87 sezonu şampiyonlukta Galatasaray’ın rakibi yine zirvenin gediklisi Beşiktaş idi. Girişte belirtildiği gibi ligin sonu yaklaşıp, mayıs ayına girildiğinde ibre yine Beşiktaş’ı gösteriyordu. Galatasaray Rize’de kaybolunca bazı gazeteler haklı bir beklentiyle “Beşiktaş Şampi…” diye başlıklar atmıştı.
Bu yenilgiden sonra Derwall’e tepkiler hiç olmadığı kadar sertti, modern antrenman teknikleri ve taktik düşünceleriyle Türk futbolunda çok şeyi değiştirmeye başladığı açıktı ama futbol sonuç oyunuydu, Galatasaray şampiyon olamıyordu ve görünen oydu ki sezon sonunda memleketinin yolunu tutacaktı. (Yine de ülkesine dönecekti ama kovularak değil).
Ama bir hafta sonra Beşiktaş’ın Malatya’da aldığı yenilgi, ardından Denizli beraberliği şans rüzgarlarını bir çırpıda Galatasaray’dan yana estirmeye başladı, son hafta Eskişehirspor karşısında alınan 2-1’lik galibiyet şampiyonluk hasretini dindirecekti.
Derwall, gelen şampiyonluğa karşın, ertesi sezon için yerini yardımcısı Mustafa Denizli’ye bıraktı.
Anılarını anlattığı kitabında Malatya’dan bahsederken “çalışmasını ve yaşamasını bilen insanların şehri” şeklinde ifadeler kullanan Derwall de onca yıllık çalışmanın ardından hayatını yaşamak istiyordu. Futbol sahalarından ayrıldığı 1987’den 2007 yılına kadar devam eden ömrünün son bölümünde Almanya’daki Türklerin elçisi gibi hareket etti, Türk-Alman dostluğu için büyük çaba harcadı, Almanların Türklere karşı önyargısını kırmak için çalıştı, çabaladı, sevildi, saygı gördü; cenazesine binlerce Türk katıldı.
Galatasaray, 87’deki şampiyonluğun ardından Avrupa sahalarında daha farklı oynamaya başladı. O zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupasında Hollanda’nın PSV Eindhoven takımına karşı 3-0’lık yenilginin rövanşında 2-0 galip gelinmesi, o PSV’nin başka yenilgi almadan 1988 Avrupa şampiyonu olması, ertesi sezon gelen şampiyonluğun ardından oynanan Şampiyon Kulüpler Kupasındaki yarı final başarısının futbolumuzda sonraki yıllarda kulüp ve milli takım düzeyinde elde edilen uluslararası başarıların işaret fişeği olduğu söylenebilir.
Bu bağlamda 37 yıl önce oynanan Malatyaspor-Beşiktaş maçı zirveyi kimin ilk sırada tamamlayacağını belirleyen bir müsabaka olmanın ötesinde etkileriyle futbol tarihimizdeki yerini korumaya devam ediyor.
Yılmaz Vural’ın teknik adamlığı açısından bakıldığında, kariyerinin henüz başındaki en önemli maç olarak gözüküyor.
Nasıl mı?
Ana Doğumu Sakarya, Futbol Doğumu Malatya
1953’te Sakarya’da dünyaya gözlerini açan Yılmaz Vural’ın “futboldaki doğumunun” Malatya olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Futbol Federasyonu kayıtlarına göre ilk sözleşmesini 1986 yılı Ekim ayında Malatyaspor’la yardımcı antrenör olarak imzaladı, ardından 40 takımda görev yaptı. Vural’ın birden fazla göreve geldiği kulüpler de var.
“Malatyaspor’un Altın Yılları” diyebileceğimiz 80’lerde kadim şehrin insanları futbolda gelen başarılarla adeta rüyalar aleminde geziniyordu. 1983-84 sezonu o zamanki adıyla 2, şimdiki 1. Ligde yenilgisiz şampiyonluk yaşayarak, o günün 1., şimdinin Süper Ligine tarihinde ilk kez yükselen Malatyaspor, şehir halkının gururu olmuştu.
Zar-zor kümede kalınan 2 sezonunun akabinde 1986-87 sezonuna Romen Teknik Direktör Octavian Popescu ile başlayan Malatyaspor, ilk dört maçta gelen 1 beraberlik ile 3 yenilginin ardından hocasıyla yollarını ayırdı ve Türk futbolunun yakından tanıdığı, Trabzonspor’la iki lig, Galatasaray’la Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşamış bir isim olan Özkan Sümer’le anlaştı.
Sümer’in yardımcısı kimsenin tanımadığı bir isimdi: Yılmaz Vural. Vural, Sivasspor, Tekirdağspor, Hacettepe, Ankara Demirspor takımlarında 5 yıl profesyonel futbol oynamış, futbol oynarken Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümünde okumuş, ardından Almanya’ya gidip prestijli Köln Spor Akademisinden mezun olmuştu. Haliyle Türkiye’de tanınan-hatırlanan bir futbolcu, futbol adamı değildi.
Henüz 33 yaşındaki Vural, Galatasaray’da çeşitli dönemler yöneticilik yapmış, aslen Trabzonlu Ergun Gürsoy’un tavsiyesi üzerine Sümer’in yardımcılığına getirilmişti.
Malatyaspor, Özkan Sümer’le lige iyi bir dönüş yaptı. 4 maç üst üste kazandı ve ligin güçlü takımlarından biri olarak dikkat çekmeye başladı. Oktay Çevik, Feyzullah Küçük, Feridun Özütok, Levent Numanoğlu, Metin Yıldız gibi efsane isimleri kadrosunda barındıran Malatyaspor bilhassa sahasında korkulu bir ekipti. Feyzullah’ın attığı güzel golle Fenerbahçe’nin yenilmesi (Malatyaspor ilk kez 4 büyükten birini yenecekti), toplanan puanlarla küme düşme hattından uzaklaşılması olumlu göstergelerdi.
ARŞİV FOTO: Malatyaspor 1986- 1987 (AYAKTAKİLER Soldan Sağa) Kaleci Yaşar Duran, Bünyamin Süral, Eren Talu, Cavit Kurucu, Fuat Akyüz, Feyzullah Küçük, (OTURANLAR) Oktay Çevik, Levent Numanoğlu, Adnan Esen, Metin Yıldız, Feridun Özütok
Malatyaspor’un ligde iddiası yoktu ama kupada iddialı olmak istiyordu. Rakiplerini geçip yarı finale kadar gelen Malatyaspor tarihinin o ana kadar ki en büyük başarısına ulaşmıştı. Ne var ki, o dönem futbolcularla Özkan Sümer arasında ciddi sorunlar yaşanıyordu. Gençlerbirliği ile Ankara’da oynanacak kupa yarı final ilk ayak maçından bir gece önce futbolcularla Sümer arasında otelde yaşanan “krizin” ardından bazı futbolcular kampı terk etti. Ertesi gün (8 Nisan 1987) oynanan maç 3-0 Malatyaspor’un yenilgisiyle sonuçlandı, Özkan Sümer şehre dönmeyip görevinden istifa etti.
Ligin bitmesine birkaç hafta kalmıştı, takım puan sıralamasının ortalarında, tehlike hattının epey ilerisinde bir konumdaydı. Turan Çevik’in başkanlığındaki yönetim, futbolcularla da ilişkisi iyi olan Yılmaz Vural’la yola devam kararı aldı.
Vural, 12 Nisan 1987 tarihinde Bursaspor maçıyla takımının başında ilk maçına çıktı. Malatyaspor Oktay Çevik ve Mustafa Taşar’ın golleriyle maçı 2-0 kazandı.
Maç bitiminde basın mensuplarına konuşan Yılmaz Vural, iddialı futbol kişiliğinin sinyallerini veren bir açıklama yapıyordu: “Bu maçı kazandığımız için sevinçliyiz ancak birkaç gün sonra Gençlerbirliği ile kupa maçı oynayacağız. İlk maçta farklı yenildik ama rakibimizi eleyecek güçteyiz. Taraftarımızdan destek bekliyoruz. Bizi maçta yalnız bırakmasınlar”.
Gençlerbirliği gibi ligin güçlü bir ekibi karşısında 3-0’ı çevirmek zor bir işti; zaten İnönü’de 1-1’lik beraberlikle Malatyaspor elenecekti ama Vural kazanmayı çok isteyen bir teknik adam karakteri sergileyeceğini, savunma değil hücum ağırlıklı, göze hoş gelen bir futbol oynatmaktan yana olacağını göstermek istemişti. Maçlar oynandıkça saha kenarında futbolcularla kurduğu heyecan dolu ve sempatik iletişim, futbolumuzda pek rastlanan bir eylem şekli değildi; o günün şartlarında taraftarın gözünde bu karakteri Vural’ın bir artısı, avantajı oldu.
Vural, Malatyaspor açısından bitti denilen lig için bir hedef koydu ve beşinciliği istediklerini söyledi. Malatyaspor, her maça galibiyet için çıkacaktı. Takım maç kaybetmeden yoluna devam ediyordu, nitekim Beşiktaş maçından önceki hafta Ankaragücü deplasmanda 3-0 gibi açık farkla yenilgiye uğratılmıştı.
Kalan haftalar başarılı futbolunu sürdüren Malatyaspor, beşincilik hedefini son maça bıraktı. Beşincilikteki rakip Fenerbahçe idi. Fenerbahçe cumartesi günü oynadığı Kocaeli maçını 2-1 kazanınca pazar günü Malatyaspor’un Rizespor’u 5 farklı yenmesi gerekmişti. Oktay Çevik’in 5 golüyle 7-4 kazanılan maç Malatyaspor’u Fenerbahçe’yle aynı (39) puana getirmişti ama gol averajında Fenerbahçe 7-4 öndeydi.
Aslında beşincilik muhabbetinin, puan cetvelindeki bu sıranın, hedef anlamında hiçbir bir karşılığı yoktu, Avrupa’da maç oynayamazdınız. Sadece ilk 2 sırayı alan takımlarla kupa galibi UEFA turnuvalarında top koşturabilirdi.
Bu maç ilginç özelliklere sahne olmuştu. Oynandığı tarihte Türk futbol tarihinin en gollü maçı olacak, Oktay Çevik bir maçta en fazla gol atan oyuncular kulübüne yazılacaktı.
Ancak bu galibiyet ve son ana kadar verilen mücadelenin Malatyaspor ile Vural’ın geleceği açısından farklı önemleri vardı. Futbol kamuoyu bu takımdan daha büyük başarılar bekliyordu. Artık küme düşme hattında dolanma değil üst sıralarda savaşan bir Malatyaspor istiyordu.
Sıradan, genç bir yardımcı antrenör olarak göreve başlayan Vural, belki en fazla sezon sonuna kadar görev yapıp ayrılması beklenen Vural, verilen fırsatı çok iyi kullanmış, rüştünü ispatlamıştı. Yönetim, yeni sezon için hoca arayışında olmayacak, Yılmaz Hoca’yı teknik patron olarak popülaritesi giderek yükselen Malatyaspor’un başına getirecekti.
Türkiye Üçüncülüğü
1987-88 sezonu Malatyalılar için futbolda uyanmak istemedikleri düşlerin devamıydı adeta…
Lige fırtına gibi giren, aldığı galibiyetlerle zirveye oturan sarı-kırmızılılar içerideki Samsunspor yenilgisiyle frenlense de iyi futbol oynamaya devam ediyordu. Türk futbolunun yeni yıldızı, Gaziantepspor’dan transfer edilen, şimdinin milletvekili Ünal Karaman da kaliteli futbolculardan kurulu kadroya dahil olmuştu. Malatyaspor, taraftarlarının unutamayacağı, o günleri hatırlayanların özlemle andığı muhteşem maçlar oynayacaktı.
Bir başarısı vardı ki…
İlk yarı sahasında Galatasaray’ı 3-1, Fenerbahçe’yi 1-0, Trabzonspor’u deplasmanda 3-2 yenmiş, Beşiktaş’la İstanbul’da 0-0 berabere kalmıştı. Beşiktaş’ı ligin son maçında 5-3 yenmeyi başarıp “bir sezonda 4 büyükleri yenen ilk takım” olarak tarihe geçmişti.
İnönü’de Büyük Olaylar
Vural’ın Malatyaspor’la yaşadığı güzel günler uzun sürmedi. Bir Bursaspor maçıyla göreve başlamıştı. Başka bir Bursaspor maçı bu kez kötü gidişatın tetikleyicisi olacaktı Malatyaspor ve Yılmaz Vural adına.
21 Şubat 1988 günü Malatya’da oynanan, ev sahibinin favori gösterildiği, Serdar Çakman’ın yönettiği, Malatyaspor’un sayısız gol kaçırdığı maçın 37. dakikasında Bursaspor lehine verilen penaltıya Oktay’ın itirazının ardından hem bu oyuncuya, ardından penaltı kullanılmadan önce topa vurdu diye Feyzullah’a, ilk yarı bitmeden rakibine yaptığı sert faulü gerekçe gösterip Ünal’a hakemin gösterdiği kırmızı kartlar binlerce taraftarı çıldırtmış, İnönü Stadı tarihinin en olaylı gününe tanıklık etmişti. Çakman, maçı tatil ettiğini belirtip soyunma odasına giderken hakem odasına inen dönemin valisi Kutlu Aktaş’ın iknasıyla sahaya dönmüş, olaylar yine devam etmiş, açık tribündeki yan hakem Bülent Yavuz kapalı tribündeki diğer çizgiye alınmış, futbol tarihinde eşi-benzerine rastlanmayacak şekilde diğer yan hakem Metin Tokat’la aynı hat üzerinde görev yapmıştı.
Daha ilginciyse Yavuz’un arkasında iki polisin kalkanla koruma sağlaması, yan hakemle birlikte 45 dakika koşmak zorunda kalmalarıydı. Polislerin gayretine rağmen, stat dışından, bugünkü Battalgazi Belediyesi yönünden (o yıllarda DSİ binası) gelen bir taş hakemin kafasına isabet etti, Yavuz’u kan revan içinde bıraktı.
Maçtaki olayların vahametini fark eden yetkililer, olayların daha da büyümesinden endişe ederek askeri birlikten destek istemiş, devre arasında onlarca asker, tam teçhizat İnönü Stadına alınmıştı. Stat içindeki askerlerin olduğu bölümden taş gelmiyordu ama dışarıdan gelen bu taş neyin nesiydi?
Denilen doğruysa, stadın dışında bulunan Akçadağlı bir Tekel işçisi, tribünden verilen “koordinat bilgisiyle” o bölgeye taş atıyordu ve maalesef hakemin kafasına isabet kaydetmişti.
Bilenler bilir: Malatya’da Akçadağlılar taş atmadaki maharetiyle ünlüdür.
Bu maçta açık tribünden gelen bir taş da, taç çizgisi kenarında top süren bulunan Mustafa Taşar’ın gözünün altına isabet etti ve uzun süre Malatyaspor formasını giyen, antrenörlük yapan Taşar’ın yüzünde iz bıraktı.
Malatyaspor 4-1 yenilgisiyle sonuçlanan maçta çıkan olaylar nedeniyle 1 maç saha kapatma ve 1 maç seyircisiz oynama cezası aldı. Bugünün şartlarında TFF’ye kalsa 10 maç, UEFA’ya kalsa 1 sezon seyircisiz oynama cezası verilebilirdi.
13 Mart 1987 tarihinde seyircisiz oynanan Adana Demirspor maçı tam bir felaketti. 1 yıl önce Malatyaspor formasını giyen, sezon başlamadan bir kaptanlık tartışması sonucu takımdan ayrılan Büyük Metin (Yıldız) karşı takımda oynuyordu. Metin’le birlikte 1.62’lik Tekin İncebaldır’ın orkestra gibi yönettiği Adana Demirspor çok üstün oynadı veya Malatyaspor hiç oynayamadı, oynamadı. Doksan dakikanın sonunda tabelada Malatyaspor aleyhine 7-2 yazıyordu. Bu ağır yenilgi sonrası Vural görevini bırakmak zorunda kaldı.
Malatyaspor yoluna Malatyalı bir teknik adamla, Özkan Akbulut, devam edecekti. Akbulut, Malatyaspor’da teknik adamlar sezonu tamamlayamadan gittiğinde göreve davet edilen değişmez teknik adamdı. Takım tekrar toparlandı; Oktay’ın 4, Feyzullah’ın 1 golüyle kazanılan 5-3’lük Beşiktaş maçıyla ligi 3. sırada tamamladı.
Avrupa Macerası
Türkiye üçüncülüğü bugün amatör kümede oynayan Malatyaspor’un tarihindeki en büyük başarısı ama o dönemde düzenlenen UEFA turnuvalarına (Şampiyon Kulüpler Kupası, Kupa Galipleri Kupası, UEFA Kupası) katılmak için yeterli değildi. Sadece Avrupa değil dünya futbolunda uluslararası maç sayısının artması 1990’ların ortalarına, bilhassa Şampiyonlar Ligi organizasyonunun başlamasına, uzanıyor.
Malatyaspor, bu başarısıyla şimdi düzenlenmeyen Balkan Kupasına katılmaya hak kazandı. Yunanistan’ın Ofi Crete (Girit) takımıyla 9 Kasım 1988’de Malatya’da bir maç oynayan Malatyaspor 3-2 yenildi; Ceyhun Güray ve Ünal Karaman’ın golleri yenilgiye engel olamazken, Malatyaspor sonraki maçlara çıkmayarak turnuvadan çekildi. Bu maçta takımın başında antrenör olarak İsmail Tekin vardı. Teknik Direktör Nihat Atacan’ın istifası nedeniyle Tekin geçici süre görev yapmıştı.
2002-2003 sezonu Malatyaspor Süper Ligi beşinci bitirince UEFA Kupasında oynama hakkını elde etmiş, İsviçre’nin Basel takımıyla tarihinde ilk ve son kez Avrupa Kupası maçını oynamış, sahasında 2-0 kaybettiği ilk turun rövanşında 90 dakikayı Celalettin Koçak’ın golleriyle 2-0 galip kapatarak uzatmaya taşımış, o tarihte uygulanan “gümüş gol” uygulamasının kurbanı olarak 2-1 kazandığı halde elenmişti.
Teşvik Primi İddiaları
Unutulmaz Beşiktaş maçından sonra, hatta bugüne kadar, Beşiktaş cenahından Malatyasporlu futbolculara Galatasaray’ın teşvik primi gönderdiği iddia edildi.
O yıllarda Futbol Müsabaka Talimatı ve Futbol Disiplin Talimatında teşvik primine dair hüküm yoktu. Etik bulunmuyordu ama talimatlarda açıkça yazılmadığı için ceza verilemiyordu. Futbolun kitabını yazanlar zamanında böyle bir eyleme kalkışılacağını akıllarına getirmemiş olsalar gerek!
Yüksek olasılıkla birçok kulüp lehine sonuç çıkartmak üzere başka takımlara teşvik primi gönderiyordu, bunlar futbol camiasında konuşuluyor ediliyordu ama talimatlarda açıkça tanımlanmadığı için herhangi bir işlem başlatılamıyor, yaptırım uygulanamıyordu.
Günümüzde teşvik primi şikeyle eşdeğer bir suç olarak değerlendiriyor. TFF Futbol Müsabaka Talimatının 25. maddesi Müsabaka Sonucunu Etkileme başlığı altında “müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkilemek yasaktır. Teşvik primi verilmesi de bu kapsamdadır” ifadesiyle dile getiriliyor.
Futbol Disiplin Talimatının 56. maddesi verilecek cezaları açıklıyor. Teşvik primi vermeye teşebbüs etmek dahi suç kapsamında değerlendiriliyor. Madde hükümlerine göre teşvik primi alan oyunculara ömür boyu men cezasından, yöneticilerin suça karışması halinde, takımın bir alt lige düşürülmesine kadar ağır cezalar verilebiliyor.
İşin o gün ve bu günkü hukuki boyutu bir yana, malum maç öncesi Malatya futbol kamuoyunda Beşiktaş’a karşı oluşan antipatinin karşı tarafça bilinmiyor oluşu. Teşvik primi olsun olmasın Malatyaspor’un Beşiktaş’ı yenme dışında düşüncesi yoktu. Beraberlik bile Malatyalıları tatmin etmeyecekti. Zaten takım formdaydı, yenemeyeceği rakip yoktu. Teşvikli teşviksiz Malatyaspor galibiyete oynayacaktı.
Çünkü: Malatyaspor’un ligde kalmak için canını dişine taktığı ilk 2 sezonunda Beşiktaş maçlarında uğradığı bariz hakem “hataları” hafızalardan silinmemişti. Bilhassa Sadık Deda’nın yönettiği maçlarda verilen uyduruk penaltılar az kalsın Malatyaspor’un düşmesine yol açacaktı. Malatyaspor elbette sadece Beşiktaş maçlarında hakem gadrine uğramamıştı. Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarında da başına ne işler açılmıştı! Mesela İstanbul’da oynanan bir Galatasaray maçında son dakikaya 1-1 girilirken hakem Oğuz Sarvan’ın “kafasına göre” maçı 5 dakika uzatması, Galatasaray’ın Savaş Koç’la 2-1 öne geçince de maçı bitirmesi buna çarpıcı bir örnektir. Hatırlatalım: o yıllarda maçlarda şimdi olduğu sakatlıklara, oyuncu değişikliklerine vb. bağlı olarak maçın sonuna süre eklenmez, 90 dedi mi bitiş düdüğü çalardı.
Beşiktaş’ın Malatyaspor’a kaybettiği maçla alakalı teşvik primi iddiaları ilerleyen yıllarda İstanbul takımlarınca “garip bir huyun” benimsenmesine yol açtı: Anadolu’dan bir takım şampiyonluğa yürüyen GS, FB veya BJK ile oynuyorsa kuzu kuzu teslim olmak, mümkünse kaleyi sonuna kadar açarak yenilmek zorundaydı (!). Aksi takdirde teşvik primi alınmıştı.
2001-2002’de bu kez Fenerbahçe ile çekişen Galatasaray Malatyaspor’a teşvik primi aldığı imasında bulundu. Ziya Doğan yönetimindeki Malatyaspor kümede kalmak için canını dişine takmış savaşırken, İstanbul’da karşılaştığı Galatasaray’ın teknik direktörü Mircea Lucescu, maç sonu açıklamasında, zorlanarak da olsa 1-0 kazanmalarına sinirlenerek, “Malatyaspor niye mücadele etti?” demeye getiriyordu. Anlayacağınız, kümede kalmak için yarım puana bile ihtiyacı olan Malatyaspor’un, şampiyonluğa oynuyor diye, Galatasaray’a karşı mücadele etmemesi gerekiyordu.
Malatyaspor’un 2000’li yıllardaki Süper Lig serüveninde ciddi hakem haksızlıklarına uğradığını, 2006’daki düşüşünde de bu hataların başrol oynadığını belirtelim.
Ne acı ironi ki 1989-90 sezonunda küme düşürülen Malatyaspor, Adana Demirspor-Boluspor maçında yapıldığı iddia edilen şike Tahkim Kurulu ve Yargıtay kararlarıyla onandığı halde hakkını alamamış, yani lige dönmesine izin verilmeyip, o günün siyasi şartlarında, tazminatla susturulmuş; şike yaptığı kanıtlanan kulüplere ise hiçbir müeyyide uygulanmamıştı.