Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'na hitap etti.
Cumhurbaşkanı Gül, 68. Dönem BM Genel Kurul Toplantısı'nda konuştu. ABD Başkanı Barack Obama'nın ardından söz alan Gül, konuşmasında, Suriye ağırlıklı olmak üzere Orta Doğu, Kıbrıs, Dağlık Karabağ meseleleri de dahil olmak üzere pek çok konuya değindi. Gül'ün konuşması sırasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de Genel Kurul'da hazır bulundu.
68. BM Genel Kurulu Toplantısı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Gül sözlerine, BM Genel Kurulu’nun 68. Toplantısının başkanlığını üstlenmiş olması vesilesiyle Dr. John Ashe’ye tebriklerini ileterek başladı. Kenya, Irak ve Pakistan’daki terör saldırılarının son derece üzücü olduğunu söyleyen Gül, bu saldırıların en kuvvetli şekilde kınandığını ifade etti ve bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerinde bulundu. 21. yüzyıla girildiğinde geleceğe iyimserlikle bakmak için birçok nedenin bulunduğunu dile getiren Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Nitekim, Soğuk Savaş döneminin husumet ortamının son bulduğunu ve dünyanın ahlaki dengesinin barış arayışına yöneldiğini görmüştük. Kalıcı bir barışın, sadece savaşın yokluğundan ibaret olmadığının bilincindeydik. Uluslararası toplum olarak, istikrarlı bir dünya düzeni için birlikte çalışmanın zorunluluğunun idraki içindeydik. Bu anlayış doğrultusunda, Birleşmiş Milletler sisteminin temelini oluşturan evrensel ilkelere yönelik güçlü taahhüdümüzü muhafaza ettik. Ayrıca, dayanışma ve işbirliği ruhuyla, terörizm belasına karşı uluslararası düzeyde etkili yanıtlar geliştirdik. Ne var ki, günümüzün en derin krizleri iç çatışmalardan neşet etmektedir. Bu tür çatışmalar gerek sıklık, gerek boyut bakımından artış göstermektedir. Yönetilenlerin yönetenlerden rızalarını çekmelerinden kaynaklanan siyasi meşruiyet sorunlarına dayalı bu tür çatışmalar, ülke içi düzenlerin sarsılmasına yol açmaktadır. Siyasi meşruiyetten yoksun liderlerin hepsi, ortak bir yanılgı içindedirler: geleceği görmek ve dönüşümü yönetmek yerine, kendi halklarına karşı sorumsuz hareketlerle zaman kazabileceklerine inanırlar. Nihayetinde bu tür iç çatışmalar Suriye’de tanık olduğumuz trajedideki gibi iç savaşlara yol açmaktadır. Bu liderlerin eylemlerinin kendi sınırlarının ötesinde de barış ve güvenliğe yansımaları olmaktadır. Bazı liderlerin, kendi güvenliklerini diğer ülkelerde güvenlik sorununa sebep olacak şekilde belirlemekte ısrar etmeleri halinde, müşterek güvenlikten söz edilemez.”
Günümüzde bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması, her bir ülkede iç düzeninin idamesine bağlı olduğunu kaydeden Gül, bölgesel ve uluslararası güvenliğin anahtarının gerçek iç barış olduğunu söyledi. Gül, bu konunun, önümüzdeki yıllarda daha fazla karşılaşılacak bir mesele olmaya devam edeceğini dile getirdi.
“GÜÇLÜ, ETKİN VE GÜVENİLİR BİR BM, HEPİMİZİN İHTİYACIDIR”
“Haklılığın kimsenin tekelinde olmadığını hepimiz biliyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Gül, BM sisteminin işlevlerine değinmek istediğini ifade ederek, “Güçlü, etkin ve güvenilir bir BM, hepimizin ihtiyacıdır. Günümüzün küresel gerçeklerine hazırlıklı bir BM’ye ihtiyaç duyuyoruz. Böyle bir BM, uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası için harekete geçme yeteneğine sahip olmalıdır. Güvenliği, adaleti ve insanların temel hak ve özgürlüklerini koruyabilmelidir. Kuvvete dayanan siyaset uğruna bu asli sorumluluğunu asla terk etmemelidir. Güvenlik Konseyinin tepkisiz kalmasının, saldırgan rejimleri cesaretlendirdiğinin bilincinde olmalıyız. Acımasız eylemlerin faillerini adalete ve hukuka teslim etmeye muktedir bir BM’ye ihtiyacımız var” şeklinde konuştu.
BM’nin kurucularının tasavvur ettiği gerçek barışçı bir dünyaya ancak böyle bir BM’yle ulaşılabileceğinin ve bunun asli bir hedef olmanın ötesinde acil bir ihtiyaç olduğunun altını çizen Gül, BM sisteminin anlamını korumasının ve güvenilir kalabilmesinin yegâne yolunun, kararlı adımlar atabilmesi olduğunu söyledi. Gül, “Dünyadaki yeni koşullar ışığında, gerçek anlamda demokratik, temsil kabiliyetine sahip, etkin ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi gerekmektedir” dedi.
TÜRKİYE’NİN KİMYASAL PLAN’A YÖNELİK TUTUMU
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bugün karşı karşıya olunan hiçbir meselenin, Suriye’deki durumdan daha fazla aciliyet arz etmediğini ifade etti. Türkiye’nin, Suriye’nin kimyasal silah stokunun tasfiyesi için ABD ile Rusya arasında varılan anlaşmayı memnuniyetle karşılamakta ve desteklemekte olduğunu belirten Gül, bu anlaşmanın, somut bir BM Güvenlik Konseyi kararına tahvil edilmesi gerektiğine değindi. Gül, Suriye’nin kimyasal silah stokları tamamıyla imha edildiğinde, ülke halkının ve bölgenin rahat bir nefes alacağını, Suriye’nin komşusu olarak Türkiye’nin de bu silahların tamamen ve doğrulanabilir şekilde imhasını herkesten daha fazla istemekte olduğunu dile getirdi. Gül, “Ancak, bu silahların daha bir ay önce Suriyeli sivillere karşı kullanıldığını göz ardı edemeyiz. İnsanlığa karşı işlenen bu suçun faillerinin, yaptıklarının hesabını vermesi ve adalete teslim edilmesi gerekmektedir. Suriye’nin kimyasal silahlarına ilişkin bu anlaşmayı bir fırsat görüyorum. Bunun, Orta Doğu’daki tüm kitle imha silahlarının tasfiyesini sağlayacak bir güvenlik mimarisinin oluşturulması yönündeki ilk adımı teşkil etmesini ümit ediyorum” diye konuştu.
“BMGK’NIN SURİYE’DE ASLİ SORUMLULUĞUNU YERİNE GETİRMEDEKİ BAŞARISIZLIĞI UTANÇ VERİCİDİR”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 68. BM Genel Kurul Toplantısı’nda yaptığı konuşmaya şu sözlerle devam etti:
“Bununla birlikte, Suriye’deki duruma yönelik yakın geçmişteki yaklaşım, bazı zor soruları da beraberinde getirmektedir. Eğer kimyasal silahlar kullanılmamış olsaydı, uluslararası toplum yüz binden fazla insanın ölümüne gözlerini kapatmaya devam mı edecekti? Biz burada konuşurken dahi öldürülmeye devam edilen insanlara karşı ahlaki sorumluluğumuzu yerine getirmekten daha ne kadar kaçabiliriz? Bu çatışma kimyasal silahların kullanılmasıyla başlamamıştır, bu silahların imhasına yönelik bir anlaşmayla da son bulmayacaktır. Bu itibarla, masum insanların öldürüldüğü gerçeğinden değil de, sadece öldürülme şeklinden rahatsız olan her türlü tutumu şiddetle reddediyoruz. Böyle bir yaklaşım, gayrı ahlakidir ve hiçbir şekilde kabul edilemez. Suriye’nin kimyasal stokunun imhasına ilişkin anlaşma, rejiminin işlediği diğer suçların hesabını vermesinden kaçmasına fırsat tanımamalıdır. Suriye gibi büyük bir ülke ve büyük bir millet kendi kendini tüketmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de asli sorumluluğunu yerine getirmedeki başarısızlığı utanç vericidir.”
“SURİYE’DEKİ ÇATIŞMA BÖLGESEL BARIŞ VE GÜVENLİĞE CİDDİ BİR TEHDİTTİR”
Suriye’deki çatışmanın, bölgesel barış ve güvenliğe ciddi bir tehdide dönüştüğünü kaydeden Gül, Soğuk Savaş döneminin vekalet savaşlarının tekerrür etmesinin, Suriye’yi daha derin bir kargaşaya sürükleyeceğini ifade etti. Gül ayrıca, mülteci krizinin devamının, mültecileri misafir eden ülkeler için büyük sosyal, siyasi ve ekonomik riskler oluşturacağına işaret etti.
İç savaşların, radikalleşme ve aşırıcılığı da beslediğini belirten Gül, “Aşırı gruplar bir ülkede kök saldıklarında, özerk yapılar oluştururlar ve sadece o ülkede değil, o ülkenin sınırları dışında da, ciddi bir güvenlik tehdidine dönüşürler. Sonuçta, bu tür örgütlerin tasfiyesi, bir ülkede güvenliğin sağlanmasının önündeki en büyük zorluk olur. Bu tehdidin farkında olmalıyız ve kararsız kalarak kaybedilen her gün, Suriye’de barışa ulaşma imkanından biraz daha uzaklaşıldığını idrak etmeliyiz” şeklinde konuştu.
Gül konuşmasına şöyle devam etti:
“Suriye halkının rejime başkaldırmasının ardından, halkın davasını destekleyen, güçlü ifadelerle ve vaatlerle dolu çok sayıda uluslararası açıklama yapıldı. Bu net taahhütler Suriye halkının ümitlerini arttırdı. Ancak, pek çok ülke, uzaklığın rahatlığını yaşarken, sadece Suriye’den yansıyan korkunç görüntülerden rahatsız olmakla yetindi. Suriye halkının yardım çağrıları ise duymazdan gelindi. Suriye halkı, yirmi birinci yüzyılın en vahim katliamını yaşarken, uluslararası toplumun sadece seyirci kalmasının sebep olduğu hayal kırıklığının yerini ne tutabilir? Bu tespit, beni ne yapılması gerektiği sorusuna getiriyor. Barışçıl bir çözüm için, amaçları iyi belirlenmiş ve iyi hesaplanmış mantıklı bir strateji geliştirilmelidir. Bu strateji, Suriye’deki iç savaşı bitirmeyi, Suriye halkının emniyet ve güvenliğini derhal sağlamayı ve ülkede istikrarlı geçişin sağlanmasını hedeflemelidir. Böyle bir stratejinin kuvveden fiile geçirilmesi için kararlı ve güçlü bir uluslararası angajman gereklidir. Krizin başlangıcından bu yana eksik olan da aslında budur.”
“GÜÇLÜ DESTEK MESAJLARINA ARTIK GERÇEK EYLEMLER EŞLİK ETMELİDİR”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye halkının kaderine terk edilemeyeceğini ve edilmemesi gerektiğini söyleyerek, “Suriye’nin acısını dindirme sorumluluğu, artık uluslararası toplumun omuzlarındadır. Güçlü destek mesajlarına artık gerçek eylemler eşlik etmelidir. Bütünlüğünü koruyan, istikrarlı, güvenli ve kendi halkıyla ve komşularıyla barışık yeni bir Suriye’ye ulaşmaya yönelik arayışımızda kararlı olmalıyız. Bu amaçla, BMGK’nin Beş Daimi Üyesi ve Suriye’nin komşularının liderliğinde bir siyasi strateji oluşturmalı ve uygulamalıyız” ifadelerinde bulundu.
ORTA DOĞU’NUN DEĞİŞİM SÜRECİ
Orta Doğu’nun son üç yıldır büyük bir sosyal ve siyasi değişim sürecinden geçmekte olduğunu sözlerine ekleyen Gül, 2010 yılında başlayan dönüşüm sürecinin, bölgedeki yüz yıllık statükonun sonunu getirdiğini söyledi. Gül, “Elbette, değişime karşı tepki dalgaları oluşmaktadır ve oluşacaktır. Bununla birlikte, Tunus, Libya ve Mısır dahil bölgedeki gelişmeler geri döndürülemez. Arap halkları da, diğer toplumlar gibi, çoğulcu toplumlar inşa etmeye eşit derecede muktedirdirler. Ancak, bu yeni siyasi sistemlerin bir gecede olgun demokrasilere dönüşmesini beklememeliyiz. Toplumların uzlaşmanın değerini kavrayabilmeleri, yavaş, fakat kesintisiz demokratik süreçler sonunda mümkün olmaktadır. Arap halklarının haklı davaları, tam ve tereddütsüz desteğimizi hak etmektedir” dedi.
FİLİSTİN MESELESİ
Filistin sorununun yarım yüzyıldan fazla bir süredir devam etmekte olmasının, adalet kavramını derinden zedelemekte olduğunu dile getiren Gül, Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olma hakkını inkârın, ne ahlaki, ne siyasi ne de hukuki bir zemini olmadığını söyledi. Gül, uluslararası toplumun ısrarlı çağrılarına rağmen Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşimlerin genişletilmeye devam edilmesinin, iki devletli çözüme ulaşma şansını azalttığını söyleyerek, barışa olan ihtiyacın aşikar olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Gül, ABD’nin himayesinde taraflar arasında başlatılan görüşmelerin Türkiye tarafından memnuniyetle karşılandığını ve güçlü biçimde desteklendiğini ifade ederek, “Bu çabaların başarısı, İsrail Hükümeti’nin toprak bütünlüğüne sahip, yaşayabilir bir Filistin Devleti kurulmasını kabul etmesine bağlıdır. Ayrıca, uzlaşmış ve birleşik bir Filistin cephesinin mevcudiyetine de ihtiyaç vardır” diye konuştu.
“KIBRIS MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ, İSTİKRARLI VE BARIŞ İÇİNDE BİR DOĞU AKDENİZ İÇİN ELZEMDİR”
Konuşmasında Kıbrıs meselesine de değinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, barışçıl bir çözüme ulaşmaya yönelik müteaddit girişimlerin, Annan Planı’nın 2004’te reddedilmesi de dahil olmak üzere başarısızlıkla sonuçlandığını belirtti. Garantör devlet olarak Türkiye’nin, adil ve müzakere edilmiş bir çözüm bulunması hedefine tam anlamıyla ve samimiyetle bağlı olduğunu söyleyen Gül, “Bu nedenle uluslararası toplumun, sonuca odaklı ve belirli zaman çerçevesine bağlı müzakerelere iyi niyetle başlanmasını Kıbrıslı Rumlara kabul ettirmesini bekliyoruz. Bu sorunu çözmesi gerekenler Kıbrıslı Türkler ve Rumlardır. ‘Eğer’ler ve ‘ama’lar olmaksızın, en geç önümüzdeki ay müzakerelere başlamalarını bekliyoruz. Kıbrıs meselesinin çözümü, istikrarlı ve barış içinde bir Doğu Akdeniz için elzemdir” ifadelerini kullandı.
DAĞLIK KARABAĞ SORUNU
Donmuş ihtilafların etkin bölgesel işbirliğine engel olmakta olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin, Dağlık Karabağ ihtilafının barışçıl çözümü için açık bir çağrıda bulunduğunu dile getirdi. Gül, Kafkasya’da toprak bütünlüğü temelinde kapsamlı ve sürdürülebilir barışın tesisi çabalarına desteğin de devam etmekte olduğunu sözlerine ekledi.
Türkiye’nin, işgal altındaki topraklardan kademeli olarak çekilmeyle birleştirilecek bölgesel ekonomik işbirliği ve kalkınma odaklı kapsamlı bir strateji önerdiğini ifade eden Gül, “Bunun bölgesel barış için sağlam bir temel oluşturabileceğine inanıyoruz” dedi.
Bölgesel işbirliğine ihtiyaç duyulan diğer bir coğrafyanın ise Balkanlar olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Son birkaç yıldır Türkiye, tüm Balkan uluslarıyla güçlü ilişkiler kurma çabalarına hız vermiştir. Hedefimiz bir diyalog, güven, karşılıklı anlayış ve uzlaşı atmosferi oluşturmaktır” diye konuştu.
Gül sözlerine şöyle devam etti:
“Güvenli, müreffeh ve barışçı bir Afganistan olmasında hepimizin çıkarı vardır. Burada da, bölgesel işbirliği ve sahiplenme şarttır. Bu sebeple, Afganistan, Pakistan ve Türkiye arasındaki Üçlü Zirve Süreci’nin kurulmasına yönelik çabaları bizzat başlattım ve önderlik ettim. 2007’den bu yana bu süreçte gerçek anlamda ilerleme sağlandı. Yeni başarılara imza atılacağına da inanıyorum.”
“İSLAMOFOBİ MAALESEF IRKÇILIĞIN YENİ BİR TÜRÜ HALİNE GELMİŞTİR”
Terörizm konusuna da değinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Bu gerçek bir tehdittir, son derece tehlikelidir, insanlığa karşı suçtur ve mutlaka yenilmesi gerekir. Bunu ancak ‘benim teröristim/senin teröristin’ ayrımlarından kurtulduğumuzda başarabiliriz. Terörizme karşı etkin uluslararası işbirliği, Türkiye için ana bir öncelik olmayı sürdürmektedir” diye konuştu.
Gül, dikkat edilmesi gereken bir meselenin daha mevcut olduğundan söz ederek, “İslamofobi maalesef ırkçılığın yeni bir türü haline gelmiştir. Dünya üzerindeki milyonlarca barışsever Müslüman’dan soyut ve hayali bir düşman yaratmayı hedeflemektedir. İfade özgürlüğünü korumak ile inanca saygıyı muhafaza etmek arasında bir denge tesis edilmesi elzemdir” dedi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 68. BM Genel Kurul Toplantısı’ndaki konuşmasını şu sözlerle sona erdirdi:
İnanıyorum ki, yeni bin yıl demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarına saygının ve küresel refahın yayılmaya devam edeceği bir dönem olacaktır. Özgürlük, adalet, haysiyet, toplumsal ilerleme ve iktisadi refahla şekillenen uluslararası bir barışın erişilebilir olduğuna inanıyorum. BM Şartı’ndaki ilkeler doğrultusunda, kalıcı bir uluslararası düzen inşa etmek için güçlerimizi birleştirmeliyiz. İstikrarlı, güvenli ve müreffeh bir dünya tüm çıkarlarımızı gözetmek ve ilerletmek için en iyi yoldur. Böyle bir dünyayı tesis etmek kendi milletlerimize karşı temel sorumluluğumuz olmaya devam etmektedir.”