Söyleşi: Niyazi DOĞAN
Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, kamuoyunda Malatyalılar Grubu Davası olarak bilinen davanın iki hükümlüsü Zekeriya (Zeki) Şengöz ve Fahri Memur’un hukuksuz biçimde yargılanarak hüküm giydiğine inandığını belirterek “Bu insanların haksızlığa uğradığına kalben inanıyorum. Adaletin tecelli etmesi için mutlaka haklarının, hukuklarının iade edilmesi gerekiyor. Çünkü bu insanların terör örgütü üyesi olmadığını herkes biliyor” dedi.
Partisinin Manisa Milletvekili Özgür Özel ve Muğla Milletvekili Nurettin Demir ile birlikte yaklaşık 50 cezaevini ziyaret ettikten sonra tutuklu ve mahkûmların sorunlarının yanısıra cezaevlerinin durumu ile ilgili rapor hazırlayarak Türkiye gündemine taşıyan Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, bu kapsamda kamuoyunda Malatyalılar Grubu Davası olarak bilinen davanın hükümlüleri Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur’u Malatya E Tipi Cezaevi’nde ziyaret ederek konuştu, sorunlarını dinledi ve yargılama sürecinde yaşandığı belirtilen hukuksuzluklar konusunda fikir alış-verişinde bulundu.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra yoğun biçimde Türkiye’nin kanayan yarası olarak tanımladığı cezaevleri sorununa eğildi. Partisinin Manisa ve Muğla milletvekilleri ile birlikte yaptığı gözlem ve incelemelerin yansıra bireysel olarak cezaevlerine yaptığı ziyaretlerde işkence gören, hukuksuzluk kurbanı olduğunu ifade eden, haksız ve kötü muameleye tabi tutulan mahkûm ve tutuklularla görüşerek onların sesini ve taleplerini kamuoyuna duyurdu. Milletvekili arkadaşları Özgür Özel ve Nurettin Demir ile birlikte yaklaşık 50 cezaevinde inceleme ve gözlem yaptı. Pozantı ve Osmaniye Cezaevleri ziyaretlerinden doğan sonuçlar cezaevleri sorununu Türkiye gündeminin öncelikli maddesi haline getirdi.
Veli Ağbaba’nın cezaevi ziyaretlerindeki en önemli unsur kuşkusuz dil, din, mezhep ve siyasal görüş ayrımı yapmaksızın kötü muameleye, haksızlığa, uğradığını, işkence gördüğünü, hukuksuz, adil olmayan yargılama sonucu mahkûm olduğunu iddia eden tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onların seslerini yönetim katlarına ulaştırmasıydı.
Radikal İslamcı hükümlülerden KCK davasına, poşu taktığı için aylarca sorgusuz-sualsiz cezaevinde tutulan Cihan Kırmızgül’den 12 Eylül rejiminin tutukladığı günden bu yana cezaevinde çürütülen Tahir Canan’a, Balyoz davasından Pozantı Cezaevi’nde çocuk tutukluların tecavüze uğramasına, Hizbullah davasından Cübbeli Ahmet Hoca’ya, Fenerbahçe Kulüp Başkanı Aziz Yıldırım’dan gazeteci Mustafa Balbay’a, İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’na kadar geniş bir yelpazedeki hükümlü ve tutuklularla görüşen, konuşan ve dertleşen Veli Ağbaba Malatyalılar Grubu Davası hükümlüsü Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur’u da ziyaret ederek sorunlarını dinledi ve yargılama sürecinde yaşandığı belirtilen hukuksuzluklar konusunda fikir alış-verişinde bulundu.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ile cezaevinde Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur’u ziyareti sonrasında, Şengöz ve Memur’la yaptığı görüşmenin izlenimlerini, mahkûmiyetlerine ilişkin görüşlerini ve Türkiye’nin diğer cezaevlerindeki sorunlarını konuştuk:
-Veli Bey cezaevlerinin durumu ve tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı sorunlara yönelik yoğun çalışma sürecinizin nasıl başladığını ve ne tür sonuçlara ulaştığınızı konuşacağız ama, öncelikle Malatya kamuoyunu yakından ilgilendiren bir ziyaretle başlamak istiyoruz. Siz kamuoyunda Malatyalılar Grubu Davası olarak bilinen davanın hükümlüleri Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur’u da cezaevinde ziyaret ettiniz. Neler konuştunuz, İslamcı politik duruş ve mücadelesi ile tanınan bu isimler bir CHP milletvekili olarak sizin görüşme talebinize nasıl yaklaştılar, moralleri nasıldı?
- Hemen vurgulayayım ki, milletvekili arkadaşlarım Özgür Özel ve Nurettin Demir ile cezaevleri konusundaki çalışmamızı gerçekleştirirken asla din, dil, mezhep, politik görüş, cinsiyet ayrımı yapmaksızın, hiçbir tutuklu ya da hükümlüyü ötekileştirmeden ziyaret ettik ve dertlerini dinledik. Eşit duyarlılıkla da hemen hepsinin sorunlarını hem kamuoyunun gündemine taşıdık, hem de çözüm üretmesi gereken makamlara ilettik.
Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur ziyaretine gelince: Bu ziyareti Malatya E Tipi Cezaevi’nde tek başına yaptım. Zekeriya Bey ve Fahri Bey’le, her ikisi ile de görüştüm. Tabii beni doğrudan tanımıyorlar. Medyadan biliyorlar. Ama güzel ve faydalı bir görüşme oldu. Doğal olarak şaşırdılar, ama bir o kadar da mutlu oldular ziyaretten dolayı. Teşekkür ettiler. Ben de bu ülkede mağdur ve haksızlığa, adaletsizliğe kurban olduğunu düşünen herkesin yanında olduğumuzu söyledim. CHP’nin mağdurun kimliğini, siyasal duruşunu gözetmeksizin haksızlıkla, hukuksuzlukla, adaletsizlikle mücadele ettiğini vurguladım. Moralleri oldukça iyiydi, çok iyi gördüm her ikisini de. Ancak yıllardır cezaevinde olmanın yarattığı yansımalar da vardı elbette.
-Neler konuştunuz, sizinle neler paylaştı Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur?
-Herşeyden önce cezaevindeki yaşama şartlarını konuştuk. Bu konuda bazı sorunları olmakla birlikte çok fazla şikâyetleri yoktu. Dava süreçlerini konuştuk. Adil olmayan bir yargılama sonucunda haksız biçimde mahkûm edildiklerini söylediler. Yıllardır suçsuz bir şekilde cezaevinde yattıklarını, siyasi bir yargılama yapılarak mahkum edildiklerini ifade ettiler.
-Sizin izlenim ve düşünceniz nedir? İçeriğe baktığınızda nihai tahlilde siyasi bir dava olan Malatyalılar Grubu Davası’nda Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur’un bu kadar ağır ceza ile cezalandırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Her dönemin bir hukuku var ve birilerini eziyor. 28 Şubat yaşandı bu ülkede. Birilerine haksızlık yapıldı mı diye sorarsanız, evet, bence yapıldı. Birçok insanı haksız yere içeri attılar. Bence Malatyalılar Grubu davasında hüküm giyenler de öyle. Onların haksızlığa uğradığına, haksız yere yattığına kalben inanıyorum.
-Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur için ‘Bu insanlara haksızlık yapıldığına kalben inanıyorum’ diyorsunuz. Peki, bundan sonra ne yapılmalı haksızlığın kısmen de olsa giderilmesi, hukuksuzluğun devam ettirilmemesi için?
-Ben hukukçu değilim, bu nedenle bu insanlar hakkında yeni bir hukuki süreç başlatılabilir mi bilmiyorum. Ama mutlaka bu insanlara haklarının verilmesi, hukuklarının iade edilmesi gerekiyor. Çünkü bu insanların terör örgütü üyesi olmadığını herkes biliyor. Ama o dönemde bir hukuksuzluk vardı onları ezdi, şimdi bu dönemin, AKP’nin hukuksuzluğu başka insanları eziyor.
-Malatya faslını burada kapatarak Türkiye ölçeğindeki cezaevleri sorununu konuşalım. Milletvekili seçildiğinizden kısa süre sonra Türkiye cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin durumunu öğrenmek, cezaevi şartlarını yerinde görmek için bugüne kadar yaklaşık 50 cezaevini ziyaret ettiniz. Bu ziyaretlerin bazılarını CHP milletvekili grubuyla birlikte, bazılarını bireysel olarak yaptınız. Ziyaretler sonrasında CHP’nin bu konuda yaptığı açıklamalar ve hazırlanan raporlar büyük yankı yarattı. Pozantı Cezaevi’nin kapatılması gibi somut sonuçları da doğurdu. Öncelikle cezaevlerinde yaşanan ve insanlık onuru ile bağdaşmayan sorunlara yoğunlaşma sürecinin nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini anlatın bize.
CEZAEVLERİNDEN ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA MEKTUP YAĞDI
-Cezaevlerine yönelik girişimlerimiz planlayarak gelişen bir programdan oluşmuyordu aslında. Geçtiğimiz yıl İnsan Hakları Haftasında TBMM’de bir basın toplantısı yaptım. Devrimci Karargâh davasında yargılanan Bilim ve Gelecek Dergisi’nin Editörü Baha Okar’ın eşi, Türkiye’de en uzun siyasi tutuklu şahıs unvanını elinde bulunduran, 12 Eylül zulmünün en büyük mağduru Tahir Canan’ın eşi ve ezilmiş, hakları ayak altına alınmış bazı insanlarla birlikte bir basın toplantısı yaptık. Bu insanların yaşadığı hukuksuzluğu kamuoyuna duyurduk. Ardından poşu davasında yatan Cihan Kırmızıgül’ün ailesi ile bir basın toplantısı yaparak sadece poşu taktığı için cezaevine atılan Kırmızıgül’ün yaşadığı hukuk skandalını gündeme taşıdık.
Bu toplantılardan sonra çok sayıda tutuklu ve hükümlü yakını ile yoğun bir iletişim içinde bulduk kendimizi. Hemen hepsi de cezaevlerindeki yakınlarını ziyaret etmemizi ve onları dinlememizi istiyordu.
Ben de her geçen gün çoğalan bu talepler karşısında, bu sürecin ilk adımı olarak Tekirdağ Cezaevi’ne gittim. Burada Baha Okar’ı, Cihan Kırmızıgül’ü ziyaret ettim. Onlarla konuştum, cezaevi şartlarını ve yaşadıkları adaletsizlikleri medya aracılığı ile gündeme getirdim.
Bu ziyaretlerin ardından cezaevleriyle ilgili olarak şaşırtıcı yoğunlukta mektup gelmeye başladı bize. Çığlık çığlığa mektup yağdı cezaevlerinden bize. Hem cezaevinde bulunanlardan hem de tutuklu ve hükümlülerin yakınlarından gelen bu mektupların her birinde bir dram, bir işkence öyküsü ve insanlık dışı muamelenin mektuba dönüşmüş çığlığı vardı. Buradan hareketle Cezaevleri Gözlem Grubu niteliğinde bir grup kurarak cezaevlerini gezmeye, siyasi görüş ayrımı yapmadan çok sayıda tutuklu ve hükümlü ile görüştük.
KCK Davası, Hizbullah, Devrimci Karargâh, İBDA-C, Ergenekon, Balyoz, kadın, çocuk, adli tutuklu ve hükümlüler… Hiç bir siyasal, ideolojik, cinsiyet ya da sınıfsal ayrım yapmadan cezaevindeki muamelelerden dolayı mağduriyet yaşayan, işkence gören, tacize, tecavüze uğrayan, hukuksuzluk kurbanı olan, olduğunu düşünen çok sayıda tutuklu ve mahkûmu ziyaret ederek onların sesi olmaya çalıştık.
-Bugüne kadar kaç cezaevi gezdiniz?
Metris’ten İzmir Cezaevi’ne, Pozantı'dan Osmaniye'ye, Sincan'dan Malatya'ya, Şanlıurfa'ya kadar bir yılı aşkın süre içinde yaklaşık 50 cezaevi gezdik. Bunların bazılarına yalnız gittim. Büyük bölümünü ise Manisa milletvekilimiz Özgür Özel ve Muğla milletvekilimiz Nurettin Demir ile ziyaret ettik.
-Hasta tutuklulara daha yakın bir ilgi gösterdiniz sanırım. Hem hasta olmak hem de cezaevinde olmak…
-Cezaevindeki en dezavantajlı kesimi hasta tutuklu ve hükümlüler oluşturuyor. Onların durumu içler acısı. Az önce söz ettiğim basın toplantılarının ardından bize cezaevlerindeki çok sayıda hastadan mektup geldi. Hasta tutuklular açısından Türkiye’deki cezaevleri çok kötü durumda. Adli Tıp boyutu var bunun, cezaevi boyutu var. Bugüne kadar çok sayıda hükümlü ve tutuklu ölümcül hastalıklarla boğuşmalarına karşın ya cezaevinden çıkarılmadıkları, ya da zamanında dışarda tedaviye gönderilmediği için yaşamını yitirdi. Mahkûm hastaların tutuklu hastalara göre bir avantajı var. Şöyle ki, bir mahkûm hasta ise ve hastalığı ilerlemişse, bu durumu da ilgili raporlarla belgelendirilmişse Cumhurbaşkanı cezasını affedebiliyor. Ancak, tutukluluk halinde böyle bir olanak bulunmuyor ve insanlar cezaevlerinde tabutla çıkıyor.
-Bu konuda güncel bir örnek var, Muhlis Barut’un ölümü…
-Evet. Kanser hastası olan ve 6 aylık ömrü kaldığı doktor raporuyla tespit edilen Muhlis Barut, son aylarını değil son birkaç gününü evinde geçirmek istedi, buna bile izin verilmedi. Muhlis Barut evinde ölmek özlemi ile cezaevinde hayatını kaybetti Eylül ayında. Hükümlü olmadığı için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül affetmedi ve öldü.
Bu konuda yürek dağlayan bir örnek de, elektrik kaçakçılığından dolayı cezaevinde bulunan Basri Vardar’ın durumuydu. Basri Vardar lösemi hastası olarak tedavi görürken tutuklanıp cezaevine gönderiliyor. Eşi Zekiye Vardar ve diğer tutuklu yakınları ile basın toplantısı yaparak, Basri Vardar’ın dramını dile getirdik, adaletsizliğe isyan ettik. Tabi konuyu canlı tutmaya gayret ettik uzun süre. Sadece biz değil, İHD gibi insan hakları savunucuları da devreye girince bir süre sonra tedavi için 6 aylığına serbest bırakmak zorunda kaldılar. Ama herkes bu kadar şanslı değil tabii. Ya hiç serbest bırakılmıyorlar ya da ölmeden kısa sure önce bırakılıyorlar. Yaşam hakları ellerinden alınıyor. Devletin en büyük görevlerinden biri insanların yaşam hakkını korumaktır. İnsanların cezaevlerinde tedavi hakkından yoksun bırakılmasından kaynaklanan ölümler birer cinayettir. Devlet tarafından işlenmiş bir cinayetler.
-Cezaevlerinde tespit ettiğiniz en önemli, sizi derinden sarsan sorun neydi?
-Türkiye’de cezaevleri tam anlamıyla kanayan bir yara. Cezaevlerine baktığımızda bir F tipi ve yüksek güvenlikli cezaevleri var. Bunları ‘İzsiz işkencede sessiz ölümlerin yaşandığı cezaevleri' diye adlandırıyoruz.
-İzsiz İşkence ve Sessiz Ölüm Nedir?
-Yani bir işkence yapılıyor ama izi yok. Nasıl? F tipi cezaevlerinde tutuklular yalnızlaştırılarak, insansızlaştırılarak işkence yapılıyor. Bunların içerisinde Mustafa Balbay da var, İBDA-C’nin lideri pozisyonunda olduğu ileri sürülen Salih Mirzabeyoğlu da var. Hizbullah davasında yatan insanlar da var, Mehmet Haberal da var, İlker Başbuğ da var.
-İşkence ideoloji tanımıyor o zaman..
-Hiç tanımıyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerinde KCK’lı da, Hizbullah davasından tutuklu da, Cübbeli Ahmet Hoca da, İBDA-C lideri olduğu iddiasıyla yıllardır tutuklu bulunan Salih Mirzabeyoğlu da, Mustafa Balbay da aynı işkenceyi görüyor.
HİKMET SAMİ TÜRK'ÜN CEZAEVLERİNE ÖVGÜ DİZEN GAZETECİLER BUGÜN O CEZAEVLERİNDE YATIYOR
F tipi cezaevleri insanları öldürüyor. Buna kimsenin hakkı yok. F tipi cezaevlerinin kaldırılması için önümüzdeki günlerde bir kampanya başlatmayı düşünüyoruz. F tipi cezaevleri, yüksek güvenlikli cezaevleri hiç insan ayırmadan insanları insansızlaştırarak ölüme götüren bir insanlık dışı bir sistem. Adalet Bakanı gazetecileri alarak cezaevi ziyaretleri yapmıştı. Maalesef cezaevlerinde ne zaman kötü koşullar oluşsa bakanlar gazetecileri alıp ziyarete gidiyor. Hatırlarsanız Hikmet Sami Türk de gazetecilerle cezaevlerini ziyaret etmişti. Şimdi içeride olan bazı arkadaşlar da o dönemde cezaevleriyle ilgili olumlu yazılar yazmıştı. İsim vermek istemiyorum ama o dönemde cezaevleriyle ilgili olumlu yazılar yazanlar simdi cezaevinde yatıyor. Şimdinin Adalet Bakanı Sadullah Ergin de gazetecilerle cezaevlerini gezdi. Gazeteciler Silivri’yi gezdi ve bu gazeteciler maalesef Silivri’yi adeta 5 yıldızlı bir tatil köyü kıvamında betimleyen yazılar yazdılar. Mustafa Balbay’ın tecrit koğuşunda yattığını biliyorum. Bakın ben bu cezaevlerini yatanlar kadar iyi bilmesem de birçok gerçeği gözlemleme fırsatı buldum. Hiçbir tutuklunun hakları verilmiyor bu cezaevlerinde. Örneğin sohbet hakkı var, etkinlik hakkı var, (kurs vb.), sosyal faaliyet hakları var ama hiçbir mahkûm bu hakkını kullanamıyor. Cezaevinin anlamı şu: Hürriyet hakkından yoksun kılma. Özgürlüğünden mahrum bırakma. Ama Türkiye’de cezaevlerinde farklı bir durum var. Özgürlüğünü kısıtlamakla kalmıyorsunuz onları ikinci veya üçüncü cezalara mahkûm ediyorsunuz. Verdiğiniz bu cezalarla onları ölüme sürüklüyorsunuz. O kadar ilginç uygulamalar var ki, sadece cezaevinde yatan insanlar cezalandırılmıyor, onların ailelerine de adeta ceza olan bir takım uygulamalar yaptırılıyor.
OYUK ARAMASI UYGULAMASI TAM BİR İNSANLIK SUÇU
-Mahkûm ya da tutuklulara ikinci ya da üçüncü ceza olarak nitelendirdiğiniz uygulamalar daha çok cezaevlerindekiler üzerinde mi uygulanıyor yoksa aileler üzerinde mi?
-Hem mahkûm ve tutuklular üzerinde, hem bunların yakınları üzerinde uygulanıyor. Hem de insanlık onurunu ayaklar altına alan bir işkence yöntemiyle yapılıyor bunlar.
Örneğin Türkiye’deki cezaevlerinde çırılçıplak oyuk araması denilen bir uygulama var mahkumlar için. Kadın ve erkek ayrımı yapmadan insanları çırılçıplak soyuyorlar ve cinsel organlarına kadar arıyorlar ve bakıyorlar. Tam bir insanlık suçu, yüz karası bir uygulama. Yorum yapmak gerektiğinde sözün bittiği yer değil, insanlığın bittiği nokta diyorum bu uygulama için.
Tabii bu yüz kızartıcı uygulamalar sadece cezaevindekilere karşı uygulanmıyor. Mahkum ve tutuklu yakınları da aynı işkenceden nasibini alıyor. Bakın, Hizbullah davasında tutuklu Yasin Demir’i Sincan Cezaevi’nde ziyaret ettiğimde anlatmıştı bana. ‘Artık kızım ve eşim cezaevine gelmek istemiyor’ dedi. Neden? Diye sordum, ‘Çünkü kızım ve eşimi iç çamaşırlarına kadar arıyorlar. Bu yüzden artık gelmek istemiyorlar’ dedi. Gazeteci Nedim Şener de bunu söyledi. ‘Kızımın iç çamaşırlarına kadar kontrol ediyorlar’ demişti. Osmaniye cezaevinde dinledik aileleri, ailelerin tamamı bu şekilde arandığını söyledi. Hem mahkûmlar hem aileler ceza görüyor.
KCK’LI KADIN TUTUKLULAR ERKEK GARDİYANLAR ÖNÜNDE ÇIRILÇIPLAK SOYULUYOR
Mesela İzmir Cezaevi’nde KCK davasından tutuklu kadınların erkek gardiyanlar önünde çırılçıplak soyularak arandığını biliyoruz biz. AKP bugüne kadar kadınların türbanı ile ilgili çok şey söyledi. Kadınların başlarının açılmasına karşı çıkıyorsun ama erkeklerin gözleri önünde çırılçıplak soyup oyuk araması yapıyorsun. Bunun adı AKP iki yüzlülüğü.
-F tipi ve yüksek güvenlikli cezaevlerinin dışındaki diğer cezaevlerinde yaşananlar çok farklı mı? Yoksa ortak sorunlara mı tanık oldunuz?
Tüm cezaevlerinde hala işkence var. İşkencenin illa kaba kuvvet ve şiddet versiyonu gerekmiyor. Cezaevlerinde her türden işkence yaşanıyor bugün. Bakın ben 33 cezaevi gezdim, cezaevlerinde yemek, ısınma, yer sorunu gibi temel, insani bir sürü sorunlar var. Hala kötü koşullarda yatma var. Mesela ben Urfa Cezaevine gittim orada duyduklarım karşısında kulaklarıma inanamadım.
-İnanılmaz olan neydi?
İnanılmaz olan, mecazi anlamda söylemiyorum, bildiğimiz basit anlamda nefes almanın ciddi bir sorun olduğu cezaevleri var Türkiye’de. Şanlıurfa Cezaevi bunların başında geliyor. 15 m2’de 20-30 mahkûm yatıyor. Nasıl yatıyorlar? Yatmıyorlar, nöbetleşe uyuyorlar. Tuvalet önünde yatıyorlar falan ama nöbetleşe uyuyorlar. İnsanın yaşamının temeli olan nefesi alıp veremiyorlar. En basiti ya, nefes almak. Özellikle yazın Urfa Cezaevine benzer cezaevlerinde nefes almak mümkün değil. Su vermiyorlar. Gördüğümde inanamadım. Urfa cezaevinde çıkan isyanda 13 kişi ölmüştü ve ben ikinci gün gitmiştim. Çocuklarla görüştüm. Çocuklar diyorlar ki, ‘Bizim yaşayacak gücümüz kalmadı, yasamaktan bıktık’. Bizden üç saat sonra isyan çıkardılar. İsyanın temelinde ideolojik sebepler filan yoktu. En temel insani ihtiyaç olan nefes alamamanın isyanıydı. Tamamen insani sorunlar. ‘Artık nefes alamıyoruz, ölmekten başka çaremiz kalmadı’ diyorlardı. Dinlediğimizde insanlığımızdan utandığımız bu tür gerçekler var cezaevlerinde.
POZANTI'DA ÇOCUK TUTUKLULAR, '12 YAŞINDAKİ ÇOCUĞA TECAVÜZ EDİLİRKEN DUYDUĞUMUZ ÇIĞLIKLAR YÜZÜNDEN SABAHA KADAR UYUYAMIYORUZ' DİYORDU
CHP olarak cezaevlerinde yaptığımız en başarılı işlerden birisi de Pozantı Cezaevinin kapatılmasını sağlamamız ve çocuk cezaevlerinin yeniden düzenlenmesinin yolunu açmamız oldu. Ben Pozantı ile ilgili hiç unutamadığım bir şeyi anlatayım size. Çocuklar anlatıyorlar bize: ‘Hiç uyuyamıyoruz’ dediler. Neden dedim? ‘12 yaşında bir çocuğa tecavüz edilirken duyduğumuz çığlıktan dolayı uyuyamıyoruz’ dediler. Benim 11 yaşında bir oğlum var. Bu konuda Adalet Bakanlığı’na bir yıl boyunca şikayet yapılıyor ama hiç kimse ilgilenmediği gibi konunun üzerini kapatıyor bakanlık. Hatta tecavüzün olduğu cezaevindeki müdürler terfi ettiriliyor. Biri Sincan’a biri Erciş cezaevine müdür oluyor. CHP’nin raporu sonucu o cezaevleri kapatıldı. Yani insanın çocuğu olunca kendi çocuğunla karşılaştırıyorsun ve 12 yaşındaki çocuğun tecavüz çığlığında diğer çocuklar uyumadıklarını söylüyor. Bu AKP döneminde yaşanan bir utanç. AKP Hükümeti bu skandalla ilgili bir şey yapmadığı gibi tam tersine üzerini kapattı. Bakın Osmaniye Cezaevinde olan bir şeyi anlatayım. Arkadaşlarımızla gitmiştik. Tabi cezaevlerinde birde şöyle bir sorun var, her yönetim kendi keyfi tutumuyla yönetiyor. Tekirdağ 1 ile Tekirdağ 2 arasında çok fark var. Osmaniye Cezaevinde deniliyor ki, gereğinden fazla sakal bırakmak yasaktır. Gereği ne kadar? Bunun kriteri ne? Herkesi tıraş ettiriyor. Simdi benim aklıma Cübbeli Ahmet Hoca geliyor. Onun sakalı uyuyor mu uymuyor mu? Yani oradaki cezaevi müdürünün tamamen keyfi uygulamaları var. Maalesef Adalet Bakanlğı da bunlara karşı hiç bir şey yapmıyor. Bizim raporlarımıza rağmen bir şey yapmadı.
DENİZ GEZMİŞ'İN MAHİR ÇAYAN'IN AFİŞİNİ ASMAK BÜYÜK SUÇ...
Sonra mesela duvarın dibinde yürürken kimseye bakmayacaksın. F tiplerinde ayak araması dediğimiz bir ayak araması var. Koğuşa girip çıktığında ayağınızın altına bakıyorlar. Tamamen insanları bıktırmaya onurunu kırmaya yönelik şeyler. Mesela bazı cezaevlerinde her kitap serbest ama bir başka cezaevinde en fazla 5 adet kitap bulundurabiliyorsunuz. Afiş yasak. Yani oraya Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın Che Guevara’nın resmini asmak yasak. Asarsan disiplin cezası alıyorsun, disiplin cezası da görüş yasağı, hücre hapsi demek. Çok ilginç yasaklar var. Mantığın almadığı yasaklar. Mesela daksil yasak. Neden yasak? Fotokopi kâğıdının girmesi yasak. Ne sakıncası varsa, bilemiyorum. Anlayamadık da. Cezaevinde yazın ve kışın iki pantolon yasak. Bir spor ayakkabı ve bir pantolon bulundurulmasına izin veriliyor. Fazlası yasak. Bu cezaevinde hiçbir ideoloji ve rütbe ayrımı yapmaksızın bu tür insanlık dışı uygumalar var.
-İşkence görme konusunda siyasi suçlular olarak nitelendirilenler ile adli suçlular arasında bir fark var mı ?
-İkisi arasında şöyle bir fark var: Adli suçtan yatan mahkûmlar nereye ve nasıl ulaşacağını bilmiyorlar. Şikayet veya başvuracakları mercileri bilmiyorlar. Mesela bazı düşünce suçluları İHD aracılığı ile veya başka sivil toplum kuruluşları aracılığı ile kamuoyuna ulaşabiliyorlar. Mesela ben geçtiğimiz günlerde bir cezaevine gittim, bir sorununuz bir sıkıntınız var mı diye sordum. ‘Hiçbir sıkıntımız yok’ dediler. Ama biraz konuşunca anlatmaya başladılar. Yemeklerde fare çıktığını, yemeklerin çok kalitesiz olduğunu söylediler. ‘Neden söylemiyorsunuz, neden gizliyorsunuz bunları?’ dedim ama biliyorum korkuyor. Mesela Pozantı Cezaevi’nde taş atan çocuklar denilen bu çocukların meselesi onların İnsan Hakları Derneği’ne ulaşmasıyla patlak verdi. Yoksa adi suçtan yatan çocuklar da tecavüze uğruyor. Çeşitli adi suçlardan yatan, mesela kontör kaçakçılığından dolayı cezaevine gönderilen çocuklar da tecavüze uğruyor. Ama onlar müracaat edecekleri makamları bilmiyorlar.
-Kadınların durumu daha kötü herhalde…
-Kadınlarla ilgili de şöyle bir durum var. Mesela çocuklu kadınlar var. Çok etkilendiğim bir olay var anekdotu aktarmak istiyorum: Sincan Cezaevi’nde annesiyle kalan çocuğa sordum ‘Benden bir şey istiyor musun?’ diye sordum. ‘Bisiklet istiyorum’ dedi. ‘Peki bisiklet sürmesini biliyor musun sen?’ dedim. ‘Biliyorum tabii, televizyondan öğrendim’ diye cevap verdi bana. Çocuk cezaevinde doğmuş, büyümeye başlamış, hayata dair herşeyi sadece televizyondan gözlemleyerek öğreniyor. Örneğin cezaevindeki çocuklara, hareketli oyuncaklar yasak, ağlayan bebek yasak, pilli bebek yasak. Kadınların da birkaç yönde problemi var. Ben Bakırköy’deki cezaevine gittim. Sincan Cezaevi’ndeki KESK’li kadınları ziyaret ettim. Yabancı uyruklu kadınları ziyaret ettim. Hepsinin farklı farklı problemleri var. Geçtiğimiz günlerde Güney Afrikalı Magdelina Magda isimli bir kadını ziyaret ettim. Kadın vefat etti. Kadının tek istediği Güney Afrika’daki güneşi görmekti. Dil bilmiyor, burada hiç kimse ilgilenmiyor, hiçbir akrabası yok, mektup yazıp gönderecek parası yok. Ayrıca bir de cezaevinde farklı cinsel tercihlere sahip insanların farklı sorunları var. Örneğin travesti ve gaylerin açık cezaevi hakları yok. Çünkü güvenliğini sağlayamayız diyorlar. Farklı cinsel kimliğe sahip insanların ortak alanlarda bulunmaları yasak. Örneğin birlikte spor yapmaları veya farklı etkinliklere katılmaları yasak. Çok farklı yasaklar ve birbirinden farklı sorunlar.
HİZBULLAH DAVASI TUTUKLUSU GENEL BAŞKANIMIZ KILIÇDAROĞLU'NA TEŞEKKÜR MEKTUBU GÖNDERDİ
-Siz cezaevlerinde düşünce ve anlayış olarak birbirinden çok farklı kesimleri ziyaret ediyorsunuz. İdeolojik fark gözetmeksizin radikal İslamcısından en sola kadar. Bugüne kadar geleneksel çizginize ve anlayışınıza uymayan çok farklı kesimlerdeki insanları ziyaret ettiniz. İslamcı tutuklu ve hükümlülerin davaları ile bu kadar yakından ilgilenmeniz partinizde bir rahatsızlık yarattı mı?
-Genel başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu konuda çok büyük desteğini gördüğümüzü söyleyebilirim. Hasta tutuklularla ilgili çalışma yaptığımız zaman birçoğunun siyasi görüşünü görüştüğümüzde öğreniyoruz. Bunlardan biri Sincan Cezaevi’nde ziyaret ettiğimiz Hizbullah davası tutuklusuydu. Doğal olarak bilmiyorduk siyasal düşüncesini. Hiçbir önemi de yoktu zaten. Karaciğer kaynaklı bir hastalığı vardı, onun için gitmiştik. O çok etkilendi bundan ve ziyaret sonrası Genel Başkanımıza mektup yazarak teşekkür etti. Hizbullah’ın cezaevindeki en üst düzey yetkilisi olduğu söyleniyor. Ama bizim için tabi hiç fark etmez. Önemli olan insan olması.
Örneğin İBDA-C Örgütü’nün lideri olduğu iddiasıyla yıllardır cezaevinde yatan Salih Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettik Bolu’da. Bizim ziyaretimize çok şaşırdı. Niye geldiğimizi merak etti ama anlattığımızda çok memnun da oldu Salih Mirzabeyoğlu. Onun kendi iddiasıyla telegram işkencesine maruz kalmış.
-Nedir bu telegram işkencesi?
-İnsan vücudunun elektromanyetik dalgalarla kontrol edilmesi. Bu insan 8 yıl tek başına bir hücrede yatırılıyor. Tabi insanı resmen öldürmek için yapılan bir işkence. Bunu gündeme getirdik. Yeri gelmişken şunu da söylemek istiyorum: Her dönemin bir hukuku var ve birilerini eziyor. 28 Şubat yaşandı bu ülkede. Birilerine haksızlık yapıldı mı diye sorarsanız? Bence yapıldı. Birçok insanı haksız yere içeri attılar. Örneğin Sincan Cezaevi’nde Hizbullah davasında yatan bir baba-oğulla konuştum. Babasına atfedilen suç, çocuğuna da atfedilmiş. Babasından dolayı oğlu da yatıyor. İşte yine Malatya’da ziyaret ettiğim grup, onların haksızlığa uğradığına kalben inanıyorum. Mutlaka bu insanlara haklarının hukuklarının verilmesi lazım diye düşünüyorum. Şimdi bu dönemde AKP’nin hukuku var ve birilerini yine eziyor.
AKP İKTİDARINDA İHYA-DER BAŞKANI KUTLU DOĞUM HAFTASI KUTLAMALARI YÜZÜNDEN TUTUKLANDI
Mesela Cübbeli Ahmet Hoca’ya sordum. Dedim ki: ‘Hocam 28 Şubat döneminde de içeri alındınız, şimdi de içeri alındınız. İki süreç arasında bir fark var mı?’ Aynen şu cevabı verdi: ‘Sayın vekilim bu sorduğunuz soru değil’ dedi. ‘28 Şubat sürecinde yaptıklarımız yüzünden içeri alındık, şimdi yapmadıklarımızı yüzünden içerdeyiz. ‘O zaman ne kadar yatacağımız belliydi, şimdi ne kadar yatacağımız belli değil. Şimdi de bizi itibarsızlaştırmaya, onurumuzu kırmaya çalışıyorlar’ dedi.
Yine Elazığ Cezaevi’nde İHYA-DER Başkanını ziyaret ettim. Tamamen resmi izinli eylemlerinden dolayı ceza almış. Peygamberimizin ‘Kutlu Doğum Haftası’, ‘Gazze toplantısı’, ‘Kermesler’ den dolayı İHYA-DER başkanı cezaevinde. Tamamen yasal faaliyetlerden dolayı AKP döneminin hukuksuzluğu yüzünden tutuklanan İHYA-DER Başkanı’nın cezaevindeki çığlığını sadece biz duyduk ve kamuoyunun gündemine getirdik.
İşte Mustafa Balbay’ın, Mehmet Haberal’ın, İlker Başbuğ’un terör örgütü şüphesi ile yatması. Veya bizim gündeme getirdiğimiz, özellikle Manisa Milletvekilimiz Özgür Özel’in çok büyük katkılarının bulunduğu 400 casus iddiası. Simdi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde şu ana kadar Türk Silahlı Kuvvetleri içinde casusluktan ceza alan bir kişi ama yargılanan 400 kişi. TSK’da 400 casus varsa Genelkurmay Başkanı derhal istifa etmeli. Eğer bu orduda bu kadar casus varsa o Genelkurmay Başkanı o makamda oturmamalıdır.
- MUSTAZAF-DER üyeleri, Cübbeli Ahmet Hoca, Hizbullah davasından Yasin Demir, Malatyalılar Grubu, Salih Mirzabeyoğlu.. Siz bu İslamcı tutuklu ve hükümlüleri ziyaret ettiğinizde ‘Bir CHP’li olarak gelmenize şaşırdık ama asıl bizi ziyaret etmesi gerekenler şu an iktidarda ve mecliste olanlardır’ diye bir serzenişleri oldu mu?
-Bu konuda Salih Mirzabeyoğlu’ndan öyle bir şey duymadım ama ona yakın bazı isimler bunu ifade ediyorlar. ‘Bizim suçsuzluğumuzu şu anda AKP’de yönetici veya milletvekili olan birçok isim biliyor ama hiçbir müdahalede bulunmuyorlar’ diyorlar. Yani 28 Şubat sürecinde arkadaş olup da şu an AKP’den meclise giren ama bu konular hiç anmayan milletvekillerine karşı bir sitem var. Özellikle İBDA-C ve Hizbullah iddiasıyla yatanlardan AKP’ye karşı ‘Bize sahip çıkmadılar’ şekilde bir sitem var. Bence Türkiye’de demokrasi ve insan hakları konusunda bir mücadele olacaksa bu ancak bir CHP’nin Hizbullah davasında yatan bir insanın hakkını savunması veya bir İslamcının bir başka davada haksızlığa uğrayanın hakkın aramasıyla başarılı olur. Ben Balyoz davasını da izliyorum, KCK davasındaki hukuksuzluğu da görüyorum. Hiç ilgisi alakası olmayan insanların bu davada cezaevine gönderildiğini de biliyorum. Büşra Besta Önder isminde bir kızın Büşra Ersanlı ile isim benzerliğinden dolayı cezaevinde yattığını biliyorum. Sonra serbest bırakıldı. Cihan Kırmızıgül sadece poşu taktığı için 24 ay cezaevinde yattığı gerçeği var. İşte Malatya’da cezaevinde yatan birçok insan. Bu insanların hiç birinin terör örgütü üyeliğinin olmadığını herkes biliyor. Ama o dönemde bir hukuksuzluk vardı onları ezdi, şimdi bu dönemin hukuksuzluğu başka insanları eziyor. Örneğin KESK davasında yatan kadınların bu davasını KCK’ya sokmuşlar. Bir kadın çocuğu ile içeri girmiş. Bir öğretmen, oğlunun kendisinin cezaevinde çalıştığını biliyormuş. Oğlunu buna inandırmış. Oğlu ayda bir gelip açık görüşte ziyaret ediyor annesini ve hatta ‘Anne ne zaman emekli olacaksın’ diye sormuş. Bir de Serap Şimşek isminde psikolojisi bozulmuş, adli tutuklu. Bakırköy Cezaevinde. Bağırsakları bir poşet içinde duruyor. Eli ranzaya bağlı. Bağırsaklarına takılmasın diye. ‘Ne istiyorsun benden?’ diye sordum. Bir çift muhabbet kuşu istiyorum dedi. Kuş gönderdim ona, biri içeri alındı biri alınmadı. İki tanesi yasakmış. Kuşları gönderdikten sonra ziyaret ettim tekrar. Çok etkilenmiştim. Bir de Diyarbakır’da bir çocuğun anlattıklarından çok etkilenmiştim. Sordum ‘Neden yatıyorsun’ diye. Hırsızlıktan yatıyormuş. Anlattı. 10 yaşındayken ağabeyi ile kavga ediyorlar ve birbirini bıçaklıyorlar. Şu anda 16 yaşında. Kavga sonrası kaçıyor. Ağabeyi de yaşıyor şu anda. Geceleri tabi dışarda kalmaya başlıyor ve bu süreçte hırsızlık yapmaya başlıyor. Cezaevinde yatmış falan. Cezaevi koşulları nasıl dedim? Cezaevi koşullarında bir tek bu çocuk memnun. Diyor ki ‘Abi kışın burası çok sıcak. Burası hiç olmazsa uzanabildiğimiz bir yer.’ İlk kez cezaevinde memnun olan bir insan gördüm. Bütün bunlara karşı çıkmazsak demokrasi ve insan hakları mücadelesinde kazançlı çıkamayız.
-Cezaevlerine giderken zorluk çıkarılıyor mu size?
-Adli tutuklularla görüşme hakkımız var ama siyasi tutuklularla görüşmelerde bazen zorluklar çıkarılıyor. Pozantı cezaevindeki olaydan sonra nakledilen çocuklarla görüşmek istedik. Adalet Bakanlığı’ndan birçok kez izin istedik ama izin alamadık. Bir türlü izin vermediler. Görüşemedik. Sincan Çocuk cezaevindeki çocuklarla görüşemedik.
-Vakit ayırarak sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederim.
- İlginiz için ben de teşekkür ediyorum.