Orhan TUĞRULCA
Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com
Eğitim ve Gençlik Yılları
Abdullah Cevdet 9 Eylül 1869 tarihinde Malatya’nın Arapgir ilçesinde doğdu. Babası Osmanlı ordusunda tabur imamlığı yapan Hacı Ömer Vasfi Bey’dir. Vasfi Bey’in tabur kâtibi olduğu yönündeki bilgilere de rastlanmaktadır. Kürt kökenli olan Vasfi Bey, oğlu Abdullah’ı, ortalama dindar bir Osmanlı ailesindeki duyarlılıkla yetiştirdi. İyi bir eğitim alması için çalıştı.
Bu amaçla ilk tahsilini Arapkir ve Hozat’ta tamamlayan Abdullah, bugün Elazığ olarak geçen Mamürat’ül Aziz’deki Askeri Rüştiye’ye kaydoldu. Buradaki okulunu başarıyla bitiren Abdullah Kuleli Askeri Lisesi’ne kaydını yaptırdı. Lise öğreniminden sonra askeri tıbbiyeye girerek tıp tahsilini görmeye başladı.
Abdullah Cevdet tıbbiyede okurken ilk defa toplumsal olaylarla ilgilenmeye başladı. Sonradan İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşecek olan İttihadi Osmani Cemiyeti’ni kurdu (1889). Naci Kutlay cemiyetin kuruluşunu şöyle anlatmaktadır: “…Öğrencilik günlerinde Arnavut İbrahim Temo ile Kürt İshak Sukuti Osmanlı yönetiminin haksızlıklarını ve kötülüklerini kendi aralarında konuşur, bir cemiyet kurma fikirlerini geliştirirlerdi. Bu fikirlerini sınıf arkadaşları Çerkez Mehmet Reşid’e de açarlar. Aynı günlerde Kürt Abdullah Cevdet de dördüncü kişi olarak bunlara katılır. Böylece 1889 yılı Mayıs ayının sonlarında, ilerde 1908 devrimini gerçekleştirecek iktidara gelecek ve Osmanlı-Türkiye tarihinde büyük bir rol oynayacak cemiyet kurulmuş oluyordu.”(1)
Cemiyetin kuruluş günlerinde, Abdullah Cevdet ile ilgili aktarılan bir anekdot onun dindar bir kişilikten dine karşı olan fikri sürecini açıkça ortaya koymaktadır. “…Teneffüs vaktinde toplanan dört arkadaşının arasına ikindi namazını kıldıktan sonra katılan kişi, sonradan materyalist düşüncelerinden dolayı “Aduvullah” (Allah’ın düşmanı) olarak anılacak olan Abdullah Cevdet’ten başkası değildir. Bu gençler daha sonra odun yığınları üzerinde talebe argosuyla Hatab Kıraathanesi Toplantıları adı verilen yerde siyasi sohbetler yapmaya başladılar.”
Abdullah Cevdet’in de içinde bulunduğu bu gizli örgütlenme her geçen gün biraz daha genişlemeye başlamıştır. Cemiyet 20 Temmuz 1891 tarihinde İnciraltı İçtimaı adı verilen bir mekânda ilk önemli toplantısını yaptı. Propaganda faaliyetlerine hız veren cemiyet üyeleri arasında yer alan Abdullah Cevdet birkaç kez tutuklanıp bırakıldı.
Abdullah Cevdet, okul yıllarında bir yandan örgütsel faaliyetlerde bulunurken bir yandan da edebiyatla ilgilenmeye başlamıştır. Abdülhak Hamit’in isteğine uyarak şiirlerini kitap haline getirdi. Ömer Cevdet adıyla yayımladığı bu ilk eserlerinde özellikle Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit ve Halit Ziya’nın etkisi görülür. Okul yılları Abdullah Cevdet için tam bir dönüşüm yılları olacaktır. Dindar bir aile terbiyesi ile yetişmiş ve tıbbiyenin ilk yıllarında namazlarını kaçırmayan Abdullah Cevdet o günün ideolojik dünyasında özellikle tıp öğrencileri arasında yaygın olan biyolojik materyalizme kafayı taktı.
Siyasal Aktivizm ve Dönüşüm Süreci
1894 yılında tıp fakültesini bitirdiğinde dindar Abdullah Cevdet’ten eser kalmamıştı. O artık yeni bir yolun yolcusu idi. Aynı yıl Haydarpaşa Hastanesi’nde göz doktoru olarak göreve başlayan Abdullah Cevdet, kısa bir süreliğine Diyarbakır’a gönderildi. Burada kaldığı süre içerisinde Ziya Gökalp ile tanıştı. Ziya Gökalp intihar teşebbüsünde bulunduğu sırada bir doktor olarak ilk müdahale eden kişi Abdullah Cevdet oldu. Hatta ölümden dönmesinde onun ilk müdahalesi belirleyici oldu.
İttihad-i Osmanî Cemiyeti’nin (İttihat ve Terakki) ilk şubesini Diyarbakır’da kuran Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp’i de bu gizli oluşuma kattı.
Sürgün Yılları
Abdullah Cevdet’in buradaki siyasi faaliyetlerini sakıncalı bulan hükümet onu İstanbul’a çağırdı. Burada bozgunculuk yaptığı gerekçesi ile Trablusgarp’a sürgün edildi (1895). Trablusgarp Hastanesi’nde göz hekimi olarak görevlendirilen Abdullah Cevdet burada da boş durmadı. Faaliyetlerini sürdürdü. Yönetim de Abdullah Cevdet’in artık yakasını bırakmıyordu. Onu adım adım izliyordu. Onu daha da tecrit etmek için Trablusgarp eyaletinin (Libya) çöllerle kaplı bölgesi olan Fizan’a sürmek istediler. Bunu haber alan Abdullah Cevdet önce Tunus’a oradan da Avrupa’ya kaçtı (1897). Önce Fransa’ya giden Abdullah Cevdet, buradan Tunalı Hilmi, İshak Sukuti, Dr. Çerkez Mehmet Reşit gibi Jöntürklerin de bulunduğu Cenevre’ye geçti.
Cenevre’ye yerleşen Abdullah Cevdet, II. Abdülhamit iktidarına karşı tam anlamıyla bir siyasi cephe teşkil etti. Arkadaşlarıyla birlikte “Osmanlı” adlı on beş günde bir çıkan bir gazete çıkarmaya başladı. Gazetede yazdıkları yazılarla II. Abdülhamit’i topa tuttular. Öyle ki, II. Abdülhamit’in dini vecibelerini yerine getirmediğini, örneğin namaz kılmadığını, dolayısıyla halife sayılamayacağı yönünde yazılar yazmaya başladı. Aynı konuda Şakir Hoca tarafından verilen fetvaları derlediği “Feteva-i Şerife” (Cenevre 1895) ile “Mahkeme-i Kübra” (Paris 1895) adlı risaleler cemiyet tarafından yayınlandı. Bu arada boş durmayan Abdullah Cevdet batı dillerinden tercümeler de yapmaya başladı. Çevirisini yaptığı eserler arasında Giyom Tell de vardı.
Yeniden Osmanlı Hizmetinde ve Çelişkili Tavırlar
1889’da Abdullah Cevdet ve arkadaşlarının çıkardığı Osmanlı gazetesinin yayımında mali zorluklar ortaya çıkmaya başladı. Gazetenin yayınlarından hayli rahatsız olan Osmanlı Hükümeti’nin temsilcileri, gazetenin merkez komitesi ile temasa geçti. Pazarlıklar yapıldı. Hükümet temsilcileri Abdullah Cevdet, İshak Sükûti ve Tunalı Hilmi’nin gazetede yazı yazmamak şartıyla 1500 Frank para ve ömür boyu 12 altın aylık tahsisat almalarını önerdi. Öneriyi kabul etmiş gözüken ittihatçılar yayınlarını durdurdular. Abdullah Cevdet bu parayı kazanmak için Paris’e gitti. Ancak onun Paris’te oturmakla beraber dergiye gizlice yazı yazdığını tespit eden Paris Büyükelçisi Münir Paşa tahsisatını kestirdi.
Bu dönemde yazdıklarının en önemlileri Gustove Le Bon’dan mülhem “Cumhur Ruhu” teorisini nakleden yazılardı.
Abdullah Cevdet ve diğer ittihatçı arkadaşları 1899’da II. Abdülhamit’in temsilcileriyle tekrar pazarlığa oturdular. Bu pazarlıklar neticesinde Abdullah Cevdet Viyana elçilik doktorluğuna getirildi. Bu görev verilirken bir daha ihtisas alanı dışında hiçbir yazı yazmayacağına dair bir taahhütname imzalattırıldı. Burada kendisine tevdi edilen göreve başlayan Abdullah Cevdet başka isimler altında Osmanlı gazetesine yazılar göndermeye devam etti. Aldığı maaşları önceleri cemiyete gönderirken sonra bundan vazgeçti. Bu yüzden cemiyet tarafından tenkit edildi. 1903 yılına kadar kaldığı bu görevinde daha çok şiirlerle ilgilendi.
Burada çalıştığı süre içerisinde karşılaştığımız en ilginç husus Abdullah Cevdet’in 20 Nisan 1900 tarihinde Padişah II. Abdülhamit’e gönderdiği mektuptur. Abdullah Cevdet’in karakter yapısını ele veren bu mektup, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri YEE, 15/140 numarada tespit edilmiştir. Elde edilen bu mektup, Abdullah Cevdet’in II. Abdülhamit’in gönderdiği 150 liradan dolayı teşekkürünü ve bir miktar daha gönderilmesi istirhamını içermektedir. Mektuptan anlaşıldığı kadarıyla Abdullah Cevdet üç-dört gün önce Memduh Paşa vasıtasıyla padişahtan bir takım isteklerde bulunmuş bundan dolayı memnuniyeti bildirmekle birlikte, gelecek ihsanlar (para vs.) için de şimdiden teşekkürlerini bildirmektedir.
Yürüttüğü gizli faaliyetlerle II. Abdülhamit’i devirmeye çalışan Abdullah Cevdet’in bu mektubu mektup sahibi Abdullah Cevdet ve diğer ittihatçı aydınların karakteri hakkında ipuçları vermektedir. Bu mektubu olduğu gibi aşağıya alıyoruz:
“Yüce Makamın, Şanlı ve Kudretli, Heybetli ve Merhametli Efendimiz, İslam’ın Sığınağı Padişahımız Hazretleri.
Ezelî Allah, ömrünüzü sağlık, kudret ve ihtişamla artırsın; hilafet makamınızın büyük başarılarını daim ve sayısız kılsın, amin!
Yüce hükümdarımızın ardı ardına gelen lütuflarından biri olarak ihsan buyurulan yüz elli lirayı büyük bir saygı ve övünçle aldım. Samimi ve vicdani bağlılığımın padişah katında takdir edildiğini gösteren bu tür yüce teveccühler, aciz kalbimi içten ve sürekli bir kulluk duygusuyla doldurmaktadır.
En büyük arzum, yüce rızanızı kazanmak ve içtenlikle, vicdanımın hükmüne dayanarak gösterdiğim sadakat ve tam teslimiyetimin hilafet makamınızca takdir edildiğini görmektir. Birkaç gün önce, Devletlü Memduh Paşa aracılığıyla yüce katınıza sunduğum âcizane dileklerimin de şimdi ferman-ı hümayunla yerine getirildiğini öğrenmiş bulunuyorum. Özellikle öksüzlerin, yüksek arzunuza uygun şekilde eğitim ve terbiyelerinin sağlanması yönünde şefkat ve merhametinizin gereği olarak bu hususta emin olduğumdan, şimdiden tekrar teşekkürlerimi ve kulluk niyazlarımı hilafet makamınıza arz eder, ömrünüzün ve ihtişamınızın artması için içten dualarımı yinelerim.
Şanlı, kudretli, merhametli ve kutsal efendimiz Padişah Hazretleri.
20 Nisan 1900 / Viyana Büyükelçiliği Hekimi / Kulunuz Abdullah Cevdet”(2)
Yukarıda iltifat dolu cümlelerle dolu mektubuna rağmen Abdullah Cevdet, II. Abdülhamit iktidarına yönelik mücadelesini bırakmadı. Daha sonra olduğu gibi yine sözünde durmayıp siyasi yazılar yazmaya başlayınca Viyana Büyükelçisi Mahmud Nedim Paşa tarafından İstanbul’a şikâyet edildi. Büyükelçiyi tokatlaması ise bardağı taşıran son damla oldu. Bu tecavüzkâr tavrı nedeniyle Avusturya polisine başvuruldu. Avusturyalı Parlamenter Pernerstorfer ülkede kalması için uğraştıysa da Abdullah Cevdet sınırdaşı edildi (17 Eylül 1903).
Buna rağmen II. Abdülhamit, içinde Abdullah Cevdet, Mizan gazetesi sahibi Murad Bey (Mizancı Murad), Çürüksulu Ahmet Bey ile Şefik Bey adındaki rejim muhaliflerini susturmak için yeniden teklifler götürdü. Çeşitli memuriyetler ve ataşelikler alan muhaliflerin başındaki Abdullah Cevdet de yeniden Viyana büyükelçilik doktorluğuna getirildi.
İçtihad Dergisi ve Yayıncılık Faaliyetleri
Muhalefetin genlerine işlediği Abdullah Cevdet, bırakın muhalefeti bırakıp siyasi yazılar yazmama, İslam aleyhtarlığının bayraktarlığına soyundu. Rejime karşı da muhalefete başladı. Bunun üzerine görevine son verildiği gibi kalebentliğe (kaleye hapsedilmiş mahkûm) mahkûm edilince İsviçre’ye kaçtı. Cenevre’de “İctihad” adlı bir dergi çıkarmaya başladı. 1904 yılında Cenevre’den Mısır’a geçti. O yıllarda Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış olan Mısır’da Fransızca ve Türkçe çıkardığı İçtihad dergisini yayınlamaya başladı. Aynı isim altında bir yayınevi de açan Abdullah Cevdet batılılaşma yanlısı eserler basmaya başladı. Kahire’de “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin önemli bir üyesi haline geldi. 1906 yılında başlayan ve bazı vergilerin kaldırılması ile birlikte meşrutiyet talebini de dile getiren Erzurum ayaklanmasını destekleyen yazılar yazdı.
1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilince yurda hemen dönmedi. Bir müddet daha Mısır’da kaldı. 1908’de Reinhardt Dozy’nin “Essai sur I’Historie de I’Islamisme” adlı iki ciltlik eserini “Tarih-i İslamiye” adıyla çevirip yayımladı. İslam’ı ve İslam peygamberini ağır bir şekilde eleştiren bu kitap Osmanlı-İslam kamuoyunda infiale yol açtı. Kitap toplatıldı, basımı ve yayımı yasaklandı.
İstanbul’a Dönüş ve İttihatçılara Muhalefet
Abdullah Cevdet, meşrutiyetin ilanından iki yıl sonra, yani 1910 yılında İstanbul’a döndü. Matbaasını İstanbul’a taşıyan Abdullah Cevdet burada “İctihad Evi” adı altında yayıncılığa devam etti. Avrupa’da yayınına başladığı ve Mısır’da devam ettiği İctihad adlı dergisini 24 sayıdan itibaren yeniden çıkarmaya başladı. Ancak iktidarı ele geçirip II. Abdülhamit’i de iktidardan indiren ittihatçı arkadaşlarıyla yıldızının barışmadığını gördü. Cağaloğlu’ndaki evi batıcı aydınların uğrak yeri haline geldi. Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı Beylerle İctihad dergisini sürdürmeye çalıştılar.
İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirilerini hızlandıran Abdullah Cevdet 1914 yılında yayını durdurmak zorunda kaldı. Bir süre İkdam gazetesinde imzasız yazılar yazmaya başladı. 1 Kasım 1918 tarihinde İctihad dergisini yeniden çıkarmaya başladı. İşgal yıllarında Damat Ferit hükümeti döneminde Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atandı. Görev süresi içerisinde kadınlara ilk kez genelevi vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen baskı üzerine görevden alındı.
İşgal yıllarında milli mücadeleden yana olmadığı gibi İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurulması ve Kürt Teali Cemiyeti’nin faaliyetlerinde etkin bir şekilde görev aldı. İşgal sona erip cumhuriyet kurulduğunda (1923) yeni yönetimin gözünde düştü. Bu yüzden cumhuriyet döneminde “ömür boyu devlet hizmetinde görev almama” cezasına çarptırıldı.
Cumhuriyet Dönemi ve Mustafa Kemal’e Yaklaşımı
Yeni yönetim her ne kadar Abdullah Cevdet’in iflah olmaz ittihatçı karakterine karşı kuşkuyla baktıysa da, Cevdet, cumhuriyet inkılâplarının getirdiği batılılaşma hamlelerini sevinçle karşılamış, hatta M. Kemal’e karşı derin bir saygı duymaya başlamıştır.
Bu hususu Yrd. Doç. Dr. Mustafa Gündüz şu şekilde vermektedir:
“Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal hakkında ilk yazısını tespitlerimize göre 1925‟te yazmıştır. Ancak bundan önce yazmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Bu tarihten sonra her yazdığı yazıda Mustafa Kemal, “büyük bir deha”, “büyük bir müceddid”, “büyük el”, “bu günün peygamberi” vb. sıfatlarla anlatılmıştır. Bütün yazılarında Cevdet’in ona büyük bir hayranlık gösterdiği açıktır. Latin alfabesini kabulü konusunda “bu en mühim ve en diriltici darbeyi de indirecek el yine büyük müceddidin eli olacaktır”(3) diyerek insanüstü bir sıfatla onu anarken, bir başka yazısında, “milletimizin doğurduğu fevkalade bir meş‟âl rüfeka-yı gayretiyle Türkiye‟yi Sevr girdâbından çıkardı”(4) demektedir. Mustafa Kemal‟in “Türklerin ruhu”(5) olduğunu söyleyen Cevdet, onu Türk milletinin yarattığı bir deha olarak görür:
“Balzac, eserlerinin birinde „Le génie a de grandes orelles en dedans‟ yani, „dehanın derununda hassas kulakları vardır(sic.)‟ demiştir. Bizce şu vazı da ilave etmelidir: Dehanın henüz mevcut olmayan henüz vukua gelmemiş olan hadiseleri gören gözleri vardır. Büyük Millet Meclisi kürsüsü üzerinde “Yunan ordusunu Anadolu’nun harim-i ismetinde boğacağım” dediği zamanı hatırlarız. O zaman pek çok kimseler, bunu sade bir teşci sözü telakki ve me’yus olmaya devam etmişti”.(6)
Gazi Paşa, Aydın Türk Ocağı’na gelir ve orada bir konuşma yapar. Oradakilere köylere gidip gitmediklerini sorar. Onlar da köylere gidemediklerini, çünkü tahsisatlarının olmadıklarını söylerler. Gazi Paşa da onlara: “„Mehdinin propagandasını yapanların tahsisatı mı vardı‟ diyerek çıkışır. Abdullah Cevdet bunu büyük bir olay olarak görür ve “Mustafa Kemal Paşa Hz.lerinin bu hitap ve itabı yüksek ve derin bir mana ile doludur…. Mustafa Kemal Paşa ahlaki ve içtimaî yaralarımız üzerine neşterini dokundurmuş ve buradan korkunç bir cerahat püskürmüştür”.(7) der. Hepsinden önemlisi, 1924 ve 25’in önemli inkılâplarından sonra Cevdet, Mustafa Kemal’i “bu günün peygamberi‟ ilan eder:
“Bu günün peygamberi Mustafa Kemal’dir. Millete zincirler imal, cehennemler inşa, zebaniler tasavvur edenlerden değildir. Onda bir nefes vardır ki, hem uzaklara gidiyor, hem de uzakları gösteriyor. Mustafa Kemalsiz biz, Semerkant, Taşkent hanlığı derekesine düşecektik. Hükümet-i dinîyenin bize gösterebileceği yolun sonu bu idi. Bu medenî ve asrî peygamber, peygamberî bir akılla geliyor. Onu gönderen sema değildir. Onu gönderen Türk kavminin başlangıç devrindeki ruhunun ilk meyl-i perestişini ancak güneşe göstermiş olan asıl Türk uşak, köle kalmaya istidatsızlığının efendi olmaya, efendi ölmeye liyakat ve azminin neticesidir33.”(8) Der.
Abdullah Cevdet cumhuriyet döneminde şiir yazarak, çeviri yaparak hayatını sürdürdü. Shakespeare, Hayyam ve Mevlana gibi isimler üzerinde çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te tarımı geliştirmek üzere göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde anlaşılınca siyasetten ilgisini çekti.
İlginçtir ki Abdullah Cevdet’in bu sözleri Şeyh Said’in mahkeme ifadelerinde de yer alacaktır. 28 Haziran 1925 günü Diyarbakır’da idam edilen Şeyh Said Şubat 1925 yılı içerisinde ortaya çıkan ayaklanmanın nedenlerini mahkemede anlatırken şu ifadeleri kullanmıştır:
“…Bazı risaleler gördüm. Ahmet Cevdet mi, Abdullah Cevdet mi bilmiyorum; bir risale gördüm. Mesela Sebilürreşad’da görüyorduk ki “Musa mağrur iken, İsa meşhur iken, Muhammed emin iken bunlar birer din çıkarmışlar, bu kadar ukala (akıllı adam) bir din çıkaramaz mı?” gibi şeyler okur, canımız sıkılırdı. Sebilürreşad’da yazıyordu ki İzmit Muharriri Kılıçzade Hakkı, Fahri Kâinat Efendimiz hakkında itale-i lisanda (dil uzatma) bulunmuştur. Hasan Fehmi namında bir müftü mahkemeye müracaat etmiş, yüz lira cezai nakdiye mahkûm edilmiş, sonra temyiz mahkemesi ise beraat ettirmiş. Mesela Meşihat-ı İslamiye’yi şimdi kız mektebi yapmışlar. Talibattan (öğrencilerden) birisi piyano çalmış, biri de keman çalmış, sabahlara kadar müsamere yapmışlar, bunları okuyunca müteessir oluyorduk… Hükümet İslamiyet’ten ayrılıyordu. İstanbul’da Beyoğlu’nda bazı İslam kızları şapka ile geziyorlar… Abdullah Cevdet, İçtihad dergisinde yazdığı bir yazıda neslin düzelmesi için Macaristan’dan damızlık (erkek) getirilmesini istiyordu…(9)”
Abdullah Cevdet Gerçekten Avrupa’dan Damızlık Erkek Getirilmesini mi istiyordu?
Abdullah Cevdet Mustafa Kemal ile görüşmesi sırasında “tarımsal verimin artması ve nüfusun biyolojik olarak güçlendirilmesi için Avrupa’daki tecrübeli, sermayeli tarımcıların Anadolu’ya getirilmesi” yönündeki düşünceleri hayli problemli olduğu bir gerçektir.
Abdullah Cevdet'in "damızlık erkek" getirilmesi fikri tarihî bir gerçekliktir ve çeşitli kaynaklarda açıkça geçmektedir. Ancak bu düşünce genelde abartılarak ve bağlamından kopartılarak aktarılmıştır. Gerçekte söylediği şey, Avrupa’dan birebir “damızlık” getirmekten çok "biyolojik ıslah" fikri etrafında şekillenen, Batı tipi medeniyet ve ilerleme arzusunun abartılı bir ifadesidir.
Asıl bağlam şu şekilde özetlenebilir:
Abdullah Cevdet, Batı uygarlığının üstünlüğüne derin bir inançla bağlıydı. Türk toplumunun ilerlemesi için sadece eğitimle değil, biyolojik olarak da “ıslah” edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu görüşünü 1910’larda yazdığı bir yazıda “ırk ıslahı” fikriyle ilişkilendirerek şu şekilde dile getirmiştir:
"Avrupa’dan damızlık erkek getirmek gerekebilir."
Bu ifade mecazi olmaktan çok, o dönemin pozitivist, biyolojist düşüncesiyle doğrudan ilişkilidir. O yıllarda ırk bilimi Avrupa’da çok yaygındı ve Abdullah Cevdet de bundan etkilenmişti. Saf anlamda “birey ithali” değil, Avrupa kanı üzerinden biyolojik ilerleme düşüncesini savunuyordu.
Bu bağlamda, “Türk ırkı geri kaldı.” düşüncesi hâkimdi. “Avrupa’dan biyolojik takviye yapılabilir.” fikri modernleşme ve ilerleme saplantısıyla söylenmiş ibretlik bir yaklaşımdır. Osmanlı kamuoyu ve basını tarafından “Türk kadınları için Avrupalı damızlık erkek istiyor” şeklinde karikatürize edilerek yayılmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, Abdullah Cevdet yasal veya pratik bir proje sunmamıştır. Bunu bilimsel bir tartışma önerisi, provokatif bir fikir olarak ileri sürmüştür. (10)
1928 yılında devlet başkanı Atatürk’ün isteği ile Fransız rahip Jean Meslier’in kaleme aldığı din eleştirisi kitabını Türkçe’ye çevirdi. Bu kitap “Akl-ı Selim” adıyla Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında yayımlandı. 1931 yılında şiirlerini “Karlıdağ’dan Ses” adıyla kitaplaştıran Abdullah Cevdet 1932 yılında İstanbul’da kalp krizinden öldü.
Abdullah Cevdet, Osmanlı aydınının geçirdiği ideolojik dönüşümün çarpıcı örneklerinden biridir. Hem eleştirilen hem de hayranlık duyulan yönleriyle tarihsel hafızada yer bulmuş, düşünsel mirası günümüze kadar tartışılmıştır. Onun yaşamı, modernleşme, laikleşme ve siyasal kimlik çatışmalarının da aynasıdır.
DİPNOT/KAYNAKÇA
1-Ruşen Aslan, “Kürt Legal Hareketin Tarihsel Gelişimi”
2-“Atabe-i Ulya-yı Hazret-i Tâcdâr-ı Ekremiye Şevketlu, kudretlu, mehâbetlü velinimetimiz padişah-ı İslam-penah Efendimiz Hazretleri. Hudâ-yı Lem-yezel Hazretleri ömr-ü afiyet ve kudret ve şevket-i hümayunlarını müzdâd ve muvaffakiyât-ı celile-i hilafet penahilerini mütevali ve bi-adâd buyursun, amin!
Eltâf-ı Mutetâbia-i Hazret-i şehriyârileri cümle-i celilesinden olmak üzere ihsan buyurulan yüz elli lirayı bâ-kemâl-i ihtiram ve mübâhât aldım. Saf ve vicdani olan hulus ve ubudiyet-i bendegânemin nezd-i mülükânede takdir buyrulduğunu gösteren bu gibi teveccühat-ı seniyye eserleri kalb-i âcizânemi samimi ve daimi hissiyât abidane ile lebriz etmektedir.
En büyük emelim rıza-yı meâli, irtizâ-yı şehriyariyi tahsil etmek ve ihlâs ve hükm-ü vicdaniye müstenid olmakla mümtaz olan ubûdiyet ve teslimiyet-i kâmile-i bendegânemin mahzar-ı takdir-i Hazret-i Hilafet penahileri olduğunu görmektir.
Üç dört gün mukaddem devletlü Memduh Paşa kulları vasıtasıyla südde-i seriyelerine arz eylediğim istirhâmât-ı acizanemin dahi şimdi tesviye ve icrâsı ferman-ı hümayunun şeref-sadr olmuş bulunduğuna, ezcümle öksüzlerin ber vefk-ı dilhâh-ı âli tahsil ve terbiyeleri mültezem ve icab-ı şefkat ve merhamet-i mülükâne bulunması cihetiyle emin bulunduğumdan bunlar içün daha bir kere de şimdiden teşekkürât-ı ubudiyet-ı ayât-ı bendeganemi der-bâr şevket medâr Hilafet-penahilerine i’lâ eder ve izdiyâd-ı ömr’ü Şevket-i Hümayunları duayı muhlisanesini tekrar eylerim. Şevketlü, kudretlü, merhametlü velinimetimiz Padişah-ı Kudsiyet-i iktina efendimiz Hazretleri. 20 Nisan 1900/Viyana Sefaret Seniyeleri Tabibi/Abdullah Cevdet Kulları”
3-Vasıf Bey”, İçtihad, No: 268, 1 Mart 1929, s.5129.
4-Abdullah Cevdet, “Yaratmalı”, İçtihad, No: 284, 1 Teşrin-i sani 1329, s.5290.
5-Abdullah Cevdet, “Yaratmalı- 5”, İçtihad, No: 293, 15 Mart 1930, 5335.
6-Abdullah Cevdet, “Zî Şevket Müceddidimiz İstanbul‟da”, İçtihad, No: 231, 1 Temmuz 1927, s.4399.
7-Abdullah Cevdet, “Mustafa Kemal, Aydın Türk Ocağında”, İçtihad, No: 321,15 Mayıs 1931, s. 5452.
8-Abdullah Cevdet, “Daima Daha İleri, Daima Daha Yüksek”, İçtihad, No:188, 15 Eylül 1925, s.3717.
9-Altan Tan, Kürt Sorunu, Timaş Y., 2009, s.213-214; M. İslamoğlu, İslami Hareketler ve Kıyamlar Tarihi, s.585-650; Ahmet Süreyya Örgeevren, “Şeyh Said İsyanı”, Dünya Gazetesi, 14 Haziran 1957
10-M. Gündüz, Abdullah Cevdet ve Modernleşme, s. 211-213.; Şerif Mardin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, benzer dönem tartışmalarında buna atıf yapar. ; Mahkeme zabıtları: Şeyh Said Mahkemesi ifadesinde “damızlık meselesi” Şeyh Said tarafından da gündeme getirilmiştir.; Şükrü Hanioğlu, Abdullah Cevdet'in düşünce dünyasını anlatırken böyle bir "damızlık erkek" teklifini resmen yapmadığını, bu tür cümlelerin tartışmaları provoke etmek için çarpıtıldığını yazar. Hanioğlu, Cevdet'in Batı üstünlüğüne ve "biyolojik ıslah" fikrine hayranlığını kabul eder ama bunun pratik bir teklif olmadığını belirtir. Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution: The Young Turks, 1902-1908 (Oxford University Press, 2001).; Ayrıca, Abdullah Cevdet, o dönemde basına verdiği açıklamalarda "Benim önerim Avrupalı tarımcıların Anadolu'ya gelmesi ve halkla kaynaşmasıydı, 'damızlık' gibi bir şey asla teklif etmedim." diye tekzip yayınlamıştır. İleri Gazetesi (1925): "Abdullah Cevdet, damızlık erkek getirmek istiyor" başlığıyla haber yapmış, kamuoyunda infial yaratmıştır. Cevdet ise buna İçtihad’da karşı yazı yazmıştır. İçtihad Dergisi (1925, 318. sayı civarı): “Bu iddialar yalandır, istismar edilmiştir.” açıklaması yapılır.