- İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr. Çelik'in hatıralarından.. "Hilmioğlu beni kapıda karşıladı.."
İnönü Üniversitesi’nde, 2008- 2012 yılları arasında birinci, 2012- 2016 yılları arasında ikinci dönem olmak üzere 8 yıl rektörlük görevinde bulunan Prof.Dr. Cemil Çelik, “Yâdımda Kalanlar- Bir Bilim Adamının Hatıraları” adlı kitabında, yaşam öyküsünün dışında, İnönü Üniversitesi’ne ilişkin anılarını yazdı.
REKTÖR OLMA FİKRİ, TEKLİF ve I. DÖNEM REKTÖRLÜK SEÇİMLERİ SÜRECİ
Prof.Dr. Çelik, Boğaziçi Yayınları’ndan çıkan ve 1. Baskısı Kasım 2017’de yapılan 367 sayfalık kitapta, üniversiteye rektör adaylığı fikrinin doğuşunu, rektör adaylığı ve seçim sürecini anlatırken, rektörlüğünün öncesindeki süreci ve ilk dönem rektörlük görevine seçilmesini özetle şöyle yazdı:
"…2007 yılı başlarıydı. Malatya’dan TÜBİTAK’a gelen genç öğretim üyelerinden yeni dönem için İnönü Üniversitesine rektör adayı olmayı düşünmez misiniz diye teklifler almaya başladım. Gençlik yıllarından arkadaşım Malatya Milletvekili Mücahit Fındıklı Bey de aday olmamın Malatya ve üniversite için hayırlı olacağını söyleyerek beni cesaretlendirdi.
Bana arkadaşlarım niçin rektör adayı olma teklifinde bulunmuşlardı? Yeterli sayılacak akademik ve idari tecrübeye sahip olmam, çok uzun olmasa da uluslararası deneyimlerimin olması, TÜBİTAK gibi stratejik bir kurumda üst düzey yöneticilik yapıyor olmam, bunların yanında şüphesiz Malatyalı olmam da etkili olmuş olabilir.
O vakte kadar herhangi bir üniversiteye rektör adayı olmak aklımdan hiç geçmemişti. Bu teklifi yakın arkadaşlarımla paylaştım. Ancak daha önce İnönü’ye rektör adayı olmuş ve seçimde birinci çıktığı halde 28 Şubat sürecinin gadrine uğramış ve rektör yapılmamış bir arkadaşımız vardı…
…Yakın gördüğüm arkadaşlarımla TÜBİTAK merkez binasının üst katında yer alan restoranda bir akşam yemeğinde bir araya geldik. Ben ve arkadaşlar düşüncelerimizi bu yemekte paylaştık. Benden önce şayet düşünüyorsa rektör adaylığının gadre uğrayan bu arkadaşımızın hakkı olduğunu ifade ettim. Ancak arkadaşımız, ben Malatya defterini kapattım dedi. Ayrıca ailevi nedenlerle Ankara’dan ayrılmasının mümkün olmadığını açık olarak beyan etti. Bu yemekte Mücahit Fındıklı, bir ara MEB Müsteşar Yardımcılığı da yapmış olan Doç.Dr. Şaban Şimşek ve daha birkaç yakın arkadaşımız birlikteydik. Şaban Hoca da bu yemekte benimle ilgili olumlu görüşlerini söyledi. Neticede bu arkadaşımızın böyle bir niyetinin olmadığı anlaşılınca ben rektör adaylığını ciddi ciddi düşünmeye başladım. Rektör adayı olmam hususunda beni cesaretlendiren diğer bir arkadaşım, TÜBİTAK SOBAG Yürütme Komitesi Sekreteri olan Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan oldu. İnönü Üniversitesine rektör adayı olma düşüncemde şüphesiz Malatyalı olmamın büyük payı vardı. Şehri biliyordum. Üniversitenin gelişim sürecini dışarıdan da olsa izliyordum. Malatyalı olmasam bu işe cesaret edemezdim…
İNÖNÜ’YÜ, NUTUK’U VE ŞARLAK’I OKUDUM
…2007 yılı sonbaharında rektörlük için adaylığımı açıklamam pek de doğru değildi. Henüz çok erkendi. Seçimlere daha sekiz dokuz ay vardı. Ben de bu günlerden başlayarak İnönü Üniversitesini tanıma çabası içerisine girdim. İşe, üniversitenin adını taşıdığı İsmet İnönü’nün hatıralarını ‘Hatıralar’ (Bilgi Yayınevi 1985) okumakla başladım. Sonra bir dönem İnönü’de rektörlük yapmış olan Şarlak Paşanın (Prof.Dr. Ömer Şarlak) ‘Kışladan Kampüse’ adlı hatıratını da okudum. Nutuk da okuduklarım arasındaydı. Üniversitenin gelişimi ve Malatyalıların üniversiteye olan ilişkilerini ve Malatya’nın sosyal yapısını da az çok biliyordum. İnternetten Malatya ve Üniversite ilgili haberleri de zaman buldukça okumayı ihmal etmiyordum. Bu arada TÜBİTAK’a gelen öğretim üyeleri ile tanışıp genel olarak üniversiteyle ilgili fikir alışverişinde bulunuyordum. Hiçbirine rektör adayı olduğumu deklere etmeden tabii. Ancak öğretim üyeleri bir şeyler sezinliyordu.
Bu dönemin önemli bir gelişmesi de TÜBİTAK’ta birlikte çalıştığımız SOBAG Yürütme Komitesi Sekreterliğini yürüten Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK Başkanı olmasıydı. Daha önceden benim İnönü Üniversitesi Rektörlüğü konusunda niyetimi bildiğinden onun YÖK Başkanı olması bana adaylık konusunda ayrı bir güven verdi…
HİLMİOĞLU SALONU TERKETTİ..
…2008 yılı Şubat ayıydı. Malatya Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Fransa’da Rouen Üniversitesi Rektörü Ordinaryüs Prof.Dr. Cafer Özkul’u Malatya’ya konferans için davet etmişti. Cafer, benim çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda da akrabamdı… Cafer’in Malatya’ya geleceğini duyunca kendisini aramıştım. Cafer bana “Beni Malatya’ya konferans için davet ettiler. Avrupa’daki bilim ve teknolojik gelişmeleri anlatacağım. Sen de gel birlikte konuşalım.”… Ben de kabul ettim, beni de konferans programına dahil ettiler. Bu konuda Doç.Dr. İlhan İçen’in çabalarını söylemem gerekir… 13 Şubat konuşmamızın planlandığı tarihti… O gün Belediyenin Konferans Salonu tıklım tıklım doluydu. Bir hayli öğretim üyesi salonda dinleyiciler arasındaydı. Konuşmaları dinlemeye Rektör Fatih Hilmioğlu da gelmişti. Yanında Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Arguvanlı olan Ali Altuntaş da vardı. Benden ziyade Cafer Hoca’yı dinlemek maksadıyla oradaydılar… Toplantının açılışını ve ilk konuşmayı ben yaptım. Özellikle Türk üniversitelerinin o günkü sıkıntılarını ve özellikle de milliyetçi ve maneviyatçı öğretim üyelerine yapılan baskıları ifade ederken9 28 Şubat sürecinde bu milletin evlatlarının üniversitelerde dışlanmasının, kadro verilmemesinin bilimsel ve ahlaki bir karşılığının olmadığını, üniversitelerin asli görevlerinin bilim ve teknoloji üretmek ve ülkenin ihtiyacı olan insanları yetiştirmek olduğunu söyledim… Daha sonra “Bugün ne oluyor da ülkemiz üniversitelerinde milli ve manevi değerlere bağlı bilim insanları dışlanıyor? Ayrımcılık yapılıyor? Bu bize hiç yakışıyor mu?” diye ekledim. Bunun üzerine salonda dinleyiciler arasından genç birisi “Dinle Hilmioğlu dinle de bunları öğren” diye bağırdı. Ben de “O konuşan arkadaşı lütfen salon dışına alınız” diye güvenlik görevlilerini göreve çağırdım. Bundan birkaç dakika sonra Rektör Hilmioğlu yanındaki birkaç kişi ile salonu terketti. Cafer arkalarından gitti ise de salona geri dönmediler… Bu toplantı Malatya’da yerel gazete ve televizyonlarda olduğu kadar ulusal basın ve televizyonlarda da yer aldı. Rektör Hilmioğlu’nun salonu terketmesi ve söylediği sözler ön plana çıkartılmıştı…
Bu toplantı Malatya’da geniş yankı buldu. Benim İnönü Üniversitesi için rektör adayı olacağım ile ilgili yorumlar yapılmaya başlandı. Ancak ben rektör adaylığı konusunda hiçbir açıklamada bulunmadım. Ayrıca rektör adayı olacaksam tüm üniversite öğretim üyelerini kapsayan bir seçim stratejisini kafamda oluşturduğumdan bir grup ya da parti yanlısı arkadaşlarla bir arada olmamın uygun olmayacağını düşündüm. Çok yakın birkaç arkadaşım dışında kimse özel bir toplantı yapmadım.
Bu toplantıya konuşmacı olarak katılmam benim rektörlük stratejim açısından iyi oldu. Yalnız ben ve arkadaşlarımın böyle bir toplantıyı önceden planladığımız ile ilgili bazıları konuşmuş olsa da bu doğru değildi…
Mart ayından itibaren Ankara’ya yolu düşen ya da TÜBİTAK’ta panellere gelen öğretim üyeleri beni ziyaret ediyorlardı. Tabii görüştüğüm öğretim üyelerinin çoğunluğu Hilmioğlu’nun ya kadro vermediği ya da mağdur ettiği akademisyenlerdi. Sırf benimle görüşmek için üçlü, dörtlü, bazen de tek olarak Ankara’ya gelenler oldu. Bu dönem içerisinde 80’e yakın öğretim üyesi ile görüştüm. Onları dinledim. Notlar aldım. Toplam 415 öğretim üyesinin bulunduğu üniversitenin neredeyse beşte biri ile bu vesileyle tanışmış oldum…
SEÇİMDEN İKİNCİ ÇIKMAK BAŞARI DİYE DÜŞÜNÜYORDUM..
Üniversitelerin rektör adayı belirleme seçimleri Haziran ayının ortalarından sonraki bir tarihte yapılıyordu ve bu tarih YÖK tarafından belirleniyordu. Ben de bunu dikkate alarak 2008 yılı Mayıs ayının son haftasında yıllık iznimi alarak Malatya’ya hareket ettim… Dört yıl Ömer Şarlak, sekiz yıl da Fatih Hilmioğlu’nun yönetimleri döneminde muhafazakar, dindar ve milliyetçi öğretim üyelerinin bir kısmı sıkıntıya katlanamadığından, bir kısmı ise kendi istekleriyle üniversiteden ayrılmıştı. Başlangıçta çoğunluk sol cenahta gibi bir izlenime kapıldım. Benim için en başarılı sonuç seçimlerden ikinci olarak çıkmak diye düşünüyordum.
Rektörlük için yarışacağım arkadaşlardan İstanbul Üniversitesinden gelen Prof.Dr. İbrahim Keleş, Prof.Dr. Ramazan Özdemir ve ben, aşağı yukarı aynı öğretim üyesi kitlesine hitap ediyorduk. Prof.Dr. Sezai Yılmaz ise mevcut rektörün adayıydı. Sonradan öğrendiğime göre biraz da zorlamayla aday yapılmıştı. Burada bir durumu ifade etmeden geçemeyeceğim. Üniversiteye dışarıdan gelmeme rağmen, diğer adaylardan üniversitesi ve öğretim üyelerini daha iyi biliyordum. Dersime çalışarak bu işe girişmiştim…
Önemsediğim bir konu da seçim döneminde hiçbir öğretim üyesiyle idari görev konusunda pazarlık etmememdi. Bu konuda bazı arkadaşlar beni zorlasa da kimseye bir makam vaadinde bulunmadım. Sadece seçim bitip rektör adayı olarak atandığımda bu konuyu düşüneceğimi ve en uygun gördüğüm arkadaşlara istişare sonrası görev teklif edeceğimi söylemekle yetindim.
Adaylardan İbrahim Keleş, büro tutmuş, olayı dernek, vakıf ve cemaatlere indirgeyerek aleni biçimde ideolojik bir kampanya yürütüyordu. Öğretim üyelerine grup grup yemek verdiğini duyuyordum. Öğretim üyelerine hitap etmesi gerekirken, bunu ikinci plana atıp, bir bilim insanının dernek ve yerel ideolojik gruplarla başlamasını anlamakta zorlanıyordum.
TELEFONLA ARAYAN BİRİSİ..
Ankara’da iken bu zevattan birisi beni telefonla arayarak, biz elli vakıf ve dernek size destek vermek için bir toplantı yapacağız. Boyunuzun ölçüsünü bir görelim dercesine, biraz da emrivaki yaparak beni Malatya’ya davet ettiğinde, ona daveti için teşekkür etmiş ve “Ben ne milletvekili ne de belediye başkan adayıyım, üniversitede rektör adayıyım. Yasal rektör seçimi ile ilgili yöntem bellidir. Önce öğretim üyelerinin oyunu alacağım sonra YÖK ve daha sonra Cumhurbaşkanının atama süreci yer alıyor” dedim. “Şayet rektör olarak atanırsam sizleri davet eder, birlikte çay içer ve görüşlerinizden yararlanırım” diye sözümü bağladım. Aslında bir Malatyalı olarak bu arkadaşların algılarını ve dünyaya nasıl baktıklarını az çok biliyordum. Bu grubun adına konuşan Malatya’da fazla bir itibarının olmadığını sonradan öğrendiğim bu şahıs, o günlerde dernekleri zorlayarak benim hakkımda olumsuz bir hava oluşturmak istemiş ise de diğer sağduyu sahipleri buna engel olmuşlardı. İşte İbrahim Keleş tam da bu anlayışı olanların ortasına düşmüştü. Onun için öğretim üyelerinden fazla yüz bulamıyordu. Kapısını açtığı öğretim üyelerine “Yeni rektörünüz geldi” diyordu. Başbakanın yönlendirmesiyle aday olduğunu tekrarlayıp duruyordu. Fazla tecrübesi olan birisi değildi. Benim aday olacağımı duyunca Nisan ayında Ankara’ya ziyaretime de gelmişti. İbrahim Bey ile sanıyorum bir buçuk saatten fazla sohbetimiz olmuştu. Açıkçası ona, “Rektörlük için sen benden daha tecrübeli olduğunu söyleyebilir misin” dediğimde, “Hocam sen bu konuda daha tecrübelisin” dedi. Ancak birkaç hafta sonra Malatya’ya gittiğini ve şehirde ofis tutarak rektör adaylığı için çalışmalara başladığını öğrenmiştim. Şehirde arkasında duranlar arasında Hayat Vakfı mensupları önde geliyordu. Onların da üniversitede bir ağırlıkları yoktu.
Seçim çalışmalarımız süresince akşamları Şeker Fabrikası misafirhanesine gelen arkadaşlarla sadece seçim değil, bazen de genel konularda konuştuğumuz oluyordu. Bir gün akşam ziyaretine gelenlerden bir arkadaşımız, İbrahim Keleş’in yemekli davetlerine birkaç kez katıldığını söyledi. Ben de “Peki İbrahim Hocayı destekliyor musun?” diye sorduğumda, hayır demişti. Ben ona, “Peki destek olmayacağın bir adayın yemeğine niye katılıyorsun, bu yakışıksız bir davranış değil mi?” diye biraz da sitem ederek sorduğumda, arkadaşımız cevap vermekte zorlanmıştı. Bizim insanımızın bir kısmı işte böyle, öğretim üyesi olsa da farketmiyor.
RAMAZAN HOCA..
Diğer aday Prof.Dr. Ramazan Özdemir ise kişisel ilişkileri düzgün, öğretim üyeleri tarafından sevilen bir arkadaştı. Ayrıca şehrin sempatisini kazanmıştı. Ancak çok fazla tecrübesi olan biri görünümünde değildi. Ayrıca yaşı da çok gençti. Ona ilgi gösterenlerin sayısal olarak İbrahim Bey’den daha fazla olduğunu tahmin ediyordum. Ben Ramazan Hoca’yı yanıma almayı ve seçime birlikte girmeyi başından beri düşünüyordum. Ramazan, çok samimi bir Anadolu evladı olmasına rağmen, etrafındakilerin üniversiteyle ilgili endişelerden ziyade, kişisel kaygılarını daha önde tutan kişiler olduğu izlenimini edinmiştim…
Seçim stratejimle ilgili olarak arkadaşlarıma yaptığım tavsiyem, beni destekleyenlerin lehime desteklerini genel ortamlarda seslendirmemeleriydi… Üniversitede ziyaret etmemin sıkıntı oluşturabileceği kişilerle ya evlerde ya da Şeker Fabrikası misafirhanesinde buluşuyorduk. Özetle Ülkücü çizgidekilerle ayrı, değişik cemaatlere mensup olanlarla ayrı, dindar, liberal ve sosyal demokratlarla ayrı ayrı görüşüyordum. Ancak hepsine verdiğim mesajda, üniversitede ideolojik yapılanmadan ziyade herkesin katılacağı bir yönetim anlayışını getireceğimi de söylemekten çekinmiyordum. Verdiğim mesaj “ideolojik değil, idealist üniversite” mesajı idi. Sorun çözme odaklı ve demokrat bir üniversiteyi onlara vadediyordum.
Gördüğüm manzara genel anlamda şuydu: Ziyaretinde bulunduğum öğretim üyelerinin birçoğu çok fazla travmatize olmuştu. O dönem İnönü Üniversitesi’den doçent olmuş, ancak halen araştırma görevlisi kadrosunda olanlar vardı. Profesörlük süresi geçeli beş yıl olmasına rağmen henüz doçent, hatta yardımcı doçent kadrosunda çalıştırılan onlarca öğretim üyesi vardı… Mağduriyet yaşayanların sayısı toplamda 100’ün üzerindeydi.
Genel olarak konuştuğum akademisyenler içerisinde yerel kaldığı için evrensel üniversite anlayışının çok uzağında olanların bir hayli fazla olduğunu gördüm. Hatta yurt dışında lisans üstü eğitim görmüşler arasında bile bazılarının algılarının sıradan vatandaştan çok fazla bir farkı olmadığı görülüyordu…
REKTÖR SEÇİMİNE BERBERİN İLGİSİ..
Malatya kamuoyunun seçimle bu kadar fazla ilgili olması da dikkatimi çekiyordu. Sanki öğretim üyeleriyle beraber kendileri de oy kullanacaklarmış gibi konuşuyorlardı. Böyle bir ilginin diğer şehirlerde olduğunu sanmıyorum. Bir gün berberde tıraş olan bir öğretim üyesi arkadaşıma, berber, üniversite seçimleri konusunu açıyor. Berber, ben filan adayı destekliyorum, diyor. Arkadaş, peki senin oyun var mı ki böyle konuşuyorsun, dediğinde ise berberin cevabının, olsun, ben yine de filanı destekliyorum şeklinde olduğunu daha sonra bana aktarmıştı.
Ben şehirle, derneklerle, vakıflarla, hatta siyasilerle bile görüşme değeri duymadım. Çünkü buna ne vaktim vardı ne de ihtiyacım. Ancak şunu biliyordum ki, birilerini ziyaret edersem, rektör olarak atandığımda onların isteklerinin altından kalkamazdım. Ayrıca öğretim üyelerinin kahir ekseriyetinin de bu durumdan hoşlanmayacağını düşünüyordum. Bunun için Malatya’ya geldiğimde sadece Vali ve Belediye Başkanına nezaket ziyaretinde bulundum…
RAMAZAN ÖZDEMİR’İN İKNASI..
Bu süreçte Ramazan Bey’le birkaç kez görüşmek istediysem de, görüşmeye yanaşmıyordu. Özellikle gerek onun yanında gerekse de benim yanımda olan samimi arkadaşlar mutlaka seçime birlikte girmemiz hususunda Ramazan Bey’i ikna etmeye gayret ettiler. Nihayetinde seçime bir haftadan az bir zaman kalmıştı ve Ramazan Bey bir araya gelmemizi kabul etti. Bir akşam Yeşilyurt’ta daha çok onun yanında gözüken arkadaşların ağırlıkta olduğu bir ortamda görüştük. Olumlu görüşmeler ve arkadaşlarımızın da samimi katkıları neticesinde Ramazan Bey benim lehime seçim ittifakını kabul etti. Birlikte kucaklaştık. Son derece samimi bir hava oluşmuştu. Ramazan Bey’e adaylıktan benim lehime feragat etmek suretiyle gösterdiği olgunluktan dolayı teşekkür ettim. Bu toplantımızda bir dönem için rektör olmayı planladığımı da söylemiş oldum. İkinci kez rektör adayı olduğumda benim bu sözüm üzerine epey spekülasyona gidildi.. Yeri geldiğinde neden böyle olduğunu izah edeceğim.
Ben de bana destek verenler de rahatlamıştık. Ramazan Bey’le düzenlediğimiz bir basın toplantısında, benim lehime adaylıktan çekildiğini ve bana destek verdiğini açıkladı. Daha sonra da kalan iki günde Ramazan Bey ile birlikte ziyaret edebildiğimiz kadarıyla fakülteleri dolaştık ve hızlıca arkadaşlarımızın ellerini sıktık. En iyi olarak seçimde ikinci çıkmayı düşünürken bu birlikteliğimizle birinci çıkacağımızı düşünmeye başladık. Birlikteliğimiz üniversitede olumlu bir etki oluşturmuştu. Gerçekten yorucu ve zor bir seçim sürecini elimizden gelen gayreti sonuna kadar ortaya koyarak tamamlamıştık. Bize kesin oy vermeyeceğini düşündüğümüz 40-50’si hariç tüm öğretim üyelerini ziyaret etmiştim. Zamanım olsaydı onları da ziyaret ederdim.
“RAKIMI İÇEBİLECEK MİYİM?”
Bu ziyaretlerim sırasında kadın bir öğretim üyesi bana, siz rektör olduğunuzda ben üniversitenin sosyal tesislerinde rakımı içebilecek miyim, diye sormuştu. Ben de ona, siz rakınızı içeceksiniz ancak yan masanızda da eşinin başı örtülü olan öğretim üyesi de yemeğini yiyecek. Birbirinizden rahatsız olmayacak ve birbirinizi yadırgamayacaksınız, bunu kabul ediyorsanız mesele yok, dediğimde o da “Hay hay neden olmasın” demişti…
Seçim günü olan 18 Haziran tarihinde heyecanla üniversitenin Kongre ve Kültür Merkezine geldik. Salonda herhangi bir olumsuzluk olması durumda nasıl davranacağımızı, daha doğrusu nasıl hareket edeceğimizi önceden kararlaştırmıştık. Çok şükür öyle olumsuz bir durum olmadı…
Seçim kurulu oluşturulduktan sonra, oy kullanılmaya başlandı. Ben bu üniversitenin öğretim üyesi olmadığım için doğal olarak oy kullanamadım. Seçim sandıkları açılmaya başladığında ön sırada Ramazan Bey’le yan yana oturmuştuk… Oyların sayımı bittiğinde ben 183, Sezai Bey 170, İbrahim Bey 23, diğer üç aday ise daha düşük oylar almıştı.
BAŞARMIŞTIK..
Söylemek gerekirse birinci çıkmamız zor görülmesine rağmen başarmıştık. Bunda Ramazan Hoca’nın katkısının olduğunu söylemeliyim. Seçim sonucu belli olduğunda beni ve Ramazan Hoca’yı tebrik etmeye başladılar. Ancak ben coşkulu bir kutlamaya girilmesinin uygun olmadığını, olayı suhuletle gerçekleştirmemiz gerektiğini arkadaşlara söyledim…
Fatih Bey, seçim öncesi verdiği beyanatlarda üniversitelerde en yüksek oyu alanın rektör atanması gerektiğini ifade etmişti. Anladığım kadarıyla gösterdiği adayın birincilikle çıkacağından emindi. Benim dışarıdan gelen bir aday olarak nasıl birinci çıktığımın üzerinde düşünülmesi gerektiğini medyaya yaptığı açıklamada söylemişti. Bu durum Fatih Hilmioğlu tarafından pek de kabullenilememişti. Sonucun böyle olmasının sebeplerine ulaşmak için önce kendini sorgulayarak başlayabilirdi…
Ben vakit kaybetmeden Ankara’ya döndüm ve TÜBİTAK’taki görevime başladım. Daha sonra YÖK üyeleri karşısında görücüye çıktık. Umut dünyası ilk altıya giren arkadaşların tamamı tam tekmil görüşmeye gelmişti. Sırayla bizi içeri davet edip, şayet rektör olursak üniversite için ne yapacağımız konusunda projelerimizi sordular. Ben önce üniversitede barışı sağlamayı, daha sonra da üniversite ile şehrin arasındaki ilişkileri düzeltmeyi düşündüğümü söyledim. Bu süreçte YÖK Başkanı ve yeni hükümetin atadığı üyelerin sayısı 11, eski dönemden olanların sayısı 9 idi. Oylama sonuçları açıklandığında, YÖK Genel Kurulu, İnönü Üniversitesi için öğretim üyelerinin tercihlerini esas alarak ilk üç adayı gelen sırayı bozmadan Cumhurbaşkanlığına sunma kararı vermişti…
FATİH BEY BENİ KAPIDA KARŞILADI..
7 Ağustos 2008, Malatya’ya gelişimin ikinci günüydü. Sabahleyin doğrudan rektörlük binasına gittim. Fatih Bey, beni makam odasının kapısında karşıladı. Yarım saat kadar baş başa görüştük. Bana kendince önemli bulduğu birkaç konu ile ilgili bilgi verdi. Ben de kendisine aklımda kaldığı kadarı ile “Fatih Bey, bana fiziği düzgün bir üniversite teslim ediyorsunuz keşke kimyası da bu kadar düzgün bir üniversite teslim etseydiniz” dedim. Ayrıca şunları dediğimi de hatırlıyorum: “Ülkede mafya ve şebekeleşme sadece büyük şehirlerde ve belirli alanlarda olmaz. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde maalesef devlet kurumlarında da olmaktadır. Bu tip yapılanmalara en az prim verenlerin, bilim insanları olması gerekir. Başlattığınız bütün olumlu işlerin bizzat takipçisi olacağım.” Şubat ayında kendisinin yarıda terk ettiği toplantıda yaptığım konuşmanın akademik düşüncelerim olduğunu, bugün de aynı konuşmayı gerektiğinde yapabileceğini söyledim. Kendisinin sandığı gibi devletin temel değerlerine düşman biri olmadığımı, milli reflekslerimin kuvvetli olduğunu da ilave ettim. Fatih Bey, yorum yapmadan söylediklerimi sadece dinledi. Sonra da Senato Salonunda devir teslim törenine geçtik. Salonda benim davet ettiğim on beş- yirmi arkadaşım da vardı. Devir teslim öncesi, daire başkanları alanları ile ilgili kısa bilgilendirmede bulundu. Arkasından Fatih Bey konuştu, sonra da ben hizmetlerinden dolayı kendisine teşekkür ederek, “Mahkeme kadıya mülk değil, işte Fatih Bey, görevi bize devretti, ömrümüz olursa ben de zamanı geldiğimde, benden sonra rektör olacak arkadaşa görevi teslim edeceğim” dedim. Sonunda birbirimize çiçek takdim ederek töreni tamamladık. Ben de rektörlük binasının ana kapısına kadar Fatih Bey’e eşlik ederek kendisini uğurladım. Rektörlük devir işi son derece sakin ve medeni bir biçimde gerçekleşmişti. Fatih Bey’ye birlikte yöneticilik yapan, daha sonra samimi olduğu konusunda kuşku duymadığım bir arkadaş, Fatih Bey’in üniversiteden ayrılırken, “Endişe etmeyin, Bu Cemil Hoca düzgün bir adama benziyor, size zarar vermez” dediğini bana aktarmıştı. Medyada yer alan haberlerde rektörlük devir tesliminde Hilmioğlu, yeni rektöre cübbesini vermediği haberi öne çıkarılmıştı. Törende yeni rektöre cübbe giydirme olmamıştı. Bu durum benim açımdan çok da önemli sayılacak bir ritüel değildi…”
Savaş BARIŞ, Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com