'24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı' kutlama mesajlarını yayınlamadık..
İsmet YALVAÇ
Osmanlı’nın ilk ve tek Anayasası Kânûn-ı Esâsî 23 Aralık 1876 tarihinde Padişah 2. Abdülhamid tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
Mutlak padişah otoritesini Anayasa ile sınırlayan ve Meclis-i Mebusan’ı Padişahın yasama yetkisine ortak eden bu demokrasi denemesi uzun sürmedi.
Padişah 2. Abdülhamid, 13 Şubat 1878 tarihinde Kânûn-ı Esâsî’yi askıya aldı, Meclis-i Mebusan’ı da süresiz olarak tatil etti. Yaklaşık 14 aylık bu deneme, 1. Meşrutiyet Dönemi olarak adlandırılır.
Ancak, Osmanlı’nın dağılma sürecindeki “Hürriyet ve Özgürlük” hareketleri ve iktidarını kaybetme endişesi, 2. Abdülhamid’in 24 Temmuz 1908 tarihinde, Kânûn-ı Esâsî’yi tozlu raflardan indirerek, yeniden Anayasalı hayatı başlatmasını zorunlu kıldı.
Abdülhamid’in tebasına özgürlük tanıma arzusundan değil ama kontrol edilme aşamasını çoktan geçmiş özgürlük hareketlerinin, en azından bir bölümünü kendi safında konumlandırarak tahtını koruma düşüncesiyle yeniden ilan etmek zorunda olduğu Anayasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 24 Temmuz 1908, aynı zamanda Türk Basını açısından tarihsel bir dönüme işaret eder.
Bu tarih, sadece 2. Meşrutiyet olarak adlandırılan yeni dönemin başlangıcı değil, eş zamanlı olarak, Kânûn-ı Esâsî’de yapılan değişiklikle, gazete ve mecmualar üzerinde 32 yıl boyunca sürdürülen ağır sansürün kaldırılmasıyla, Türk Basınında özgürlük ateşinin harlanması anlamına da geliyordu.
İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla gazetelerin yayım öncesi denetimi kaldırıldı, gazetelerin idare heyetleri Saray’dan bağımsız biçimde oluşturdukları yayın politikaları ile gazetecilik yapmaya başladı.
24 Temmuz 1908’den, 13 Nisan 1909’a kadar süren dokuz aylık dönemde basına sonsuz bir hürriyet hâkim oldu. Sansür kalkmış, siyasi partiler kurulmaya başlanmıştı ve her siyasi partinin bir yayın organı bulunmaktaydı. Gelişen hürriyet ve serbestlik atmosferinde gazete ve dergi sayısı hızla arttı. Ancak bu özgürlük ve sansürsüzlük ortamı 31 Mart olayı sonrasında, İttihat ve Terakki Partisi iktidarının basını zapt-u rapt altına alan yasal düzenlemesi ile akamete uğradı.
Sansür, çok değil 9 ay sonra yeniden ve tüm boğuculuğu ile yeniden ortaya çıkmıştı ama 24 Temmuz tarihi Türk Basının tarihsel serüveninde özgürlük ve anti-sansürün sembol tarihi olmak yolunda haklı bir şöhret elde etmişti.
Bu şöhretin doğal bir sonucu olarak, basının Cumhuriyet tarihindeki özgürlük arayışı ve mücadelesi, kökenlerini 24 Temmuz 1908’le ilişkilendirdi.
24 Temmuz 1950 tarihinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti sansürün kaldırılışını Basın Bayramı ilan etti.
24 Temmuz 1960’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın düzenlediği bir toplantıda, gazeteciler ve yayın kuruluşları temsilcileri Basın Ahlak Yasası’nı imzaladı. ‘Basın Ahlak Yasası’ndaki ‘Yasa’ ifadesi TBMM’nin çıkardığı yasal düzenlemelerdeki “yasa” gücünü değil, “ilkesel tutum”u ifade ediyordu. Basın Ahlak Yasası, basın mesleği için bir dizi mesleki ahlak kural ve standardı getirirken, diğer yandan da gazetecilerin yüklenmesi gereken ödev ve sorumlulukları da kayıtlara geçiriyordu.
24 Temmuz tarihinin anlam, serüven ve önemini aktardıktan sonra, günümüze gelelim.
Aktüel olarak 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı olarak kutlanıyor (!).
Bir filozof, “Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder…” diyor.
Gerçekten de tam bir komedi, hadi birleştirelim kavramları trajikomedinin içindeyiz.
Dünden başlayarak ilgili ilgisiz her makam sahibi “24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı”nı kutlayan mesajlar yayınlıyor, medya kuruluşlarına gönderiyor.
Sahiden, neyi kutluyorsunuz?
12 Eylül 1980 sonrasında başlayan ve günümüzde zirve durumuna ulaşan mesleki çürüme sonucunda; başta, gazeteciliğin ve gazete işletmeciliğinin patronajını, mesleği gazetecilik olan patronlardan koparıp, ihaleler ile semiren işadamlarına bağlanması olmak üzere, Türkiye basın düzeninin iktidar – medya – işadamı üçgenine hapsedilmesi, Türkiye’de basının özgürlük atmosferini yok etmiş, gazeteciliği her dönemin iktidarıyla iş tutan herhangi bir ticari faaliyet düzeyine indirgemiş, gazetecilikle ilgisi- alakası olmayan patronları sektöre sokmuştur.
Gazetecinin ve gazete işletmelerinin yükümlü olduğu toplumsal sorumluluk, yeni medya düzeninde paranın ve gücün kaynağı – dağıtıcısı olanlara karşı sorumlulukla yer değiştirmiş, bu durum, gazeteciliğin doğasını ve ahlakını yerle bir etmiştir.
Yeni ama çürümüş medya düzeninde gazetecilik, gerçeklerin yazılması üzerine değil, gerçeklerin saklanması, sansürlenmesi, yazılmaması, çarpıtılması, gizlenmesi üzerine inşa edilmiş; manşetler halkın çıkarı, toplumsal fayda için değil, güç sahiplerinin memnuniyeti doğrultusunda atılmıştır. Gazetecilik artık söz konusu olmadığı için, çapsız- yeteneksiz bir sürü kişi yayın kuruluşlarına adeta boca edilmiştir.
Tabii ki, yeni ama çürümüş bu medya düzeninin dayattığı içi boşaltılmış gazeteciliğe karşı meslek ahlakının gerektirdiği çizgide ilerleyen medya kuruluşları yok değil. Var, ancak, bu kuruluşlar binbir ekonomik, siyasal baskı ile karşılaşmakta, yaşam alanları her geçen gün daraltılmakla ya da yok edilmekle karşı karşıya kalmaktadır.
Yerel medya örneği üzerinden gidelim isterseniz: Çok değil, 5 yıl öncesine kadar gazeteciliğin tüm gereklerini yerine getirmiyor olsa da, Malatya’da 13-15 arasında yerel günlük gazete yayınlanıyordu.
Nüfusu 1 milyon sınırına dayanmış bir kent için 13-15 yerel gazete makul bir sayı iken, Basın İlan Kurumu (BİK)’nun bu gazeteler üzerinde sallandırdığı ‘Demoklesin Kılıcı’na kurban gitmek istemeyen gazete işletmeleri, Basın İlan Kurumu’nun iddiaya göre, FETÖ'nün tek tip basın oluşturma çabasının ilk aşaması olan “Her 4 gazete tek gazetede birleşecek” dayatması ve emrivakisi sonrasında, gazetelerini birleştirmek zorunda kalmıştı.
Kentin demokratik, siyasal, düşünsel ve kültürel çeşitliği ve renkliliği anlamına da gelen 13-15 farklı gazete, bir anda tarihsel miraslarından yoksun bırakılmış, kent farklı gazete ve farklı seslerden arındırılmış, yasal hiçbir dayanağı olmayan bir baskının sonucunda kendi varlıklarına zorunlu olarak son vermişlerdi. Birçok kişi de işsiz kalmıştı.
Bu gazeteler yerine, 4’er ortaklı 3-4 gazete yayın hayatına devam etmiş, ancak bu defa da Basın İlan Kurumu’nun yine hukuki olmayan bir gerekçeyle resmi olsun ya da olmasın gazetelerin yayınladığı reklam ve ilanlardan % 15 oranında kesinti yaparak, bu gazetelerin minimum düzeye inmiş gelirlerine ortak olması (el koyması), gazeteleri büyük bir ekonomik darboğazla karşı karşıya bırakmıştı.
Birleşmek zorunda kalan gazeteler, güç birliği yapmış olmasına karşın BİK düzeninin onları yok oluşa mahkûm eden tutumu, bugün bu gazetelere “24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı” kutlaması gönderen iktidar sahiplerinin, bürokratların, kent yöneticilerinin umurunda bile olmamıştır.
Özellikle yaygın basın dediğimiz 'büyük basın'da daha öncelikli ve etkili bir şekilde inşa edilen yeni medya düzeni, gazetecilik meslek ahlakının bir numaralı başlığı olan “Halkın haber alma özgürlüğüne hizmet etme” ilkesini büyük ölçüde deforme etmiş, yaygın basın örneğinde 'sürekli' görüldüğü gibi 10 gazetenin de aynı gün, aynı manşeti atmasını sağlayan “emir-kumanda gazeteciliği”ni, arkasında çok büyük güç ve destek bulunmasına rağmen ancak "güçsüz- etkisiz- itibarsız" bir medyayı yaratmıştır. Basının çok büyük bölümünü kontrol eden iktidarın bazı yetkililerinden, son İstanbul seçimleri sırasında, seslerini yeterince duyuramadıklarına ilişkin gelen yakınmalar bunun itirafıdır.
Yine imkanları çok daha kısıtlı olan ve giderek mali zorlukları daha ağır şekilde yaşamaya başlayan yerel medyada da, maliyetlerin artışı, bu kapsamda nitelikli adam çalıştırma da dahil çeşitli güçlükler nedeniyle 'ucuz' ajans haber aboneliği- bülten yayıncılığıyla neredeyse birbirinin tıpkısı gazeteler örneği ortaya çıkmıştır. İstisna, gazetecilik esas işi olanların mesleğe ve okura duydukları saygı ve sorumlulukları gereği, çok ağır koşullara ve uzun süredir zarar etmelerine rağmen daha nitelikli çıkarmaya çalıştığı bir-iki gazetedir.
Diğer yandan, gelişen iletişim koşulları doğrultusunda ortaya çıkan, dijital medya ya da elektronik gazetecilik de denilen internet gazeteciliği, düşük maliyeti nedeniyle, niteliksiz elemanlarca da yapılabileceği düşüncesiyle ve dolayısıyla bunun getirdiği kalitesizlikle, gerçekte gazetecilik yapmak isteyenlerin ve gazetecilik ürünü yayınlar görmek isteyenlerin karşısına çok kötü örnekler koymuştur, koymaktadır.
Malatya'da da azımsanmayacak sayıda olduğu gibi, basındaki yozlaşmanın, erozyonun, kalite düşüklüğünün, sorumsuzluğun, cahil cesaretinin her türü bu medya platformunda görülmektedir. Hiçbir özelliği, niteliği, eğitimi, düzgün bir cümle kurabilme kapasitesi olmayan birçok kişi, bu platformda, haberci, yayıncı, gazeteci (!) adı altında faaliyet göstermekte, özellikle yemekli- ikramlı toplantılarda baş köşelerde yer bulabilmektedirler.
İyi örnekleri var tabi, çok az sayıda da olsa. Ama büyük çoğunluk, maalesef gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, daha öncesi işsiz güçsüz, birçoğu tahsilsiz, toplumda herhangi bir yeri olamamış tiplerin elindedir. Maalesef, mesleki hiçbir donanımı ve yeteneği olmayan, haber için bir ajansa aboneliği yeterli bulup ortaya çıkanlarla dolu bu platform tamamen denetimsizdir.
Özellikle "yetersiz- yeteneksiz" siyasetçi, bürokrat, işadamı başta olmak üzere birçok kesim, bunların karşısında duruş gösteremediği gibi, onlara güç vehmederek destekler konumda olunca, bunlar hem basın denilen genel yapı, hem gazetecilik mesleği, hem de bulundukları yerlerdeki kamuoyu için büyük tehdit ve tehlike oluşturmaya devam etmektedir.
Gazetecilik yeteneği olmayanların elinde çok sayıda internet haber sitesi yayın yapmakta, bunların bir çoğu başta malatyahaber.com olmak üzere sayıları çok az olan, ancak gazetecilik adına doğru, dürüst habercilik-yayıncılık yapmaya çalışanların yayınladıkları emek ürünü haberleri çalmakta, bu hırsızlığı, sahtekarlığı da uyarılara rağmen sürdürebilmektedir.
Bazıları, daha da ileri gidip, ilkeli yayıncılığıyla kamuoyunda ciddi karşılık bulan malatyahaber.com'un marka olan ismine en yakın isimler uydurup o isimler altında yayın yaparak, sahtekarlığın, çıkarcılığın bir başka boyutuyla kendilerine itibar- kimlik- kişilik bulmaya çalışmaktadır.
İsim- marka, haber, yazı intihalcilerinin tamamı, gazetecilikle hiçbir ilişkisi olmayan, beyin kapasitesiyle, sözüyle, söylediğiyle, yaptığıyla toplumda bir yere gelememiş, bir tek cümleyi doğru yazamayacaklar, ortadaki diğer örneklerine ses çıkarılmadığı, yayın yapabilmelerine göz yumulduğu için, yine kurum ve kuruluşların aslında baş sorumlulukları bu tip yayın organları ve şahıslar hakkında amirlerini, üstlerini uyarmak olan basın bürosu görevlileri veya danışmanlarının, kendi yetersizliklerini örtbas için gerçek görevlerini ihmal pahasına sorumlu oldukları amirlerini uyarmamaları yüzünden, maalesef faaliyete ve ortamı kirletmeye devam etmektedirler.
Bu 'internet' yayınlarının, birçoğunun künyesinde adres yoktur, isim yoktur; olanların bir bölümü de o yayının arkasındaki kişilerin saklanma gereği duyması yüzünden naylon isimlerden oluşmaktadır.
Tüm bunları özellikle de, basına parasal kaynak aktarabilme imkanı olan siyasilerin, birçok kuruluşun tepe yöneticilerinin neredeyse isim isim bildiklerini düşünüyoruz!
Ama bunların gazetecilik kisvesi altında yaptıkları, yapmakta oldukları, 'tamamen duygusal (!)' nedenlerle alışkanlık haline getirdikleri davranışlarına, hatta yaygın iddialara göre 'tehdit' ve 'şantaj'larına karşı pozisyon alınamaması, 'dik duruş' gösterilememesinin nedenleri de var tabi.
Yetersizlikleri nedeniyle kendilerini kamuoyuna yutturmak için bu tür yayıncılara ihtiyaç duyan ya da haklarında yapılabilecek yayınlara karşı bunları 'tetikçi' olarak kullanmak üzere -ki biz de malatyahaber.com olarak zaman zaman hedef alınıyoruz- el altında tutmak isteyen veya bunların yaptıkları çirkef yayın örneklerinden ürktükleri için bunlara malzeme olmak istemeyen bazı siyasilerin, bürokratların, kurum ve kuruluş yöneticilerinin, iş adamlarının bu yozlaşmaya destek veren yaklaşımları nedeniyle, giderek daha da yıpranan mesleğin mensuplarının ve çalıştıkları sektörün bayramını yapmak, bayramını kutlamak, kutlamayı kabul etmek, şu dönemde samimi ve doğru bulduğumuz bir davranış değil.
Yüksek maliyetli yazılı basının ve düşük maliyetli elektronik yayıncılığın durumunu yukarıda anlatmaya çalıştık.
Düzeltmeye yönelik bir çaba, bir girişim var mı? Yok!
Kötülük ve kalitesizlik her geçen gün daha da artıyor.
İşte o nedenle, bugün malatyahaber.com'da, gönderenlerde toplu e-postaları bulunan 'herkese' ulaştırılan, başta yazdığımız nedenlerle esasen bir anlamı da olmayan "24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı"na ilişkin kutlama mesajlarını göremeyeceksiniz.
Neyin bayramı, neyin kutlaması?
Ortada basın mı kaldı ki, bayramı olsun!