Yıllar ne çabuk geçiyor. İstiklal savaşımızın mümtaz komutanlarından, 2. Cumhurbaşkanımız İSMET İNÖNÜ’nün ebediyete intikalinden tam 38 yıl geçmiş. Daha dün gibi hatırlıyorum, 25 Aralık 1973 Salı günü İsmet İnönü’nün vefat haberi radyodan anons edildiğinde Malatya’nın üzerine adeta bir ölüm sessizliği çöktü. Esnafların çoğunun ağlayarak dükkânlarını kapattıklarını görmüştüm. Yas tüm Türk halkınındı ama Malatya ahalisinin yüreği bir başka yanıyordu.
İsmet İnönü’nün dedelerinin Bitlis’ten göç ettiği söyleniyordu Malatya’ya. Kendisi İzmir doğumluydu ama Malatyalılar o büyük insanı hemşeri olarak bilmiş, O da bunu memnuniyetle kabullenmişti. İsmet İnönü sevgisi öylesine kökleşmişti ki; 1946-1947 yıllarında Malatya halkı 160.000 TL. toplayarak heykeltıraş Nejat ve Hakkı bey’lere taş kaide üzerine bronzdan Türkiye’deki en büyük İsmet İnönü heykelini yaptırtmıştı.
1950 yılının başlarında, Demokrat Parti iktidarı döneminde, halk arasında Malatya Valisi’nin İsmet İnönü heykelini Vilayet binası önünden kaldıracağı söylentisi yayıldı. Aslı var veya yok bilemiyorum, ama bu söylenti öyle infial uyandırdı ki, mahalle toplantıları yapılarak olası bir yıkım teşebbüsünde halk yığınları ile engelleme taktikleri konuşulur olmuştu. Öyle ki gece, gündüz 3-4 saatlik vardiyalı nöbet tutanlar vardı İnönü heykeli önünde. Bu nöbet tutanlardan birisi de fanatik İnönü hayranlığı ile tanınan lokantacı Hacı Özyavuz (namı diğer Adıyamanlı Hacı) idi. O’nun bu zafiyetini bilenler her gün yeni bir laf üreterek Hacı Özyavuz’un tepkisini ölçüyorlar, küfürlerine içten içe gülüyorlardı.
Bir gün Hacı Özyavuz, gündüz heykel nöbetine girmeden önce bir büyük şişe rakıyı içip doğruca vali Rauf İnan’ın makamına dalar ve Vali’nin iki yakasından tutarak ‘’Heykeli yıktırırsan’’ diye tehditler savurmaya başlarken koruma polisi üzerine atılıp yaka paça nezarethaneye atar. Hacı Özyavuz kendine geldikten sonra mahkemeye çıkarılır. Mahkeme Hâkimi sorar;
-Evladım, vali bir vilayetin babası sayılır, insan hiç babasına el kaldırır mı? Sen neden yaptın?
Hacı Özyavuz;
-Hakim bey, sen UÇ BABA TORİK filmini gördün mü ?
(Uç baba torik filmi o yıllarda uzunca bir süre sinemalarda gösterilmişti. Konu olarak; Bağdatlı fakir bir genç, tesadüfen sahip olduğu seccade büyüklüğündeki bir halı üzerine oturup ‘’uç baba toriiiik’’ diye bağırınca halı havalanıyor ve istediği uzak mekânlara kısa sürede ulaşıyordu.)
Mahkeme Hâkimi bu cevap karşısında şaşırır ve akli muvazenesinin tetkiki için Elazığ Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gönderir Hacı Özyavuz’u. Aslında kendisini ağır bir ceza beklemektedir ama dostlarının, sevenlerinin araya girmesiyle 6 ay kadar hastanede sözüm ona tedavi görüp alınan bir rapor ile paçayı kurtarır.
Yıllar sonra karşılaştığım bir ortamda bu olayı ve Hâkim’e neden öyle cevap verdiğini sordum Hacı dayı’ya;
-Hakim, ‘’Vali vilayet halkının babasıdır’’ filan deyince, ben de yani kafam uçuktu, alkollüydüm ne yaptığımın farkında değildim demek istedim. O da beni deli sandı, dedi.
Pembe köşkte okutulacak mevlide davet edilen 6 kişilik Ankara’daki Malatyalılar grubu içinde ben de vardım. Tarihi köşkün tavan yüksekliği 4 metreye varan selamlık kısmındaki salon ve birbiriyle bağlantılı 3 oda tamamen dolmuştu. Mevlit başlamadan az önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genel başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ile birlikte geldiler. Misafirleri İsmet İnönü’nün kızı Özden İnönü Toker ve torunu Gülsün Bilgehan kapıda karşıladılar.
Bir zamanlar İsmet İnönü’yü dinsizlikle itham edenlerin, İnönü ailesinin huşu içindeki dualarını görmelerini isterdim. Hocanın mevlit okuduğu masa örtüsünün üzerinde bile Kur’an-ı Kerim’den ayetler vardı.
Salonda birkaç kare resim çekmek istedim ama deklanşöre ancak 3 kez basabildim. İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’in eşi tarafından gayet nazik bir dille bu köşkte ibadet veya dua yapılırken prensip olarak resim çektirilmediğini çok uzun yıllardan beri bu geleneğin devam ettiğini özürler dileyerek ifade ettiler.
Yıllar önce, gazeteci Mete Akyol’un bu konuda rahmetli İsmet İnönü tarafından nasıl şiddetle azarlandığını Can Dündar’ın anlatımıyla aşağıda naklederken yorumu sizlere bırakıyorum.
1969 yılı... Seçimler yapılacak.
Ali İhsan Göğüş, o akşam Seçim Kurulu’na verilmesi gereken aday listesini Pembe Köşk’e yetiştirmeye çalışıyor.
Ancak telaş içinde randevusuna geç kalıyor.
Kapıyı Paşa’nın kızı Özden açıyor. “Geç kaldınız, Paşa öğle uykusuna yattı” diyor.
Olamaz! Listeleri inceleyip imzalaması için uyanması beklenirse başvurunun yetişmesine imkan yok. Bu da CHP’nin seçime girememesi demek...
Özden cesaretini toplayıp Paşa’yı uyandırıyor. “Allah yardımcınız olsun, Paşa çok öfkeli” uyarısı eşliğinde konukları üst kattaki yatak odasına buyur ediyor.
“Allah’ın dediği olur”
Göğüş’ün yanında iki de gazeteci var.
Milliyet’ten Mete Akyol ile Ulus’un foto muhabiri Hüseyin Ezer...
Paşa gergin; “Getirin bakalım” diyor. Tek tek adayları inceliyor.
Bu uzun işlem sırasında odadaki bir ayrıntı Mete Akyol’un dikkatini çekiyor.
Paşa’nın mütevazı yatağının başucunda bir tabela var. “Allah’ın dediği olur” yazılı...
Gazetecilik dürtüsüyle Hüseyin Ezer’e göz ediyor. “Paşa’yı şu tabelanın altında çekiversene” diyor.
Hüseyin Ezer basıyor deklanşöre...
Gazeteye dönüyorlar. Fotoğraflar harika... Ama Ezer, Paşa’yı tanıyor.
“Hayatta izin vermez bunun basılmasına” diyor; “Parti gazetesinde çalışmanın kötü tarafı bu işte...”
Akyol atlıyor hemen:
“Ama bizimki parti gazetesi değil... Bana ver, ben bastırayım Milliyet’te...”
Öyle de yapıyor.
Milliyet, Paşa’nın “Allah’ın dediği olur” tabelası altında liste incelerken çekilmiş fotoğrafını basıyor.
Fırça zamanı
Mete Akyol ertesi sabah Hüseyin Ezer’in telefonuyla uyanıyor:
“-Gözün aydın! Bir çocuğumuz oldu.”
“-Hayırdır, ne oldu?
“-Paşa bizi çağırıyor.”
Biliyorlar başlarına geleceği... Korku içinde Pembe Köşk’te alıyorlar soluğu...
Paşa gerçekten boğa gibi öfkeli...
“Ben evde babamdan, okulda hocamdan da azar işittim, ama o günkü gibi bir azar hiç işitmedim” diye anlatıyor Akyol...
“Bu ne bu” diye gürlemiş Paşa: “Sizin ne hakkınız var mahremiyetimi açıklamaya? Benim iç dünyamı ortaya sermeye?”
Mete Akyol’dan sonra konuşan Özden Toker de “Bizim evdeki büyük masada memleket meselesi de konuşulurdu, iftar sofrası da kurulurdu. Evde namaz da kılınırdı. Ama bunların hiçbirinden söz edilmezdi” dedi.
Tabii izleyenlerin gözlerinin önüne, bazılarının gösteriş amaçlı cuma namazları, Ramazan sofraları geldi.
Devlet dersi
İnönü’den iki ilginç anı daha aktardı Akyol:
Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı olduğunda, Orduevi’ndeki bir davete CHP lideri İsmet İnönü gelince ayağa fırlamış. Paşa’yı karşılamış. Buyur etmiş.
“Önce siz oturun” demiş İsmet Paşa...
“Olur mu Paşam...” diye yer göstermiş Sunay... İnönü üstelemiş. Yine olmamış. Ayakta bir türlü birbirlerini oturmaya ikna edemeyince sonunda İnönü, sert tondan, uygulamalı cumhurbaşkanlığı dersi vermiş:
“Siz Cumhurbaşkanısınız. Önce siz oturacaksınız. Biz size göre yerimizi alacağız.”
Benzer bir sahneyi 1960’ların ortalarında Demirel’le yaşadıklarını da öğrendik.
Ankara Hukuk Fakültesi’ne yeni Başbakan olmuş Demirel’le birlikte gelmişler.
İnönü kapıdan çıkarken Demirel’e yol vermiş. Demirel geçmeyip beklemiş. İnönü “Siz Başbakansınız. Önden buyurun” deyince geçmek zorunda kalmış.
Öğrenciler Paşa’nın bu jestini ayakta alkışlamışlar. Alkışlayan öğrenciler arasında Ahmet Necdet Sezer de varmış.
Bugüne mesaj
O gün Genelkurmay salonundan ayrılırken çoğumuzun aklında İsmet Paşa’nın şu cümlesi yer etmişti: “İktidarda kalmak değil; itibarda kalmak önemlidir.”
HABER-FOTO: Ertaç ÖNAL