Bu yazı, geçtiğimiz aylarda türlü hesaplarla, film- fırıldaklarla, tarihi yaşanmışlığı olan özgün yapılarının yok edilmesi ve ‘özelleştirme’ye yol açılması için yapılanlarla gündeme gelen Sultansuyu Tarım İşletmesi (Harası)'nda, bu oyunların sahneleyicilerinin, karşı çıkanlara, bunların ‘lojmandan çıkmak istemeyen’ bir kişinin organizasyonu olduğu gibi saçma- sapan, basıt ve anlamsız savunma çabalarına malzeme etmek istedikleri, kadim bir kuruluşun ve hayatı orada geçen bir kişinin ‘hara’yla özdeşleşen hayat hikayesi aynı zamanda..
Sultansuyu Harası'nın yok edilmesine yönelik planlarını, kendilerinden sonraki yöneticilere miras olarak bırakan, ancak adının karıştığı yolsuzluk iddiaları nedeniyle zor günler yaşayan eski genel müdür ve uzantılarına, Malatya'da göz göre yapılan ‘yıkım’ işlemlerine sessiz kaldığı gibi, savunmaya kalkışanlara da çok şey anlatıyor, anlatmalı bu hikaye.
…
Bir insan bir yerde, sıkılmadan, usanmadan, başka bir yere gitmeyi hiç düşünmeden, 62 yıl yaşar mı?
Hayat buna imkân vermişse ve orası Akçadağ ilçesi sınırları içerisinde, derler ya, “dünya kurulduğundan beri” ılgıt ılgıt akan Sultansuyu Çayı’nın hayat verdiği vadinin içerisinde kurulu Sultansuyu Harası ise, yaşanır.
Osmanlı İmparatorluğu dönemi, 1865 yılında, “Sultansuyu Çiftlikatu Hümayun” adıyla kurulmuş haranın yeri tam bir isabetle seçilmiş. Hayatın olmazsa olması su zaten var; o yılların imkânları göz önüne alınırsa, arazi yapısı bir yerden bir yere ulaşıma uygun; iklim ve toprak yapısı keza öyle. Sopayı dikseniz ağaç olur; öylesine bereketli.
Adı çiftlik ama öyle böyle değil! Dile kolay, 30 bin dönüm arazi. Dünyanın birçok ülkesinde bu kadar geniş araziye kurulmuş kasabalar var. Eski çağlarda en büyük şehirler için bile çok büyük, göz alabildiğince uzanan topraklar.
Sultansuyu denilince at’a ayrı bir yer açmak gerekiyor:
Sultansuyu Harasının kurulurken, Türk ordusunun binek at, keçe, yapağı, buğday gibi ürün ihtiyaçlarını karşılamak hedeflenmiş. Bugünün insanına at sadece yarış koşan ve varlıklı insanların çiftliğinde bulundurduğu bir hayvan gibi gözükebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, binlerce yıl at, gücü, dayanaklılığı, hızıyla insanı ve onun yükünü en uzak mesafelere taşıyan hayvanların başında geldi. Bu zarif canlı ordular için savaş meydanlarının tankı, yükleri taşıyan kamyon, tren vagonuydu. İnsanoğlu, at sayesinde oradan orada dolanıp durdu; onun yoldaşı oldu.
Tarihi kayıtlara göre, 19. yüzyılın sonlarında kurulan Sultansuyu ilerleyen yıllarda kazanç getirecek şekilde işletilemeyince, yaşatılması için çözüm yolu aranmış. Nitekim 20. yüzyıl başlarında halka yarıya verilerek işletildiği olmuş; bu arada çiftlik bünyesinde kışla, topçu alayı gibi askeri birlikler kurulmuş. Genç Cumhuriyet 1928 yılında bu birlikleri kaldırıp “Doğu ve Orta Anadolu vilayetlerinin, at ıslahı ve aynı zamanda çöl karakterine sahip safkan Arap atı yetiştirerek, bu suretle memleket atlarının kan değişikliğini sağlamak, aynı zamanda ordunun ihtiyacı olan hafif süvari bineği atı yetiştirmek amacıyla” bu geniş arazide Sultansuyu Harasının kurulmasına karar vermiş.
Sultansuyu Harası, Malatya’nın tanınmış simalarından Ali Cengiz’in doğup büyüdüğü ve hara içerisinde bulunan lojmanların yıkıldığı birkaç ay öncesine kadar yaşadığı yer. 1959’da Hara’da çalışan Mustafa ev hanımı Gülüstan Cengiz’in çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Yıllar sonra Hara’da memur olarak çalışan Emine Hanımla evlenince bu kez “eş durumundan” doğduğu yerde yaşamaya devam etmiş.
Her ne kadar, birkaç yıl okul, askerlik derken ayrılık olmuşsa da yaz ayları yine haradaymış ve dolayısıyla bağı hiç kopmamış. Ancak lojmanların yıkılmasıyla oradan ayrılıp şehre taşınmış.
Geçmişte Turizm İl Müdürlüğü, bu bakanlığın Kültür Bakanlığıyla birleşmesinin ardından şube müdürlüğü, Malatyaspor yöneticiliği, televizyonlarda halk müziği programları yapımcılığı gibi geniş bir alanda “faaliyet gösteren” Ali Cengiz’e sorular yöneltip söyleşirken, Sultansuyu Harasının sadece işletme yönüne değil, yıllar içerisinde burada çalışan ve aileleriyle yaşayan insanların ilişkilerine, sosyal yaşamına, kısaca kurdukları yaşam kültürüne değinmek istedik.
Cengiz’e yönelttiğimiz sorular ve cevapları şöyle:
- Babanız Sultansuyu Harasında ne zaman işe girmiş, ne iş yapıyormuş? Diğer kardeşleriniz de sizin gibi Sultansuyu’nda mı doğup büyüdü?
AC: Rahmetli babam Mustafa Cengiz 1938’de, 9 yaşındayken, Sultansuyu Harasında bulunan Mürebbiye Okulu’na öğrenci olarak girmiş. Bir yandan binicilik eğitimi alırken bir yandan da işletmede çalışıyormuş. Yaptığı işi bir tür çıraklık gibi düşünebilirsiniz. Eskiden şimdiki kadar tarih-kayıt pek düzgün tutulmazdı ama babam o tarihte okuduğunu Atatürk’ün ölümüne atıfta bulunarak anlatırdı. “Harada atçılık eğitimi aldığımız sırada işletme müdürümüz geldi, çocuklar bugün Atatürk öldü, dedi” diye söylerdi. Demek ki 1938’de babam Harada çalışmaya başlamış.
Belli bir süre sonra, 1945-50 arası gibi, Ankara-Malatya asfaltı yapım işlerini üstlenen Nurhayır Şirketinde çalışmış. 50’lerde tekrar Sultansuyu’nda şoför olarak işe başlamış. 1983 yılına kadar çalıştı. Emekli olduğunda 36 yıl 10 ay Sultansuyu Harasında çalışmıştı. Emekliliğinden bir yıl sonra vefat etti.
Beş kardeşiz, dördümüz Sultansuyu Harasında doğdu, ilkokulu orada okudu. Sadece ablamız Akçadağ Develi köyünde dünyaya geldi.
- Çocukluğunuzda hep Sultansuyu’nda mı yaşıyordunuz? İlkokulu, ortaokulu, liseyi nerede okudunuz?
AC: Çocukluğumuz hep Sultansuyu’nda geçti. İlkokulu Sultansuyu lojmanları birleştirilmiş sınıflarda tek öğretmen ile okuduk. İlkokul öğretmenlerim Saynur Güney ile Muaddet Kahtalıoğlu’nu hiç unutamam. Ayrıca Hüseyin Çam, İbrahim Leventoğlu, Gülay Örengül Taşçeviren, Emine Örengöl, Nezahat Birengel isimli öğretmenlerimiz işletmede iz bırakan öğretmenlerdi. Şimdiki kolej eğitiminin çok çok üstünde bir imkânla, araç ve gereçlerle bugünlerimizin temelini atan mükemmel bir eğitim-öğretim imkânına sahip olan şanslı çocuklardık. Kurum müdürlerimizin dönem sonlarında bizleri makamında karnelerimizle kabul ederek, başarılarımızı ödüllendirdiği, başarısızlıklarımıza etki eden olumsuzluklara çözüm ürettiği, bahsettiğim o kocaman ailenin çocuklarıyız. Ortaöğretim ve lise eğitimi için ilçe ve şehre öğrenci servisiyle gidip geliyorduk. Harada yetişen çocuklar o yılların eğitimi, adabı, edebi, planlı programlı çalışmaları, çalışkanlık ve dürüstlüğü ve sadakatiyle devletin birçok kurumunda başarılı hizmetler vermiş ve halen vermekteler. Bu da bizlere harada, haranın, harada komşuluğun ve büyümenin en güzel mirasıdır. O dönemdeki yöneticiler kimsenin sözüyle hareket etmezlerdi. Kendi bilgi birikim ve idari tecrübelerini işletmenin gelişimine kullanırlardı.
Çocuklarım da eğitim yönünden çok şanslıydı. Mine Akyol, Semiha Demirci, Metin Torun, Sibel Çolakoğlu, Suna Çelebi gibi değerli öğretmenler evlatlarımıza çok güzel eğitim verdi.
- O yıllar elbette Hara’ya birkaç kilometre mesafedeki ilçeniz Akçadağ tarım ve hayvancılık ağırlıklı hayat sürüyor; aileler kerpiçten, damlı evlerde yaşıyorlardı. Sultansuyu’nda yaşayan işçi-memur aileleri ile ilçede yaşayanların yaşam standardı arasında ne tür benzerlik veya fark vardı?
AC: Evet, o yıllar Harada yaşamanın, Akçadağ ve civar köylere göre avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardı. Hara şehir merkezinin epey, Akçadağ’ın biraz dışında olsa bile komşuluk ilişkileri, komşuluk dayanışması ve o yıllarda görev yapan idarecilerin destekleri tüm olumsuzlukları ortadan kaldırabiliyordu. Günümüzde büyük bir özlemle andığımız kocaman bir aile oluyorduk. Lojmanlar soba ile ısınıyordu. İşletmenin kış gelmeden yakıt temini yapılıyor, odun ve kömür evlere dağıtılıyordu; bunların parasını elbette çalışanlar ödüyordu. İşletme bünyesinde temin edilen et, süt, yağ, peynir, yumurta, tavuk bölgede yetişen tüm meyve ve sebzeler gıda maddeleri evlere dağıtılırdı. Elbette bunları parasıyla alıyorduk ama sağlıklı, doğal gıda tüketmenin avantajını yaşıyorduk. Çocuklarımıza lezzetli ürünler yedirebiliyorduk. Evlerin yapısı itibarıyla çok iyi ısınıyorduk. Sultansuyu’nda haftanın iki günü şehre giden aile servisleri vardı. Tüm ihtiyaçlar böylece karşılanıyordu. Yıllar sonra lojmanlar tadilat ve tamirattan geçirilerek kalorifer döşendi. Bu defa ısınma kalorifere dönüştü. Daha güzel ve rahat ortam sağlandı.
Maalesef 2020 yılı Ocak ayında yaşanan acı deprem sonrası lojmanlarda yapılan deprem dayanıklılık testi sonucunun olumsuz çıkması nedeniyle tahliyeye karar verildi ve oturanların 30 Ekim’e kadar çıkması için ihbar gönderildi. Bu tarihte lojmanı boşaltmayanların elektriği, suyu ve kaloriferlerin kesileceği kendilerine bir yazıyla bildirildi. O anda eski idarecilerin babacan ve yapıcı yöneticilikleri gözümüzün önüne geldi. Bu süreç geçmiş dönemlerde yaşansaydı, inanıyoruz ki, o babacan idareciler lojman sakinleriyle ne yapılacağını görüşür, herkesi memnun edecek bir çözüm ararlardı. Ama böyle bir düşüncenin olmayışı, yıllarımızın geçtiği Sultansuyu’ndan buruk ayrılmamıza neden oldu.
- Zaman içerisinde Sultansuyu’nda işletme ve burada yaşayan ailelerin yaşam tarzı açısından ne gibi değişiklikler oldu? Bildiğimiz kadarıyla 1960’lara kadar Türk ordusunda at vardı. Yine 80’lere kadar, 90’larda giderek ortadan kalkmaya başladıysa da, at arabacılığı dediğimiz meslek vardı. Sultansuyu sadece yarış atı mı yetiştiriyordu?
AC: İlk çocukluğumuz yıllarında işletmede sosyal ve kültürel anlamda güzel faaliyetler vardı. Her bayramda işletme müdürümüzün tahsis ettiği otobüsle tüm öğrenci arkadaşlarımızla şehre sinemaya gelirdik. Yine işletmemizin bünyesinde sinema ve tiyatro vardı. Halen hatırlıyorum, delikli yirmi beş kuruşlar vardı. Erdal Dinçka ve Talip Yıldırım Amcanın işlettiği sinema salonunda çocukluğumuzun o güzel günleri geçti. Ayrıca tüm işletme personelinin çocukları yaz tatilinde ücretli olarak işletmenin ziraat, atçılık, sığırcılık, koyunculuk ve bahçe işlerinde 2-3 ay gibi kısa sürede olsa çalıştırılır, aile bütçelerine katkıda bulunurdu.
1970lerde siyah-beyaz televizyon yayını başladığında, lojmanda bulunan kırk evden sadece üçünün evinde televizyon vardı: Mustafa ve Hanife Gönülal çifti, Sakine-İbrahim Girgin çifti, Vahap-Naciye Yılmaz çiftinin evlerindeydi bu televizyonlar. Biz çocuklar her hafta sırasıyla bir eve gidiyor ve aklımda kaldığı kadarıyla salı ve cumartesi günü oynayan Komiser Kolombo, Vadideki Hayat ve Bonanza gibi dizi filmleri büyük bir ilgiyle izliyorduk.
Mahmut ve Döne Özer çifti evlerine ilk buzdolabını almıştı. Mahalle aralarında futbol maçı yaparken susuzluğumuzu Özer Ailesinin buzdolabından aldığımız soğuk suyla giderirdik.
O günlerde en sevdiğimiz yemek türü, ekmeğe sürülen salça veya üzerine şeker döktüğümüz yoğurt sürülü ekmekti. Bu ikisine vazgeçilmez yemeklerimiz diyebilirim.
Hangi kapıyı açık görürsek girer, yerini ezbere bildiğimiz ekmeği, salçayı, yoğurdu alıp yerdik. Üzeri telislerle kaplı küplerden soğuk suları kana kana içerdik.
Sultansuyu’nda yaşayanların çok güzel anıları var. Geçmişten Günümüze Sultansuyu Harasından Anılar adlı bir Facebook sayfası açtık. 300’e yakın üyemiz var. O güzel günlerin yaşanmışlıklarını paylaşıyoruz. Şimdi İstanbul’da yaşayan Kenan Mısırlıgil, ablam Perihan Cengiz Baydoğan, “abla yarım” Ayşe Cengiz Şahin ve ben arkadaşlarımızdan gelen fotoğraf ve yorumları paylaşarak bir nebze olsun özlem gideriyoruz. Elbette son depremin akabinde lojmanlarımızın, idari bina ve misafirhanemizin yıktırılması bizleri derinden üzdü. Arzu ediyorduk ki idari binanın ve en az bir-iki bina güçlendirilsin, geçmişin izleri yaşatılsın. Bu yapılsa çok daha mutlu olurduk, olmadı!
Başlarda Sultansuyu’nda koyunculuk vardı. 12 bin baş koyunun, 25 bin tavuğun olduğu, süt sığırcılığı, damızlık işletmesinin ve elbette Arap atçılığı hizmetinin verildiği bir yerdi. Son yıllarda koyunculuk ve tavukçuluğun kaldırılması, atçılığa ağır verilmesi Arap atçılığında Sultansuyu’nu iyi bir noktaya getirdi.
Sultansuyu’nun sadece Akçadağ yöresine değil Malatya’ya çok önemli bir katkısı daha olmuştur. 1960’lı yılların sonunda afyon ekimi yasaklanınca Malatya çiftçisi kayısıya yöneldi. Kayısı, bugün sanıldığı gibi, çok fazla dikilmiyordu. Elbette ağaçlar vardı ama ekonomide çok önemli yer teşkil etmezdi. Kayısıcılık yörede ilk Sultansuyu’nda başladı; çiftçiye öğretildi. Bunun yanı sıra arpa, buğday, damızlık hayvan alanında yöre çiftçisi desteklendi. Sultansuyu, tarımsal üretime, hayvancılığa öncülük etti.
Özellikle bugüne kadar işletmede yöneticilik yapan işletme müdürlerinin tamamına yakının görev süresince işletmenin gelişmesi, ekonomiye katkısı konusunda gayretleri olmuştur. Eskiden çalışan tüm işletme müdürlerine yürekten teşekkür ediyorum. Rahmetli olanlara Allahtan rahmet diliyorum. Hayatta olanlara sağlıklı, mutlu ömür diliyorum.
Sultansuyu ilk kuruluşunda Osmanlı ordusuna yün, yapağı, tahıl ve at ihtiyacı için kurulmuştu. Cumhuriyetin ilanı ve sonrası 1928’den itibaren aynı işlevi üstlendi. Ayrıca bölge çiftçisinin damızlık hayvan ve sertifikalı tohum ihtiyacını karşılama amaçlı faaliyette bulundu.
Sultansuyu’nun simgesi atlar yarış atı. Yılda iki kez koşu tayı olarak açık arttırmayla satışları yapılır. Sultansuyu’nun elit tayları Bursa Karacabey ve İstanbul Veliefendi’de satışa sunulup işletmeye ciddi gelir sağlıyorlar.
- Evlendikten sonra da Sultansuyu’nda yaşamaya devam ettiniz? Çocuklarınız burada doğdu? Acaba siz ve eşiniz hiç oradan ayrılmayı, Malatya deyişiyle, “şeherde kata gelmeyi” hiç düşünmediniz mi? Sultansuyu’nda sizi tutan neydi?
AC: 1959 yılında o zamanki adıyla Sultansuyu Harasında dünyaya gelmişim. Evlenene kadar babamla birlikte kaldım.
Evliliğimi de Sultansuyu sayesinde yaptım. 1976 yılıydı, mutfakta süt mayalıyorum ki yoğurt yapayım. Babam, kamyonla yanaşıp kornaya bastı, beni çağırdı. Dışarı çıktım, bir kamyon, eşya yüklü. Babam dedi ki, oğlum gel ki Okan Abinin evinin taşınmasına yardım edesin. Dairenin muhasebecisi Okan Birengel ağabeyim evini taşıyor. Eşi Darende’de öğretmendi, tayini lojmandaki okula çıkmış. Şoför mahallinde yer olmadığı için yan çamurluğa tutunarak kamyonun gittiği yere kadar gidiyorum. Aracın içinde Okan Abi, eşi, genç de bir kız var. Kendi kendime, “Ali Cengiz akıllı olursan burada sana ekmek var”. Sonradan eşim olacak Emine Hanımı işte ilk böyle tanıdım.
Evin eşyasını taşıdık ettik. Yaz tatili, bir yandan ambarda çalışıyorum. Mutfakta, Yusuf Keleş vardı, Allah gani gani rahmet eylesin, ona derdim ki “Yusuf Dayı, sen yorulmuşsun, sen dinlen, ekmeği ben dağıtırım”. Ekmek, süt neyse lojmana dağıtıyordum ki sırf Emine’yi göreyim. Atatürk Kız Lisesinde okurken basketbol oynardı. Haliyle basketbol maçlarını da kaçırmazdım. Ben lise 3’te, Emine 2’de idi. İşte böylece tanıştık, ilerleyen yıllarda yuva kurduk.
Hamdi Abim Konya’da okuyordu, ablam Maraş’ta okulu bitirmişti, küçük kardeşim ise Konya Veteriner Sağlık Teknisyen Okulunda eğitim görüyordu. Babam tek maaş, haliyle bu kadar çocuğu okutmak zor. Daha önce de o yılların işletme müdürlerinin babacanlığından bahsetmiştim. İşte bu babacanlık, halden anlama eğitimimiz sırasında da devreye girdi. Elbette babamın çalışkan, dürüst bir personel olması da idarenin bizim aileye bakışı ve yaklaşımını olumlu kılmıştı.
O idareciler bakın bizim için neler yaptılar?
Abim, Erzurum Eğitim Enstitüsünde okumuş, Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünde Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine devam ediyordu. O zamanki hara müdürü Müfit Tekelli Konya Harası müdürlüğüne tayin olmuştu. Abimi Konya Harasında işe yerleştirdi, gündüz çalıştı, gece okudu ve mezun olup Akçadağ Lisesine sosyal bilgiler öğretmeni ve müdür başyardımcısı olarak atandı.
Hamdi Abim 30 yıla yakın öğretmenlik yapıp, devlete, millete hizmet etti. Düzenli, disiplinli bir eğitimciydi. Hamdi Abim ve onun gibiler işte Müfit Bey gibi değerli yöneticilerin desteğiyle bu ülkeye hizmet edebildiler.
Ben 1977 yılında Eğitim Enstitüsünü kazandım. Orada eğitime devam ederken okulumuzda çıkan yangın neticesi okulumuz bir süre kapatıldı. Babam tek maaş, 4 çocuğu nasıl okutacak? Aklıma Samsun’da okuma çözümü geldi çünkü daha önce Sultansuyu Harasında görev yapan müdür yardımcısı Nedim Yıldız Samsun Karaköy Harasına tayin olmuştu, bize destek olurdu. Samsun’da hem çalışıp hem okurdum ve aileme yük olmazdım. Oturup Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Okullarına bir dilekçe yazdım. Genel Müdür Ayvaz Gökdemir olumlu karşıladı ve Samsun Eğitim Enstitüsüne naklim yapıldı. Karaköy Harasında gece nöbetçilik yaparak 4,5 yıl çalıştım ve okudum. Gençliğimin uzun denecek bölümü Samsun’da geçti. Samsun’da bana babalık eden işletme müdürü, değerli ağabeyim Erol Demirtel ve eşi Vedat Demirtel Hanıma, müdür yardımcısı Nedim Yıldız’a yürekten teşekkür ediyorum.
Son sınıfı Eskişehir Eğitim Enstitüsünde tamamladım. 1981’de Matematik bölümünü bitirip Akçadağ Lisesine atandım. Memleketimin okulunda 9 yıl matematik öğretmenliği, müdür yardımcılığı ve müdür başyardımcılığı görevlerinde bulundum. 1981’de eşim Emine Yiğit’le evlendim, 1983’te oğlum dünyaya geldi. Ona, Samsun’da okuduğum, çalıştığım dönem babam kadar bana emek veren Erol Demirtel ağabeyimin ismini koydum.
1988 yılında ikinci oğlum dünyaya geldi. Anavatan Partisi Malatya Milletvekili Talat Zengin birçok insanın kamu kurumunda işe girmesine yardımcı olmuştu. Benim İl Turizm Müdürü olarak atanmamda da katkı ve destek sağladı. Bunları hiç unutamam. Dolayısıyla ikinci oğluma babamın ismiyle birlikte, Mustafa Talat, adını verdim.
Sultansuyu’nda ayrılmayı elbette düşünmedik. Eşimin ilk görev yerinin Sultansuyu olması, gerçekten görevini layıkıyla yapması, çalıştığı işletme müdürleri tarafından en yüksek sicil notuyla ödüllendirilmesi, çalıştığı sürenin birçok yılında hiç yıllık izin kullanmadan hizmet vermesi, göz önünde bulundurulursa buraya karşı ayrı bir bağlığımız var. Elbette insan doğduğu, çocukluğunun geçtiği, gençliğinin şekillendiği bir yerde isteyerek ayrılmayı arzu etmiyor.
Komşuluk ilişkilerini, aile bağlarını başka bir yerde bulmak, yaşamak zor. Eşimin gücü, çalışma azmi yettiği sürece ve kanunun kendisine verdiği hak ve yetkiler devam ettiği sürece eşimin işe devam ettiği yerde yaşamak isterdik ama lojmanlar yıkıldığı için çıkmak zorunda kaldık.
- Sultansuyu sizin için ne anlam ifade ediyor? Yani, Sultansuyu’nu tanımlasanız, tarımsal bir devlet işletmesi olmanın ötesinde, anlamı nedir? Sadece sizin için de değil, Akçadağ için Sultansuyu ne demektir?
AC: Sultansuyu, komşuluk, arkadaşlık, paylaşım, özveri, sadakat, çalışkanlık, iş disiplini ve özü sözü özgür ve disiplinli bir yaşam biçimidir. Sağlıklı yaşam merkezi denilince Sultansuyu ilk sırayı alır. Doğası ve yaşam alanları günümüzden çok özlem duyduğumuz yerlerdir. Yeşili, suları ve doğasıyla ömrümüze ömür katan, günümüze anlam katan huzurdur, mutluluktur, sağlıktır. Belki o yıllara göre imkânlarbugün çok fazla olsa da, insanlar o yıllarda olduğu kadar mutlu huzurlu ve sağlıklı değil. Çünkü beton yığınlarına kendimizi hapsediyoruz. Doğada uzak ve kopuk yaşamımızı sürdürüyoruz. Buna tek gerekçedir Sultansuyu’nda kalmamız.
- Geniş bir araziye yayılan Sultansuyu birçok vahşi hayvanı da barındırıyor olmalı. Geçmişte ve günümüzde vahşi hayvan varlığı benzer miydi? Örneğin, kurtlar domuzlar hep var mıydı?
AC: Geçmişte Sultansuyu’nda domuzu hiç görmezdik. Tilki, tavşan, kurt, bu tür yaban hayvanları vardı. Koyunculuk ve tavukçuluk işletmesinin olduğu yıllar kurdun ve tilkinin de bol göründüğü yıllardı. Eskiden hiç domuz görmezdik. Son yıllarda Malatya birçok yerinde olduğu gibi Sultansuyu’nda da bir domuz varlığı ortaya çıktı. Yetkililer zaman zaman bunlarla mücadele ediyor.
- Sultansuyu’nda sizin kadar uzun yaşayan oldu mu? Babanızdan sonra sizin orada yaşamanız kardeşlerinize, onların çocuklarına, yani yeğenlerinize de nispeten orada yaşama şansı vermiştir. Muhtemelen gelip gidiyorlardı ve onlarda mutlu mu oluyordu?
AC: Şu anda hayatta olanların emsallerimiz ve büyüklerimiz içerisinde 62 yıl orada yaşayan pek hatırlamıyorum. Eşim 44 yıldır orada yaşadı. Bizim hep burada olması sebebiyle, evlenen abim, kardeşlerim ve abla çocukları da yılın belirli aylarında, özellikle yaz tatillerinde, baba ve annelerinin doğup büyüdüğü Sultansuyu Harasında mutlaka gelip oranın havasını teneffüs ediyor, günler haftalarca kalıyorlardı. Bunlar da doğa güzelliğinden, tabiat güzelliğinden mutluluk ve huzur buluyorlardı. Sultansuyu, yeğenlerimiz için tatil yapılacak en güzel yerdi diyebilirim.
- Sizin çocukluğunuzda, gençliğinizde elbette yöre insanın çoğu bahçeli bir evde oturuyordu; birçok evin bir eşeği, ineği vardı. Zamanla bunlar azaldı hatta giderek ortadan kalktı. Bugünün dünyası tamamen farklı. Çocukların, toprakla, hayvanla, doğayla teması yok denecek kadar az. Günümüz çocukları maddi açıdan eskiye göre daha şanslı bir konumda olsalar da eskinin çocukları sanki daha mı mutluydu?
AC: Bizler Sultansuyu’nda yaşarken geçtiğimiz yıllarda bizim aile 100 kovan toprak kovan arımız vardı. Özellikle burada elde ettiğimiz balı hiçbir zaman babam ve ailem para karşılığında satmadı. Tamamen eş, dost, akraba ve yakınlarımıza hediye amaçlı götürmüştük. Elbette ki yaz aylarında genelde lojmandakiler, birer ikişer tane küçükbaş hayvan beslerdi. Eskiden, köylerde olduğu gibi,biz de bu hayvanları kavurmalık beslerdik. Kasım ayında keser kavurma yapardık. Kavurmalar köylerde köy kültüründe yetiştiğimiz için kavurma evin hazır yemeğiydi. Misafire ikram edilecek. Akçadağ kömbesinin yapılacağı ana maddesiydi.
Çocukluğumuz bu kuzuları Sultansuyu’nda otlatarak geçerdi. Yaz tatillerini bilhassa akşam serinliğinde kuzu otlatarak geçirir; Sultansuyu’nda çimerdik. Şimdiki çocukların böyle bir imkânı yok.
- Sultansuyu’nun tarihinin önemli bir bölümüne tanıklık etmişsiniz. Buraya emeği geçen hatırladığınız isimler var mı?
AC: Yiğit lakabı ile anılır diye bir atasözü vardır. Çocukluk dönemimizde Hara’da büyüklerimize lakapları ile hitap edilirdi. Örneğin babam Mustafa Cengiz (Kara Mıstık), Mustafa Aktürk (Kör Mıstık), Vahap Yılmaz (Sefil Vahap), Vahap Özcan (Deli Vahap), İbrahim Yılmaz (Kara İbo), Ali Pektaş (Karaali), Bayram Genco (Kel Bayram), Nurettin Baydoğan (Pilot), Mustafa Hangün (Gaffar), Hacı Hangün (Gırık Hacı), Mahmut Özer (Saraç Mahmut), Aliseydi Hangün (Topal Alseydi), Aziz Kısacık (Kürt Aziz), Mehmet Özer (Fırıncı Memet), Şerif Yavuz (Fırıncı Şerif), İsmail Baydoğan (Tavukçu İsmail), Talip Yıldırım (Elektrikçi Talip), Mahmut Cengiz (Deli Mahmut), Mustafa Esin (Anbarcı Mustafa), Mustafa Aydoğdu (Mit Mustafa), Ahmet Üstündağ (Postacı Ahmet), Hacı Gerger (Santralcı Hacı Usta), Süleyman Akgül (Topal Silık), Mustafa Erkmen (Gazinocu Mustafa), Mustafa Gönülal (Arnavut Mustafa), Bekir Aladağ (Bekir Çavuş), Hasan Hangün (Odacı Hasan), Mehmet Şahin (Porik Memet), Tevfik Gülşen (Marangoz Tevfik), Burhanettin Söylemez (Nalbant Vahap), Metin Sarıgül (Sezar Metin), Yusuf Keleş (Ekmekçi Yusuf), Kemal Tanrıverdi (Ekmekçi Kemal), Kel Şükrü, Nuri Güner (Sinekli Nuri), Gül Osman, Abdullah Güner (İmihanın Abdullah), Haylanın Hassan, Değirmenci Bazzo, Etliğin Aliseydi, Manık Mustafa, İbrahim Kaya (Deli İbo), Talibin Ramazan, Poşo Bahattin, Abuzer Özkahraman (Piremzikli Abuzer), Mamo Özbay (Bıyıklı Mamo), Ahmet Gülşen (Paltolu Ahmet), Sucu Bektaş, Teyfiğin Mahmut, Hasan Uysal (Dede), İnayet Uysal (Teyze), Yasin Toy (Ambarcı), Yaşar Esin (Albay), Hacı Diriç (Bekçi) aklıma gelen isimler. İşletmemizde şu isimler müdürlük yaptı: Baha Özbek, Sadi Ünal, İsmet Evcimen, Nurettin Çelikkan, Kazım Keven, Müfit Tekelli, Zakir Ençevik, Binali Rüzgar, Muzaffer Oğhan, Emin Pekkaya, Hilmi Etem, Mustafa Avcı, Ahmet Çıra, Hikmet Çalta, Erdinç Kuzu, Ahmet Baş, Murat Durmaz, Ahmet Hamdi Yücel, Ahmet Karakeçe, Tahsin Aydın ve Mustafa Kasap. Hepsinin Sultansuyu’nda büyük emeği vardır. Ölenlere Allah’tan rahmet, geride kalanlara sağlıklı ömür diliyorum.
Sultansuyu Tarım İşletmesinde bugüne kadar görev yapan idarecilerin hepsinin de emekleri inkâr edilemez ama yetiştirdiği atların yarış sahalarında yüksek performans gösterdiği ve Sultansuyundan altın çağlarını yaşadığı dönemlerde işletmede görev yapan Hilmi Etem’i rahmetle anıyorum. İşletmede görev yaptığı dönemde aynı başarıları yakalayan ve işletmenin çevre düzenlemelerini güzel bir şekilde yaparak, binlerce dönüm atıl araziye işlev kazandıran Murat Durmaz müdürümüzü de kutluyorum.
- Sultansuyu’ndan ayrıldınız ve şehirde yaşıyorsunuz. Yeni yaşamınıza uyum sağladınız mı?
AC: Eğitim ve askerlik dönemim hariç doğduğumdan beri Sultansuyu’nda yaşasam, orayla bağım hiç kopmasa da, bu süreçte yaşantımı Sultansuyu’yla sınırlamadım. Özellikle öğrencilik yıllarımda, öğretmenlik yıllarımda gazeteciliğe, spora çok önem verdim. Okul gazetesi çıkardım. Öğrencilik yıllarımda AK Ajans, Tercüman, Son Havadis ve Hergün gazetesinde muhabirlik yaptım. 1978-80 yıllarında Bafraspor’da amatör futbol oynadım. Bu süreçte Samsun bölgesinde namzet voleybol hakemliği yaptım. Akçadağ Lisesinde 81 yılında Akçadağspor’da kısa sürede olsa futbol oynadım. Akçadağspor’da teknik direktörlük yaparken, çalıştırdığım takım namağlup şampiyon oldu. Futbolcularımız Kenan Mısırlıgil 40, Fahri Karakuş ve Haceli 30’ar civarında gol attı.
1995 yılında Malatyaspor ilk yöneticiliğe başladım. O dönem genel kaptanlık, basın sözcülüğü, as başkanlık yaptım. 2000li yıllardan itibaren Hikmet Tanrıverdi başkanlığındaki yönetimde basın sözcülüğü, yönetim kurulu üyeliği yaptım. Beş yıl Süper Ligde mücadele ettik. Daha sonra İlhan Kavuk yönetiminde basın sözcülüğü ve tesisler sorumluğu görevinde bulundum.
1992 yılında o dönem Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Abdurrahman Yavuz’un TV Malatya’sının kuruluşunda bulundum. Uzun süre bu televizyonda Gönül Telimizden adlı yöremiz halk müziğine, halk kültürüne yer veren programlar yaptım. Daha sonra Türkiyem TV’de Türkülerle Anadolu adlı program yaptım. Türkiyem TV kapanmasının ardından Er TV’de Türküler Sevdamız adıyla yayınlanan halk müziği ağırlıklı program sundum. Son olarak Vuslat TV’de Türkülerle Anadolu adlı, özellikle yöremiz sanatçılarının katılımıyla, halk Müziği ve halk kültürünün sergilendiği canlı yayın programı sundum.
Elbette, mesleki ve sosyal yaşantımda bu kadar faal, gayret içerisinde hareket ederken en büyük desteği eşim Emine Cengiz’den aldım.
Sultansuyu’nda doğayla iç içe yaşarken, kendim yetiştirdiğim organik sebzeleri yetiştiriyordum. Elbette apartman hayatında, apartman kültüründe bu mümkün değil. Zaten bir sıkıntım olursa komşuluk ilişkilerinden dolayı olabilir ama toplumla barışık bir insanım, sosyal ilişkilerim iyidir; o sebeple bulunduğumuz yeni ortama kısa sürede uyum sağlayacağımı düşünüyorum.
Sağlıklı, mutlu aile düzeni içinde yetişen bireyler toplum içerisinde yararlı, paylaşımcı, üretken, dürüst olurlar, işlerini sadakat ve disiplinle yaparlar. İşte Sultansuyu Harasında çocuk olmak, genç olmak ve birey olmak bizlere bu değerleri katmıştır. Büyürken, kendimizi tanırken, kurumun idarecisi, memuru, işçisi davranışlarıyla bize en güzel örnek olmuştur. Her biri bize değerler katmış, her birinden bilgi, beceri, nasihat almışız, davranışlarını kendimize örnek edinmişizdir. Bu sayede günümüze kadar dimdik, yorulmadan, güvenle, yaşama sevincimizi kaybetmeden yol aldık. Bu da bizlerin ayrıca bir şansıydı diyorum.
malatyahaber.com
ARŞİV FOTOLAR: Sultansuyu Harası genel görünümü (bunların bazıları depremden zarar gördüğü gerekçesiyle yıktırıldı)