Yaşar Okuyan 12 Eylül ve Mamak"ı anlattığı "O Yıllar" isimli kitapta ilginç iddialar ortaya attı. Korumaları atlatan Türkeş, Eymir Gölü çevresinde gezemeye çıkıyor. Bu esnada Deniz Gezmiş ile arkadaşlarıyla göz göze geliyor ve...
Alparslan Türkeşin bir dönem sağ kolu olan, Albayın gizli nikahına dedesinin evinde tanıklık eden Yaşar Okuyanla aslında bir Söyleşiler kitabı düşünerek yola çıktık. Soru-cevaplar sert başladı, sert devam etti. Kimse birbirine torpil yapmadı. Yazım bölümüne geldiğimizde ise Okuyan soyadının nereden geldiğini anladık. Çünkü Okuyan, titizliği ile hem asistanı Nazlının, hem benim tam anlamıyla canımıza okudu.
Ama 15inci kasetin sonunda Komünist kardeşin Faşist ağabeyi, 12 Eylül ihtilali, gerekçeleri, Mamak işkenceleri tekrar hatırlanınca O yılları ayırmaya karar verdik. Okuyanın hücre arkadaşı Taha Akyolun önerisiyle onlar da Anı haline geldi.
Yayına hazırlayan isim olarak benim için ilginç bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Devrimcilerin o yıllarda yaşadıklarını iyi biliyordum da, karşı tarafı hiç dinlemediğimi fark ettim. Yaşar Okuyanın anlattıklarını yine de en iyisi okuyun, siz karar verin.
Deniz Gezmiş ile büyük kovalamaca
Alparslan Bey çok bunaldığında korumalarını da atlatmayı başarırdı. Kendi başına aracıyla Ankarayı gezmeyi çok severdi. Bunlar elbette çok uzun geziler olmuyordu ama en azından bir dinlenme imkanı buluyordu. 1967de de yine böyle bir kaçamak yapmaya karar veriyor. Ford marka bir aracı vardı. Almanya teşkilatı Türkeş için oradan almıştı ve gümrüğünü de biz İstanbuldan organize edip ödemeyi yapmıştık... Korumasız Or-Anda oturduğu eve çok yakın olan Eymir Gölünün çevresinde bir tura çıkıyor. Araba kullanırken gölün çevresinde toplanmış gruplar halinde gençler dikkatini çekiyor. Onlara dikkatlice bakarken Deniz Gezmişle göz göze geliyorlar. Ancak aynı anda arkadaşları da Türkeşi fark ediyor. Bunun üzerine büyük bir kovalamaca başlıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşları da hemen arabalarına atlıyor ve Türkeşin peşine düşüyorlar. Takip Konya Yoluna, Balgata kadar sürüyor. Ancak Türkeş, hepsini atlatmayı başarıyor. Bunu Türkeş Bey bize gülerek anlatmıştı. Hatta, Ektim onları. Arkadan çok bastırdılar ama ben daha hızlıydım demişti.
Sevim Tuna ayağını Türkeş yüzünden kırdı
Türkeş İstanbula oldukça sık geliyordu. 1973 yılında MHP İstanbul İl Başkanı Salih Zeki Erol, Efendim lütfen Sevim Tunayı dinlemeye gidelim dedi. Türkeş, Uygun olmaz Zeki Bey dedi, kabul etmedi. O sıralar Sevim Tuna son derece meşhurdu. Erol, Türkeş Beye her türlü önlemi alacağını söyledi ve ikna etti... Ertesi akşam Türkeş Bey, ben ve Salih Zeki Erol tam anlamıyla suçlular gibi Bebekteki Maksim Gazinosuna gittik. Fahrettin Aslan geleceğimizi haber aldığı için bize en önden masa ayırtmıştı. Muhabirlerin içeri girilmesine izin verilmedi... Sevim Tuna sahneye çıktı, şarkılarını söylemeye başladı. Tuna gelenleri selamlarken birden bire Alparslan Türkeşi fark etti. Çok heyecanlandı ve masaya selam vermek için bize doğru yürümeye başladı. Ama tam bize yaklaştığı sırada ayağı kaydı ve sahneye kapaklandı... Ayak bileğindeki kemiğin kırıldığını da sonrasında öğrendik. Tabii tadımız kaçtı ve Maksimden ayrıldık. Asıl bomba birkaç gün sonra patladı. Gazinonun fotoğrafçısı tüm yaşananları tek tek görüntülemiş. Olay duyulunca da epeyce bir yüklü paraya Türkeşin masasından Tunanın düşüşüne kadar çektiği tüm fotoğrafları Günaydın Gazetesine sattığı ortaya çıktı... Haber manşetten yayınlandı.
Türkeş Musevi Cemaatiyle gizlice bir araya geliyordu
1977 seçimlerinde İstanbulda iş dünyasıyla buluşmamızı da Berker İnanoğlu ve Mete Has sağladı... Hatta
12 Eylülde o dönem partiye yapılan bağışlar iddianamede yer aldı. Birçok iş adamının ismi bağış yapanlar arasında geçti. AKSAnın sahibi Ali Dinçkök o dönem 85 bin Lira yardım yapmış görünüyordu. Sadık Özgür 150 bin Lira, Üzeyir Garih 50 bin Lira, Tevfik Ercan 200 bin Lira, Hayrettin Karaca 50 bin Lira, İbrahim Bodur 200 bin Lira.
Burada Muharrem Eskiyapan 100 bin Lira, Feyyaz Berker ve Refik Baydurun da bağış yaptığı görünüyordu ama rakamları yoktu... Türkeş o yıl oldukça ilginç buluşmalar gerçekleştirdi. O dönem MHPnin oyu yüzde 3lerde olsa da Türkeşin kendi ismi ve karizması vardı. İsmi partiye bağış yapanlar arasında bulunan Üzeyir Garih ve Türkeşin görüşmesini iki defa ben organize ettim. İlk seferinde Taksimde bir iş hanında, Berker İnanoğlunun tanıdığı bir iş adamının ofisinde bir araya gelip öğle yemeği yediler. Diğerinde ise Türkeş, Beyoğlunda Musevi Cemaatinin liderleriyle buluştu... İlk görüşmede Türkeşi dışarıda bekledim. İkinci görüşmedeki yemeğe ben de katıldım.
O sohbette, Türkeş Türkiyenin bölgedeki gelişmeler karşısında hassas olması gerektiğini söyledi. Özellikle ülkeyi tehdit eden Sovyet yayılmasıyla ilgili uyarılarda bulundu. Ermeni ve Yahudi düşmanlığının doğru olmadığını, birtakım güçlerin özellikle tahrik etmek için uğraştıklarını da Musevi Cemaatine iletti. 500 yıl önce bu ülkenin Yahudilere kucak açtığını söyleyerek, hiçbir düşmanlığın söz konusu olamayacağını, Türk milletinin dokusunda böyle bir düşmanlığın bulunmadığını da söyledi. Cemaat liderlerinden de tahriklere karşı dikkatli olmalarını istedi. Türkeş Beye çok büyük hürmet gösterdiler.
Ortodoks Kilisesinin önde gelenleriyle görüşme
Üzeyir Garihin bu görüşmeden sonra 50 bin Lira bağışladığı iddianameye girmiş olsa da benim bildiğim MHPye yaptığı bağış bundan daha fazla bir rakamdır. Gerek o dönem gerekse sonrası için şöyle bir tespit yapmakta fayda görüyorum: Türkeşin hiçbir konuşmasında Ermeni ve Yahudi aleyhtarlığına rastlamanız mümkün değildir. Türk Ortodoks Kilisesinin önde gelen isimleriyle de görüşmeleri olduğunu biliyorum. Türkeş gerek Ermeni, gerek Musevi ve gerekse Ortodoks Kilisesinin önemli isimleriyle yaptığı tüm görüşmelerde, Sizin menfaatlerinizle Türkiye Cumhuriyetinin menfaatleri örtüşüyor. Dışarıdaki tahriklere kulak asmayın demiştir.
Darbe olacağını 30 Ağustosta anladık
Darbe olacak haberlerini o kadar çok duyuyorduk ki kanıksamıştık. Ancak ihtilalden 10 gün önce bu sözlerin çok da yanlış olmadığını gösteren bir olay yaşadık. 30 Ağustos 1980... Zafer Bayramı kutlamaları yapılacaktı. MHP yönetimi olarak Genelkurmay Başkanlığına gittik. Sabah törenlerine katılıp oradan da hipodromdaki geçit resmine dahil olacaktık. Bir yıl önceki kutlamalarda komuta kademesinden hepimize büyük bir ilgi ve yakınlık gösterilmişti. Ancak bu defa içeri girdiğimizde buz gibi bir havayla karşılaştık. Kenan Evren törenin başlamasına çok az bir süre kala geldi. Liderlerin ellerini sıkıyor ama hiçbirinin yüzüne bakmıyordu. Hepimiz tedirginlik duyduk... Tören sonunda merdivenlerden inerken Türkeşe, Bir anormallik var. Hipodromdaki törenlere katılmayalım önerisi getirdim. Türkeş haklı olduğumu söyledi. Partideki toplantıda Benim bu fotoğraftan anladığım darbenin yolda olduğudur dedim ve Türkeş de beni onayladı.
Türkeşin Evrene yazdığı mektubun sırrı
İhtilal sonrasında Türkeşle Dil Okulundaydık... Türkeş, Kenan Evrene bir mektup göndermeye karar verdi... Ekim ayının son günleriydi. Türkeş, Evrene mektup taslağını daktilo ettirmek için beni odasına çağırdı... Türkeş söylüyor ben yazıyordum. Ancak mektup ilerledikçe canım sıkılmaya başladı. Çünkü öyle ifadeler var ki Türkeşin onları kullanması mümkün değildi. Sonunda dayanamadım, Zatı alinize bu öneriyi kim getirdi? diye sordum. GİK üyemiz Sait Bilgiçin verdiğini söyledi. Bunun üzerine, Olmaz efendim. Benim rızam yok böyle bir mektup göndermenize dedim... Ancak çok canım sıkıldı. Çünkü o mektup giderse, aşağıdan alan, adeta Evrene ricada bulunuyormuş izlenimi veren bir durum ortaya çıkacaktı. Türkeş mektuptan söz etme dedi, ama mümkün mü? Durumu Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Köseoğlu, Cengiz Gökçeke anlattım. Evrenin elini öpeceğiz deyince paniğe kapıldılar. Topluca Türkeşin odasına gittik... Türkeş yeni bir taslak yazmamızı istedi... O ekip olarak ikinci bir taslak hazırladık. O mektup 1 Kasım 1980de Evrene gitti.
Taha Akyolla hücre arkadaşlığı
Türkeşin kaçışını organize ettik ve ben bir süre sonra Ankarada gazetecileri çağırıp teslim oldum... Dil Okulunda rahat durmayınca bizi Mamakta A Blok, Tecrit 2, Ön 38 numaralı hücreye aldılar. İdam mahkumlarını da Ön 35 ve 36 numaralı hücrelerde tutuyorlardı. Oda arkadaşım Taha Akyoldu. O hücrelerde bugün bile tartışılan, hesap sorulması gereken birçok iddiaya şahit olduk. Mesela bizden önce yanımızdaki hücrede kalan ülkücü bir genç için Kendini astı diye tutanak tutmuşlar. Ne kadar doğru belli değil. Çünkü orada bir insanın intihar etmesi mümkün değildi. O imkan olsa zaten ben kendimi asardım. Böyle soru işaretleri taşıyan olaylar da oluyordu. Mesela nöbetçi bir er geliyor, Yandaki kendini asmış deyip gülmeye başlıyordu.
Mamak cehennemi
Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetikti. Tetik, gaddar, insanlıktan nasibini almamış bir adamdı. O dönem cezaevinde 3 sol görüşlü, 2si sağ görüşlü 5 kişiyi döverek öldürttüğü iddiaları vardı. Ölümlerin ardından cezaevi doktoruna İntihar etti raporları düzenlettirildiği söyleniyordu. Bunların hiçbirini ispatlayacak durumda değilim ama bu dedikodu çok yaygındı. Hücreler korkunç yerlerdi. Bir delikten ışık sızıyor. Aşağıdan size bir yoğurt kasesinin içinde günde bir sefer çaya benzeyen şeyler veriyorlardı. Bunu almak için elimi uzattığımda çavuşun elimi ezmesini hâlâ unutmuyorum. Çavuş elime basınca sıcak su elime döküldü... Hücrelerde gece mi gündüz mü anlamınız mümkün değildi. Öyle bir psikoloji ki, artık hayat bizim için bitmiş gibi hissediyorduk.
Erbakan nasıl pijamasız kaldı?
MSPliler 11 ay yattıktan sonra Dil Okulundan topluca tahliye oldu... Aradan sadece üç gün geçti. Biz odadayken kapı açıldı ve Erbakan Hoca lacivertleri çekmiş bir halde kapıdan içeri girdi. Bayramlaşmak için yanımıza geldiğini düşündük. Ama çavuşun elinde pikeleri görünce durumu anladık. Erbakan Hoca durumu Kırıkkalede bir bakkal dükkanında kaset bulmuşlar. Onunla ilgili ifade vermeye gittim, tutukladılar sözleriyle anlattı. Önümüzde 9 günlük bayram tatili vardı. Erbakan Hocanın ise bir tek kıyafeti bile yanında değildi. Hocayla ölçülerimiz tutunca temiz olan bir takım pijamamı, el havlusu, banyo havlusunu kendisine verdim.
Vatan - Pazar