Nezir KIZILKAYA
nezir.kizilkaya@hotmail.com
“Onların türkülerinde
Ya zalim felek
Ya garip bülbül vardır hep.
Suya verdikleri düşleri
Ve karanlık gecelerde yıldızlardan ödünç
Kocaman aydınlıkları”
İbrahim Sadri
Bazı yerler vardır ki, haritalarda küçük görünür ama içerisinde yüreği büyük ve güçlü insanlar barındırır. Arguvan da böyle bir yerdir, sadece bir ilçenin adı değil, bir sevda, bir hasret, bir yaşam biçimidir. Arguvan toprağına ayak basan, rüzgârında o kadim türkülerin fısıltısını duyan herkesin, tarifsiz bir hüznün ve aynı zamanda coşkunun girdabına düştüğü, dağların gölgesine saklanmış, uçsuz bucaksız bozkırın, asırlardır yankılanan ağıtlar ve kavuşulmamış sevda türküleri ile dolu sokakların adıdır.
Arguvan, geleneklerini yaşatan, kültürel dinamikleri olan bir diyardır. Toprağının her zerresinden bir mısra fışkıran, her taşının altında bir ağıt saklı olan bu kadim topraklar, sadece bir yaşam alanı değil, bir kültür hazinesi, bir yürek sızısı, bir türkü yurdudur. İçinde insan olan, insanı yaşatan bu türküler, mazide kalmış hayatları, içinde bulundukları ıssızlıktan koparıp getirir önümüze koyar. Sazın telinden dökülen her nota Arguvan’da bir hoş seda olur kulaklarda.
Arguvan’da türkü demek, sadece müzik değil, Arguvanlının kendini ifade etme şekli, yaşamın kendisidir. Arguvan’ın sesi kulağa değil, kalbe işler, o yüzden bu topraklarda konuşmaktan daha çok türkü yakılmış, türkü söylenmiştir. Hele de sözün yetmediği yerlerde türkünün dili çare olmuştur.
Çok da süsü olmayan bir dildir, Arguvan Türküsünün dili. Ne yapmacık bir duygusallık, ne de fazlalık barındırır sözlerinde. Yaşamın ve ölümün kendisi kadar gerçektir anlatılanlar. İşte bu yüzden Arguvan Türküleri kolay unutulmaz, saplanır kalır bir ok gibi yüreğimizde. Hepsi başka bir sevdayı, başka bir insan hikâyesini saklar kuytu derinliklerinde.
Gurbete düşmüş bir yürek, bir ağacın gölgesi, dağ başında kalmış bir garip mezar taşı, unutulmuş, viran olmuş haneler. Her biri bir türküye dönüşmüştür Arguvan’da. Derdin, kederin, acının, sevincin ve sevdanın türkülerle harmanlandığı yer olmuştur. Ve belki de bu yüzden Arguvan’ın sesi, sınırlarını çoktan aşmıştır. Bu kültürün mimarları da, toprağa karışmış onca hikâyeyi sessizce anlatan, sazı omuzunda, sözünü yük gibi sırtında gezdiren, isimleri mazide saklı ozanların yüreği olmuştur her daim.
Ozanlık, Arguvan’da bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Ozan olmak için yalnızca saz çalmak, güzel söylemek yetmez, yaşamak, hissetmek, acıyı yoğurmak gerekir. Ozan, ancak bu şekilde sevdanın, hasretin, acının, yokluğun ve umudun sesini taşır, halkın vicdanı, türkü dilinin sözcüsü olur.
Ancak, kimi unutulmuş, kimisinden de geriye türküsünün son dörtlüğündeki isminden başka bir şeyi kalmamış bu türkü ustalarının. Çok azı sesiyle, yüzüyle tutunmayı başarabilmiş zamana. Keşke onların isimleri bugünlere taşınabilse, koca yürekli bu ustaların hakları teslim edilebilseydi.
Geçmişin bilinmezliği içinde kaybolan türkü ustalarını saygı ile anarken, yıllardır bu toprakların ruhunu taşıyan, türküleriyle, deyişleriyle kalbimize dokunan, bunu yaparken de devasa bir kültürü ve toplumsal hafızayı yaşatan, sazıyla sözüyle bu toprakların sembolü olmuş bu ustaları, gönül tahtınıza misafir etmeye çalışacağım bu yazımda.

Arguvan’da ozan olmak, yazgıyı yazıya dökmek demektir. Hayatı bir dörtlüğe sığdırabilmek, sevdayı ve öfkeyi aynı tele vurabilmektir. Yüzyılların birikimini, kültür süzgecinden geçirerek dil ile söz ile saz ile ezgiye, türküye başka bir ifadeyle sonsuzluğa dönüştürmektir.
Onlar, kelimeleri yüreklerinden geçirmeden dillerine düşürmezler. Gönüllerinde biriktirdiklerini notalara dönüştürerek savururlar önümüze ve Arguvan Türkülerinin eşsiz gücü ile parlatırlar yüreğimizi. Sarı bir deniz gibi uzayıp giden Arguvan bozkırının sesi, her biri ayrı yaraya merhem, bir başka hasrete dermandır.
Bir dağ köyünün uçsuz bucaksız bozkırının sabah sessizliğinde, rüzgârın uğultusuna karışan bir sestir o ozanlar. Ne tam neşeli, ne de hüzünlü. Arguvanlının yürek sesi, bozkırın çığlığı olan her türküsü de onun siteminin, özleminin, en çok da sevdasının ifadesidir. Ruhumuzu serinleten geniş gölgesi ile ulu bir çınar gibi, türküleriyle yüzlerce yıllık acıyı, sevdayı ve umudu yaşatmışlar, onların sesinde türkü Arguvanlının ortak dili olmuştur.
Ozanlar, asırlar boyunca notaları bir dantel gibi işleyerek, sazın telleri ile gönlümüzdeki yaraya merhem olsun diye göndermişler, göndermeye de devam ediyorlar. Ilık bir yaz esintisi yakalıyoruz türkülerinde onların. Gelincikler ile süslü yemyeşil ovalara götürüyor ruhumuzu. Kıvrım kıvrım akan dere kenarlarında serinliyor yüreğimiz. Sazı ile sözü ile duygularını düşüncelerini, sevdasını yani yüreklerinin fısıldadığı her şeyi bir nakış gibi ince ince işliyorlar gönlümüze. Notalar onların yüreğinde bir duygu sağanağına dönüşerek sesin ve tınının coşkun seline katıp götürüyor bizi, Yüzümüze alev topu gibi çarpan sözleri ile başka bir şey düşünmemize müsaade etmiyorlar.
Bu toprakların sesi usta ozanlar sustuğunda, sadece bir kültür değil, bir kimlik de yitip gidecektir. Artık günümüzde ünü ülke sınırlarını aşmış Arguvan’ın ezgileri yalnızca bir müzik mirası değil, aynı zamanda bir toplumsal hafızadır. Her türküde bir insan hikâyesi, her ağıtta derin bir acı, her notada bozkırın çığlığı saklıdır.
Bu yüzden de bu kültürün temsilcileri olan sanatçılar ile kurumsal bir bağ kurulmasının zamanı gelmiştir. Bu kentte yaşayanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak olan bu ilişkinin kültürel birikimimize olağanüstü katkıları olacaktır. Bu ustaların kurumsal bir korumaya alınması kültürel bellek açısından zorunludur ve kendi haline bırakılamayacak kadar kıymetlidir.
Özellikle de Arguvan Türkülerine uluslararası bir kimlik kazandıracak olan, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesinde yer alabilmesi için şehir olarak topyekûn harekete geçilmeli, şehrin milletvekilleri, mülki amirleri, yerel yöneticileri, üniversiteler ve STK’ların işbirliği ile yoğun bir çalışma başlatılmalıdır.
Arguvan’ın ozanları ve türküleri, dünden, bugünden ve yarından, sonsuzluğa armağan olarak hep var olmalıdır, olacaktır.
Bu yazı biterken, Arguvan toprağının kulaklarımıza fısıldadığı, bir dağ gölgesi gibi dingin, bir gurbet yolu gibi hüzünlü ve sonsuz, bir bozkır gibi sessiz bir türküyle de yüz yüze bırakıyorum sizleri.
"Eğer gurbet ele de gider dönmezsem
Seher yeli de dağıt benim kokumu kokumu"
_______________
FOTOĞRAFLAR: Rıza Parlak ve Süleyman Turan