SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Ertaç Önal

Kut'ül Amare'de Malatyalı Bir Kahraman

Kut'ül Amare'de Malatyalı Bir Kahraman
A- A+ PAYLAŞ

Ertaç ÖNAL
ertaconal@mynet.com

***

Halil Kut Paşa komutasındaki Türk birlikleri, 8 Aralık 1915'te Kut'ül Amare'ye sığınan İngiliz mevzilerini kuşattı. Kut'ül Amare kuşatması 4 ay 23 gün devam etti, bu kuşatmaya dayanamayan İngiliz komutan General Charles Townshend 29 Nisan 1916'da bütün askerleriyle birlikte teslim olmak zorunda kaldı. 13 bin 300 kişilik İngiliz askeri birliğinin tamamının esir alınmasıyla kuşatma son buldu. Bu zafer, Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusunun Çanakkale'de kazandığı zaferden sonra elde ettiği en büyük başarı olarak tarihteki yerini aldı. İngilizler, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale'nin ardından Kut'ül Amare'de Osmanlı İmparatorluğu'na ikinci kez mağlup oldu.

***

“Denizin kenarlarına estihkâm eşmişler, oraya daş torpah yığmışlar. Denizden düşman gelirse önce daş atacahsınız. Daha yahına gelirseler gözlerine torpah atacahsınız. Silah mermi yoh, daha da yahına gelirseler kürek sapıynan vuracahsınız dediler…”

Bu satırlar bir romandan alıntı değil.

Bir tiyatro oyunundan da değil.

Bu, dedelerimizin savaştığı yıllardaki koşulların ta kendisi. Kendi lehçesi ile bir Malatyalının anlattığı askerlik dönemine ait anıları…

Tarihimizin bir kesitinden gerçeğin tam olarak kendisi.

***

Bir süre önce bir kısım sosyal medyada Osmanlı ordularının İngiliz ordusunu yendiği Kut’ül Amare zaferinden günlerce konu edildi. Peki, neredeydi bu bahsi geçen yer, ne zaman hangi nedenle savaşa tutuşmuştu Osmanlı ordusu İngilizlerle? Haberi izleyen büyük bir çoğunluk bilmiyordu veya bu konudaki açıklamayı kaçırmıştı. Elimde yaklaşık kırk yıl önce ilkel şartlarda kayda alınmış bir anı kaseti vardı. Arşivimden bulup çıkardığım bu ses kasetinin yıpranan bölümlerini onarılması için muhtelif stüdyoları dolaşarak hayli uğraşmak zorunda kalmıştım.

Bu ses kaydı Yeşilyurt ilçemizin Gündüzbey Beldesinde yaşayan, orada doğup büyümüş, sekiz yıl askerlik yapmış, dört cephede savaşmış, bir kahramana aitti. Seferberlik zamanı, I. Cihan Savaşı yıllarında Çanakkale dahil dört cephede savaşan kahramanlarımızın hangi şartlarda savaştıklarının canlı tanığıydı bu anlatım.

Bu anlatımı orijinalini bozmadan Gazi Ömer Erkişi’nin kendi şivesi ve anlatım tarzı ile yorumsuz olarak kaleme alıyorum.

“Gafa kâğıdıma göre 1894 yılında Gündüzbey'de doğmuşum. (Eskiler kaybetmemek için nüfus cüzdanlarını şapkalarının altında, başlarının üzerinde taşırlardı, bu nedenle nüfus cüzdanları kafa kâğıdı olarak adlandırıldı.) Ailem fukaraydı. Çocuhken başladığım ırgatlığa ilk mektebi ohuyup ohur yazar olduhdan soyna da devam ettim. Gazancımız ancah garnımızı doyurmaya yetiydi. Ele hızmat etmekten usandığım için yigirmi yaşıma varmadan üç arhadaşımınan İstanbul’a gedip çalışmah için Halep’den İstanbul’a mal daşıyan bir kervana gatılıp yola çıhtıh. Günlerce yarı aç, yar doh yayan yol yörüyüp Samsun’a vardıh. Buradan da vapura binip İstanbul’a gettik. Bir bira fabrikasında birer altın lira aylıh maaşınan iş bulduh. Orada çalışırken harp çıhdı. Düşman gelip İstanbul’u esdila edecek diye ahalide bir gorhu ki değme getsin. Ula biz ölmeden düşman nereyi esdila ediymiş diye arhadaşım Abdullah’ınan asgerlik şubesine gedip asgere yazıldıh. Bizi bir kışlaya elettiler. Savaşa girmeye hazırlanırken bize, ’geldiğiniz yere dönün sizi çağırana kadar bekleyin’ dediler. Biz de çalıştığımız fabrikaya gedip yeniden iş başı yaptıh.

Yıl 1914. Seferberlik İlan Edildi

1914 yılına gelende harp çıhtı, seferberlik ilan edildi. Ben hemen gene şubeye gedip asgere yazıldım. Tophana’da şubeye teslim olduh, bizi Sultanahmet camisine götürüp asger elbisesi geydirdiler. Birgaç gün soyna bizi Edirne Kırkağaç’a elettiler, orda 45 gün talim, terbiyeden soyna Çanakkale’ye götürdüler tam iki sene orada harp ettik. Ben 67. Alaydaydım. Bizim Alay ehtiyat alayıydı, yani hangi cephe zora düşerse biz o cepheye seğirdiydik. İki senenin sonunda bizi İstanbul Hadımköy’e, oradan da Hergele çiftliğine götürdüler. Denizin kenarına estihkam eşip daş torpah yığmışlar. Düşman denizden gelirse daş atacahsınız, daha yahınan gelirseler gözüne torpah atacahsınız. Silah, mermi yoh. 

Daha yahınıza gelirlerse kürek sapıynan vuracahsınız dediler. Tam üç ay burayı bekledik. Günlük tayın sade yarım ekmek. Acımızdan öldük. Bahtıh olacah gibi değil arhadaşım Abdulah’ınan birabar dişimiz ağrıyı diye viziteye çıhtıh, bize ağrıyan dişimizi çektirmek için izin kağırdı verdiler. Oradan Kemerburgaz’a, soyna Kağıthana’ya, oradan da İstanbul’a gettik. Hangi aşçıya getsek azar, azar bir tabah, yarım tabah yemek veriyler. Neyse aşçının biri bolca yemek verip eyice garnımızı doyurdu. Bir yerden birer tene ekmek bulup çantamıza koyduh. Soyna dişçiye gidip birer tene sağlam dişimizi çektirip elimize alıp birliğimize gedip çavuşumuza gösterdik. 1 gün soyna haydi toplanın gideceksiniz dediler. Nereye? Kerküg’e (Kerkük). Bu Kerküg Mersin’den öte yanda ha... Kerküg’e geldik siperlerde iki ay bekledik. 

İngiliz’in gemileri beyle alektiriginen ortalığı aydınlatıp darayı. Gemilerden durup garada alektiriginen asker arayı, geceleyin ha. İki ay dolanda bizi oradan alıp önce Halep’e, Halep’ten Şam’a, Şam’dan Gudüs’e, şu Yahudilerin olduğu yere ha. Oradan da Süveyiş Ganalı’na elettiler. Orada iki sene galdıh mı! İki senenin sonunda dediler gideceksiniz.

Nereye? Rus cephesine. Tekrardan Gudüs’e, Şam’a, Halep’e, oradan da Mardin’e götürdüler. Mardin’den Diyarbekir’den geçip kah yaya, kah atlı Muş’a geldik. Muş’tan Erzurum’a ordan da Gars’a geçip doğru Rus cephesine gidip cephe gurduh. Biz cepheyi guranda düşmanın taarruzunu gırdıh. Düşmanın öğünde çoh az zayiat verdik ama bizim asıl düşmanımız amansız sovuhlar, açlıh, susuzluh, aylar süren yaya yolculuhlar, bir de bitler idi. Bitler bizim saçımıza, vücudumuza yapışıp yeyip bitiriydi. Orada da 1 sene galdıh mı, dediler gideceksiniz. Nereye, Musul’a.

Geri geldik Diyarbekir’e, oradan Mardin’e, Mardin’den’den Cizre’ye geldik oradan kevege bindik Musul’a gettik. Musul’a ha! Musul’dan Hamra’ya, orada şeher ha! Hamra’dan Bağdat’a gettik. Bağdat’ta bize üç ay izin verdiler. üç ay bitenden soyna bize birer kat elbise verip gelin gibi süslediler bizi. 

Oradan gettik KUT’ÜL AMARA’YA. Bu Kut’ül Amara Basra’dan bu yanda ha. Kut’ül Amara’dan geçip Basra’ya gediysin. Encamı (sonuçta) harbe sohdular bizi. Yalanız oraya gelene gadar yollarda çoh şehit verdik. Gum yuttu, sıcah çarptı, en kötüsü bizim esgerin başında kep vardı. Araplar bunlar Hıristiyan deyi yalnız bulduhları yerde ekserlerimizi hançerliylerdi. Gomutanlar alayımızı yeniden düzene sohdular, İngilizlerin teslim aldığı Kut’ül Amara şehrini gurtarmah için hücuma geçtik. İngilizler gaçıp şeher içine çekildiler. Biz İngiliz’in ordusunu mahzer ettik (muhasara altına aldık).  İngilizler altı ay mahzerede (muhasarada) galdı.

Aç Kalan İngilizler Teslim Oldu

Altı aydan soyna biz İngiliz’in erzaklarını ele geçirdik. Erzak bolaldı, bizim asker yeyi. İngiliz aç galınca teyyareynen askerlerinin üzerine erzak atmaya başladı. Ama biz onlara da el goyunca umutları kesildi, teslim oldular. Bizim başımızda Halil Paşa vardı. 10 binden fazla İngiliz’i esir alıp getirdik. Halep ile Mardin arasında demiryolu yohtu, bunları oralarda çalıştırdılar. Bu İngilizler aylar soyna kendi Çanagale ordusunu bir de Basra ordusunu oraya getirdiler. Bütün guvveti oraya verdiler. Bizim orada galan esgerimiz azdı, geri çekildik. İngilizler bizi öğüne gattı gece, gündüz Bağdat, Halep nerdesin deyi gediyik. Toplarınan ateş ediyler, teslim almıylar. Halepliler evlerine gapanıp gapıları kitlediler. İngiliz topları durmadan gışlalara ateş açıyı. Havada 60 tene teyyare göğün yüzünde bizi takip ediyi isteseler teslim alırlar, almıylar. Öglerine gatmış götürüyler. 

Gide gide geldik bu yanı cepheye. Bağdat ahalisi de hep evlerine kapandı ortalıhda eskerden başka kimse yoh. Bu İngiliz, topları atıyı gışlalara, süvari gışlasına. Gışlaları hep yahıyı ha. Biz körpüden geçtik bu yanı cepheye geldik. İngiliz artıh Bağdat’ı aldı. Bizim etrafımız sarıldı. Teslim olmayanı ataş edip öldürüyler. Çaresiz teslim olduh. Bizi arabalara bindirdiler, gece boyu yol gettik. 

Sabahınan bilmediğimiz bir şehere geldik. Arabadan ikişer ikişer endirip bizi bir meydanda topladılar. Bütün esvaplarımızı çıharttırdılar, çırılçıplah olduh. Birbirimizden utandığımız için ellerimizinen avret yerlerimizi kapatıydıh ama ona da müsaade etmediler. Bizi açıhta gurduhları banyolara sohdular ellerimize de birer sabun verdiler, dökülen suların altında yıhandıh. Yıllardır su görmeyen vücüdumuz eyicene yıhadıh.

Yıhanandan soyna oradaki masaların başındaki Engiliz’e gidiysin sana bir havlu veriyi, gurulanıp soynaki masaya gediysin, sana atletinen tuman veriyi, soynaki masaya gediysin köynek veriyi, soynaki masaya geidysin pantol veriyi. En son masada lastik ayakkabı verdiler. Acımızdan ölüydük, garnımızı da doyurduhdan soyna trene bindirip bizi Pakistan’ın İslamabad şeherine, oradan Hendistan’ın Bombay şehrine, oradan da Singapor esir gampına yerleştirdiler.

Esir Kampındayız; At-Eşek Etinden Başka Yiyecek Yok

Bu Singapor bir ada da ha. Hem şeher hemi de devlet. Engilizler gurmuş dediler. Burada üç yıldan fazla galdıh. Çoh zulum gördük. Çoh esgerimiz burada telef oldu. At, eşşek, domuz gibi hayvanları kesip ağaca asıylar, isteyen kesip yesin diyiler. Biz Müslümanıh bunlar bize haram desek de gıtlıh var, yemezseniz aç galırsınız dediler.

3 yıldan fazla bir zaman soyna Engiliz çavuşlar geldi hazırlanın ‘Konstantine’ye gideceksiniz’ deyince ben gendi gendime herhalım başka bir yerdeki gampa götürecekler diye düşünürken bahdım ki esir gampı usul usul bayram yerine dönüyü. Ula bunlar niye seviniyi derken dediler ki bu ecnebiler İstanbul’a Konstantiniye diyiler deyince havalara uçtum. Bizi bir böyük vapura bindirdiler.

Sene gaç, hangi aydayıh, hatta hangi mevsimdeyik bülmüyüm. Orada sonbahar, gış yoh ki hep yaz mevsimi. Vapur yolculuğu üç ay sürdü. Bir Engiliz subay gelip bize Mustafa Kemal’i anlattı. Dost olduh, sizi Çanakgale’ye götürüp teslim edeceyik dedi. Çanakkale’de bir gısım esgeri serbest bırahdılar, bir gısımı da gemide esir galdı. Ben de esir galanlar arasındaydım. Bizi gemiynen İstanbul’a getirdiler, burada galıp söylediğimiz işleri yapacahsınız dediler. Boğazlar, Marmara denizi düşman gemileriynen doluydu. Bizi kendi hizmet işlerinde gullanmah istediler, yapmadıh. 

Soyna birer silah ele geçirip önümüze gelen düşman subayını vurup ya ölecek ya da Anadolu’ya gaçacahdıh. Biz plan yaparken bir gün bir Türk subay gelip isimlerimizi ohudu, bizi alıp asgerlik şubesine eletti. Orada terhis belgemi verdiler. Terhis belgemde 28. Ağustos. 1915 de asger olup, 14.Ekim 1920 de terhis olmuşum. Ama Vatanım işgal altındayken hangi yüznen memlekete gidecem diyerek daha üç yıl İstanbul’dan çıhmadan bu işgal dövletlerinin cephaneliklerini soyup Anadolu’ya gaçıran motorlara yükledik. Düşman birliklerine sabotaj düzenliydik. Başımızda az da olsa sivil geyinmiş subaylar vardı. Ama daha çoh canını vatana adamış kuvvayi milliyeciler vardı.

Ailem Beni Öldü Bilirmiş

Encamı  İstanbul’un etrafının yüzlerce top ile çevrildiğini gördük. Mustafa Kemal İstanbul’a geliyi dediler.Düşman eskerlerinde bir telaş, bir telaş değme getsin. Haman boşaltdılar İstanbul’u eskerlerimiz de namluları yere dönük tabur, tabur geldiler. Düşmanın top sandığı meğer zoba borularıymış.

Düşmana göz dağı vermek için bizimkiler yapmış. İstanbu ehalisi Türk esgerlerini bağrına bastı, şenlikler aldı yörüdü. Artıh burada görevim bitmişdi. Yüzümün akıynan memleketime gidebilirim dedim.

15 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’dan çıhdım. Haydarpaşa’dan trene bindim. Yol boyunca evler, köprüler yanıh, yıhıh ama milletin yüzü gülüyü. Dört günde Malatya’ya geldim. Ailem, yahınlarım beni öldü bilmişler. Beş sene resmi, 3 sene de geyri resmi eskerlik ki tam sekiz sene vatanım için cepheden cepheye goştum, yüzümün akıynan döndüm evime.

Soyadı ganunu çıhanda, bana ‘ERKİŞİ’ soyadını uygun gördüler.” 

***

"…Dağlarda tek
                tek
                     ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
         güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…"

Nazım HİKMET (Kuvayi Milliye Destanı'ndan)

__________

NOT: Fotoğraflar için Yusuf Erkişi’ye teşekkürler.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

21 yorum yapılmış

  • Cengiz ALTAŞ (1 yıl önce)
    Ertaç abi kalemine sağlık. Vatan savunmasında her şeyini ortaya koyan ve bugün namerde muhtaç olmadan bir hayat sürmemize imkan tanıyan tüm Şehit ve hayatını yitirmiş Gazilerimize Allahtan rahmet dilerim.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Orhan tuğrulca (1 yıl önce)
    Elinize yüreğinize sağlık Ertac bey, çok değerli bir hazine saklamışsınız. Ders kitaplarımîzda okutulması gereken bir anı. Şükranlarımızla...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Aspuzulu (1 yıl önce)
    Yaptığınız fedakarlıklardan dolayı hakkınız ödenmez.Bu vatan bu millet size minnettar. Bir kez daha canlı şahitlerden , mevcut şartlar altında ülkenin işgalden nasıl kurtarıldığını öğrenmiş olduk. Gel de bunu cahillere anlat. Bir de İşgal kuvvetlerinin anadoluda bıraktığı gayrı meşru tohumlarıyla mücadelemiz sonsuza kadar devam edecek.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Alp (1 yıl önce)
    Her satırı ayrı kahramanlık ayrı fedakarlık ayrı hüzün. Bir dedelerimize bakın bir de şimdiki "dava" adamlarına... Anıları ve haberi dikkatli okuduysaniz askerlerimizin Osmanlıya ait Arap cografyasinda nasıl Araplar tarafından saldırıya ugradigini ve yüz üstü bırakıldığını tekrar anlamışsınızdır. Ümmetcilik bu millete yutturulan bir zehirdir.
    %82
    %18
    Yanıtla
  • Hacı (1 yıl önce)
    Yunus emrenin söylediği gibi ,bilmeyenler ne bilsin .bilenlere selam olsun.ecdadımızın kahramanlıklarını vatan için verilen mücadeleyi.şehit ve gazilerimizi şükran ve rahmetle anıyorum allah rahmet eylesin.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Mehmet Yaşar Çerçi (1 yıl önce)
    Ertaç beyciğim, Bu çok kıymetli tarihi belgeyi gün yüzüne çıkarıp bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Ellerinize sağlık. Vatanımızın değerini ve bunu korumak için ortaya konan fedakarlıkları bu Gazi dedemizin yaşadıkları ve özgün anlatımıyla bir kez daha öğrenmiş olduk. Bütün şehid ve gazilerimize rahmet olsun. Malatya Habere de bu vesile ile tekrar teşekkürlerimi sunarım.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Alper Tunga (1 yıl önce)
    • Mertlik fukarası ingilizler; • Cephanesi tükendiğinden dolayı • Esir düşen askerlerimizi bilerek dünyanın diğer ucuna götürüyordu ki yiğitlerimiz esir kampından kaçarak tekrar bir arslan edası ile karşılarına çıkmasın. • Aynı politikayı stalinde Rusya'da uyguladı. • Askerlerimiz vagonlara tıka basa doldurularak aç bilaç, • Sibiryanın derinliklerinde akıllarını yitirecek yerlere sürüldü. • İnsanı aklından eden ölüm Kampının yanı başında buz çözeltileri ile akan lena nehrine atlayıp canlarına kıymasınlar • Diye de Rus askerleri nehir kenarlarında nöbet tutuyordu. Çevre çifliklerin sahibi Sibirya Kazak Türkü olduğu için çiftliklerinde insan gücüne ihtiyaç var bahanesi ile güçleri ölçeğinde Türk kardeşlerini kamptan kurtarmaya çalışıyorlardı. • Ne Hazindir ki; • Arap yarımadasında kendilerine can, mal ve yaşam hakkı verdiğimiz Araplarca sırtından hançerlenen Türk askeri; • Sibirya topraklarında Kavim kardeşinin şefkatli yüreğinde bunlar, Türk Dili konuşan kardeş halkımız denilerek hayat buluyordu. • Ne olur, • Allah rızası için tarihi ve • sosyolojiyi yani toplumbilimini  çok iyi bilelimki; • İki yüzlüyü de, hainliği yüzyıllardır fıtratında saklı olanı da ruhunda kavim kardeşliği bulunanıda çok iyi tanıyalım. • Karşılığında o kadar çok şey kazanırız ki en basitinden; • Namerde yem olmayı kenara bırakın, Türk"e kefen biçmeye kalkışanın elini keser, çiğneyip yuttuğunu sananın da midesine taş olur otururuz. • Yeter ki bu necip millet özelliklerini bilsin, hasletlerini de korusun. • Sonrasında da artık, • Yedi düvel korksun... • Bunları kişi değil, Tarih söylüyor.
    %87
    %13
    Yanıtla
  • Ali ÖZÇELİK (1 yıl önce)
    Dedem Kasım1914 de Sarıkamış’ta edir olmuş Sibirya esir kampında 6 yıl kaldıktan sonra Mart 1920 de Arguvan’a gelmiş. Tümüne rahmet diliyorum
    %100
    %0
    Yanıtla
  • sabi (1 yıl önce)
    ailesi ilede yapın
    %28
    %72
    Yanıtla
  • Gurbetteki Malatyalı (1 yıl önce)
    Tüm şehit ve gazilerimizin ruhları şad mekanları cennet olsun inşallah
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Hüsnü (1 yıl önce)
    Vatanı için çektiği çileleri bile okurken yorulduğumuz ,Gazi Ömer Erkişi dedemize Yüce Yaradan gani gani rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.Vatan,millet,ulus kavramının ne olduğunu bize bir kez daha hatırlattığı için ,bu güzel ve anlamlı hatırayı çok güzel kaleme alan ve bizlere ileten Sayın Ertaç Önal beyefendiye de ayrıca teşekkür ederim.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Tekin (1 yıl önce)
    Dedemizin mekanı cennet, şehit atalarımızın ruhları şâd olsun.
    %93
    %7
    Yanıtla
  • mehmet hanifi yapar (1 yıl önce)
    evet evet ne zorluklarla karşı karşıya kalmışlar benim iki dedem de seferberliğe gitmişler gidiş o gidiş bizler hazıra konmuşuz bu vatanın kiymetini bilelim
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Fikret (1 yıl önce)
    Son dönemlerde Kurtuluş Savaşı yapılmadı diyen bir güruh türedi.Bu gerçek hikayeyi dikkatlice okusunlar diyecem ama , biliyorum ki onlar okumaz sadece maksatlı yapılan yalanlara inananlar. Hemşehrimiz Gazi Ömer ERKİŞİY'ye Allah tan rahmet diliyorum.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Erdoğan Örnek (1 yıl önce)
    Hocam kaleminize sağlık.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Alper Tunga (1 yıl önce)
    Bu hatırata tek kelime bile edemedim; Nutkum Tutuldu. Saygıyı ve hürmeti hakikaten hak eden insan evlatlarısınız. Anlatınızın satırlarında; Bağdattaki kışlamızın ingiliz teyyareleri desteğinde bombalanmasında bağdat sokaklarında kendinize savunma hattı ararken Arap evlerinin tamamının sizlere yani bizlere kapılarını kapalı tutması ve fırsat bulduklarında sizleri arkadan kalleşçe hançerlemesi ise; Torunlarınız olarak bizlerin kimlere güvenilir, Kimlere güvenilmeyeceğinin belgesi olsun.
    %97
    %3
    Yanıtla
  • Hakan (1 yıl önce)
    Allah rahmet etsin. Acaba kaç yılında vefat etmiş. Kaç çocuğu varmış ..... Kişisel bilgilerde olsa eyiydi
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ruşen uçar (1 yıl önce)
    mustafa Kemal ve kahraman akerleri ruhlariniz şad olsun minnettarız.
    %90
    %10
    Yanıtla
  • Ülkü KOÇAK (1 yıl önce)
    Gidenlerin mekanı cennet olsun. Allah bir daha böyle bir gün yaşatması.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Mahir (1 yıl önce)
    Mükemmel bir yazı olmuş, paylaşım için çok teşekkür ederim.Günduzbey nere Singapur esir kampı nere...Allah hepsine rahmet etsin inşallah
    %82
    %18
    Yanıtla
  • Alper Tunga (1 yıl önce)Mahir isimli kullanıcı yorumuna
    Namert ingiliz, Esir alınan dedelerimizi bilerek dünyanın diğer ucuna götürüyordu ki kahramanlarımız kamptan kaçarak tekrar cepheye dönmesinler. Aynısını stalinde Rusya'da yaptı. Askerlerimiz aç bilaç sibiryanın derinliklerinde akıllarını yitirecek yerlere sürüldü. İnsanı aklından eden Kampın yanı başında buz gibi akan lena nehrine atlayıp can vermesinler diye de Rus askerleri nöbet tutuyordu. Çevre çifliklerin sahibi Sibirya Kazak Türkü olduğu için çiftliklerinde insan gücüne ihtiyaç var bahanesi ile güçleri ölçeğinde Türk kardeşlerini kamptan kurtarmaya çalışıyorlardı. Ne hazin; Arap yarımadasında Araplarca sırtından hançerlenen Türk, Sibirya topraklarında Kavim kardeşinin şefkatli yüreğinde hayat buluyordu. Ne olur, Allah rızası için tarihi ve sosyolojiyi çok iyi bilelimki iki yüzlüyü de, hainliği fıtratında olanı da kavim kardeşimizi de çok iyi bilelim...
    %94
    %6
    Yanıtla

Ertaç Önal yazıları